Türkiye’de Yahudi Lobiciliği -4

Tarihin Puslu Olayları – Nedim Bal / 2024 Temmuz / 140. Sayı

Yahudilerin, özellikle kripto Yahudilerin Selanik’te nüfus yoğunluğunu oluşturulduğu bilinen bir durumdur. Bu sebeple Osmanlı Devleti aleyhine yapılan şer çalışmalarının merkezi Selanik’ti. Tabiri caizse burası onlar için kurtarılmış güvenli bölge sayılıyordu. Cumhuriyet kurulduktan ve gerekli şartlar oluşturulduktan sonra buradaki Yahudi ve dönme/kripto Yahudiler Türkiye’ye özellikle de İstanbul’a taşınma yolunu seçtiler. Bu göç ise 1924’te gerçekleştirilen Ahali Mübadelesi işlemiyle oldu. Böylece Yahudiler lobi faaliyetlerini Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan sonra da yoğun bir şekilde sürdürdüler.

Bu faaliyetlerde öne çıkan isimlerden biri Türk milliyetçiliğinin teorisyenlerinden olan Munis Tekinalp idi. Tekinalp, Dönmeler yani Sabetaycılar kesimine mensup bir ailedendi ve asıl adı Mois Kohen’di. Kohen’ler, Dönmeler içinde tanınmış bir ailedir. İşte Mois Kohen de bu aileye mensuptu. Şu günlerde terör devleti İtrail’in yaptığı vahşete karşılık yine de Filistinlileri suçlayan yazar Azra Kohen’in kocası Sadok Kohen’de bu aileye mensuptur.

Konumuza dönecek olursak; bu kişi Türk milliyetçiliği ideolojisinin fikir babalarından olduğundan dolayı Türkiye Cumhuriyeti’nin resmî ideolojisi üzerinde de önemli tesiri vardı. Çünkü kurulan yeni cumhuriyet bir milli devlet niteliği taşıyordu ve milliyetçiliği de resmî ideoloji olarak benimsemişti. Bu resmi milliyetçilik ideolojisinin en büyük öğretisi ise; diğer Müslüman milletlerden nefret etme duygusu idi. Bu fikri oluşturmak için yalan ve iftiralarla dolu hikayeler kaleme alındı, yazıldı, çizildi, yayınlandı. Yahudilerin bu sinsi oyunları sadece bu topraklarda uygulanmadı. Aynı şekilde diğer Müslüman milletler üzerinde de benzer çalışmalar yapıldı. Böylece etkilerini günümüze kadar hissettiğimiz şekilde Müslüman milletler arasında hiç bitmeyen düşmanlık ve güvensizlik tohumları saçıldı. Bunun neticesinde bir Müslüman millet diğer Müslüman milleti ya hain ya zulmeden ya da sömüren gördü. Çünkü ilkokul çağından itibaren okullarda aldıkları eğitimin resmi anlatısı bu idi. Nesiller bu yalan öğretiye göre büyüdü ve şekillendi.

Halbuki her milletin içinden hain, işbirlikçi, hırsız, arsız çıkmasına rağmen hiç kimse kendi milletinin içindeki hain, soysuz, hırsızlara düşmanlık yapmıyor ama başka milletlerin bozuk olanlarının üzerinden o milletlere düşmanlık yapılıyordu. Çünkü resmi öğreti bunu istiyordu. Bu anlayışın temelinde ise İslam düşmanlığı yatıyordu. Örneğin; tek gayemiz padişahımızı, hilafetimizi korumak ve İslam şeriatını ikame etmek diye ortaya çıkanlar günün sonunda hilafeti de şeriatı da ortadan kaldırıyor ama hain görülmüyor buna karşılık İngilizlerin vaatlerine kanarak hilafet sevdasıyla Osmanlıya savaş açanlar hain görülüyordu.

İşin en trajikomik tarafı ise, Türk milliyetçiliği adı altında ırkçı bir felsefe geliştiren ve bu söylemleri resmî ideoloji haline getirilen kişinin öz be öz Türk olmayıp Yahudi ırkına mensup olmasıydı. (!) Mois Kohen aynı zamanda Mustafa Kemal’in özel doktorlarındandı.

Bu dönemde öne çıkan yahudi lobicilerinden biri de yine Mustafa Kemal’in özel doktorlarından olan Abravaya Marmaralı’ydı. Bu kişi aynı zamanda Meclisi Mebusan’a milletvekili olarak girmişti.

Yedinci dönem milletvekillerinden Avram Galanti’de Yahudi lobicilerden biriydi. Avram Galanti aynı zamanda Osmanlı döneminde de İttihad ve Terakki Cemiyeti’nin aktif ve ileri gelen elemanlarından biriydi. İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin Osmanlı Devletinin sonunu getiren icraatlara imza attığı düşünüldüğünde bu cemiyetin iplerinin kimlerin ellerinde olduğunu anlamak zor olmasa gerek.

