Bilim Adına İşlenen Zulümler -2-

Tarihin Puslu Olayları – Nedim Bal / 2024 Ekim / 143. Sayı

Geçen yazımızda medeni denilen emperyal ülkelerin özellikle sağlık biliminde ulaştıkları seviyenin altında yatan acı gerçeklerin bir kısmından bahsetmiştik. Konuya örnekleri çoğaltarak devam edeceğiz inşaallah.

Zulüm Sadece Totaliter Rejimlerde mi oldu?

Başta Almanya, Japonya, Rusya olmak üzere insan üzerinde uygulanan bu iğrenç deneylerin sadece totaliter rejimlere özgü bir vahşet olduğu düşünülebilir. Ancak durum hiç de öyle değildir. Demokrasinin beşiği denilen Avrupa ülkeleri ve Amerika’da da bilim (!) adına insanlar üzerinde birçok acımasız, utanç verici deneyler yapıldı. 

İşte Medeni (!) Bir Ülke İsveç

Batı dünyası bu alçak deneylerinde genellikle ailesi olmayan, ekonomik gücü bulunmayan ve en önemlisi zihinsel engeli bulunan kişileri hedef almıştı.

İsveç’in Lund kentinin hemen dışında bulunan Vipeholm Enstitüsü de bu deneylere ortaklık eden yerlerden biriydi. 1935’te temelleri atılan ve güya “ileri derecede zihinsel ve gelişimsel engelleri” olan kişilerin barındırılacağı bir yer olarak planlanmıştı. Ama bu yer kuruluş amacından daha ziyade insanlar üzerinde iğrenç deneyler yapabilmek için bir potansiyel olarak görüldü.

Vipeholm Enstitüsü Çürük Diş Deneyleri

1940’lı yıllarda İsveç’te araştırmacılar toplumdaki yüksek diş çürüğü oranlarına neyin sebep olduğunu bulmaya çalışırken gözünü bu enstitüye dikti. İsveç hükümeti bu önemli sağlık sorununu çözmek için araştırmalarını sürdürürken henüz şeker ile diş çürüğü arasındaki bağlantı kesin olarak kurulmamıştı. Bazı uzmanlar çürüklerin hastalık veya diğer beslenme faktörlerinden kaynaklandığı kanısına varmıştı.

1945 yılına gelindiğinde İsveç’teki hükümet, şeker ile diş çürüğü arasındaki bağlantıyı test etmek için bir dizi deney başlattı ve bu deneyleri Vipeholm Enstitüsü’nde yapmaya karar verdi.  Nasıl olsa buradaki zihinsel engellilerin anlattıklarına kimseler inanmazdı!  

İlk iki yıl boyunca deneklere A, C ve D vitaminleri ve florür tabletleri içeren düşük nişastalı bir diyet verildi. Diyet kapsamında öğün aralarında atıştırma yapılmasına izin verilmedi ve diş sağlıkları doktorlar tarafından yakından takip edildi. Bu iki yılın sonunda katılımcıların yüzde 78’inde herhangi bir yeni çürük gelişmedi. Daha sonra ikinci aşamaya geçtiler ve araştırmacılar diyetlere şeker ekledi.

O dönemde bir İsveç’linin tükettiği şekerin tam 2 katını hastaların diyetlerine ekleyen doktorlar denek gruplarını üçe ayırdı. İlk gruba yemekleriyle birlikte yapışkan ekmek yani tatlı çörekler gibi yiyecekler verildi. İkinci grup ise şekeri içecek olarak tüketti. Üçüncü gruba her öğün arasında çikolata, şekerleme ve karamel gibi yapışkan şekerler verildi. İlk iki grubun dişlerinde herhangi bir problem oluşmazken üçüncü gruptaki çocukların dişleri simsiyah oldu ve acılar içinde kıvrandılar. Araştırmacılar “düşük işlevli” yani işe yaramaz gördükleri çocukların dişlerini tedavi de etmedi.  Bilimsel deneyler adı altında yapılan bu araştırmaların neticesinde çocuklara yıllar sürecek bir acı bıraktılar.

