Kapak Dosya – Mahmut Varhan / 2017 Haziran / 55. Sayı
Kullarını tevhid fıtratı üzere yaratan ve şirkten sakınmaları için onlara kitaplar indiren ve peygamberler gönderen Allah Teâlâ’ya hamd olsun. Hayatını tevhidi tahkik ve şirki izale etmeye vakfeden Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem’e, diğer bütün peygamberlere, onların âl ve ashâblarına ve kıyamete kadar onların izinden yürüyen mü’minlere salât ve selâm olsun.
İmdi; biz bu makalemizde Allah’a şirk koşmanın mahiyeti, kısımları, sebepleri ve vahim sonuçları üzerinde durmaya çalışacağız. Allah azze ve celle bizleri gizli – açık, küçük – büyük her türlü şirkten muhafaza buyursun.
1- Şirkin Tarifi
Şirk; şirket ile aynı kökten türemiş olup ortak olmak ve ortak kılmak anlamını ifade eder. Buna göre Şer’î ıstılahta şirk; kulun, Rubûbiyyetinde, İlâhiyyetinde veya sıfatlarında Allah azze ve celle’ye denkler, benzer ve ortaklar kabul etmesidir. Diğer bir ifadeyle kulun, Zâtında, sıfât veya fiillerinde Allah azze ve celle’ye denk tuttuğu ortaklar kabul etmesidir.
Göklerde, yerde ve bu ikisinin arasında bulunan her şeyin mülkü sadece Allah azze ve celle’ye aittir. Varlık âleminde zerreden en büyük küreye kadar hiç bir şeyde Allah azze ve celle’nin bir ortağı yoktur ve olması da zaten imkân dışıdır. Nakil, akıl, fıtrat, vicdan ve kâinattaki zerreler sayısınca deliller bunun parlak birer şâhididir. Dolayısıyla mevzûbahis ettiğimiz şirk, zâlim olan insanların iftira ederek ve yalan söyleyerek bâzı nesnelerin ve bir takım kimselerin âlemlerin Rabb’ine ortak olduklarını iddiâ etmelerinden ibârettir. Bu türden iddiâlar sadece zâlim insanların ve cinlerin uydurageldikleri kuruntu ve hurafelerdir.
Allah azze ve celle’nin bir ortağı, dengi ve benzeri olmadığından dolayı kulun böyle bir itikâda sahip olması en büyük bir zulûm, en çirkin bir yalan ve iftira ve affedilmez bir suçtur. Nitekim Allah azze ve celle şöyle buyurmaktadır: “De ki: Allah’tan başka ilahlaştırdıklarınıza siz yakaradurun. Onlar ne göklerde, ne de yerde, zerre ağırlığınca bir şeyin bile sahibi değillerdir. Ne göklerde ve yerde onların bir ortaklığı vardır, ne de Allah’ın onlardan bir yardımcıya ihtiyacı.” (Sebe’, 22)
“De ki: Gördünüz mü Allah’tan başka yakardıklarınızı? Onlar yeryüzünde ne yaratmışlarsa gösterin bana! Yoksa onların göklerde bir ortaklığı mı var? Yahut Biz onlara bir kitap verdik de ondan bir delile mi dayanıyorlar? Doğrusu, o zalimler birbirlerini yalan vaadlerle aldatıp dururlar.” (Fâtır, 40)
Bütün varlık âlemini yaratan, düzene sokan, işlerini idare eden Allah’tır. Bütün mahlûkatın sahibi, yegâne mâliki Allah’tır. Canlı cansız bütün yaratılmışların bu kâinattaki görev ve vazifelerini belirleyen, bu vazifelerini yerine getirme nizamını ve çalışma sistemini koyan Allah’tır. Bütün varlık âleminin ibadet ve itaat etmesi gereken ve insanlarla cinlerin zalimlerinden başka her şeyin ve herkesin bilfiil ibadet ve itaat ettiği Zât sadece yüce Allah’tır. Dolayısıyla Allah azze ve celle’nin bir sıfatını veya Allah Teâlâ’nın kulları üzerindeki ibadet ve itaat hakkını O’nun yaratmış olduğu varlıklardan herhangi bir nesneye veya kimseye veren kişi; bu nesneyi veya kimseyi âlemlerin Rabbi olan Allah Teâlâ’ya denk tutmuş ve müşriklerden olmuş olur.
