Tarihin Puslu Olayları – Nedim Bal / 2024 Şubat / 135. Sayı
Osmanlı Devleti padişahı Sultan Abdülhamid’in bir darbe ile tahttan indirenlerin buna sebep olarak gösterdikleri 31 Mart vakasını incelediğimiz yazı serimizin beşincisine geldik.
Takriben 30 yıl boyunca Sultan Abdülhamid’le amansız bir şekilde mücadele eden emperyalist Avrupa devletleri ve onların ülke içindeki batı ruhlu mankurtlaşmış yerli uzantıları maalesef sonunda amaçlarına ulaştılar.
Sultan Abdülhamid Tahttan İndiriliyor
Sultan Abdülhamid, 31 Mart 1909’da gerçekleşen hadiselerin tarafı değildi. Olayların önüne geçmek için de elinden geleni yaptı fakat buna muvaffak olamadı.
Kökü dışarıda olan İttihat ve Terakki Cemiyetinin Sultan Abdülhamid’i etkisiz hale getirip iktidara tam olarak hâkim olması için 31 Mart olayları güzel bir kılıf olmuştu.
Bazı tarihçiler bu olup bitenin baştan sona çok profesyonelce kurgulanmış bir tertip olduğunu ifade etmişlerdir. Çünkü halk üzerinde büyük bir etkisi olan 2. Abdülhamid’i tahttan indirebilmek için kuvvetli bir sebebe dayanmaları gerekiyordu. Bu nedenle şartların olgunlaşması için yaptıkları zulümlerle insanları adeta isyan noktasına getiren, onları sokağa döken, sonrasında gelişen hadiseleri tertip eden ve devletin başını tahttan indiren gizli elin bizzat İttihat ve Terakki cemiyeti olduğu bilinen bir gerçektir.
Kendi elleriyle tahta çıkardıkları Sultan Abdülhamid’i istedikleri gibi yönetemeyen, umdukları hedeflere ulaşamayan aksine çıkarlarının iyice tehlikeye girdiğini anlayan Avrupa devletleri ve Yahudiler; “meşrutiyeti ilan etmesi şartıyla” tahta çıkardıkları Abdülhamid’i tahttan indirmeye karar verdiler.
Bu amaçlarına ulaşabilmek için aparat bir örgüt olarak kurdukları ve yeri geldiğinde milliyetçi, yeri geldiğinde dindar, yeri geldiğinde vatansever bir görüntü veren İttihat Terakki fırkası üzerinden bu hedeflerine ulaşma çabası içine girdiler. Bu çabaların en önemlisi ise 31 Mart olaylarının tertip edilmesiydi. Çoğunluğu Yahudi dönme ve masonlardan oluşan İttihatçıların bizzat kendilerinin olgunlaştırıp sebep olduğu 31 Mart olaylarının faturası Sultan Abdülhamid’e kesilecek böylece tahttan ve halifelikten “hal” yani azledilecekti.
O günkü devlet protokolü gereğince yapılan bu alçakça girişimin meşru olabilmesi için dini fetva alınması şarttı ve fetvanın şeriat hükümlerine uygunluğunu denetleyen ‘Fetva Eminliğince’ tasdik edilmesi gerekiyordu.
“Hal fetvasının” ilk metni/müsveddesi Elmalılı Hamdi (Yazır) Hoca tarafından kaleme alındı. Sultan 2. Abdülhamid’in tahtan indirilmesine dini gerekçe olarak şunlar uydurulmuştu: “Zorbalık, diktatörlük, 31 Mart’a sebep olmak, Kur’an- ı Kerim ve dini kitapları yaktırmak, devlet malını israf etmek (!)”
Bu uydurulan fetvadan sonra fetvanın geçerli olabilmesi için tek bir aşama kalmıştı o da Fetva Emini’nin bu fetvanın altına imza atması. Derhal Fetva Emini Hacı Nuri Efendi, Meclis’e davet edilmiş ve onayı istenmişti.
Hal fetvası ile ilgili metin Fetva Emini Hacı Nuri Efendi’nin önüne geldiğinde büyük bir şaşkınlık yaşayan Nuri Efendi metne fetva vermek yerine derhal istifasını sundu.
Çünkü Sultan Abdülhamid’e yöneltilen suçlar inandırıcı değildi. Sultan Abdülhamid’in 31 Mart’ı engellemek için gösterdiği çabayı neredeyse tüm İttihatçılar biliyordu.