Anatomi Bilimi Uğruna İşlenen Cinayetler

1828’lerde İngiltere sömürüsünde olan İskoçya’da bilim adına işlenen cinayetler skandalı patladı. İskoçya’nın Edinburgh kentinde yaklaşık 10 ay içinde 16 cinayet meydana geldi.  Bunlar West Port cinayetleri diye de anılıyor. 

O dönemde bilim insanları anatomi incelemesi için sadece idam edilenlerin cesetlerini kullanabiliyordu ama idam olayları çok olmuyordu. Bu nedenle üzerinde çalışma yapabilecekleri ceset bulmakta zorlanıyorlardı.

Edinburgh’da bir pansiyona gelen müşteriler esrarengiz bir şekilde ortadan kayboluyordu. Daha sonra anlaşıldı ki gelen müşteriler seçilerek öldürülüyor ve cesetleri o dönemin ünlü doktoru Robert Knox’a satılıyordu.

Cinayetler ortaya çıkınca sadece birkaç kişi cezalandırıldı. Cinayet mağduru aileler ve halk öfkelenip doktoru linç etmek isteyince ünlü Dr. Robert Knox askerler yardımıyla kurtarıldı ve derhal İngiltere’ye kaçırıldı. Alçakça bir organizasyon ile öldürdükleri insanların üzerinde anatomi çalışmaları yaparak bu alanda modern tıbba yeni bilgiler kazandıran (!) Dr. Robert, Londra’da bir hastanede hiçbir şey olmamış gibi hayatına ve çalışmalarına devam etti.

Özgürlükler (!) Ülkesi Büyük Amerika  20 Yıllık Zihin Kontrol Deneyleri

Amerikan Merkezi İstihbarat Servisi’nin (CIA) yürüttüğü son derece gizli, yasa dışı bir program olan MK-Ultra işte böyle bir çalışmaydı. Programın amacı, şüphelileri zayıflatarak beyin yıkama ve psikolojik işkence yoluyla onlardan itiraf almaya zorlamak için sorgulamalarda kullanılabilecek prosedürler ve ilaçlar geliştirmekti.

Bu program, CIA’in komünistlerin insan zihnini kontrol etmelerini sağlayacak bir ilaç keşfettiğine ikna olmasının ardından ortaya çıktı.

MK-Ultra programı, 1953 yılında başladı ve 1973’e kadar tam yirmi yıl sürdü. ABD’nin sorgulama deneylerine olan ilgisi aslında MK-Ultra programının başlamasından yaklaşık on yıl önce 1943’te başladı. Daha sonra Stratejik Hizmetler Ofisi, “sınırsız doğruluk” üretecek bir “doğruluk ilacı” geliştirmeye başladı.

Bu çerçevede New York’un Greenwich Village semtinde, MK-Ultra programı için kurbanlarının kandırılıp LSD ile uyuşturulduğu bir “güvenli ev (!)” kuruldu. Bunlar yeni bir tür “harcanabilir” kişilerdi. Çoğunluğu uyuşturucu kullanıcıları ve küçük suçlulardı. Dolayısıyla onları özleyecek, onların haklarını arayacak pek kimse de olmayacaktı.

Başka bir projede ise şizofreni teşhisi konulan altı ila on bir yaş arasındaki çocuklara altı hafta boyunca her gün LSD verildi. Bu durumdan habersiz hastalarına ilaç vermeleri için doktorlara yüklü miktarda ücretler ödendi. (LSD, halüsinasyon etkisi en güçlü olan öldürücü madde)

Alabama Trajedisi

Bilim Tarihinin gelmiş geçmiş en büyük skandalından biri yine Amerika’nın göbeğinde yaşandı.  1932 yılında Amerikan sağlık servisi Alabama şehrindeki bir kasabaya büyük müjdelerle (!) geldi. Büyük müjde şu idi; Amerikan hükümeti bu bölgenin fakir insanlarına bedava sağlık hizmeti sunacak (!) Öyle ki yıllar boyunca artık sağlık hizmetlerine ücret ödemeyecek ve hastanelerden bedava yararlanılacak.