Bu müşriklerin mesnetsiz, temelsiz, yalan ve iftira olan şirk inançlarını reddetmek ve sadece bir vehimden ibaret olduğunu tescillemek sadedinde Allah azze ve celle şöyle buyurmaktadır: “Bütün bunlar, sizin ve atalarınızın taktığı isimlerden ibarettir; yoksa Allah onların ilahlığı hakkında hiçbir delil indirmemiştir. Onlar ancak bir zan ve tahmine ve canlarının istediği şeye uyuyorlar. Oysa onlara Rabblerinden hidayet rehberi de gelmiştir.” (Necm, 23) Allah Teâlâ, Hz. Yûsuf aleyhisselam’ın zindan arkadaşlarına davetini bizlere aktararak şöyle buyurmaktadır: “Siz Allah’ı bırakıp, ancak adlarını sizin ve atalarınızın uydurduğu bir takım boş isimlere tapıyorsunuz. Allah onlara tapılacağına dair hiçbir delil indirmemiştir. Hüküm verme yetkisi sadece Allah’ındır. O da, kendisinden başka hiçbir şeye kulluk etmemenizi emretmiştir. İşte doğru olan tek din budur, fakat insanların çoğu bunu bilmezler.” (Yûsuf, 40)
Bu ayet’i kerimelerde ifade edilen hakikat, bütün şirk inançları için geçerlidir. Yunan, Roma, Pers ve cahiliyye Araplarının şirk düzenleri ile modern batı uygarlığının ortaya koyduğu şirk düzeni arasında bir fark yoktur. Hepsi de hakikatsiz ve temelsizdir. Kadim cahiliyye şirklerinde varlıkları hayal edilen tanrılar ne kadar hakikat ise, bilimsel temeller üzerine oturtuldukları vehmedilen kapitalizm, sosyalizm, faşizm, laiklik ve demokrasi gibi modern şirk düzenleri de o kadar hakikattir! Bütün bunlar sadece insanları aldatmak için kağıt üzerinde yazılmış ve gerçekte bir hakikati bulunmayan birer karalamadan ibarettir. Helvadan yapılmış birer put gibidirler. Bazen kendilerine tapılan tanrılar konumunda kabul edilir, bazen de kendisinden istifade edilir ve kullanıldıktan sonra bir paçavra muamelesi görerek bir köşeye atılırlar. Zira bütün bunlar, sadece bir kesimin çıkarlarını korumak ve devam ettirmek için uydurulmuş, çıkarları gerektirdiğinde rahatlıkla terkedilebilen ve tam aksi yönde hareket edilebilen birer beşeri dindirler. Çıkarları için dün komünizmi savunanlar, yine çıkarları için bugün kapitalist ABD’nin uşağı olmuşlardır. Dün kapitalist batıyla beraber hareket edenler, çıkarları gerektirince sosyalist Rusya’yla birlikte olurlar. Yani inançları hiçbir hakikat ifade etmemektedir.
