Kapak Dosya – Av. Ahmet Özer / 2017 Haziran / 55. Sayı
Hamd; ezelden ebede dek yalnızca Allah’a özgüdür. O’nu över ve O’ndan Peygamber efendimizi, O’nun ehli beytini ve ashabını rahmetiyle kuşatmasını dileriz.
Yetim
Sözlükte “yalnız olmak, tek başına kalmak” anlamındaki “y-t-m” kökünden türemiştir. Yetim kelimesi babasını kaybeden küçük büyük herkese (sözlük anlamı bakımından) denilebilirse de fıkıhta yetim henüz bulûğ çağına ermemiş çocuklar hakkında kullanılır. Çocuğun nafakasını temin etme, haklarını koruma ve onu yetiştirmede babanın daha çok rolü bulunduğundan yetimlik özellikle babaya bağlanmıştır. Arapça’da annesini kaybeden çocuk için “aciyy”, hem annesini hem babasını kaybeden çocuk için “latîm” kelimeleri varsa da gerek konuşma dilinde gerekse yazılı metinlerde yetim bütün bu durumları ifade etmektedir.
Cahiliye döneminde kabileler arası savaşlarda ve yıllarca süren kan davalarında ölenler arkalarında çok sayıda yetim bırakıyordu. Arap yarımadasında kızlara, eli silâh tutmayan çocuklara, yaşlılara ve kadınlara genellikle miras hakkı tanınmaz, yetimlere de babalarından kalan mal verilmezdi. Bazı yetim kızlar vasileri tarafından evlendirilerek mihirlerine el konulur, bazen de vâsileri sırf mallarına sahip olmak için onlarla evlenirlerdi. İslâm’ın gelişiyle şeref bulan insanlık zayıfın, yetimin, öksüzün ve dulun da korunup gözetilmesi noktasında ışık olmuştur.
Kur’an’da yirmi iki ayette yetimlerle ilgili meselelere temas edilmiş ve yetimlere karşı iyi davranılması emredilmiştir. Bu husus Allah’a iman ve ibadet yanında anılmış, (1) yetimlerin itilip kakılması ve onlara karşı ilgisiz davranılması kınanmış,(2) yetimlerin küçümsenip kendilerine kötü muamelede bulunulması yasaklanmıştır. (3) Mü’minler muhtaç durumdaki yetimleri doyurmaya, onları malî yönden desteklemeye ve yaşam şartlarını düzeltmeye teşvik edilmiştir. (4) Medine döneminde devlet gelirlerinden ganimet ve fey içinde yetimlerin hakkı olduğu bildirilmiş, bu hakkın ödenmesine gelirlerin harcama kalemleri arasında yer verilmiştir. (5)
Yetimlere adaletle davranılması, özellikle mallarını ele geçirmek amacıyla yetim kızlarla evlenip haksızlık yapılmaması, evlendirilen yetim kızların mihirlerine el konulmaması, (6) yetimlerin mallarının en güzel şekilde korunup yönetilmesi, (7) büyüdüklerinde mallarının geciktirilmeden kendilerine teslim edilmesi ve teslim sırasında şahit bulundurulması hususu (8) Kur’an’da yetim haklarına dair geçen temel prensiplerdir.
Yetim malı yemek büyük günahlardan sayılmış, haksız yere yetim malı yiyenlerin şiddetli azap görecekleri bildirilmiş, yetimin veli ve vasilerine ancak fakir olmaları durumunda onun malından belli ölçüde faydalanma izni verilmiştir. (9)
Yetimliği bizzat yaşamış olan Hz. Peygamber birçok hadisinde; yetimlerin hukuku üzerinde hassasiyetle durmuştur. Resûl-i Ekrem’in, “Allah’ım! Ben yetimin ve kadının, bu iki zayıf insanın hakkını ihlâl etmekten insanları şiddetle sakındırıyorum” dediği, (10) Bir defasında şahadet parmağı ile orta parmağını birleştirerek “Yetimi koruyup gözetenle cennette böyle yan yana olacağız” buyurduğu nakledilir. Rasûlullah ayrıca Allah rızası için yetimin başını okşayan kimseye elinin dokunduğu her saç teli kadar sevap verileceğini bildirmiştir. (11)
Hz. Peygamber şehitlerin geride bıraktıkları yetim çocuklarıyla da çok yakından ilgilenmiş¸ onlara çok büyük şefkat ve merhamet göstermiş; onların her türlü ihtiyacını karşılamıştır.