Tabii ki insanlara “biz sizin üzerinde frengi testi yapacağız sizi tedavi ediyormuş gibi yapacağız ama sizi aslında deney olarak kullanacağız” denemezdi.

İlk olarak 600 insan üzerinde deneyler başladı. Önce deneklere bazı aşılar enjekte edildi. Kasaba da hastalıklar artınca bu sefer de “kan mikroplu” yalanı uydurdular. Hiçbir şeyden habersiz olan halk kanda ki mikropların temizlenmesi için hastanelerin onlara bedavaya sunduğu tedavilere başvuruyorlardı.

Denekleri gruplara ayırdılar.  Bilinçli olarak frengi mikrobu bulaştırdıkları insanlar üzerinde bazı ilaçlar deniyorlardı. Böylece ilaçlara verilen tepkileri gözlemliyor ve raporluyorlardı. Bu alçaklık tam kırk yıl sürdü.

Kırk yıl boyunca binlerce insan sözde tedavi olduğunu zannederek gittikleri hastanelerde çok ciddi hastalıkların pençesine atıldılar. Bu insanların birçoğu öldü. Ne olduğunu bilmeden sadece tedavi olduklarını zannediyorlardı. Ama aslında nasıl ölecekler diye devlet tarafından adım adım izleniyorlardı. Bu skandal ortaya çıkınca üstü derhal örtbas edildi.

Üçüzler Deneyi

12 Temmuz 1961’de, bekar ve genç bir anne dördüz dünyaya getirdi. Dördüncü bebek doğum sırasında hayatını kaybetti. Sağlıklı doğan üçüzlerse gerekli işlemlerin ardından New York’taki Louise Wise Evlatlık Edinme Merkezi tarafından farklı ailelere evlatlık verildi. İşlemler Dr. Peter Neubauer adlı bir psikiyatristin kontrolünde gerçekleşti.

 Üçüzlerin evlatlık verildiği aileler rastgele seçilmemişti. Üç ailenin de çocuk yetiştirme şekilleri ve sosyoekonomik durumları birbirinden farklıydı. Üç ailenin de birbirinden ayrılmış kardeşleri evlatlık edindiğinden haberi yoktu.

Neubauer liderliğindeki klinik psikologlar, bunu bir deney yapmak için bilerek ayarlamış ve böyle birçok kardeşi farklı ailelere dağıtmışlardı. Deney, 1980’de tek yumurta üçüzü olan kardeşlerin yanlışlıkla birbirlerini bulmasıyla ortaya çıktı.

Üçüzlerden David Kellman, “20 yıl birlikte olabilirdik, bunu elimizden aldılar” dedi. Kardeşi Edward Galland ise 1995’te New Jersey’deki evinde intihar etti.

Neubauer’in gizli deneyden ne öğrendiği bilinmiyor. Zira bu deneyin bulguları Yale Üniversitesi’ndeki bir arşivde saklanıyor ve 2066’ya kadar açılamıyor.

Bu gaddarca deney, sinemaya da konu oldu. Yönetmen Tim Wardle, Üç Tanıdık Yabancı (Three Identical Strangers) adlı 2018 yapımı filminde üçüzlerin hayatlarını işledi.

Bir Başka İğrençlik

1939’da ABD’deki Lowa Üniversitesi’nden araştırmacılar kekemeliğin öğrenilmiş bir davranış olduğu teorisini kanıtlamak istedi. Bu araştırmacılara göre çocuklar konuşamayacaklarından korktukları için kekeliyordu. Bu nedenle deneyde çocuklara gelecekte kekeme olacakları söylendi. Araştırmacılar bunu duyan çocukların gerçekten kekeme olacağına inanmıştı.