Mustafa Kemal önderliğinde kurulan Türkiye Cumhuriyeti ilk dönemlerinde yahudilerin Avrupa’daki nüfuzlarından yararlanmak istedi. Bu amaçla Türkiye’deki yahudilerin ileri gelenlerine ve özellikle de Osmanlı Devletinin parçalanmasını hızlandıran hareketlerde rol almış olanlara çeşitli görev ve yetkiler verildi. Cumhuriyet yönetimi yahudilerden ithalat, ihracat alanlarında ve dışarıdan borç bulma konusunda da yararlanılmak istendi.

Bu anlayış bazı yahudilerin ekonomik alanda ilerlemelerine ve bu alanda önemli birtakım pazarları kapmalarına da fırsat tanıdı. Ayrıca bu dönemde yapılan inkılap ve reformlarla ekonomik alanda atak yapmaya çalışan yahudilerin işlerini kolaylaştırdı. Bunun en güzel örneği Vakko tekstil markasıdır. Daha önceleri İstanbul’un Mahmutpaşa semtinde ve Kapalı Çarşı’sında tezgahtarlık yapan Vitali Hakko, Şapka Kanunu sayesinde büyük kazançlar elde etmiş ve bugün tekstil ve konfeksiyon sanayii alanında dev bir şirket haline gelmiştir. Bu servetin arkasında yatan gerçek ise şudur; Cumhuriyet döneminde yapılan inkılaplardan biri de Şapka inkılabıydı. Yani adına inkılap denilen bu uygulama ile erkeklerin İslam alameti taşıyan fes, takke, sarık takmaları yasaklanmış bunun yerine Avrupa usulü modern şapka giymeleri kanunen mecburi hale getirilmişti. Avrupa usulü şapka giymeye direnen binlerce kişi şapka kanununa muhalefet etmekten tutuklanmış ağır işkencelere ve hapis cezalarına maruz bırakılmıştır. Şapka kanununa muhalefet ettiği iddia edilen İskilipli Atıf Hoca Efendi idamla yargılanarak şehit edilmiştir. Hatta Erzurum’da Şalcı Bacı ismiyle meşhur yaşlı bir hanım dahi bu kanuna muhalefet ettiği iddiasıyla idam edilmiştir. İşte böyle siyasi bir ortamda cumhuriyet dönemi yönetiminin çıkardığı kanunlarla halk bazı şeylere mecbur bırakılmıştır.

Şapka Kanunu çıkarılınca Vitali Hakko, Has Şapka markalı bir şapkayı piyasaya sürdü. Şapka Kanunu’na göre erkeklerin şapka giymeleri zorunlu kılındığından Vitali Hakko’nun Has Şapka’sı da büyük satışlar gerçekleştirdi. Bu sayede akıl almaz kazançlar elde edildi.

Yahudiler, cumhuriyetin kuruluşu aşamasında ve ilk yıllarında yürüttükleri lobi faaliyetleriyle önemli köşe başlarını tutmayı başardılar. Bu köşe başlarını tutmaları onların sonraki dönemlerdeki lobi faaliyetlerini kolaylaştırdı. Tabii bu arada Avrupa ülkeleri nezdinde elde etmiş oldukları siyasi kazançlarını ve elde ettikleri statüleri de Türkiye’deki konumlarını sağlamlaştırmak için çok iyi değerlendirmişlerdir.

Bu çalışmaları onların ekonomik alandaki güçlerini artırmalarına da imkân sağlamıştır. Örneğin 1954 yılında Galata’da yahudi iş adamları Üzeyir Garih ile İshak Alaton’un beş bin lira sermaye ile kurdukları Alarko Holding’in bugünkü gücüne ulaşmasında, 1958’de dönemi hükümetinin kendilerine verdiği siyasi ve ekonomik destekler yadsınamaz boyuttadır.

Elektirifikasyon ve elektrik malzemelerinin satışı ile piyasaya giren yahudi Burla Biraderler’in de gerek devletten aldıkları ihalelerle ve gerekse Türk iş adamlarıyla yürüttükleri ortak çalışmalarla kısa zamanda büyük güce ulaştıkları da ortadadır. Bunlar sadece küçük birer örnektir. Bunların dışında daha pek çok isim sıralamak mümkündür. Yahudi kökenli olan ve ekonominin şahdamarını ellerinde tutan bu kimselerin isimleri ve ne iş yaptıkları Yahudi dergi ve gazetelerde dahi büyük bir iftiharla bahsedilmektedir.

