İdeoloji Ve Teoriler -Nedim Bal / 2022 Ağustos / 117. Sayı
Laikliği Doğuran Sebepler
Laiklik, Hristiyanlık tarihi seyri içinde varlık kazanmış bir prensiptir. Orta Çağdaki Hristiyanlık, siyasi, sosyal ve fikri sahada öldürücü bir noktaya varmış, hatta kendi mensupları üzerinde bile korkunç katliamlara imza atmıştır. Hristiyanlık adına Hristiyan din adamlarının ortaya koydukları vahşet boyutunda zulümler Batıda laiklik fikrinin doğuşuna sebep olmuştur. Hristiyan halklar için din adına işlenen zulümlerden kurtuluş olan laiklik, bugün maalesef İslam toplumları için zulmün aracı haline gelmiştir.
Siyasi Sahada Laikliğe Yol Açan Sebepler
Bizans imparatoru Konstantin’in (324) Hristiyanlığı resmen tanımasıyla Bizans’ın resmi dini Hristiyanlık olmuştu. Artık kilise için imtiyazlar ve hâkimiyetler dönemi başlamıştı. Bu süreç tahakküm cebir ve zulüm bakımından gittikçe artan bir seyir izledi. Başlangıçta kilise ve hükümdarın gücü iki ayrı güç olarak görülüyordu. Ancak zamanla kilise kendi gücünün hükümdarın gücünden üstün ve üstte olduğunu savunmaya başladı.
10. yüzyılda ise Papa, kudretini Allah’tan aldığını ve bütün dünya üzerinde papalığın hâkimiyet hakkı olduğunu ilan etti. Buna göre Papa’nın imparatorları bile azletme yetkisi vardı ve herkes Papa’ya karşı sorumluydu ancak o hiç kimseye karşı sorumlu değildi. 13. yüzyıla gelindiğinde Papa kendisini Hz. İsa’nın vekili ve Allah ile kul arasında vasıta olarak ilan etti. Getirdiği ilkeye göre Papalık Allah’tan aşağı kuldan üstün, herkese hükmeden fakat ona kimsenin emir veremeyeceği bir konuma yerleştirildi.
İşte böylesine bir tasallut zamanla papalık ve kilise kurumunun yetki, hak ve sorumluluklarının hatta meşruiyetinin dahi sorgulanmasına yönelik fikir akımlarını doğurdu. Rönesans ve reform hareketleri ile güçlenen bu akımlar nihai noktada kilise ile devleti ayırıp toplum ve devlet hayatını dünyevileştiren laikliğin doğmasına, toplum ve devlet hayatına hâkim olmasına yol açtı.
Sosyal Sahada Laikliğe Yol Açan Sebepler
Papazların; özel mahkemeleri, özel hapishaneleri ve özel vergileriyle devlet üstünde devlet olmaları, kilisenin; ruhban/din adamı sınıfını sadece kendilerinin yargılayabilme yetkisine sahip olmaları, aynı şekilde din adamları ile din adamı olmayanlar arasında çıkan anlaşmazlıklarda yine yargı yetkisinin kiliseye ait olması, 1184’ten itibaren aforoz etme ve manastıra kapatma cezalarının tatbike başlanılması, 1231’de ise engizisyonun (Katolik kilise mahkemelerinin) düzenli bir örgütlenme ile uygulama alanının genişletilmesi ve hükümlerinin şiddetlendirilmesi, insanların diri diri yakılmakla cezalandırılması gibi yaşanan toplumsal hadise ve uygulamalar da laiklik fikrini doğuran sebepler arasında gösterilebilir.
Fikri Sahada Laikliğe Yol Açan Sebepler
Orta Çağ Avrupa’sında fikri sahada da kilisenin dışında başka hiçbir güç yoktu. Kilisenin bilime ve bilim adamlarına olan karşıtlığı, olumsuz tavır takınması, pek çok bilim ve fikir adamını aforoz etmesi Hristiyanlığa karşı büyük bir nefret doğuruyordu. Kilisenin dogmalarına uymayan her şey küfür olarak nitelendiriliyordu. Kilise ile “bilimin” birbirine olan düşmanlıkları Laikliğin doğuşuna zemin hazırlayan en önemli etkenler arasındaydı.
Fanatik Laiklerin, Kilisenin Teokratik Düzeni ile Allah’ın Nizamı İslam’ı Bir Tutma Çabaları
Yunanca Teo ve Kratos kelimelerinin terkibinden oluşan teokrasi güç ve iktidarın ilahi kaynağa dayandırıldığı bir yönetim şekli demektir. Bu kavram ilk defa Yahudilerin ileri gelen hamamları tarafından yönetilen siyasi rejimleri tarif için kullanılmıştır. Yani mutlak hâkimiyet hakkının Allah’ın temsilcileri olarak görülen din adamlarının elinde olan rejimin adı teokrasidir.
İnsanlık tarihinin en eski toplumları teokrasi ile yönetiliyorlardı. Dini liderlik ile siyasi liderlik bir kişinin şahsında birleşmişti. Hatta eski Mısır’da olduğu gibi siyasi lider ilah yani Teos olarak da kabul edilmiştir.