Kur’an-ı yaktırdığına dair iddialar doğru fakat eksikti. Sultan, Almancadan tercüme edilen Türkçe mealleri toplatmıştı. Bu eserler son derece kötü tercüme edilmişti ve yanlış bilgilerle doluydu. Ümmetin halifesi olması sıfatıyla bu duruma müdahale etmemesi ve yanlış tercümelerin/tahriflerin halk arasında yaygınlaşmasına müsaade etmesi beklenemezdi elbette… Üstelik Kur’an-ı Kerim’i, Sahih-i Buhâri’yi, Şifa-i Şerif’i on binlerce nüsha bastırıp dağıttıran Sultan şimdi onları yakmakla suçlanıyordu!
İsraf konusuna gelince; israf konusu inandırıcılıktan son derece uzaktı, çünkü Abdülhamid cimri denilecek düzeyde tasarrufluydu. Bunu herkes biliyordu.
Fetva emini Hacı Nuri Efendinin ısrara ve tavsiyesi üzerine “hal” edilmesi maddesi çıkarılmış yerine Sultan Abdülhamid’in tahttan kendiliğinden feragat etmesi yahut meclis kararı olması maddeleri yazılmıştı. Yeni metin bu şekilde kaleme alınmış ve bu yeni metnin altına imza atması istenmiştir. Bu seferde fetva emini Hacı Nuri Efendi istifasını bahane ederek kendisinin imza yetkisi olmadığını söyleyip bu fetvanın altını imzalamak istememiştir. Bu gelişme üzerine Talat Bey, Ahmet Rıza Bey ve Pertev Paşa’dan oluşan darbe heyeti Fetva Emini ile özel bir görüşme yaparlar. Bu esnada İttihad ve Terakki’nin İstanbul meb’usu Mustafa Asım Efendi hışımla içeri dalar. Fetva Emini Hacı Nuri Efendi’yi odanın bir köşesine sürükleyip kulağına bir şeyler söyleyerek tehdit eder.
Bu tehditten sonra Hacı Nuri Efendi fetvayı istemeye istemeye “hal fetvasını” mühürleyip imzaladı. (Süleyman Tevfik Bey/ 2. Meşrutiyetten Cumhuriyete Hatıralarım)
Ardından da Şeyhülislam Mehmed Ziyaeddin Efendi, “el cevap, olur” notunu ekleyip hal fetvasının altına mührü bastı.
Ardından 27 Nisan 1909 günü Âyan ve Mebusan meclislerinin ortak toplantısında, Şeyhülislam Mehmed Ziyâeddin Efendi’nin imzası bulunan bu fetva gerekçe gösterilerek Sultan 2. Abdülhamid’in tahtan indirilmesine ve Veliaht Mehmed Reşad Efendi’nin tahta çıkmasına oybirliğiyle hükmedildi.
İşin tuhaf tarafı bu karara sadece Hristiyan Rum azınlığı temsil eden meclis üyesi Yorgiyadis itiraz etmiş ve “Yazıktır, günahtır” diye bağırmıştır. Bunun üzerine orada bulunanlar tarafından hainlikle suçlanmış ve hemen susturulmuştur.
Sultan Abdülhamid’e Yapılan Tebliğ
Sultan Abdülhamid’e “hal kararı” yani görevden azledildiğine dair tebliği yapan heyet 4 kişilik bir heyetti. Bu heyette şu kimseler bulunuyordu:
Arif Hikmet Paşa; Müslüman azınlıklardandı. Gürcü asıllıydı. Gençliğinde Sultan Hamid’in yaverleri arasındaydı. Daha sonra Padişah’ın isteği ile meclis üyesi olmuştu. Arif Hikmet Paşa Abdülhamid Han’ın birçok maddi manevi ihsanından yararlanmıştı.
Abdülhamid Han’a tahttan indirildiğini bildiren heyetin ikinci üyesi Arnavut Esad Paşaydı. O da müslüman azınlıklardandı. Sultan Hamid tarafından jandarma erliğinden paşalığa kadar yükseltilmişti. Padişahın önüne çıktıklarında, heyetin önünde önce o konuşmuş, her türlü saygı kurallarını bir yana bırakarak: “Millet seni azletti!” demiştir.
Heyetin üçüncü üyesiyse bir Ermeni Katoliği olan Ermeni Aram idi. Hemen hemen bütün Ermeni ayaklanmasında yer almış, her fırsatta Padişaha duyduğu nefretini dile getirmiş ama Abdülhamid Han ona el sürmemişti.
Heyetin dördüncü üyesi ise Selanik Milletvekili, Yahudi Emmanuel Karasu idi. Tanınmış bir Musevi aileden gelen ve Selanik’in ünlü avukatlarından olan Emmanuel Karasu, 1904’te Zürih’te yapılan Siyonist Kongresinden sonra, Padişahı özel olarak ziyaret etmişti…
Sultan 2. Abdulhamid’in tahttan indirildiğini bildiren heyette bir Yahudi, bir Ermeni, bir Gürcü, bir Arnavut bulunması ve hepsinin ortak özelliğinin mason olması aslında Osmanlı Meclisi ve üst yönetiminin kimlerin elinde olduğunun da acı bir göstergesiydi. Bu durum bize 2. Abdulhamit’in neden meclisi feshetmek istediğini de anlatmaktaydı. Çünkü meclisin çoğunluğu Ermeni, Rum, Yahudi dönmeleri ve yerli masonlardan oluşuyordu.