Çocuklara kekemelik belirtileri gösterdikleri anlatılıyor ve doğru konuşacaklarından emin olmadıkça konuşmamaları tembihleniyordu.

Deney kekemeliğe neden olmadı ama sağlıklı çocukları kaygılı, içine kapanık ve sessiz bireyler haline getirdi.

2007’de üniversite deney mağdurlarına yüklü miktarda tazminat ödedi.

Köleler Üzerinde Cerrahi Deneyler

Modern jinekolojinin babası sayılan ABD’li doktor J. Marion Sims, ününü 19. yüzyılda köle kadınlar üzerinde uygunsuz deneysel ameliyatlar yaparak kazandı. Doktorun en önemli başarısı, vezikovajinal fistülün onarımı için bir cerrahi teknik geliştirmesiydi.

Dr. Sims, bu deneylerde kadınları anestezi vermeden çığlıklar içinde ameliyat ediyordu. Köle edindikleri yüzlerce kadın üzerinde canlı canlı yaptıkları deneysel ameliyatlarla jinekoloji biliminin temelleri atıyorlardı.

Guatemela Frengi Deneyleri

ABD’nin Guatemala bölgesinde 1946 ve 1948 arasında ABD ve Guatemalalı yetkililerin iş birliğiyle frenginin tedavisinin keşfi için birçok kişi üzerinde deney yapıldı.

Deneylerde asker, mahkûm ve akıl hastalarına izinleri olmaksızın frengi ve diğer cinsel yolla bulaşan hastalıklar bulaştırıldı. Bu deneylerden Guatemalalı 1500 erkek, kadın ve çocuk etkilendi.

Çalışmanın amacı, penisilinin frengi enfeksiyonunu sadece tedavi etmekle kalmayıp, önleyip önleyemeyeceğini de belirlemekti. Çalışmanın sonuçlarıysa hiçbir zaman yayınlanmadı. İlerleyen yıllarda ABD’li yetkililer Guatemala halkından özür diledi.

Guantanoma Zulümleri

Özgürlük ve insanlığın beşiği diye bizlere yutturulmaya çalışılan Amerika’nın iğrenç yöntemleri sadece sağlık sektöründe değildi elbet…

Amerika’nın dünyayı sömürme ve dolaylı olarak Yahudi dünya krallığını kurma yolundaki hedefini gerçekleştirmek için düşmanlarını yok etmesi, susturması, pasifize etmesi gerekiyordu. Bunu başarmanın iki yolu vardı. İşgal edecekleri ülkeleri ekonomik olarak zayıflatmak, halkın inanç ve ahlakını bozmak, nesilleri ifsat etmek, iç karışıklıklar çıkararak kendilerine hizmet edecek şahsiyetsiz insanları yöneticilik pozisyonlarına getirmek gibi sivil (!) yöntemler. Sivil gibi gözüken bu yöntemlerle ülkelere hâkim olamazlarsa o zaman diğer seçenek geriye kalıyordu yani askeri yöntemler…

Amerika’nın emperyal sömürüsüne karşı fiili/askeri olarak direnen kim varsa onlar ABD için ortadan kaldırılması gereken en büyük düşmanlardı. ABD, yok etmek istediği bu insanları önce terörist ilan ediyordu. Onları dünya halklarının gözünde vahşi barbarlar olarak gösteriyor ve ortadan kaldırılmaları için kamuoyu oluşturuyordu. Ve nihayetinde ülkelere askeri işgal başlatıyorlardı. ABD, esir aldığı kimseler üzerinde sosyal, psikolojik deneyeler yani işkenceler yapıyor ve tüm bunları tek tek özene özene raporluyordu. Bunun sebebi onlara karşı direnen düşmanların iradelerini kıracak yöntem ve usulleri keşfetmekti.

