Olaylar Ve Yorumlar – Nedim Bal / 2016 Aralık / 49. Sayı
Geçen yazımız da 40 yıllık Gülen hareketinin sinsiliği ve tehlikesi noktasında samimiyetle etrafındaki insanları uyaran feraset sahibi tevhidi Müslümanların, başta onunla ortak iş tutan AK parti ve diğer camialar tarafından nasıl şiddetle kınandığından bahsetmiştik. Hatta Gülen hareketinin hem itikadi hem de sosyal tehlikesini gündeme getiren tevhidi Müslümanlar yine aynı çevreler tarafından maalesef fitne çıkarmakla itham ediliyorlardı.
15 Temmuz darbe girişimi ülke yönetiminin el değiştirmesi noktasında her ne kadar başarısız olsa da kökü dışarıda olan bu hareket en alçakça darbeyi aslında Müslümanlara ve cemaatlere vurmuştur.
Fırsat bu fırsat diyerek Gülen hareketi üzerinden İslam’a, Müslümanlara ve cemaatlere karşı salyalarını akıtarak saldıran Kemalistler, ulusalcılar, solcular ve ateistler televizyon ekranlarında cirit atmaya başladı.
Gülenist hareket; toplumun Müslümanlara ve cemaatlere olan saygısını, hürmetini, güvenini ciddi anlamda sarsmıştır. Her cemaate şüpheyle bakılır hale getirmiştir. Üstüne üstlük iktidar partisine mensup siyasilerin; dine ve cemaatlere yön verme, sınır çizme anlamına gelen bazı hikmetsiz söylemleri birçok cemaat mensubu insanı kaygı ve endişeye sevk etmiştir.
Özellikle dinin yanlış anlaşılmasını engelleme adına ‘dinin yeniden yorumlama ve hurafelerden arındırma’ çalışması çok hassas, çok çetrefilli bir iştir.
Kanaatimizce bu meselenin zamanlaması ve ele alınış şekli oldukça tehlikelidir. İleride telafisi mümkün olmayan zararlara yol açabilir. Hele hele “DİN” gibi hayati bir konunun, her dönem siyasi iktidarların güdümünden dışarı çıkamayan dini makamlarca ele alınıp yön verilmeye çalışılması; “İslam’ın altını oymak, İslam’ın altına dinamit koymaktır.” Kaş yapayım derken göz çıkarmaktır.
Evet. İslam dinine sokulmak istenen batıl inançları, hurafe ve bid’atleri ayıklamaya, tevhid inancını belirgin hale getirmeye, şirke düşürecek batıl inançlara karşı insanları uyarmaya şiddetle ihtiyaç vardır. Bu kabul edilebilir.
Fakaaat İslam dinine bir oryantalist, bir müsteşrik gözüyle bakan meşhur hoca efendilerin(!) Diyanet işlerini ve ilahiyat fakültelerini bir kanser mikrobu gibi sardığı şu dönemde, “ Dini, hurafelerden arındırma ve yeniden yorumlama” işini hangi ilim heyetinin eline mahkûm edeceksiniz? Bu işleri kimler yapacak? Hangi ölçüleri esas alacaklar? Bu ve benzeri soruların maalesef tatmin edici bir cevabı yok!!
Herkesçe malumdur ki; -istisnalar hariç- Türkiye’de gerek Diyanet gerekse ilahiyat kurumu içerisinde görev alan resmi kadroların, kendilerini o makamlara getiren siyasal rejimin bekçisi olan iktidarların çizdiği sınırların dışına çıkması mümkün değildir. Mevcut siyasal rejim ve ona hükümet eden iktidar, ‘nasıl bir din anlayışı istiyorsa’ maaş ve makam verdiği akademik çevre ancak öyle bir din anlatacaktır. Ya da mevcut siyasal rejime hükümet eden iktidarlar, kendi din anlayışlarına uygun düşünen insanlarla ortak çalışarak ‘nasıl bir din istiyorsa’ öyle bir din anlayışının ortaya çıkmasına sebep olacaklardır.