Cumhuriyet döneminde Yahudiliklerini açığa vuranlar daha çok ekonomik alana ağırlık vermişlerdir. Nihayetinde geldikleri noktada Türkiye Cumhuriyeti hükümetleri üzerinde ciddi bir hegemonya kurmuşlardır. Öyle ki Yahudilerin lehine olan sosyal ve ticari talepleri yerine getirilmediği vakit ülkede ekonomik krizler çıkararak hükümetleri düşürmüşlerdir.

Yahudiliklerini gizleyen Dönmeler/kriptolar ise sadece bu alana ağırlık vermekle kalmamış zaman zaman siyasete de girmiş ve çeşitli devlet kademelerinden görevler almışlardır. Bu tercihler zamanla “Yahudiler siyasetle ilgilenmez” gibi saçma bir algının oluşmasına sebep olmuştur. Halbuki açıktan Yahudi olduğunu söyleyenler ile Yahudiliğini gizleyen dönmeler/sabatacılar aynı amaca hizmet eden iki şerli koldur ve ülke siyasetin dibine kadar etkilidirler.

Cumhuriyet döneminde devlet kademelerinde görev alan dönme Yahudilerden bazıları şunlardır; Süleyman Kani İrtem (İstanbul eski valisi), Muvaffak Benderli (İstanbul eski baro başkanı), Ahmet İsvan (İstanbul eski belediye başkanı), Ali Kenan Gökart (Emekli büyükelçi), Cavit Yenicioğlu (Emekli general), İsmail Toker (Emekli Amiral), Coşkun Kırca (Emekli büyükelçi/ haber programcısı), İsmail Cem İpekçi (Dışişleri bakanlığı ve Eski TRT genel müdürü)  İsmail Cem İpekçi’nin 1974’te TRT genel müdürlüğüne getirilmesi özel bir kanunla sağlanmıştır.

Bunlar sadece öne çıkan birkaç isimdir. Bunların dışında da Yahudi kökenli birçok dönme/kripto değişik devlet kademelerinde görev almıştır.

Yazı ve Fikir Alanında Dönmeler

Cumhuriyet döneminde Dönmeler yazı ve fikir alanında da öne çıkmaya çalışmışlardır. Bu alanda öne çıkan isimlerden biri daha önce adından söz ettiğimiz Munis Tekinalp’ti. Bu kişi aynı zamanda Türk milliyetçiliğinin teorisyenlerinden ve fikir babalarından biri olarak bilinir. Yine meşhur dönmelerden biri de Ahmet Emin Yalmandır.

Ahmet Emin Yalman, yazı ve fikir alanındaki Yahudilerin önemli elemanlarındandı. Milletlerarası Basın Enstitüsü’nün Yönetim Kurulu üyeliğini yapmıştır. Bir dönemin etkili gazetelerinden olan Vatan gazetesinin hem sahibi ve başyazarıydı. Yalman yazılarında Dönmeler’i savunmasıyla ün kazanmıştı. Bu yüzden adı Dönmeler’le özdeşleşmişti.

Cumhuriyet döneminin öne çıkan yazarlarından Halide Edip Adıvar hanımda Yahudi kökenli Dönmeler’dendi. Halide Edip Adıvar özellikle Cumhuriyet ideolojisinin fikri yönden oturtulması ve topluma mal edilmesi için hikâye, roman ve hatıra türü kitaplar yazmasıyla ün kazanmıştı. Halide Edip Adıvar’ın kendisi gibi yazar olan eşi Ahmet Adnan Adıvar da Dönme kökenliydi.

Yine tanınmış yazarlardan olan Abdi İpekçi de Selanik göçmeni Dönmeler’dendi. 1964’te Ahmet Emin Yalman’dan Uluslararası Basın Enstitüsü Yönetim Kurulu üyeliğini devralan Abdi İpekçi, Milliyet gazetesinde uzun yıllar köşe yazarlığı yaptı. Abdi İpekçi, Papa II. Jean Paul’e suikast girişiminde bulunmasıyla ün kazanan Mehmet Ali Ağca’nın gerçekleştirdiği cinayetle öldürülmüştür.

Dönme kökenli tanınmış yazarlardan biri de Zekeriya Sertel’dir. TRT’de yöneticilik yapan Emin Galip Sandalcı da medyanın Dönme kökenli elemanlarındandı. Yine Batı yanlısı görüşleri toplumda yayma yönünde çaba sarf etmesiyle ün kazanan Ahmet Ağaoğlu da Dönme kökenli yazarlardandı. Halen Milliyet gazetesinde Dış Politika üzerine makaleler yazan Sami Kohen de Dönme kökenlidir. Bu kişi Amerika’da da Sam Kohen adıyla yazı yazmaktadır.