ABD devletinin yakın tarihte yaptığı bu zulümlerin en acı örnekleri Guantanoma ve Ebu Gureyb esir kamplarında yaşanmıştır.

Guantanamo hapishanesindeki tutuklu Müslüman esirler üzerinde birçok sosyolojik ve psikolojik deneyler yapıldı. Müslüman tutukluların kobay olarak kullanıldığı bu deneylerde; “Müslümanlar neye sinirlenir, Müslümanlar nelerden hoşlanır, Müslümanlar zorluklara karşı nasıl direnç gösterir, Müslümanların iradesi nasıl kırılır, Müslümanların maneviyatları nasıl bozulur” gibi soruların cevaplarını bulmak için en adi işkence yöntemleri denendi.

Her bir deneyin farklı amaç ve yöntemi vardı. Örneğin; “Müslümanlar en çok nelerden nefret eder” sorusunun cevabını bulmak için yapılan deneylerin bir kısmında fiziksel işkencelerden daha ziyade psikolojik işkenceler yapılıyordu. Örneğin; kutsal değerlere ağır hakaret ve küfürler edilmesi, haram olan gıdaların getirilip zorla yedirilmesi, gayri ahlaki müstechen filmlerin zorla izlettirilmesi, zinaya zorlanmalar, cinsel tacizler, tüm mahkumların göreceği şekilde banyo ve tuvaletlerin açık olması, hastalandıklarında muayene için özellikle kadın doktor getirilip muayene ettirilmesi, ibadetlere izin verilmemesi gibi daha birçok psikolojik işkenceler.

Yine “Müslümanlar nelerden hoşlanır?” sorusunun cevabı bulmak için yapılan deneylerde de fiziksel bir işkence yapılmıyordu. Daha çok ruhsal ve psikolojik yöntemler kullanılıyordu. Bu yöntemlerle Müslümanların hoşlanacağı, onları mutlu kılacak hususlar tespit edilmeye çalışılıyordu. Bu süreçte Müslüman esirlere karşı saygılı ve şirin davranılır. Neler istedikleri sorulur ve istekleri çoğu zaman yerine getirilir. Örneğin; kutsallara ve kişilere hakaret edilmez. İbadetlerin rahatça yapılabilmesi için uygun şartlar hazırlanır. Yemekler helal gıda olur. Hastalık durumlarınızda mahremiyet hususlarına dikkat edilir. Banyo ve tuvalet şartları gayet iyidir. Gayri ahlaki filmler izlettirilmez. Çeşitli kitaplar temin edilip okunmasına müsaade edilir. Sevdikleri yiyecek ve içecekler ikram edilir. Bu davranışların sebebi tabi ki Müslümanları mutlu ve rahat ettirmek değildir. Bu yöntemin amacı Müslümanların duygu dünyasını tanımak, hoşlandıkları hususları tespit etmek, psikolojik tepkilerini ölçmek ve planlı bir şekilde rahata alıştırmaktır. Böylece esir olarak tutulan bu kimselere ileri de “iş birliği ve muhbirlik” yapmaları için şantaj olarak kullanacakları “veriler” elde edilir. Sonrasında “buradan çıkış yok. Bunu unutun. Şayet bize zorluk çıkarmaz ve bizimle iş birliği yaparsanız bizde size bu şartlarda rahat olacağınız bir ortam sağlarız. Çıkışı olmayan burada ömrünüzün sonuna kadar size sağlanan rahat şartlarda yaşamaya devam edebilirsiniz” şeklinde psikolojik tehditler başlar.

