Davet Okulu – Cihan Malay / 2022 Mayıs / 114. Sayı
İnsanların sonrasında yaşayacakları zorlukları düşünerek sağlıklarını korumak ve hastalıklardan korunabilmek adına çeşitli önlemler alarak bedenlerini sağlıklı tutmaya gayret sarf ettiklerine şahit olmaktayız. Haklı bir davranış olarak böyle davranmalarının yanında bedenlerinin korunması için sarf edilen bu gayretlerinden daha fazlası kalp için de sarf edilmelidir ki kalp hastalıklardan korunabilsin.
Kalbin hastalanması, bedenin hastalanmasından daha vahimdir. Bu nedenle kalp hastalıklarının bilinmesi gerekmektedir. Kalp hastalığı nasıl bir duygudur? Hangi ameller kalbimizi kötü etkilemektedir? Hangi kalp amellerinden sakınmalıyız?
Kur’an’da ve hadislerde kalbin hastalıklardan korunması gerektiği emredilmiştir.
Doktorlar, kişilerin yalnızca fâni hayatlarını etkileyecek bedeni hastalıklar için ilaçlar geliştirmektedir. Ancak bundan daha çok kişilerin ebedi hayatları olan ahiret hayatlarını etkileyen kalbi hastalıklarını tedavi edecek ilaçlar geliştirmelidirler.
Davetçinin yapmış olduğu davetinde, her türlü kalbi hastalıktan kaçınmaya özen göstermesi gereklidir. Ancak davetçide bir insan olarak çeşitli kalp hastalıklarına tutulabilir. Davetçinin daveti sırasında farkında olarak ya da sonrasında farkında olmaya başladığı ve içine düştüğü kalbi hastalıklardan bazıları şunlardır:
1. İhlastan Uzaklaşmak
İhlas, ibadeti sadece ve sadece Allah’a has kılarak eda etmektir. Davette Allah’a ibadet türlerinden biri olarak sadece Allah için yapılması gerekli bir ameldir.
İslam davetçisinin ihlastan uzaklaşması, onun için büyük afettir. Zira ihlas ile amel değerli kabul edilirken, ihlastan uzak bir amel ise Allah katında makbuliyetini yitirmektedir.
Davetçi bazen insanların kendisine çok fazla yönelmesi, bir makama getirilme vb. durumlarda ihlastan uzaklaşmak ile imtihan olunabilir. Böyle durumlara daha varılmadan her zaman “Bunu Allah için yapıyorum. Niyetimi her zaman sahih tutmalıyım. Salih amellerime başka niyetlerin girmesine her daim engel olmalıyım. Allah’ım! Senden bu konuda yardımını diliyorum vs.” şeklinde nefis muhasebesi yapmalıdır.
Bazen de davetin yoğunluğu sırasında davetçinin farkına bile varmadan ihlastan uzaklaştığı görülebilir. Böyle durumlarda etrafındaki insanlara bu konuda düşen görev, ona ihlastan uzaklaşmaması gerektiği şeklinde hikmetli uyarılarda bulunmasıdır. Davetçiye düşen de kendisini Allah için seven ve sevdiği kimsenin amelinin boşa gitmesine üzülen bu kimselere kulak vermesidir.
Davetçinin bu konuda pratik bir uygulama olarak da salihlerle oturup kalkması, ihlaslı amel yapmada yarışan salihlerin hayatını okuması ve onlara benzemeye çalışması gereklidir.
İbnu’l-Cevzî rahimehullah şöyle der: “Ben geçmiş insanların hayatlarıyla ilgili belki yirmi bin kitap okumuşumdur, hala da okumaya devam ediyorum. Okudukça eksiklerimi görüp düzeltmeye çalışıyorum. Onların gayretleriyle kendi eksiklerimi tespit ediyorum. Okumayan kişi benim elde ettiğim bu faydalardan uzaktır.”
2. Kibir
Kibir sözlükte; “Kendini beğenme, başkalarına karşı kendini üstün görmek” gibi anlamlara gelir.
Müslüman, hayatının her ânında Allah’ın razı olduğu davranışlarda bulunmalı ve İslam’ın yasakladığı davranışlardan da sakınmalıdır.
Kibir, İslam’ın yasakladığı kalp hastalıklarından biridir. Bu konuda Kur’an-ı Kerim bizlere Karun’dan bahseder. Karun, Firavun’un zamanında Allah’ın ona bahşettiği nimeti sayesinde zengin olmuş fakat bu zenginliği onu “bütün malı ben kendi bilgimle (aklımla) kazandım” (Kasas, 78) demeye kadar kibre sürüklemiş ve Allah azze ve celle onu ve sarayını yerin dibine geçirmiştir.
Rabbimiz, “Kibirli davranarak insanlardan yüzünü çevirme, yeryüzünde çalım satarak yürüme. Çünkü Allah kibirle kasılan, kendini beğenmiş, övünüp duran kimseleri asla sevmez.”(Lokman, 18) buyurarak, bu ahlaka sahip olanları asla sevmediğini bildirmiştir.
Davetçinin davetinin olumlu sonucunu kendinden bilmesi ve davet yaptığı sırada bunu Rabbinin kendisine nasip etmesini unutarak, yapılan işi ve sonucu kendinden bilmesi olarak özetleyebileceğimiz kibir, kalp hastalıklarının en önde gelenlerindendir.