2- Şirkin Ortaya Çıkışı
Şirk, insanlığın en eski tarihlerinden beri var olmuştur. İmtihan edilmek üzere yaratılan ve bir kısmı cennete, büyük çoğunluğu da cehenneme atılmak üzere var edilen ve bu neticenin tahakkuk etmesi için de şu dünya misafirhanesine yerleştirilen insanoğlu; çok erken bir dönemde imtihanı kaybetmeye başlamış ve şirk bataklığına saplanmıştır. İlk müşrik toplum, Hz. Nuh’un kavmi olmuş ve müşrik bir topluma gönderilen ilk rasul de Hz. Nuh aleyhisselam olmuştur. İnce bir plan ve merhale merhale uygulanan bir proje neticesinde insanlığın şirk bataklığına saplanmasını başaran İblis, günümüze değin binlerce çeşit şirk nizamını geliştirmiş ve insanların çoğunluğunu sonuç itibariyle kendisine taptırmıştır. Yazıklar olsun Rahman’ı terkederek şeytana kulluk eden bütün müşriklere! Çünkü taptıkları ve dost kabul ettikleri şeytan onları alevli cehennem azabına götürmektedir.
Allah Teâlâ’nın Nûh kavmi hakkındaki: “Sakın ilâhlarınızı bırakmayın. Vedd, Suvâ, Yağus, Yeûk ve Nesr gibi putlarınızdan vazgeçmeyin” dediler.” (Nûh, 23) sözünün tefsirini yapan bütün müfessirlerin izahlarının özeti şöyledir: Bu beş isim, kavimleri arasında pek çok sevilen beş salih kişinin adıdır. Bunlar ilimleri ve amelleri ile insanlara örneklik ve önderlik etmekteydiler. Bu salih insanlar ölünce, kavimleri çok fazla mahzun oldular. İblis de bunu fırsat bilerek onlara şöyle vesvese verdi: “Bu kimselerin sûretlerini ve heykellerini yaparak, onların meclislerine dikecek olursanız; sûret ve heykellerini gördükçe onları hatırlar, amellerini örnek alır ve böylece Allah’a daha çok yakınlaşırsınız.” Onlar da bu teklifi güzel gördüler ve bu salih kimselerin sûret ve heykellerini yaparak onların sürekli oturdukları meclislerine diktiler. Bunun üzerinden bir kaç asır ve peşpeşe nesiller geçince, bu sûret ve heykellerin neden dikilmiş oldukları unutulup gitti. Bu defa da İblis, iyi bir niyetle fakat aşırı tazimde bulunarak o heykelleri diken selefin, bunun gerçek sebebini unutmuş olan haleflerine gelerek şöyle dedi: “Sizin atalarınız, bu heykelleri ancak onlara duâ etmek, yağmur ve yardımı onlardan talep etmek için dikmişlerdi. Siz de onların yaptığı gibi yaparsanız, sizin de duâlarınıza icâbet eder ve size de yağmur yağdırırlar…” (1) Böylece cehalet bataklığında debelenen bu şerli halef, İblis’in bu uzun planı neticesinde putlara tapmaya başladılar. İşte ilk müşrik toplum böyle başladı. Bu şirk düzenini benimseyen azgın topluma, ilk Rasûl olan Hz. Nûh aleyhisselâm gönderildi ve tam dokuz yüz elli sene onlarla mücadele etti. Ancak iman eden çok az kişi dışında kimse şirkten vazgeçmedi. Sonunda hepsi tufanda boğularak helak olup gittiler.
Görüldüğü gibi İblis, şirk uçurumuna yuvarlamak istediği insanlara ilk başta uçurumu göstermiyor. Üzeri yaldızlı ve çekici şeylerle örtülmüş olan şirk bataklığını insanlara olabildiğince süslü gösteriyor. Örneğin günümüzde Şeriat’ı ğarra’yı hâkim kılmak gayesiyle yola çıkan bazı insanlara demokrasi şirk nizamını ve hatta laisizm küfrünü öyle bahaneler ve vesveselerle hatta “şer’i delil” süsü verilen şüphelerle süslü göstermektedir ki; bu insanlar misku anber zannederek bu şirk bataklığındaki kokuşmuş çamuru yüzlerine sürmekte ve fersah fersah şeriat’ı ğarrâ dan uzaklaştıkları halde kendilerini İslâm’ın en büyük hizmetçileri zannetmektetirler. Kâfirlerle dost, samimi Müslümanlara düşmanlık eden bu kimseler, ümmet’i İslâm binasını yıkıyor oldukları halde kendilerini aziz İslâm ümmetinin en büyük önderleri olarak görebiliyorlar! Daha şu günlerde dünya küfrünün liderlerinden ve global şirk düzeninin öncülerinden olan ABD başkanını en dostane ve misafirperverâne bir şekilde ağırlayan ve ikrama boğan Suud kralı ve aveneleri herhalde kendilerini Ehli Sünnet’in temsilcileri olarak görüyorlar! İblis’in tuzaklarından ve nifak hastalığından Allah’a sığınırız!