Aynı şekilde “insan vücudunun neye ne kadar dayanabileceği, insan iradesinin nasıl kırılabileceği?” sorusunun cevabını bulmak için de bu sefer fiziksel işkence deneyleri yapılır.   Örneğin; küçük dar bir kutuda hapsetme, basınçlı suyla işkence, vücudu parmaklıklara kilitleyerek germe, beton üzerinde yatırma, hassas bölgelere elektrik verme, kafası kutuya geçilmiş bir şekilde sandalyeye kelepçeleme, elleri kelepçeli şekilde duvara başını çarpma, eller ve ayaklar ters şekilde kelepçelenip bırakılma, su dolu kovalara esirlerin başlarını sokarak ‘bir insan suda kaç saniyede boğulur’ sorusunun cevabını bulma, çırılçıplak bırakma, uykusuz, susuz ve aç bırakılarak insan vücudunun ne kadar dayanabileceğini ölçme gibi fiziksel işkenceler. Tüm bu işkenceler Müslüman esirlerin iradesini kıracak ve onları iş birliğine mecbur edecek işkence yöntemlerini bulmak içindir.

Yine Guantamona kampında yapılan işkencelerden bir diğeri de esirler üzerinde yapılan ilaç deneyleriydi. Yıllar sonra suçsuz olduğu anlaşıldığı için ülkesine teslim edilen esirlerden bazılarının ifadeleri bu gerçeği gün yüzüne çıkardı. Şöyle diyorlardı esirler: “Kutular dolusu ilaçlarla geliyorlardı. Bu ilaçların hastalıkların tedavi araştırması için kullanıldığını söylüyorlardı. İstedikleri her şeyi test ettiriyorlardı. Reddettiğimizde ise bize ilaçları zorla içiriyorlardı.”

İnsan psikolojisini ve fizyolojisini aşırı zorlayan bu sosyal, psikolojik ve fiziksel deneyler/işkenceler sırasında kobay olarak kullanılan Müslüman tutsakların bazıları şehit oldu, bazıları aklını yitirdi, bazılarında ise bir daha iyileşmeyecek şekilde uzuvları sakat kaldı. Sonuçta ABD, işgal edeceği başka ülkelerdeki direnişçilerin üzerinde uygulamak için kendince bilimsel (!) deneyler yaparak bilime büyük katkılar sunacak sonuçlar elde etti (!). Ama hiç kimse onlara vahşi teröristler demedi. Aksine örnek alınıp ulaşılması gereken muasır medeniyet ve özgürlükler ülkesi diye yutturuldu.

Corona Muamması

Emperyal sömürgeci Hristiyan, Yahudi ve Budist toplulukların yapmış olduğu bu alçakça yöntemlerin geride kaldığını zannediyorsak büyük bir yanılgı içindeyiz demektir.  Çok değil bundan üç yıl önce bizlerin üzerinde de deneyler yapıldı. Nasıl mı? Hatırlarsanız tüm dünyada aniden bir salgın başladı. Adına Corona veya Covid dendi. Televizyonlarda her gün ölen insanların sayıları paylaşıldı. Hatta Avrupa’nın göbeğinde sokakta yatan ve dokunulamayan ölüler izlenime sokuldu. Sosyal medyada Covid’den öldüğü söylenen insanların ölüm anları canlı canlı paylaşıldı. İnsanların anne babalarının cenazesini bile normal bir defin ile defnetmelerine izin verilmedi. Herkes evlere hapsedildi. Belli zamanlarda dışarıya çıkış izni verildi. Okullar tatil edildi. İş yerleri kısmi tatil edildi. Uzmanlar her çıktıkları programda halkı daha da paniğe sevk etti. Aileler bile birbirinden şüphelenir noktaya getirildi. Tüm dünyada ticaret hatta savaşlar bile durma noktasına geldi. İnsanlık adeta haberler ve sosyal medya yoluyla paronaya edildi.

Artık herkes kurtarıcı bir ilaç bekliyordu. Ve sahneye meşhur aşılar çıktı. İçinde ne tür etken maddelerin olduğu tam olarak bilinmeyen, ileride insan sağlığı üzerinde yapacağı zararlar gündeme dahi getirilmeyen aşılar tek çare olarak insanlığa sunuldu. Hatta bu şeytanca oyuna karşı direnen bir avuç insanı engellemek için yolculuk, memuriyet, görev yasakları getirilerek insanları aşılanmaya zorladılar. 