Davetçi; konuşmalarında insanlara karşı büyüklenme, onları küçük düşüren kelimelere yer vermek gibi durumlardan kaçınmalıdır.
Davetçi; kendini beğenmiş bir şekilde “Ben hidayete erdirdim” edasıyla asla davranmamalıdır.
Kendini beğenmişlik, kibir ve övünme; onulmaz bir hastalıktır ki kulun kendini izzetli ve büyük gören bir gözle; kendi dışındakilere ise zilletle ve küçümseyici bir gözle bakması demektir. Bunun sonucu olarak dilinden hep “ben, ben” sözcükleri dökülür. Tıpkı İblis’in dediği gibi “Ben ondan daha hayırlıyım. Beni ateşten, onu ise çamurdan yarattın.” (Araf, 12) Bu sıfata sahip kişi katıldığı meclislerde hep üstün ve önde olmayı, öncülüğün kendinde olmasını ister. Diyaloglarında ise bu tutumun sonucu olarak sözlerine karşılık verilmesine burun kıvırır.
Kibir, öyle bir şeydir ki kişiyi cennetten çıkarıp cehenneme girdirecek bir ameldir. Nitekim Âdem aleyhisselam ile şeytan arasında geçen kıssa da bu durum açık bir şekilde görülür.
Yine kibir, insanın kapıldığı ve kişiyi beraberinde cehenneme sürükleyen bir hastalık olarak karşımızda durmaktadır. Nitekim Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem “Kalbinde zerre miktarı kibir bulunan cennete giremez” buyurmuştur.
Peki kibrin ilacı nedir?
Kibrin ilacı, kulun her şeyde mütevazı davranmasıdır.Bu konuda Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemşöyle buyurmuştur: “Allah için mütevazı olan kimseyi, Allah yüceltir.”
3. Hased
İslam davetçisinin kalp hastalıklarından biri de haseddir.
Haset, öfke duyulan şahsın sahip olduğu imkânları çekememek ve onda olmayıp kendisinde olmasını istemek halidir. Muhatabın bir iyilik ve bolluğa ulaşması muarızını üzerken, bir sıkıntı veya felakete uğraması ise sevinmesine neden olur.
Davetçi hased ile ilk aşamada, kendi gibi başka davetçilerin davetlerindeki başarıyı kabullenememesi ile başlar.
Hased eden kimse bu haliyle Allah’ın adaletini sorgulayarak adeta şunu söylemektedir: “Allah’ım! Ben bu nimeti hak ettiğim halde sen onu başkalarına verdin.”
Hasedin ikinci aşaması, kalpteki sevgiyi yok ederek davetteki başarısına haset ettiği kimse hakkında kin gibi kötü bir duyguyu ortaya çıkarmasıdır. Böylece her kötülüğü yapabilecek duruma getirir. Kötülük yapma düşüncesindeki bir kimsenin ise doğru ve sağlıklı düşünmesi beklenemez. Böyle kimse hadiste şöyle ifade edilmiştir: “Hased etmekten sakınınız. Biliniz ki ateş odunu yok ettiği gibi hased de iyilikleri yok eder, siler götürür.”
Hasedin üçüncü aşaması, kendisinden iyi davetçi hakkında iftiralar ortaya atmasıdır.
Ebu’l-Hasan Harakânî rahimehullah şöyle der: “Nasıl ki namaz ve oruç farzdır, ifâsı mecburidir, aynı şekilde (ibadetlerin makbul bir kıvam kazanabilmesi için) gönülden kibri, hasedi ve hırsı bertaraf etmek de zaruridir.”
4. Kendisinden Çokça Bahsetmelerini Bekleme, Makam ve Mevki Beklentisi
İslam davetçisinin daveti sırasında düştüğü kalbi hastalıklardan biri de insanların kendisine önem vermelerini ve kendisinden bahsederek bir yerlere koymalarını beklemesidir.
Nefsinin övülmesini seven davetçi, bu hastalığa tutulmuştur. Böyle kimse bazen ima ile bazen de direkt olarak, daveti sırasında sıkça kendisinden bahsederek insanların onun yaptıklarını övmelerini beklemektedir. Övgü gelmediğinde ise canı sıkılmakta, övgüyü hak ettiğini belirten sözlerine devam etmektedir.
Haris el-Muhâsibî bu şekildeki bir niyeti riya olarak değerlendirerek şöyle der: “Riya, kişinin yaptığı amele karşı övülmeyi istemesidir.”
Yaptığı davet ile bir kesimi etrafında toplamayı başarabilen davetçi, kendisinden çokça bahsedilmesini istemesi yanında bir de kendisine önemli-önemsiz her konuda danışılan bir mevki ve makam verilmesi beklentisi içine de girmektedir. Her konuda kendisine danışılmasını bekleme hatası, maalesef davetçilerin birçok hata işlemesine zemin hazırlar.
Hz. Ali radıyallahu anh böyle bir kimsenin bu şekildeki davranışının getireceği sonucu şöyle haber verir: “Kendini beğenmeden daha vahşi bir yalnızlık yoktur.”