Beşîr b. Akrebe adlı sahâbi anlatıyor:
“Babam Akrabe Uhud Savaşı’nda şehid düşünce ağlayarak Rasûlullah’ın yanına gittim. Rasûlullah bana “Ey sevgili yavrucak! Ağlama, ben baban olsam, Aişe de annen olsa istemez misin?” diye sorunca ben de “Elbette ki isterim ya Rasûlallah!” dedim. Bunun üzerine Rasûlullah benim başımı okşadı. (Şu anda) saçlarım ağardığı halde Rasûlullah’ın başımı okşadığı yerler hâlâ siyah kalmıştır. Yetimlere ait malların ticaret yoluyla arttırılmasını istemiştir. (12) Öte yandan yetim malı yemenin insanı helâke sürükleyen yedi büyük günahtan biri olduğu belirtilmiş, mü’minlerin bundan şiddetle kaçınması gerektiği vurgulanmıştır. (13) Yetim malının idaresi kişiye ağır bir sorumluluk yüklediğinden, Hz. Peygamber’in bu sorumluluğu taşımaya ehil görmediği Ebû Zerr’e yetim malının idaresini üstlenmemesini tavsiye ettiği nakledilir. (14)
Yetimler öncelikle mahremi olan yakın akrabaların sorumluluğundadır. Bunların yokluğunda veya sorumluluklarını yerine getirememeleri durumunda sorumluluk diğer Müslümanlara geçer. Devlet başkanının, velisi olmayanların velisi olduğu yolundaki genel kurala göre (15) bu vazifenin devlet tarafından veya devletin denetiminde koruyucu ailelerle ya da kurumlarla yerine getirilmesi gerekir. Yönetim boşluğu halinde çocuğun bulunduğu beldedeki Müslümanlar sorumlu olur. Anne ve babaları Müslüman olsun olmasın yetim çocukların terkedilmemesi ve kötü niyetli kişilerin eline bırakılmaması istenmiştir. Yetimin bakımı ve yetiştirilmesinin gerektirdiği masraflar kendi malından, malı yoksa yakın akrabaları tarafından, onların da gücü yetmezse devletçe yahut belli vakıfların geliriyle karşılanır.
Babasını kaybetmekle kendisi için çalışıp kazanan ve haklarını koruyan bir koruyucudan yoksun kalan yetimin kendi ailesi içinde bakılıp büyütülmesi esastır ve ilk dönemlerden itibaren İslâm toplumlarında yaygın olan uygulama da bu şekildedir. Kabile bağlarının güçlü olduğu ilk dönemlerde yetimlerin bakımı yakın akrabalarına (asabe) verilirdi. Ancak anne babanın her ikisinin de vefat etmesi, annenin ikinci bir evlilik yapması veya aile ortamının elverişsizliği gibi durumlarda yetimlerin bakımını üstlenecek kurumlara ihtiyaç duyulmuştur. İslâm toplumlarında uygulamada yetim mallarının korunmasına özel bir önem verilmiş, insanlar yetimlerle kendi çocukları gibi ilgilenmeye teşvik edilmiş, idarî açıdan kadılar eliyle, malî açıdan vakıflar yoluyla çözümler getirilmiştir. Bilhassa Selçuklulardan itibaren “Eytamhâne” ve “Islahhâne”ler kurularak yetimlerin bakımı sağlanmaya çalışılmıştır. Eyyûbîler ve Memlüklüler döneminde yetimler için özel mekteplerin açıldığı, vakıfların tahsis edildiği bilinmektedir.
Osmanlılar ’da yetimlerin himayesine yönelik uygulamalar daha da geliştirilmiş, avârız vakıfları fakir yetimler için bir tür sosyal güvence olmuş, Dârû’l Eytamlar’da yetimlerin ihtiyaçları karşılanmıştır. Yeniçeri birliklerindeki orta sandıkları şehidlerin yetimlerine, esnaf birliklerince kurulan esnaf sandıkları da kendi mensuplarından ölenlerin çocuklarına maddî destek sağlamış, 19. yüzyılın ortalarından itibaren eytam sandıkları oluşturulmuştur. 1873’te tesis edilen Dârû’ş Şafaka, yetimlerin eğitim ve himayesine yönelik bu anlayışın bir ürünüdür. 1917’de kurulan Himâye-i Etfâl Cemiyeti daha sonra Çocuk Esirgeme Kurumu’na dönüştürülmüştür.