İslam dini; hayatın sosyal, siyasal, hukuki, ekonomik, kültürel, idari, adlî, itikadi, ameli, ibadi ve benzeri tüm alanları ile ilgili fert, aile, toplum ve devlet hayatını kuşatan kurallar koymuş ve ölçüler belirlemiştir. Oysa Hristiyanlıkta birkaç maddelik ahlaki talimattan başka ciddi anlamda hukuk kuralları yoktur. Bu ahlak öğretilerinde de devlet idaresini temin edecek ve sosyal hayatı yürütecek kanunlar bulunmaz. İşte bu boşluğu doldurmak için dinin temsilcisi sayılan papalar, patrikler, papazlar kendi arzu ve istekleri doğrultusunda kurallar belirleyerek “bu Allah’ın hükmüdür” diyorlardı. Dahası dini idarecilerin, Allah ile kullar arasında doğrudan doğruya birer aracı olduklarını belirten bir hüküm daha uydurmuşlardı. Hristiyan din adamları, inanç noktasında halkı bu şekilde saptırıp kendilerini yarı ilahi bir konuma yükseltirken diğer yandan da dünyevi olarak Kilise teşkilatına çeşitli haklar ve yetkiler veren düzenlemeler geliştirmişler ve halkın sırtına “din vergisi” adıyla ağır bir vergi yüklemişlerdi.
İşte, hiçbiri Allah’ın hükmüne dayanmayan bu kurallarla biçimlendirilmiş rejime/düzene Avrupa’da teokrasi deniliyordu ve Avrupalı düşünce adamlarının “teokrasi” diyerek karşı çıktıkları da bu Papalık düzeniydi.
İslam inanç ve kültüründe dini konularda derinlemesine bilgi sahibi olan, bildiği ile amel eden ve bu bilgileri insanlara aktaran/tebliğ eden kimselere âlim denir. İslam âlimleri, kendilerine mutlak anlamda sorgusuz sualsiz itaat edilmesi gereken, kullar ile Allah arasında aracı olan yarı ilahi konumu bulunan kimseler değillerdir. Aksine İslam âlimleri şanı yüce Allah’ın koymuş olduğu ölçü ve hükümlere uymakla mükellef olan ilk kişilerdir. Onların değer ve şerefi Allah’ın şeriatına uydukları müddetledir. Allah’ın hükümlerinden ayrılıp kendi hevâ ve heveslerine uydukları an onların hiçbir değer ve şerefleri kalmaz. Onlara itaat edilmez, onlara hürmet edilmez, onlara tabi olunmaz. Dolayısıyla İslam’da ayrı ve ayrıcalıklı bir din adamları sınıfı bulunmaz.
Bu sebeple İslami devlet anlayışı, Hristiyanlıkta olduğu gibi asla teokratik bir devlet anlayışı değildir. Çünkü İslam’da; âlimlerin yahut devlet başkanlarının yarı ilahi bir makamı yoktur. Onlar Allah ile kullar arasında aracı değillerdir. Bu manada bir kutsiyetleri de yoktur. Onların sınırsız egemenlik ve hâkimiyet hakları yoktur. Ağızlarından çıkan her söz Allah’ın sözü ve buyruğu değildir. Onlar sorgusuz sualsiz mutlak itaat makamı da değillerdir.
İslam şeriat düzenini belirleyen iki temel esas vardır. Allah’ın kitabı Kur’an-ı Kerim ve Rasûlünün sünneti. İslam âlimleri de dâhil olmak üzere İslam’a iman eden bütün Müslümanlar ancak bu iki temel kaynağa uymak zorundadırlar. İslam âlimlerine veya idarecilerine tabi olup onlara itaat etmenin yegâne şartı; onların Allah’ın hükmüne boyun büküp o hükümleri vaaz etmeleri ve uygulamalarıdır. Allah’ın hükmüne asi olduklarında ise onlara hürmet ve itaat yoktur.
Dolaysıyla İslami yönetim, Allah adına kanun koyan değil Allah’ın kanunlarını/Şeriatını tatbik eden bir yönetim biçimidir. Bu sebeple İslami yönetim ile Batıda dini kurallara dayandığı iddia edilen, papalığın yarı ilahi makam olarak görüldüğü, mutlak egemenlik ve hâkimiyet hakkının olduğuna inanıldığı teokratik yönetim arasında mahiyet bakımından hiçbir benzerlik yoktur. Bu nedenle Türkiye’de bazı İslam düşmanı çevrelerin ısrarla söylediği gibi “Müslümanların kendi inançlarına uygun bir devlet düzeni talebi” asla Batı’daki gibi Teokratik bir rejim talebi değildir.
Batı dünyasında, kutsanmış din adamlarının sınırsız yetkilerle siyasal gücü elinde bulundurdukları ve zorba hükümlerle toplumları yönettikleri teokratik düzene karşı başkaldırış olan laiklik, İslam toplumları için anlamsız, lüzumsuz bir kavram ve uygulamadır. Batı dünyasının kendi tarihi sürecinde yaşanan vakıalar neticesinde ortaya çıkan Laikliğin İslam toplumlarında ısrarla uygulanmaya çalışılması demek, aslında Allah’ın otoritesine ve Müslümanların yaşam biçimlerine karşı çıkmak demektir.
İslam karşıtı bu laik çevreler, Müslüman halkın tepkisini çekmemek için “Biz İslam’a ve Müslümanların yaşam biçimine karşıyız.” demezler. Bunun yerine “Batıda Kilise merkezli din adamlarının yaptıkları zulümleri anlatarak “İşte biz dini kurallara dayalı teokratik düzene/rejime karşıyız.” derler. Aslında onların teokratik düzen diyerek karşı oldukları şey İslam’ın kanun ve hükümlerinin sosyal hayata hâkim olup uygulanmasıdır.