İslam’a Oryantalist/ Müsteşrik Gözüyle Bakan Din Prof’larından İnciler(!)
Fıkıhta da hocaların hocası denilen, Ak partinin dini konularda akıl hocası ve ayrıca malum Gülen hareketinin ‘Dinler arası diyalog ‘ toplantılarının şeref konuğu Hayrettin Karaman’dan inciler(!); “Bütün insanların Müslüman olmaları dinin, Kur’an’ın hedef değildir”, “Peygamberimiz ‘Yahudiler mutlaka Müslüman olsun!’ demiyor, Hıristiyanlar mutlaka Müslüman olsun!’ demiyor”, “Kur’ân-ı Kerîm’de Ehl-i Kitab’la ilgili devamlı vurgulanan şey; Allah’a iman, ahirete iman ve amel-i salihdir. Kur’ân birçok âyette bunu söylüyor; yani ‘Peygambere iman edin’ demiyor.” (Polemik Değil Diyalog kitabı)
Diyanet İşleri eski Başkanı Ali Bardakoğlu zamanında Almanya’nın Frankfurt şehrindeki Goethe Üniversitesi’ne bağlı olarak bir İslâmî birim açılıyor. Oraya Ömer Özsoy isimli bir ilahiyat profesörü tayin ediliyor. Yani Diyanet Avrupa’daki bir numaralı temsilcisi. Şimdi sıkı durun Prof. Ömer Özsoy’dan heyezanlar geliyor; “Kur’ân’ın, Allah Kelâmı olduğu tartışılır!”, “Allah Kur’ân’ın yazılı olmasını istemiyordu!”, “Zaten Hazret-i Muhammed kendisine bunu vazife olarak kabul etmemişti!” Ne diyelim! Birde bu adam Almanya’da ki gençlere İslam inancını doğru anlatmakla görevlendirilmiş!!!
Dokuz Eylül Üniversitesi İlahiyat Fakültesinde profesörlük yapmış, 2002 yılında yapılan genel seçimlerde Ak partiden İzmir milletvekili olarak parlamentoya girmiş üstelik Diyanet işlerinden sorumlu devlet bakanı olmuş, ayrıca Fethullah Gülen’in fahri başkanı olduğu Gazeteciler ve Yazarlar Vakfının da bir dönem başkanlığını yapmış tahrifatçı Prof. Mehmet Aydın’ın sözlerini de aktaralım isterseniz; “Akılla vahiy çelişirse akıl tercih edilir”, “Avrupa Birliği ile ilişkilerimizde bazı esneklikler göstermemiz lazım. Avrupa Birliğine gireceksek, ona göre düzenlemeler yapmamız şart. Kur’an’da Mümtehine Sûresi 10. ayette diyor ki: “Bu kadınlar, o inkârcılara helal değildir.” Avrupa Birliğine girecekseniz bu ayeti Batılılara izah edemezsiniz. Mümin kadının, Hıristiyan erkeklerle evlenemeyeceğini söyleyen ayet, Batı’da sıkıntı doğurur. Bunu gidermek lazım.” (23 Nisan 2000 tarihinde Samanyolu Televizyonu)
Mardin ve Urfa’da düzenlenen çifte dinli evlilik projesinin de içinde bulunduğu dinler arası diyalog toplantılarının mimarı da Prof. Mehmet Aydın’dır.
“Allah katında tek din İslam’dır diyen en büyük dinsizdir” (Marmara İlahiyatta katıldığı bir panelde)
“Başörtüsü takmak dinin gereği olup olmadığı bir yorum meselesidir”
“Papaların hayatı beni çok etkiledi. Onlardan çok şey öğrendim”(Yeni Şafak Gazetesinde yapılan bir mülakatta)
Bu arada Prof. Mehmet Aydın’ın Vatikan’da misyoner teolog Montgomery Watt’ın doktora talebesi olduğunu unutmayalım.
“Kitap ehli ile diyaloğa giderken onlara: ‘Sizin dininiz yanlış, muharref demeyeceksiniz. “Bizim dinimiz en doğru’ demeyeceksiniz. Ben batıya gittiğimde onların mabetlerine giderim, çok da haz duyarım.”