Günümüze Gelecek Olursak
Yetim çocuklar dünya üzerinde en fazla istismara uğrayan grupları oluşturmaktadır. Tahmini 400 milyon yetimin yer aldığı dünyamızda nüfus yoğunluğu temel alındığında, yetim nüfusu bir ülke olarak kabul edilse Çin ve Hindistan’dan sonra 3. sırada yer alır. Yetim ülkesi 305 milyon nüfusu olan ABD’yi bile geride bırakıyor. Ne yazık ki yetimlerin yoğunlukta bulunduğu coğrafyalar başta Afrika kıtası olmak üzere diğer Müslüman ülkelerdir. Gerek yer altı yerüstü zenginliği gerekse ortalama ömrün düşük olması sebebiyle genç nüfus yoğunluğundan dolayı cazibe merkezi olan Afrika Kıtası, bugün Hristiyan Devletlerinin yüzyıllar boyunca ilgisini çekmiş bir coğrafya… Avrupa Devletleri bu zengin kıtada lüks yaşantılarının karşılığını çok fazlasıyla bulmuşlardır. Bu mazlum coğrafyaların özellikle kurak bırakılması, iç ve dış savaşlarla da anne ve babaların katledilmesi, yetim ve öksüz kalan çocukları başta misyonerler olmak üzere organ ve fuhuş mafyaları, dilenci şebekeleri, savaş ağalarının hedefi ve sermayesi haline getirmiştir. Misyoner Kurumlar Afrika’nın tamamında ve diğer İslâm ülkelerinde kurdukları yetimhanelerle Müslüman çocuklarını kolaylıkla Hristiyanlaştırmaktadırlar.
Anglikan kilisesine bağlı sadece bir misyonerlik kuruluşu dört milyon yetimi küçüklüğünden itibaren barındırıp evleninceye kadar da desteğini sürdürüp kendi davalarına birer hizmet adamı haline getiriyorlar. Yüzlerce böyle hizmet yapan kurumların insan kaynağı da ne yazık ki ümmetin sahipsiz yetimleridir. Yetim çocuklardan zeki olanlar Avrupa’ya götürülerek sağlam bir misyoner olarak yetiştirilmektedir. Ayrıca bu yetimler kilise kurumları aracılığıyla zengin ailelere evlatlık olarak satılmaktadır.
Kenya’nın kurucusu Jomo Kenyatta şöyle demiştir:
“Avrupalılar Afrika’ya geldiklerinde onların elinde İncil, bizim elimizde ise topraklarımız vardı. Bize gözlerimizi kapatıp dua etmeyi öğrettiler. Gözlerimizi açtığımızda baktık ki İncil bizim elimizdeydi. Topraklarımız ise beyazların olmuştu.”
Afrika kıtasında 20. yy’ın başında Hıristiyan nüfusu % 6 iken bugün %50’nin üzerindedir. Tabi ki bu durum kendiliğinden ortaya çıkmamıştır. Yukarıda belirttiğimiz yöntemler ve çalışmalar neticesinde bu son, elbette ki kaçınılmazdır. Bu dünyada kim hangi iş için gayret eder, planlı programlı çalışırsa Allah, Rahman sıfatı gereği onun karşılığını verecektir. Hz. Meryem’i Afrika Kraliçesi ilan eden Katolik Kilisesi 20. yüzyılı Afrika Kıtası için ‘Hristiyanlık asrı’ olarak kabul etmiştir.
Ümmetin mazlum coğrafyalarında kurdukları lüks eğitim ve sağlık kurumlarıyla ve yetimhaneleriyle legal bir kılıfla ümmetin nesillerini Hristiyanlaştırıyorlar. Yılda birkaç kez Afrika’yı ziyaret eden Papa, inancı uğruna meslek hayatının 4-5 yılını tüm imkânsızlığına rağmen Afrika’nın köylerinde geçirerek fedakârlık yapan Hıristiyan doktor ve öğretmenler, yıllık tatilini Afrika şehirlerinde geçiren Hıristiyanlar biz Müslümanlar için ne ifade ediyor acaba? İslâm coğrafyalarında herhangi bir savaş ve afet yaşandığında ilk olarak oraya çadırını kuran misyonerlerdir. Devamında ise insan tacirleri organ mafyaları, savaş ağaları, fuhuş ve uyuşturucu çeteleri vb. illegal örgütler bin bir kılıfla o mazlum beldeleri sömürürler. Ümmetin nesli, şehitlerimizin göz nuru evlatları bu vahşi topluluklar tarafından onların kirli sermayelerine kurban gitmektedir. Kızılhaç örgütü de çalışmalarını Katolik kilisesi ile ortak yürütmektedir. Ecnebilerin misyonerlik çalışmalarının tümü kiliseyle beraber yürümektedir. Tek dertleri ümmetin sahipsiz yetimlerini yetiştirip aynı bölgeye Hristiyan bir misyoner olarak gönderip o bölgelerde hegemonyalarını devam ettirmektir. Yıllarca İslâm coğrafyaları bu kukla yöneticiler tarafından uyutularak yönetilmiş batıya peşkeş çekilmiştir.