3 – Şirkin Sebepleri
İslâm, fıtrat dinidir. Bütün kâinat ile birlikte yüce Mevlâ’ya teslim olmaktır. Şirk ise, fıtratın bozulmasıdır ve sağlıklı olan bünyenin hastalanmasıdır. Her hastalığın belirli sebepleri olduğu gibi, şirk hastalığının da bir takım sebepleri bulunmaktadır. Bu sebepler pek çoktur ki, biz bunlardan sadece bazılarını özetle zikredeceğiz:
a- Bazı kimseleri veya nesneleri tazimde aşırıya gitmek: Tazimde bulunmak, kusursuz kabul etmek ve takdis etmek derecesine varacak olursa; şirk olur. Çünkü kusursuzluk ve bütün ayıplardan münezzeh olmak, sadece Allah’a mahsustur. Daha önce izah edildiği üzere Nûh kavminin şirke düşmesi, bu sebepten kaynaklanmıştı. Yine Hristiyanların Hz. İsâ aleyhisselâm’ı, Yahûdilerin de Uzeyr aleyhisselâm’ı; aynı şekilde bu iki tâifenin din adamlarını ve azizlerini Allah’a ortak koşmalarının sebebi de budur. Tarih içindeki müşrik toplumların, şirk uçurumuna yuvarlanmalarının en önde gelen sebeplerinden biri de budur. Yine bu ümmetin içinden ortaya çıkan birçok bid’at fırkasına da bu sebep sirayet etmiştir. Özellikle Ehli Beyt imamlarını (radıyallahu anhum) aşırı derecede takdis eden rafizilerde ve şeyhlerine aşırı derecede tazimde bulunan tarikat erbabında daha açık görülmektedir.
b – Duyu organları ile algılanan şeylere meylederek, duyu organları ile algılanamayan şeylerden gafil olmak: Bu hastalığa yakalanan insanlar, Allah’ın sıfatlarını gözle görülebilen ve elle dokunulabilen nesnelere verirler. Bu müşrikler bazen arap cahiliyesinde olduğu gibi Allah’ın varlığını kabul ederler, bazen de Grek, Roma, Hind, Çin, Pers ve Kadim Mısır cahiliyelerinde olduğu gibi Allah’ın varlığından da gafil olurlar. Bu hastalığa yakalanan milletlerden biri de Yahûdilerdir. Daha peygamberleri Hz. Musa aleyhisselâm aralarında olduğu halde şöyle demişlerdi: “Ey Musa! Biz Allah’ı açıkça görmedikçe sana asla iman etmeyeceğiz…” (Bakara, 55) Bu Yahûdi milletinin etkisiyle son iki asırda insanların çoğunluğu bu hastalığa tekrar yakalanmış ve dinsizlik bataklığına gömülmüştür.
c- Hevâya tabi olmak ve arzuların esiri haline gelmek: Bu hastalığa yakalanan insanlar, arzularını gerçekleştirmeyi her şeyin üstünde tutarlar. Allah’ın vahyi, arzularını serbestçe yaşamalarına engel olunca, vahye bütünüyle teslim olmayı reddeder ve şehvetlerine engel olmayacak bir dini kabul ederek şirke düşerler. Bu tip insanlar hakkında Allah azze ve celle şöyle buyurmaktadır: “… Şiddetli azaptan dolayı vay kâfirlerin haline! Onlar dünya hayatını âhirete tercih ederler…” (İbrahim, 2-3) Bu hastalık, dünya hayatını tercih ederek bile bile hakkı inkâr eden bütün eski ve modern müşriklerde vardır.
