Gündem Analiz – Muhammed Eyüp / 2025 Mayıs / 150. Sayı
Bu satırları, Gazze Şeridi’ndeki ehlimiz acı verici bir kuşatma altında yaşam mücadelesi verdiği sırada kaleme alıyorum. Tam 18 aydır Gazze’de yaşananları çeşitli ifadelerle tarif etmeye çalıştık. Katliamları, açlıktan ve soğuktan ölenleri, parçalanan bebekleri kelimelere dökerek anlatmaya gayret ettik. Fakat nasıl anlatabilirdik ki?
İsrail’in bombaladığı koca bir binanın enkazında kalan dört evladını küçücük bir çekiçle kazarak kurtarmaya çalışan bir babayı hangi kelime anlatabilir?
Kışın ortasında incecik bir çadırda kalırken bir gece yarısı ölen bebeğini elinde taşıyan bir anneyi hangi ifade izah edebilir?
Paramparça olmuş, başı gövdesinden ayrılmış bebeğinin başını eline alıp onunla vedalaşan bir babayı nasıl ifade edebiliriz?
Elinde kurtuluşumuzun tek vesilesi olan tüfeğini tutan, ağır yaralanmasına rağmen siyonist askerlere karşı çatışmaya devam eden o mübarek mücahidi neyle anlatabiliriz?
Hangi yazıyla, hangi görüntüyle, hangi videoyla? Hangi eylemle anlatabiliriz bu yaşananları? Tüm bunlara rağmen 1,5 milyarı aşkın bir İslam aleminin susmasını, oturmasını, hayatını yaşamaya devam etmesini nasıl izah edebiliriz? Bu satırı yazanın, okuyanların hayatlarının hiçbir şey olmamış gibi akıp gitmesini, aklı ve vicdanı, dini ve imanı yerinde duran bir insanın hafsalası alabilir mi? Halbuki hepimizin biricik rehber ve yegâne önder kabul ettiği, cihadın ve mücahidlerin öncüsü Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyuruyor:
“Müminler, birbirlerini sevmede, birbirlerine merhamet ve şefkat göstermede, tıpkı bir organı rahatsızlandığında diğer organları da uykusuzluk ve yüksek ateşle bu acıyı paylaşan bir bedene benzer.”[1]
Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem böyle buyurmuşken Müslümanlara ne oluyor? Ne oluyor da vücudu, kalbi delik deşik edilirken dudakları gülümsüyor? Ne oluyor da bacakları parçalanırken elleri sevinçle kapanıp açılıyor? Ne oluyor da gözlerinden yaş boşanırken ayakları halen sokaklarda rahatça geziniyor? Bize ne oluyor? Bize ne oluyor da Allah azze ve celle yolunda ve mustazaflar uğrunda savaşmıyoruz?
“Size ne oluyor da Allah yolunda ve ‘Ey Rabbimiz! Bizleri halkı zalim olan şu memleketten çıkar, katından bize bir dost ver, bize katından bir yardımcı ver’ diye yalvarıp duran mustazaf erkekler, kadınlar ve çocukların uğrunda savaşa çıkmıyorsunuz?” (Nisa, 75)
Ateşkesin Ardından
Siyonist işgal şebekesi İsrail, ABD başta olmak üzere haçlı dostlarının da desteğiyle Gazze’de katliama geçtiğimiz haftalarda yeniden başladı. Yahudiler, ocak ayında başlayan ateşkes sürecinde verdikleri sözleri yerine getirmediler. Abluka altında tuttukları Gazze’ye yönelik saldırılarını mart ayında yeniden başlattılar. Mart ayının ortasından bu yana 2 binden fazla Müslümanı şehid ettiler. Gazze topraklarının yarısından fazlasını işgal altına aldılar.
Bugünlerde her sabah, hiçbir suçu olmayan masum insanların, evlerini terk ettikten sonra sığındığı ve yaşamaya çalıştığı çadırlara yönelik bombardımanlarla uyanıyoruz. Her sabah yanan çadırlar, bu çadırların içinde yanan cesetler görüyoruz. İncecik, naylon çadırların üzerine yüzlerce kiloluk bombalar atılıyor. Bir nebze olsun aklı kalan bir insan için, bir çadırın üzerine yüzlerce kiloluk bir bomba atılması normal kabul edilebilecek bir iş değil. Ancak 18 aydır yaşadıklarımız, gördüklerimiz, duyduklarımız bizi anormal olan her şeye alıştırmış durumda.
Kıymetli Müslüman kardeşlerim!
Artık siyonistlere lanetleme ve kınamalarda bulunmaktan, sosyal medyada paylaşımlar yapmaktan ve buna benzer diğer işlerden bir fayda gelmediğini anlamamız gerekir.