Bunlar yahudi kökenli Dönme gazeteci ve yazarların Türkiye çapında ün kazanmış olanlarından bazılarıdır. Fakat elbette hepsi bu kadar değildir. Dönmeler sadece yazı yazmakla ve fikir üretmekle yetinmemiş medyada patron olarak etkin olmaya da çalışmışlardır. Bu amaçla muhtelif yayın organları çıkarmışlardır.

Yahudi ve Dönme kökenli yazarların ve fikir adamlarının çalışmaları iyi tahlil edilirse özellikle Cumhuriyet döneminin ideolojik ve fikirsel alt yapısının oluşturulmasında ve bu ideolojinin topluma kabul ettirilmesi çalışmalarında önemli rol üstlendikleri görülür.

Ne tuhaf öyle değil mi, Türk milliyetçiliği ideolojisinin fikir babaları ve cumhuriyet değerlerinin en iştahlı savunucuları Yahudiler (!!!)

Eğitim Alanında Dönmeler

“Dönmeler” adı verilen grup normalde kendilerini Müslüman olarak lanse eden bir cemaat olmalarına rağmen ne tuhaftır ki gizli inançlarını koruyabilmek ve bu inançlarını yetişen yeni nesillerine de aynen aktarabilmek için kendi özel eğitim kurumlarını kurmaya büyük özen göstermişlerdir. Dönmeler’in eğitim alanındaki üstatlarından biri daha önce kendisinden söz ettiğimiz Selanikli Şemsi Efendi’dir. Şemsi Efendi, kendi imkanlarıyla Selanik’te ilkokul seviyesinde bir eğitim kurumu kurmuştu. Kendisi de bir Dönme olan Ilgaz Zorlu’nun “Evet Ben Selanikliyim” adlı kitabında Şemsi Efendi ve okulu hakkında verdiği bazı bilgileri aktarmakta güzel olur; “Bu çabaların (yani Sabetaycı neslin eğitimi için verilen çabaların) hiç kuşkusuz ki en önemlisini o yılların aslında bilgin bir Kabbalisti (Kabbala tefsircisi) ve din adamı olan Şemsi Efendi yapmaktaydı. (Asıl adı Şimon Zwi) Cemaat gençlerinin ne denli bir sorunla karşı karşıya kaldığını gören Şemsi Efendi, bir müddet sonra kendi düşüncelerini Sabetaycı topluluk içinde duyurma çabasına girişti. Bu çaba bir anda o denli taraftar topladı ki insanlar adeta onun fikirlerine yapıştılar. Ancak kendisi tamamen kendi imkanları ile Selanik’te ilkokul seviyesinde bir kurumu da kurdu… Almış olduğu Batılı eğitimin etkisiyle bir süre sonra okulu Selanik’te önemli başarılar kazanmıştır. Atatürk de sadece cemaat üyesi kişilerin kabul edildiği bu okulda bir süre okumuş ve orada verilmeye çalışılan Batılı anlayıştan etkilenmiştir; bunu daha sonraki fikirlerinde de görmekteyiz.”[1]

Dönmeler Selanik’teki eğitim kurumlarının yanı sıra İstanbul ve İzmir’de de önemli eğitim kurumları kurmuşlardır. Bunların başta geleni ise İstanbul’daki Feyziye Mektebi idi. Feyziye Mektebi’nin de temeli aslında Selanik’te atılmıştır. İlk olarak 1885’te Selanik’te Feyzi Sıbyan adıyla bir okul kuruldu. Balkan Harbi sırasında ekonomik krize giren bu okulu, Sultan Abdülhamid’in tahttan indirilmesinden sonra iş başına gelen hükümette Maliye Bakanı görevini alan Yahudi asıllı dönme Cavit Bey’in yardımları kurtarmıştır. Bir Maliye bakanının bu okulu kurtaracak yardımları ise devletin hazinesinden yaptığı şüphe götürmeyecek bir gerçekti. İstanbul’daki Feyziye Mektebi bugün Işık Lisesi adıyla faaliyetini sürdürmektedir. Feyziye Mektebi’nin ve onun yerine geçen Işık Lisesi’nin asıl amacı Dönmeler’in çocuklarının Müslümanların çocuklarına karışmalarını önlemek ve böylece gizli olarak sakladıkları Sabetaycı (gizli yahudi) inançlarını korumalarını sağlamaktı.

Bugün halen varlığını sürdüren Ulus Musevi Lisesi ise özellikle yahudilerin yani yahudiliklerini açığa vuran azınlığın çocuklarının okuduğu bir eğitim kurumudur.