“Bazı Müslüman kardeşlerimiz diyor ki: ‘Yahu bir fırsat düştü. Müslümanlığı anlatalım Hıristiyanlara. Allah belki hidayetini gösterir.’ Yani adam aslında Müslümanlaştırmak için gelmiş. İşin ucunda din değiştirmek, bilmem adam kazanmak, üye kazanmak varsa, açıkçası bu bir din mensubuna en dinsizce harekettir. Dinsizce diyorum, çünkü bunu hiçbir din kabul etmez.” (Mehmet Aydın, 2. Din Şurasındaki konuşmasından)
Ne diyelim hem İlahiyat Profesörü hem de diyanetten sorumlu devlet bakanlığı yapmış. Yani tipik bir aydın(!!!)
21 yıl İstanbul müftülüğünde çalışan üstelik bir dönem fetva kurulu başkanlığı yapan, İslam hukuku profesörü ve İstanbul üniversitesi ilahiyat fakültesi öğretim görevlisi Abdülaziz Bayındır’ın meşhur görüşleri; ‘Allah geleceği (gaybı) bilemez’ ‘Kişinin kimle evleneceğini Allah nereden bilsin’ ‘ya mezhep imamlarını boş ver. Onların Kur’anla bir alakaları yoktur zaten!’
Yine bir başka tuhaf adam Prof. Yaşar Nuri Öztürk. Aynı zaman da İstanbul ilahiyat fakültesinin kurucu dekanlarından. Bir tek sözünü aktarmak yeterli olacaktır. “Dinci tasalluttan kurtulmanın felsefi çaresi Deizm’dir. “Deistler, dinciliğin bütün kötülüklerine, rezilliklerine rağmen Allah’a inançlarını koruyan samimi mümin insanlardır. Tarihin en namuslu, en ahlaklı, en üretken adamlarıdır. Atatürk de Deist’tir.”
Ne diyelim, Sevdiğinle haşrolasın(!)Bu fikirsizliğin sahibi İstanbul ilahiyatın kurucu dekanı. Yetişecek öğrencileri düşünebiliyor musunuz?
Birde bu Deist’in ölümünden sonra ‘halkı Kur’anla buluşturdu. Allah rahmet etsin‘ diyen şimdilerin meşhurları Mehmet Okuyan, Caner Taslaman tiplemeleri var. Bunlar da ilahiyatçı bunlarda Prof…
Yine yıllar önce Hz. İsa’nın babasız dünyaya gelişine hayret edenlere hitaben; ‘niçin şaşırıyorsunuz ki? Hz. Âdem’e bakın. Hz. Âdem sadece babasız değil aynı zamanda annesiz dünyaya geldi’ diyen meşhur M. İslamoğlu bu günlerde canı sıkılmış olacak ki ‘Hz. Âdem’in babası var. Bunu Kur’an söylüyor’ ifadeleriyle yine gündeme oturdu. Hani daha önce Fetullah gülen için; ‘o bir âlim. Yetiştirin de göreyim sizi. Hocanın ayakkabısını yetiştirin alnınızdan öpeyim sizi’ diyen M. İslamoğlu.
Şu ifadelerinden de hatırlayabilirsiniz onu; “tam iki yıldır söylüyorum. Dilimde tüy bitti. Türkiye İran’la görüşüp diyecek ki, “senin bölgedeki nufuzunu kabul ediyoruz(!) Tamam, Suriye Senindir. Fakat bir şartla Esed rejimini temizleyeceksin.”
400 yıl Osmanlı devletinin toprağı olarak kalan ve üstelik nüfusunun % 80’ i Sünni olan Suriye ne hikmetse Türkiye’nin nüfuz alanı olmuyor ama öte taraftan sadece % 10’u Şii olan Suriye toprakları birden İran’ın nüfuz alanı olabiliyor (!!!!) Ne cömertlik değil mi? Hani büyükler der ya: “Kurtlar yapmaz bu taksimi kuzulara şah olsa.” Büyük bir ihtimalle Osmanlı’nın Memlük’lülere karşı kazandığı zaferinin acısı birilerini çok rahatsız etmiş. 400 yıl sonrada olsa orası İran’ın olması gerekir diyebiliyor(!)