d – Allah’a ibadet ve itaat etmekten kibirlenmek: Büyüklenerek Allah’a ibadet ve itaat etmekten kaçınmak, genel olarak bütün müşrik milletlerin hastalığı olsa da özellikle bizim asrımızda bu hastalık daha çok yayılmıştır. Öyle ki bu mal, makam ve otorite sahiplerinin hastalığı olmaktan çıkmış; batı uygarlığıyla zehirlenmiş en basit insanların bile hastalığı haline gelmiştir. Allah’a karşı büyüklenme hastalığının ne denli öldürücü bir kanser olduğu hususunda Yüce Mevlâ şöyle buyurmaktadır: “Şüphesiz ki kendilerine gelen herhangi bir delil olmadan, Allah’ın âyetleri hakkında tartışanlar var ya, onların sinelerinde kendisine ulaşamayacakları büyüklenmeden başka bir şey yoktur. O halde sen Allah’a sığın. Şüphesiz O, çok iyi işitendir ve çok iyi bilendir.” (Mü’min, 56)
e- İnsanların kendilerine kulluk etmelerini isteyen tâğutların varlığı: Bu tâğutlar, Allah’ın kulları üzerinde mutlak hakimiyetlerini kurmak ve devam ettirmek için asla hakka boyun eğmezler ve devamlı kuvveti esas alırlar. Kuvvet sahibi oldukları için her hususta hak sahibi olduklarını düşünürler. Kendilerini Yüce Yaratıcı’nın yerine koyarak, emretme ve yasaklama, insanların hayatlarını nizama sokacak helâl ve haramları belirleme ve kanun koyma hakkını kendilerinde görürler. Böylece kendilerini, Rabbler’ konumunda görerek, insanların onları Allah’a ortak koşmalarını emrederler. Zavallı ve mustaz’af insanlar da zilletlerinden veya korkularından dolayı bu tâğutları Allah’a ortak koşarlar. İşte Allah azze ve celle bunlar hakkında şöyle buyurmaktadır: “İnkâr edenler: “Biz bu Kur’an’a ve ondan önce gelene asla inanmayacağız” dediler. Sen o zalimleri, Rablerinin huzurunda durdurulmuşken bir görsen! Onlar sözü birbirlerine çeviriler. Güçsüz bırakılanlar, büyüklük taslayanlara: “Siz olmasaydınız biz mutlaka mü’minlerden olurduk” derler. Büyüklük taslayanlar da güçsüz bırakılanlara: “Size hidâyet geldikten sonra, sizi ondan biz mi alıkoyduk? Bilakis siz suçlu kimselerdiniz” derler. Güçsüz bırakılanlar, büyüklük taslayanlara: “Bilakis gece – gündüz tuzaklar kurmanız bizi alıkoydu. Çünkü bize, Allah’ı inkâr etmemizi ve O’na eşler koşmamızı emrederdiniz” derler.” ( Sebe, 31-33)
4 – Şirkin Kısımları
Allah’a şirk koşmanın, putların önünde secdeye kapanmak, putlara kurbanlar adamak ve onlara dua etmek gibi ilkel bir şekli bilinse de tek şekli bu değildir. Bundan başka daha birçok şekli bulunmaktadır. Bunların bazılarını özetle beyan edelim:
a- Allah ile kulları arasında aracılar kabul etme şirki: Bu şirkin temeli, bir takım varlıkların kainatın işlerinin düzene sokulmasında Allah’a ortak oldukları ve Allah’ın katında özel bir etki ve yetkiye sahip oldukları inancıdır. Adeta bu varlıkları Allah’ın yardımcıları ve vezirleri olarak kabul etmektir. Kadim cahiliye toplumlarının hepsinde bu şirk çeşidi yaygındı. Bu inanca sahip olan müşrik, Allah’ın varlığını kabul etmekle birlikte O’nun irade ve meşietini etkileme, yönlendirme ve değiştirme gücüne malik olduklarını vehmettiği varlıklara dua eder, yakarır, kurban ve adaklar sunar ve bu varlıkların Allah katında kendileri için şefaatte bulunmalarını sağlamaya çalışırlar. Allah azze ve celle bu müşrikler hakkında şöyle buyurmaktadır: “İyi bilin ki, hâlis din Allah’ındır. Allah’ın dışında dostlar edinenler: “Biz onlara, ancak bizi Allah’a yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz” (derler.) Muhakkak ki Allah, aralarında ihtilaf ettikleri hususlarda hükmünü verir. Şüphesiz ki Allah, yalan söyleyen, kâfir olan bir kimseyi hidâyete erdirmez.” (Zümer, 3)
“Onlar, Allah’ı bırakıp kendilerine zarar vermeyen ve fayda sağlamayan şeylere taparlar ve: “Bunlar Allah katında şefâatçilerimizdir” derler. De ki: “Göklerde ve yerde Allah’ın bilmediği bir şeyi mi O’na haber veriyorsunuz?” Allah onların ortak koştuklarından münezzehtir, yücedir.” (Yûnus, 18) Bu şirk çeşidi, tarihteki müşrik toplumlarla birlikte yok olup gitmiş değildir. Bilakis “Bilim çağı” denilen şu asrımızda milyonlarca modern(!) insan bu ilkel şirki işlemektedir.
b- İtaat etme ve tâbi olma konusundaki şirk: İbadet etmek, itaat etmek demektir. Emirleri ve yasakları, helalleri ve haramları, hayatı nizama sokan yasaları ve değer yargılarını Allah’tan alan kimse; Allah’a ibadet ve itaat etmiş olur. Bu ve benzeri konularda Allah’tan başka bir merci kabul eden kimse de Allah’a şirk koşmuş olur. İşte bu asırda bütün dünyayı dolduran şirk çeşidi budur. Allah’ın şeriatı dışında başka bir kanunla hükmetmeyi caiz görmek, başka bir yasayı Allah’ın şeriatından üstün görmek, Allah’ın şeriatı dışında bir kanunu tatbik etmeye davet etmek, bazı insanların yasama hakkına sahip olduklarını kabul etmek bütün âlimlerin icmâı ile küfür ve şirktir.
c – Sevmek ve velâyet konusundaki şirk: Bu da bir önceki şirk çeşidine yakındır. Mü’minin velâyet ve muhabbeti Allah’a, O’nun Rasûlü’ne ve mü’minlere aittir. Kim de muhabbet ve velâyetini Allah’ın düşmanları olan kâfirlere ve müşriklere verecek olur ve bunu da caiz görecek olursa, bu konuda Allah’a şirk koşmuş olur. Teessüf ki İslâm âlemi, muhabbet ve velayetini kâfirlere veren ve müşriklerle ittifak kurup mü’minlere düşmanlık edenlerle dolmuştur. Bunlar güç, kuvvet, izzet, uygarlık ve medeniyeti kâfirlerin yanında arıyorlar. İşte böyle kimseler hakkında Allah azze ve celle şöyle buyurmaktadır: “İnsanlardan öylesi de vardır ki, Allah’tan başkasını O’na denkler edinirler. Onları, Allah’ı sever gibi severler. İman edenlerin Allah’a olan sevgileri daha güçlüdür. O zâlimler, azâbı gördükleri zaman, şüphesiz ki bütün kuvvetin yalnız Allah’a ait olduğunu ve muhakkak ki Allah’ın azâbının çok şiddetli