Ekonomik Alanda Yahudiler ve Dönmeler

Türkiye yahudilerinin ve onların gizli kanatları durumundaki Dönmeler’in en çok ağırlık verdikleri alan ekonomik alandır. Bu alanda hem Yahudiliklerini açığa vuranlar hem de bu kimliklerini gizleyerek “Dönmeler” kitlesi içinde yer alanlar etkin faaliyet içine girmişlerdir. Cumhuriyetin ilk dönemlerinde onlara bu sahada bazı kolaylıklar sağlandığını daha önce ifade etmiştik. Cumhuriyet döneminde ekonomik alanda önemli noktalara gelen yahudi ve Dönme kökenlilerin bazıları şunlardır; Üzeyir Garih ve İshak Alaton: Alarko Holding’in ortakları. Her ikisi de yahudi kimliklerini açığa vuran kesimdendir. 1954’te küçük bir sermaye ile kurulan şirketleri Alarko Holding ise devletten aldığı ihalelerle bugün büyük bir dev firma haline gelmiştir. Garih – Alaton ikilisi aynı zamanda aşağıda sözünü edeceğimiz “500. Yıl Vakfı” nın da kurucularındandır.

Alarko Holding’in başkanı Üzeyir Garih’in otuzdan fazla vakıf ve derneğe üye olduğu bizzat kendisiyle yapılan bir röportajda dile getirilmişti. Bu vakıf ve derneklerin tümü Türkiye’deki yönetimi etkileme, Türkiye-İsrail ilişkilerini güçlendirme, Türkiye’deki yahudi azınlığın çıkarlarını koruma, Türkiye’den İsrail’e menfaat sağlama gibi muhtelif lobi faaliyetleri yürütmektedir. Garih, Panorama adlı bir ekonomi dergisinin kendisiyle yaptığı röportajda, üyesi olduğu kuruluşlar yoluyla bir çıkar elde edip etmediği sorulunca şu cevabı vermiştir: “Tabii üyesi olduğum kuruluşlardan çıkarım var. Dernek yoluyla sesimi son merciye kadar duyururum”.[2]

Jak Kamhi. Profilo Holding’in yönetim kurulu başkanıdır. (95 yaşında Amerika da öldü) Profilo Holding, Türkiye’nin beyaz eşya (buzdolabı, çamaşır makinesi, bulaşık makinesi vs. gibi ev aletleri) üreten en önemli sanayi kuruluşlarından biridir. Jak Kamhi aşağıda sözünü edeceğimiz 500. Yıl Vakfı’nın kurucu başkanıdır. Kamhi’nin aynı zamanda uluslararası siyonist teşkilat B’nai B’rith’e üye olduğu çeşitli kaynaklarda dile getirilmiştir. Jak Kamhi, İktisadi Kalkınma Vakfı’nın da başkanıdır. Onun bu kuruluş vasıtasıyla da önemli lobi faaliyetlerinde bulunduğu bilinmektedir.

Haftalık “2000’e Doğru” dergisi Kamhi’nin koruma görevlilerinin MOSSAD ajanı olduklarını iddia etmişti. Kamhi, Türkiye’deki yahudi lobiciliğinin başını çekenlerden biridir. O bu konuda bazı uluslararası oluşumlarla ve devlet yönetimleriyle olan irtibatını da çok iyi değerlendirmektedir. Kendisine eski Fransa Cumhurbaşkanı François Mitterand tarafından Legion d’Honneur (Onur Madalyası) ve “Chevalier/şövalye”lik payesi verilmiştir. Kamhi, Marie Claire dergisine yaptığı açıklamada: “İsrail’e karşı bağlılığım var” ifadesini kullanmıştı.[3]

Haftalık 2000’e Doğru dergisinin 28 Haziran 1992 tarihli sayısında çıkan bir habere göre Jak Kamhi’nin sahibi olduğu Profilo Holding Genelkurmay başkanlığına yeni bir elektronik haberleşme sistemi satma teklifinde bulundu. Ancak daha sonra bu sistemin MOSSAD tarafından da dinlenmeye müsait olduğu ortaya çıkınca teklif reddedildi.

Jak Kamhi’nin oğlu Cefi Kamhi yahudi kimliklerini gizlemeyenlerin geleneklerini bozarak Meclis’e giren kişidir. Çünkü Dönmeler Meclis’e girerek ve devlet kadrolarında görev alarak yönetimde söz sahibi olma yollarına giderken yahudi kimliklerini gizlemeyip açığa vuranlar ise genellikle ekonomik alanda kalarak lobi faaliyetleri yürütmeyi tercih etmektedirler. Cefi Kamhi bu geleneği bozarak bir dönem DYP listesinden parlamentoya girdi. Jak Kamhi’nin kardeşinin MOSSAD ajanı olduğu International Herald Tribune gazetesinin 24 Mayıs 1993 tarihli sayısında iddia edilmiştir. Jak Kamhi hakkında 1983 yılında toplu kaçakçılık yapma suçundan dava açılmıştı. Bunun sebebi ise onun sahip olduğu ‘Tüpko’ adlı şirketin Türkiye’ye kaçak yollarla televizyon tüpü sokmasıydı.