Endonezya’nın şeriatla yönetilen bölgesi Ache de tsunami olduğunda “World Help” adlı Amerikan misyoner grubu tsunami vakasında yetim kalan 300 çocuğu Hristiyan prensiplerine göre yetiştirmek üzere topladı. Misyonerlik faaliyetlerinin artmasından rahatsız olan direnişçiler, facia bölgelerine gidip bu guruplarla mücadele etmişlerdir. Yine son yıllarda başta Türkiye olmak üzere İslâm ülkelerindeki cemaatlerin kurdukları vakıf ve derneklerin yetim konusundaki uluslararası çalışmaları her ne kadar da ihtiyacın çok gerisindeyse de takdire şayandır. Allah onlara güç birliği versin ve kendilerinden razı olsun.
Kardeşlerim! Bildiğiniz üzere Rabbimiz Allah azze ve celle tüm iman ehlini birbirine kardeş kılmıştır. Bu da Müslümanlara karşı kardeşlik hukukuna riayetle hareket etmek zorunluluğunu ortaya koymaktadır. Bunda hiçbir Müslümanın istisnai bir durumu yoktur. Allah azze ve celle şöyle buyurmaktadır:
“Mü’minler ancak kardeştirler.” (16)
Allâh Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem ise şöyle buyurmuştur: “Müslüman Müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez ve onu zalime teslim etmez. Kim kardeşinin yardımında bulunursa Allah da (celle celâluhu) ona yardım eder. Kim bir Müslümanın sıkıntısını giderirse Allah da (celle celâluhu)onun kıyamet günündeki sıkıntılarından birini giderir… ” (17)
O Yetimler Bize Emanettir. Tüm Ümmet Bu Vebali Sırtında Taşıyor
Müslümanlar! Yetim deyip geçmeyelim. Efendimiz de bir yetimdi. Allah onunla hak dini insanlığa armağan etmiştir. Tüm ümmet evlatlarına çağrımdır. Ecnebiler ümmetin yetimlerini Hristiyanlaştırmak adına kiliseler öncülüğünde aralarında ittifak ettiler. Yeter artık bu bölünmüşlük. 400 milyon yetimin etrafında halka olup ümmet şuuruyla çalışmanın vakti gelmedi mi? Allah’ın izniyle yetimlerimizi batıldan kurtarmak adına göstereceğimiz ortak ümmet bilinci ve çalışması ile nice Selahattin Eyyubiler yetimlerin içinden çıkacaktır. Yetim bereketiyle ve rızkıyla gelir. Biz ümmete düşen o bereketten istifade etmek ve yetime teşekkür etmektir. Onların bize değil bizim onlara ihtiyacımız olduğunu anladığımızda ümmetin bu bölünmüşlüğü ortadan kalkar. Selam ve duayla kalın.
Yetim biriminin açılmasına öncülük eden ve bu birim sorumluluğunu almamda vesile olan ZAFER MERT hocamızdan Allah razı olsun… Rabbim şehadetini kabul etsin inşallah…
————————-
1. el-Bakara 2/177; en-Nisâ 4/36
2. el-Fecr 89/17; el-Mâûn 107/2
3. ed-Duhâ 93/9
4. el-Bakara 2/215, 220; en-Nisâ 4/8; el-İnsân 76/8; el-Beled 90/15
5. el-Enfâl 8/41; el-Haşr 59/7
6. en-Nisâ 4/3, 127
7. el-En‘âm 6/152; el-İsrâ 17/34
8. en-Nisâ 4/6
9. en-Nisâ 4/2, 6, 10
10. İbn Mâce, “Edeb”, 6
11. Müsned, V, 250; Ebû Dâvûd, “Edeb”, 121
12. Tirmizî, “Zekât”, 15
13. Buhârî, “Vehâyâ”, 23
14. Nesâî, “Vehâyâ”, 10
15. Tirmizî, “Nikâh”, 15; Ebû Dâvûd, “Nikâĥ”, 19; İbn Mâce, “Nikâh”, 15
16. el-Hucurat: 48/10
17. Buhârî, Mezâlim, 3; Müslim, Birr, 59; Ebû Davud, Edeb, 38; Tirmizî, Hudûd/3; Ahmed, Müsned, 2/91