olduğunu görürcesine bir bilseler! İşte o zaman kendilerine uyulanlar, onlara uyanlardan uzaklaşacaklar, azâbı görecekler ve aralarındaki bağlar kopacaktır. Uyanlar şöyle derler: “Keşke bizim için bir kere daha (dünyaya dönüş) olsa da onların bizden uzaklaştıkları gibi biz de onlardan uzaklaşsak.” işte böylece Allah amellerini onlara pişmanlıklar olarak gösterecektir. Ve onlar, ateşten çıkacak kimseler değildirler.” (Bakara, 165- 167)
d- Riyâ ve gösteriş şirki: Buna küçük şirk ve ameli şirk denilir ki, büyük günahların arasından en büyük ma’siyet olsa da kişiyi dinden tamamen çıkarmadığına işaret edilir. Kişinin amelleri zahiren şeriata uygun olduğu halde, Allah rızası için değil de insanların beğenmesi ve onların nezdinde bir makam sahibi olmak gayesiyle yapılmışsa; bâtıl olur ve Allah katında hiçbir değer ifade etmez. Kudsî bir hadis’i şerifde Allah azze ve celle şöyle buyurmaktadır: “Ortaklıktan en uzak olan Benim; Kim bir amel işler de o amelde başkasını Bana ortak kılarsa, Ben onu, Bana ortak koştuğu kimseyle baş başa bırakırım.” (2)
5- Şirk Koşmanın Hükmü ve Vahim Sonuçları
Aşağıda zikredeceğimiz hükümler, modern çağın çağdaş müşrikleri olan kapitalistleri, komünistleri/sosyalistleri, ırkçı faşistleri, laikleri ve demokratları da kapsamaktadır.
Şirk; Allah’ın kulları üzerindeki en büyük hakkı olan ibadet ve itaat hakkını başkalarına vermek olduğundan dolayı büyük bir zulümdür. Nitekim salih bir kul olan Lokman aleyhisselam oğluna nasihat ederken şöyle demiştir: “Ey oğulcuğum! Allah’a ortak koşma. Şüphesiz ki ortak koşmak büyük bir zulümdür.”(Lokman, 13)
Bu öyle büyük bir zulümdür ki, sahibi ondan tövbe etmeden ölecek olursa asla affedilmeyecektir. Nitekim Allah azze ve celle şöyle buyurmaktadır: “Şüphesiz ki Allah, kendisine ortak koşulmasını affetmez. Bunun dışındakini dilediği kimse için affeder. Kim Allah›a ortak koşarsa, şüphesiz ki büyük bir günah iftira etmiş olur.” (Nisâ, 48)
Şirk koşan kimse, İslâm milletinin dışında kabul edilerek kanı ve malı helal sayılmıştır. Bir müşriğin Müslüman bir kadınla evlenmesi haramdır. Müslüman bir erkeğin de müşrike bir kadınla evlenmesi haramdır. Bir müşrik öldüğü zaman yıkanmaz, kefenlenmez, namazı kılınmaz ve Müslümanların kabristanına defnedilmez. İnsanlardan uzak bir yerde bir çukur kazılarak, oraya gömülür ki, pis kokusuyla insanlara eziyet vermesin.
Allah azze ve celle, şirk koşan kimsenin hiçbir amelini kabul etmez. Allah Teâlâ cennete girmeyi müşriklere haram kılmış ve onların sonsuza dek cehennem ateşinde kalmalarını hükme bağlamıştır. “…Kim, Allah’a ortak koşarsa, şüphesiz Allah ona cenneti haram kılmıştır. Ve onun varacağı yer cehennemdir. Zâlimlerin hiçbir yardımcıları da yoktur.” (Mâide: 72)
————————-
1. bkz; İbni Kesir, Tefsirü’l- Kur’âni’l-Azîm: 6/316-317
2. Buhari, Müslim