Aynı şekilde Bezmenler ailesi de Dönmeler kesimine mensuptur ve Türkiye’nin oldukça zengin ailelerinden biridir.

Eczacıbaşı ailesi de Dönmeler’dendir. Türkiye’nin en büyük ilaç sanayi kuruluşu olan Eczacıbaşı İlaç Holding bu aileye aittir. Bu ailenin en tanınmış ismi ise Eczacıbaşı İlaç Holding’inin kurucularından olan Nejat Eczacıbaşı’dır. Nejat Eczacıbaşı da aşağıda sözünü edeceğimiz 500. Yıl Vakfı’nın kurucularındandır ve aynı zamanda uluslararası siyonist kuruluşlardan Bilderberg’in üyesidir.

Bahsettiğimiz isimler Türkiye’nin zengin tabakası içerisinde yer alan Yahudi veya Dönme kökenlilerin sadece bir kısmını oluşturmaktadır. Konuyu uzatmamak için özellikle büyük sanayi kuruluşlarının sahibi olan kimselerden söz etmeye çalıştık. Ancak bu kişilerin Türkiye yönetiminin üzerinde önemli bir etkinliklerinin olduğunu unutmamak gerekir.

500. Yıl Vakfı ve Günümüz Türkiye’sinde Yahudi Lobiciliği

Türkiye yahudileri, yahudilerin İspanya’dan sürülüp Osmanlı topraklarına kabul edilmelerinin 500. yıldönümünü kendi açılarından bir fırsat kabul edip bu fırsatı iyi değerlendirmek amacıyla 1989 yılında 500. Yıl Vakfı’nı kurdular. Vakfın kurucuları arasında yahudi olmayıp da yahudilerle yakın ilişkiler içinde bulunanlar da vardı. Ünlü iş adamlarından Sakıp Sabancı, Anavatan Partisi İstanbul milletvekili Bülent Akarcalı, eski dışişleri bakanı Vahit Halefoğlu’nun eşi Zehra Halefoğlu, gazeteciler Nezih Demirkent, Yavuz Donat, Altemur Kılıç, tiyatro sanatçısı Yıldız Kenter, emekli amiral A. Sezai Orkunt gibi isimler 500. Yıl Vakfı’nın yahudi olmayan kurucularından bazılarıdır. Vakfın yahudi kurucularının bazılarının adları da şöyledir; Jak Kamhi (Profilo Holding’in başkanı), İshak Alaton (Alarko Holding’in ortaklarından), Üzeyir Garih (Alarko Holding’in ortaklarından), Vitali Hakko (Vakko’nun sahibi), Eli Acıman (Manajans’ın sahibi), Sami Kohen (gazeteci, Milliyet gazetesinin yazarlarından). Vakfın başkanlığına Yahudi iş adamlarından Profilo Holding’in sahibi Jak Kamhi getirildi.

500. Yıl Vakfı’nın yetkilileri amaçlarının 500 yıllık tarihin ve Türklerin tanıtımını yapmak ve böylece Türkiye’ye olan minnet borçlarını ödemek olduğunu ileri sürüyorlardı. Ancak vakfın kuruluşunu gerçekleştirdikten sonra başlattığı, özellikle de İspanya yahudilerinin kovuluşunun 500. yılı olan 1992 yılı içinde yürüttüğü faaliyetler asıl amacın daha farklı olduğunu ortaya çıkardı.

Vakfın kuruluş amacı hakkında Jak Kamhi’nin şu sözleri önemli fikirler vermektedir: “500. Yıl Vakfı projesini ortaya koyan hahambaşılıktır. Bu proje çok daha önceden hahambaşılık tarafından düşünülmüştü. Bunun bir vakıf tarafından yürütülmesi hahambaşılık tarafından benimsenmiş ve bu şekilde bir yol çizilmiştir. Bu işin de esas patronu hahambaşı ve hahambaşılıktır. Bu itibarla bizim hahambaşılıkla herhangi bir fikir ayrılığımız yoktur. Etkinliklerin ise büyük bir çoğunluğu zamanında hahambaşılık tarafından düşünülmüş etkinliklerdir.”[4]

Hiç şüphesiz 500. Yıl Vakfı’nın en önemli amaçlarından biri de Siyonist İsrail yönetiminin gerçekleştirmiş olduğu vahşet ve gayri insani uygulamalar sebebiyle gerek Türkiye gerekse dünya kamuoyunda oluşan siyonizm ve yahudi aleyhtarı imajı tamamen silmek veya en azından hafifletmekti. Bunun Türkiye ayağında gerçekleşebilmesi için Türkiye-İsrail ilişkilerinin her noktadan geliştirilmesi gerekiyordu. 500. Yıl Vakfı bu amacını gerçekleştirebilmek için zemin oluşturuyordu.