Sonuç; ne olup olmadığını kimse bilmiyor. İnsanlığın üzerinde ne denendi kimse bilmiyor. 50-60 yaş arası insanlarda ani kalp krizleriyle ölüm vakaları artmış gözüküyor. Özellikle Avrupa’da aşı firmasına karşı büyük davalar açılmış durumda.  Herhalde bundan belki 20 -30 yıl sonra bu emperyal ülkelerin dünya nüfusu üzerinde ne tür psikolojik ve biyolojik deneyler yaptıklarını ve aşıların gerçek amacının ne olduğunu öğreneceğiz. O güne kadar başka deneylerde de kobay olarak kullanılma ihtimalimiz oldukça yüksek …

Tüm Bu Vahşetler Modern Tıbbın Veri Tabanını Oluşturdu

En rahatsız edici hususlardan biri de insanlar üzerinde yapılan ve tarihte eşi benzeri görülmemiş bu korkunç deneylerden elde edilen verilerin günümüz modern (!) tıbbının temel dayanağı olmasıdır. Bugünün süper emperyal güçleri bilimsel çalışmalarını ve ilerleyişini masum insanların kanları ve çığlıkları üzerine bina etmişlerdir. Dolayısıyla Hristiyan batı dünyasının ve Budist toplulukların imrenilecek, onur duyulacak, örnek alınacak hiçbir yanı yoktur.

Kurtuluş İslam’dadır

Sınırlarının ne olduğunu kimsenin bilmediği özgürlük ve demokrasi kavramlarıyla ülkeleri ve insanların beyinlerini işgal ettiler. Ama bugün Gazze’de bu büyü bozuldu. Tüm dünya halkları ve özellikle saf Müslümanlar Amerika’nın ve Batının ne kadar özgürlükçü ve demokrat olduğunu gördü (!)

Bu ülkede ateist, kemalist, marksist zihniyetin ilk okuldan itibaren bizlere hedef olarak gösterdikleri ve adına muasır medeniyet dedikleri Batı ve müşrik toplumların elde ettikleri bilimsel tecrübelerin ve büyük zenginliklerin temelinde kan ve vahşet vardır. Tarih boyunca sömürü ve işkenceden beslenen Hristiyan, Yahudi ve müşrik toplumların övünülecek, gıpta edilecek hiçbir medeniyetleri olmamıştır.  Akif’in dediği gibi bize yutturulmaya çalışılan şey aslında “medeniyet denilen tek dişi kalmış canavardır.”

Emperyal Hristiyan batı ve peygamberler katili Yahudi dünyasının beyinlerimizi işgal etmek ve bizleri kendilerine gönüllü köleler yapmak için uydurup dilimize, gönlümüze, hayatımıza soktukları laiklik, demokrasi, liberalizm, hümanizm, özgürlük gibi tüm beşerî ideoloji ve anlayışlardan hızlıca uzaklaşmak ve ilahi olan Allah’ın nizamına, İslam dininin değer yargılarına süratli bir şekilde yeniden dönmek zorundayız.

Bu vatanın ve insanlarının bekası, selameti, geleceği ve huzuru ancak bundadır. Yoksa elimizde ne vatan diyebileceğimiz bir toprak ne de bizden diyebileceğimiz insanımız kalmayacaktır.

“Yeryüzünde olanların çoğunluğuna uyacak olursan, seni Allah’ın yolundan saptırırlar. Onlar ancak zanna (hakikat olmayan düşüncelere/teorilere/ideolojilere) uyarlar. Onlar ancak yalan uyduruyorlar” (En’am, 116)

————————-

Kaynaklar

İnsanlar Üzerinde Yapılan Araştırmaların Tarihçesi/ Hacettepe Üniversitesi

Karanlık Bilim/ Ayhan Tarakçı

Independent / Türkçe

Şarkul Avsat/ İstanbul