Geçtiğimiz 18 ay boyunca hepimizin yüreğinde büyük bir kin, öfke, üzüntü, hırs birikti. Hepimizin içerisinde Müslümanlar için bir şeyler yapma, elimizi taşın altına koyma isteği büyüdü. Hepimiz, bir yolunu bulsak cepheye koşup zalimlere karşı cihad etmeye can atar bir hale büründük. Kıymetli kardeşlerim! Tüm bu düşünce ve hisleri Allah azze ve celle’nin yolundaki savaşımıza yakıt yapmayacaksak ne yapacağız? Aciz, çaresiz zavallılar gibi içimize gömüp oturacak mıyız? Eli kolu tutmayan yaşlılar gibi sessiz kalıp sadece dualara mı sığınacağız? İnandığı gibi yaşamaktan kaçan korkaklar gibi tüm bu hislere sırt mı çevireceğiz?
Bakın Allah azze ve celle, ahitlerini bozan bir kavme karşı mü’minlere hitaben ne buyuruyor:
“Eğer antlaşmalarından sonra yine yeminlerini bozarlar ve dininize dil uzatırlarsa, artık o küfür önderleriyle hemen harp edin. Çünkü onların (gerçekte) yeminleri kalmamıştır. Belki (böylece) vazgeçerler.
Yeminlerini bozan, Peygamber’i (yurdundan) çıkarmayı tasarlayan ve bununla beraber sizinle savaşa ilk önce kendileri başlayan bir toplumla savaşmayacak mısınız? Onlardan korkuyor musunuz? Eğer iman edenlerdenseniz, bilin ki Allah, kendisinden korkulmaya daha lâyıktır. Onlarla savaşın ki Allah sizin ellerinizle onlara azap etsin, onları rezil etsin, onlara karşı size zafer versin, mü’minler toplumunun gönüllerine de şifa versin ve kalplerinin öfkesini gidersin. Allah dilediğinin tevbesini kabul eder. Allah hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.
Yoksa siz, içinizden cihad edenleri ve Allah’tan, Rasûlü’nden ve mü’minlerden başkasını sırdaş edinmeyenleri Allah ortaya çıkarmadıkça (kendi halinize) bırakılacağınızı mı sandınız? Allah, yaptığınız şeylerden tümüyle haberdardır.” (Tevbe, 12-16)
Değerli kardeşlerim!
Şüphesiz biz Müslümanlara düşen şey, cihad yolunda İslam ümmetinin öncüleri olmaktır. Alimlerden, avama; gençlerden, yaşlılara; zenginlerden, yoksullara tüm Müslümanları organize etmektir. Ümmetin seçkinlerini ve kitlelerini cihad yolunda fevc fevc çıkarmak üzere adım adım yola koyulmaktır.
Bilelim ki cihad, bir günde eline silah alıp yola koyulmak değildir. İslam ümmetinin omzuna asırlardır yüklenen bu ağır yük, birkaç günlük basit bir çalışmayla kaldırılamaz. Cihad büyük ve kapsamlı bir organizasyondur. Birçok nesli yetiştirmeyi gerektirir. Her sokağın, her semtin, her şehrin içerisinde Müslümanların bir araya gelmesini gerektirir. Bugün Müslümanlar, yarın verecekleri savaş için harekete geçmeli, Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in Mekke ve Medine’de inşa ettiği gibi muazzam bir nesil inşa etmelidir.
İslam ordularını komuta edecek Halid bin Velid’leri yetiştirmelidir.
Ümmetin emini olacak Ebu Ubeyde bin Cerrah’ları yetiştirmelidir.
Çağın süper güçlerini yıkan devletleri idare edecek Ömer bin Hattab’ları yetiştirmelidir.
Allah’ın yolunda savaşırken iki kolunu feda ederek cennete kanatlanan Cafer bin Ebu Talip’leri yetiştirmelidir.
Allah’a verdiği sözü yerine getirerek şehid olmakla tarihe yazılan Enes bin Nadr’ları yetiştirmelidir.
Düşmanlarının üzerine korkusuzca atılan Bera bin Malik’leri yetiştirmelidir.
Allah düşmanlarının korkulu rüyası olan Muhammed bin Mesleme’leri yetiştirmelidir.
Allah hepsinden razı olsun.
Sokaklar, mahalleler geleceğin İslam önderleri olacak çocuklar, gençlerle doludur. Müslümanların, bağımsızlık ve İslam’ın egemenliği için Haçlılara ve Yahudilere karşı büyük bir savaş vermesi kaçınılmazdır. Bu savaş ancak Müslümanların en küçük ferdinden en büyük ferdine, en küçük halkadan en büyük halkaya kadar muazzam bir güç olmasıyla mümkündür.
Nereye kadar sessiz kalacak, nereye kadar kendi hayatlarımızla meşgul olacak, cihadı ve mücadeleyi ne zamana kadar göz ardı edeceğiz? Gazze’nin başına gelenler başka beldelerimizin, hatta kendi yaşadığımız şehirlerin başına gelinceye kadar mı?
[1]. Nu’man bin Beşir nakletti. M6586 Müslim, Birr, 66; B6011 Buhârî, Edeb, 27