Vakıf, ülke çapında yapmış olduğu tüm programlarda her daim Osmanlı hoşgörüsünden söz etmeyi insanlara yanaşmak ve onların ilgilerini çekmek için bir vasıta olarak kullandı. Bu programlarda ana konuşmacıların Osmanlı hoşgörüsünü dile getiren yapmacık cümlelerini sürekli şekilde yahudiyi hoş ve sevimli göstermeyi amaçlayan konuşmalar izliyordu. Bu programlarda 1492 sürgününden ve yahudilerin Orta çağ Avrupa’sında görmüş oldukları zulümlerden özene özene söz edilmesi aslında gönüllerde yahudiye karşı bir acıma duygusunun oluşturulması amacına yönelikti. Yıllarca İsrail yönetiminin güçlenmesi için büyük maddi fedakarlıklarda bulunmuş olan yahudi trilyoner ve milyarderler, bu kez İsrail ve siyonizm aleyhtarı imajı silmek için her türlü maddi fedakârlık göstermekten çekinmediler. Dolayısıyla 500. Yıl Vakfı’nın önceden belirlemiş olduğu programların uygulamaya konulması konusunda herhangi bir aksama olmadı.

500. Yıl Vakfı, belirlemiş olduğu amaç doğrultusunda yürüttüğü umuma açık kültürel faaliyetlerin yanı sıra çeşitli lobi faaliyetlerinde de bulundu. Bu lobi faaliyetlerinin en büyük başarılarından birisi Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun 10 Kasım 1975 tarihinde kabul etmiş olduğu, siyonizmi bir ırkçılık olarak değerlendiren ve bu yüzden kınayan kararın geri alınmasında 500. Yıl Vakfı yoluyla yürütülen çalışmaların ve dünyadaki çeşitli güç merkezlerine yakınlıkları ile bilinen yahudi lobilerinin önemli rol oynadığı bilinen bir gerçektir.

Gerek Türkiye’de ve gerekse Türkiye dışında basın- yayın organları üzerinde küçümsenemeyecek bir etkinliğe sahip olan yahudi lobileri için 500. Yıl Vakfı’nın çalışmaları iyi bir propaganda malzemesi olarak kullanıldı. Mesela Türkiye’de çok sayıda yayın organı, bu vakfın kuruluşu ve yürüttüğü çalışmalar dolayısıyla Yahudilerden övgüyle söz eden yazılar ve makaleler yayınladılar. Bu yazı ve makalelerde Osmanlı hoşgörüsünün vurgulanmasından daha çok yahudinin sevimli gösterilmesine çalışıldığı hemen dikkat çekiyordu.

500. Yıl Vakfı ve Türkiye Yönetimleri

Bu dönemde Türkiye’yi yöneten hükümetler, 500. Yıl Vakfı’na gerek kuruluşunda gerekse programlarını uygulamaya koymasında her türlü kolaylığı gösterdiği gibi maddi yönden destek de sağladı. Türkiye hükümetlerinin maddi destek sağladığı bizzat vakfın başkanı Jak Kamhi tarafından şu şekilde dile getirilmişti: “Devlet desteği yalnız uluslararası tanıtım ve benzeri faaliyetlerde oluyor. Tabii bu arada bütün dünya yahudi liderlerini bir araya getirip bir konser adı altında ‘Evrensel Yahudi İttifakı’ girişimleri de bu faaliyetlerin arasında yer alabiliyor.”

Türkiye hükümetlerinin 500. Yıl Vakfı’na bu desteği sağlamasında hiç şüphesiz Türkiye’deki yahudi azınlığın ve Dönme kökenlilerin lobi faaliyetleri etkili olmuştur. Fakat diğer taraftan hükümetlerinde 500. Yıl vakfının faaliyetlerine bu kadar destek olmasının sebebi vakfın Türkiye lehine dünya çapında lobi faaliyetlerinde bulunacağı düşüncesi daha doğrusu yanılgısı/gafleti vardı. O dönemin hükümetleri buna inandırılmıştı. Çünkü 500. Yıl Vakfının kuruluş şartnamesinde, vakfın amaçlarından bahsederken şu ifadeler yer almaktaydı: “Türklerin devlet ve toplum olarak üstün insanlık vasıflarını her türlü olanaktan yararlanarak tüm dünyaya tanıtmak, din ve vicdan hürriyetlerini korumak için bağnazlık ortamından kaçarak Türk toprağını vatan seçen yahudilere kucak açan Türk milletinin insancıl yaklaşımını en geniş şekilde yurtiçinde ve yurtdışında duyurmak ve Musevi yurttaşlarımızın şükran ifadelerinin açıklanmasına yardımcı olmak…”