Türkiye’de son 50 yıldır özellikle Ankara, İzmir, Samsun, Bursa ilahiyat fakültelerinde derinden derine oryantalist kafayla yetiştirilen ilahiyatçıların birçoğu bugün ilahiyat fakültelerinde dekan olmuş durumdalar. Hızlı bir şekilde de kadrolaşıyorlar. Aynı zamanda Diyanet işleri başkanlığında da ciddi anlamda kadrolaşmış durumdalar.
Konu tam buraya gelmişken ilahiyat fakültelerinin CHP eliyle niçin kurulduğunu hatırlamamız lazım. Ülkede cenaze namazı kıldıracak adam kalmayınca bazı CHP milletvekilleri 10 Kasım 1948 tarihinde Meclis Guruplarına bir teklif vererek, İMAM-HATİP kurslarının açılmasını istediler. Bu teklifte, Laik Sisteme bağlı, O’nun denetim ve murakabesi altında Din görevlisi yetiştirilmek üzere Diyanet İşlerine bağlı olmak şartıyla İmam-Hatip Kursları açılması isteniyordu.
Fakat CHP’li milletvekillerin verdiği bu teklife, yine CHP’li olan Bingöl milletvekili Tahsin Banguoğlu (Hasan Saka ve Şemseddin Günaltay kabinelerinde iki dönem milli eğitim bakanlığı yapmıştır) ile Kocaeli milletvekili Nihat Erim bu teklife muhalefet şerhi koymuşlardır. Açılacak İmam-Hatip Kurslarının Diyanet İşleri yerine milli eğitim bakanlığına bağlanmasını istemişler ve kanun da onların istekleri doğrultusunda çıkmıştır. Bu muhalefet şerhinde şöyle denilmektedir:
“Atatürk inkılabının sağladığı zihniyet değişimini uzaktan, yakından bir tehlikeye maruz bırakmamak şartıyla 25 yıl inkitaya uğramış (önü kesilmiş/engellenmiş) bir din adamları neslinin bugünkü maddi ve manevi durumunu belirterek yeni baştan münevver (modern laik kafalı) bir din adamları nesli yetiştirmek zarureti vardır. (Yani kendileri gibi düşünen yeni nesil din adamları) Milli felaketimizin başlıca amili olan bu ZİHNİYET SAVAŞINA (İslami düzenden yana olanların zihniyetine) son vermek için biz bir halkı ZORLAYARAK (idam, işkence, sürgün ve hapis cezalarıyla) bir takım değişiklikler yaptık. Ve milletimizi yeni bir dünya görüşüne (Kemalist, laik ve demokratik bir dünya görüşüne) kavuşturduk!
Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile sağlamak istediğimiz şey de iki türlü münevveri ortadan kaldırarak bu kültür birliğini yaratmaktan ibaretti. Şimdi biz medrese zihniyetinin son temsilcilerini Diyanet işleri reisliği çevresinde toplanmış görüyoruz. Bunlar skolâstik(ortaçağ) kültürünün tohumluklarıdır. (E.O.E) Geçen inkılâp yıllarının (zulüm yıllarının) bu zevatın zihniyetlerinde hiç bir değişiklik yapmamış olduğu ise, eserleri ile sabittir! Bu vatandaşlar eliyle açılacak tahsil müesseselerinin de her ne şekil ve nam altında olursa olsun ESKİ MEDRESEDEN başka bir şey olmayacağı muhakkaktır.
Dolayısıyla yeniden kurulacak bu medreseler için yanlış bir temel seçmiş bulunuyoruz. Bu iş, kolaylıkla Türkiye’de medreselerin yeniden açılmasına sebep olacak ve skolâstik zihniyetin yeniden filizlenmesi neticesini doğurabilecektir. (Kast edilen İslami zihniyetin yeniden canlanma korkusudur). Belki kısa zamanda bu kökten aşılanmış genç Türk nesilleri tekrar köylere kadar yayılacak ve inkılaptan (Kemalist rejim kurulmadan) evvel olduğu gibi halk ile devlet arasında sorunlu bir sınıf teşkil edeceklerdir.