Evet, vakfın kuruluş amaçlarından birinin bu olması (yalanı) o dönem hükümetlerini oldukça memnun etmişti. Osmanlı Devletinin baş tacı ettiği manevi değerlere sırt çeviren mevcut Türkiye yönetimleri her nedense Osmanlı hoşgörüsünün kendilerine mal edilmesi karşısında bundan yurt içinde ve dışında siyasi kazanç elde edeceklerini umdukları için son derece memnun olmaktaydılar. Bu yüzdendir ki söz konusu vakfın en faal olduğu üç yıl içerisinde üç hükümet değişikliğine gidilmesine rağmen Türkiye yönetimi 500. Yıl Vakfı’nı destekledi ve birbirini izleyen bu üç hükümetin söz konusu vakıfla ilgili politikalarında herhangi bir değişiklik olmadı. Bu tutum sonraki dönemlerde de aynen devam etmiştir ve hükümet değişiklikleri adı geçen vakfın konumunu değiştirmemiştir.

500. Yıl Vakfı, Türkiye’nin siyonizmi ırkçılık olarak kabul eden BM kararının geri alınması konusuyla ilgili tutumunu direk etkilemiştir. Bu etkinin bir sonucu olarak Türkiye, söz konusu kararın geri alınması konusunda Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda yapılan oylamada çekimser kalmayı tercih etmiştir. Başbakan Süleyman Demirel konuyla ilgili açıklamasında, “İsrail’in barış masasında tutulabilmesi için eski kararın iptalinin gerektiğini söylemiş, o zamanki Dışişleri Bakanı Hikmet Çetin de: “Bizim farklı bir durumumuz var, en makulü çekimser kalmaktı” demiştir.

O zamanlar birbirlerinin ellerini sıkmayan Cumhurbaşkanı Turgut Özal ile Başbakan Süleyman Demirel’in, İsrail Cumhurbaşkanı Haim Hertzog’un Türkiye’yi ziyareti esnasında gerçekleştirilen “500. Yıl Vakfı’nın Galası”nda bir araya gelmeleri de vakfın gücünün ve Türkiye’deki yönetimin bu vakfa verdiği önemin bir göstergesiydi.

Sonuç olarak; Yahudiler dünya üzerinde nerede bulunurlarsa bulunsunlar o ülkenin ekonomik gücünü eline almak ve sömürmek isterler. Bunu yapabilmek için birkaç ayağa ihtiyaçları vardır. Bunlardan birincisi, toplumu istedikleri gibi yönlendirebilecekleri, siyahı beyaz, beyazı siyah gösterebilecekleri basın ve yayın alanında güçlü olmak. Böylece hem halkları istedikleri gibi güdebilir hem hükümetlere siyasi baskı yapabilir hem de kendilerine karşı olan kimseleri toplum gözünde devlet düşmanı, aşrı dinci, hırsız, arsız, sapık gibi göstererek itibar suikastları yapmak suretiyle muhaliflerini sustururlar. Ele geçirmeye çalıştıkları diğer bir alanda yaptıkları ve yapacakları işleri destekleyecek siyasi partilerin idari merkezleridir. Bunu yaparken de rüşvet, uyuşturucu ve cinsel sapık ilişkileri kullanırlar. Böylece suça bulaştırdıkları siyasileri veya bürokratları ifşa etme şantajıyla avuçlarının içine alırlar.

Diğer taraftan etkin olmaya çalıştıkları alanlardan biri de eğitim kurumlarıdır. Daha doğrusu o eğitim kurumlarının fikir ve ideolojisine yön verme makamında olmaktır. Böylece kendi hazırladıkları müfredatlarla yetişen nesiller kendilerini dost bilip sevecek düşmanlarını ise düşman bilip nefret edecektir. Bu sayede kendi amaçlarına hizmet eden milyonlarca gönüllü asker kazanmış olurlar. Öyle ki Yahudiler için semiz bir sığırdan öte anlam taşımayan dünya halkları kendilerini sömürmek ve yok etmek isteyen Yahudi cellatlarına âşık olurlar!

Bir toplumun esir olması önce fikren başlar. Yahudi’nin kafa yapısını anlamayan, teşkilatlanmasını çözemeyen tüm toplumlar eninde sonunda Yahudilerin çıkarlarına hizmet eden ve bu uğurda ölen köleler olurlar.


[1]. Ilgaz Zorlu, Evet Ben Selanikliyim

[2]. Bilim Araştırma Grubu, Yehova’nın Oğulları ve Masonlar

[3]. Marie Claire, Ocak 1992, sh. 38

[4]. Şalom, 22 Mayıs 1991