Böylece Tanzimat’tan beri çarpışmış olan iki türlü zihniyet ve iki türlü münevver (İslamcılar ve batıcı libareller/ laikler) tekrar karşı karşıya gelecektir.
Buna mukabil bu öğretimin bizim modern mektep nizam ve havası içinde Milli Eğitim Bakanlığı eliyle kusursuzca başarılabileceği kanaatindeyiz. Hedef; bu mekteplerin (İmam-hatiplerin) hocalığına kısa zamanda ilahiyat fakültesinden yetişecek genç din adamlarını getirmek olmalıdır. Bizi yeniden şeriatçılıkla uğraşmaktan ancak bunlar kurtarabilecektir. ” (Muhalefet Şerhini verenler: Bingöl Mebusu Prof. Tahsin Banguoğlu ve Kocaeli Mebusu Prof. Nihat Erim ) (Kaynak: Türkiye’de Din Kavgası/Sadık Albayrak)
Demek ki, Kemalist ve LA DİNİ bir anlayışa mensup CHP’nin İmam Hatip ve devamında İlahiyat fakültelerini açmasının asıl maksadı; yetiştirecekleri yeni nesil din adamları kadrosu ile şeriatçılıkla uğraşmaktan kurtulmak. Çünkü bu yeni nesil din adamları yapılan inkılapları ve kurulan kemalist rejimin devamını sağlamak için çalışacaklar.
Dolayısıyla son yıllarda ‘nerden çıktı bu kafa karıştıran hocalar’ diyenlere deriz ki 60 yıl önce atılan zındıklık tohumları şimdi şimdi meyve vermeye başladı.
Bu yüzdendir ki “dinin hurafelerden arındırılıp yeniden yorumlanması” çalışmasının bu ve benzeri adamların eliyle olmayacağının garantisini kim verebilir? Bu sapkın görüş sahiplerinin oluşturduğu heyet mi tevhit dinini doğru anlatacak? Zaten kendilerinin DİN’den ne anladıkları ortada!!!
Dolayısıyla bu yol çıkmaz yoldur. Bu anlayış Türkiye’de Müslümanların verdiği 90 yıllık mücadelenin ‘yine Müslümanlardan olduğunu söyleyenlerin eliyle yok edilmesi’ demektir.
Cumhuriyetin kurulduğu ilk yıllarda Kamalist rejimin “DİNE AYAR VERME” çalışmasıyla, bugün -iyi niyetli olduklarını kabul etsek dahi- yine DEVLET ELİYLE DİNE AYAR VERİLME çalışılması sonuç olarak aynı ihanet ve ahmaklıktır.
Çünkü bu güne kadar Allah’ın kulu değil yöneticilerin kulu olan, âlim değil filozof olan, ilmi, ameli ve ahlaki şahsiyeti şüpheli, ilmin şerefine sahip çıkamayan, inandığı hak yolda ölmektense devlet erkânına yalakalık yaparak yaşamayı tercih eden, Müslümanlara karşı kibirli, amirlerine karşı silik aynı zamanda nefsinin kölesi olacak kadar da makam düşkünü maaşlı DİN ADAMLARININ(!) anlattığı bir din, ne derece sahih, ne derece doğru, ne derece hak din olabilir ki?
Mevcut siyasal rejimin ilke ve inkılaplara uymayan, mevcut siyasal rejimin aleyhine olan, mevcut siyasal rejimin kanunlarına ters düşen DİNİ HÜKÜM VE PRENSİPLERİ bu millete korkmadan yiğitçe anlatabilirler mi?
Allah’ın, Müslümanların uyması için gönderdiği hayat rehberi Kur’an’ın okunmasını dahi yasaklayan, ‘Kur’an’a Arap oğlunun uydurduğu yalanlardır’, ‘Dini ve namusu olanlar kazanamazlar’, ‘Bu prensipleri (Kemalist rejimin prensiplerini) gökten indiği sanılan kitapların dogmaları ile asla bir tutmamalıdır. Biz, ilhamlarımızı, gökten ve gaipten değil, doğrudan doğruya hayattan almış bulunuyoruz’, ‘Bütün dinler yerin dibine batsın’ diyen zihniyetin İslam inancına göre hükmünün ne olacağını açıkça ders kitaplarına koyabilirler mi? Bunları televizyonlarda, hutbeler de halka açıklayabilirler mi?
Resmi hutbelerinde içkinin, kumarın, faizin, kötülüğünü anlatıp da tüm bu kötülükleri serbest bırakan siyasal rejimi bir kez dahi eleştiremeyen DİYANET, İslam dinini bu halka doğru anlatabilir mi?
Oryantalist batılıların sözlerine Hz. Muhammed (s.a.v)’in sözlerinden daha çok kıymet verenler, batının felsefe kodlarıyla İslam’ı anlamaya çalışan filozof ruhlu akademisyenler eğmeden, bükmeden, saptırmadan bir din anlatabilirler mi? Örneğin; Allah’ın hükmü varken Avrupa’dan gelen beşeri kanunları uygulamanın şirk olduğunu bu Müslüman halka anlatabilirler mi?
Kırk yamalı bohça olan mevcut Avrupa kanunlarını ve yaşam tarzını bir an önce terk edip yüce kitabımız Kur’an’ın kanunlarına ve İslami bir yaşam tarzına dönmemizin imani bir mecburiyet olduğunu okullarda okutulacak ders kitaplarına yazabilirler mi?
Hamuru İslam’la yoğrulmuş bu Müslüman millet, kişiliksiz akademisyenlerin ve maaşlı DİN MEMURLARININ anlattığı ısmarlama bir dine asla inanmaz.
GÜLEN örgütü gibi bazı tarikat ve cemaatlerin; İslam akidesine ters düşen batıl inançlarla insanları aldatması, sömürmesi ve gizli emelleri uğruna kullanmasını sebep göstererek –iyi niyetle dahi olsa- böyle bir işe girişmek GAFLETTİR. GAFLETTİR. GAFLETTİR.
Her ne kadar sebep haklı olsa da bunu yapacak Hasan Basriler, Abdullah b. Mübarekler, İmam Ebu Hanifeler, İmam Evzailer, İmam Zuferler, İmam Şafiler, İmam Yusuflar, İmam Muhammedler, İmam Malikler, İmam Ahmed b. Hanbeller, İmam Buhariler, İmam Neveviler, İmam Taberiler, İmam Kurutbiler, İmam Cessaslar, İmam Sarahsiler, İmam Maturidiler, İmam Eş’ariler, İskilipli Atıf efendiler, Ebu Suud efendiler, Molla Güraniler, Akşemsettinler, Kemalettin efendiler, Kevseriler nerede?
“Akılla vahiy çelişirse akıl tercih edilir.”, “Kur’an’ın hükümlerini Avrupa’nın kabul edeceği şekilde yorumlamalıyız.”, “Başörtüsü dinin emri değildir.”, “Allah gaybı bilemez.”, “Mezhep imamlarını boş ver. Onların Kur’an’la bir alakaları yoktur zaten.”, “Kur’an’ın Allah kelamı olduğu tartışılır.”, “Bütün insanların Müslüman olması dinin, Kur’an’ın hedefi değildir.”, “Hz. Âdem’in babası vardır’ diyen akılperest akademisyenlerle, “Şeyhim, gece yatağımda hangi yöne döndüğümü dahi bilir, bana şah damarımdan daha yakındır, dua ettiğim zaman duama icabet eder” “Allah’ı razı etmenin yolu hocamı/şeyhimi razı etmekten geçer” diyen Sofistik taifenin hocalarının anlattığı din, benim dinim olamaz, olmamalı.
Efendiler! Bu yol yol değildir. Tutanı yakar. Hem bu dünyada hem de öte dünyada.
Allah’a Emanet Olunuz.
EsSelamu Aleykum Ve Rahmetullahi Ve Berakatuhu….