Sultan 2. Abdulhamid kendisinin meclis tarafından “hal’i” (görevden alındığı) tebliğ edilince bunun gerekçeleri nelerdir? diye sordu. Kendisine hal fetvasının gerekçeleri okundu. Gerekçelerin uydurulmuş bir bahane olduğunu heyet dahil herkes biliyordu. Bunun üzerine Sultan Abdülhamid “Ben 33 sene millet ve devletim için, memleketimin selameti için çalıştım. Hakimim Allah ve beni muhakeme edecek de Rasûlullah’tır. Bu memleketi nasıl buldumsa öylece teslim ediyorum. Hiç kimseye bir karış toprak vermedim. Hizmetimi ancak Cenab-ı Hakk’ın takdirine bırakıyorum. Ne çare ki düşmanlarım bütün hizmetime kara bir çarşaf çekmek istediler ve muvaffak da oldular.”
Ve saraydan çıkmadan önce son sözü şu oldu: “Benden sonra bu devleti 10 yıl idare etsinler, 100 yıl idare etmiş sayacağım!”
Maalesef sultan Abdülhamid’in bu sözü doğru çıktı. Tahttan indirildikten tam 9 yıl 6 ay 3 gün sonra, yani 10 yılın dolmasına 6 ay kala Osmanlı Devleti yıkıldı ve Cumhuriyet rejimi kuruldu.
Abdülhamid’in Tahtan İndirilişinde Masonların Etkisi
Osmanlı coğrafyasında Siyonizm’e geçit vermeyen İslam Halifesinin yüzüne karşı azledildiğine dair kararı okuyan bir mason ve Yahudi idi. Nitekim Abdülhamid Han, Selanik’te sürgünde iken muhafaza memuru Debreli Zinnur’a “Bana en çok dokunan husus, ‘hal’ kararını mason bir Yahudi’nin tebliğ edişi olmuştur” diyerek üzüntüsünü ifade etmiştir.
Masonların, Sultanın tahttan indirilmesindeki rolü elbette bu dört şahsın Yıldız Sarayı’na bildiriyi ulaştırmasıyla sınırlı değildi. Sultan Abdülhamid’den sonra masonluk ilk kez Osmanlı coğrafyasında kurumsallaştı ve Maşrık-ı Azam-ı Osmani, yani Osmanlı Büyük Mason Locası kuruldu. Büyük Üstadlığa ise İttihat ve Terakki’nin önde gelen ismi Talat Paşa getirildi.
Nitekim Masonların yayın organı “Tesviye” dergisinin editörü üstat Mason Celil Layiktez de “İslam Ülkelerinde Masonluk” başlıklı makalesinde Osmanlı Devleti’nde masonluğun nasıl kökleştiğini anlatır. Abdülhamid Han’ın tahttan indirilmesine giden süreçte masonların oynadığı rolü anlatan Layiktez’in “Hareket Ordusu, masonlar tarafından örgütlendi ve yönetildi” ve “Sultan Abdülhamid’e tahttan indirildiğini tebliğ eden milletvekilinden oluşan heyettekilerin tamamı masondu. Dahası 31 Mart ayaklanmasını bastıran “Selanik’teki Hareket Ordusu’nu organize eden İttihat ve Terakki, Emmanuel Karaso’nun başkanı olduğu locada organize oluyordu” demiştir. (Ali Kuş/Derin Tarih /11 Mayıs 2017)
Sultan Abdülhamid Sonrası
27 Nisan 1909 günü 2. Abdülhamid tahtan indirildi. Onun yerine Reşat Efendi’nin 4. Mehmet Reşat unvanıyla tahta çıkarılması kararlaştırıldı.
Bundan sonra kurulan sıkıyönetim mahkemeleri 31 Mart Olayında rolü olanları yargıladı. İstanbul’daki bu hareket ortadan kaldırıldıktan sonra 30 Nisan 1909’dan itibaren Hareket Ordusu birlikleri Selanik’e geri dönmeye başladı.
Sultan Abdülhamid’in tahtan indirilmesinden sonra İttihat ve Terakki cemiyeti 1909 ve 1918 yılları arasında tamamen Osmanlı Devleti’nin idaresinde etkili oldular. Özellikle 1 Haziran 1913’de daha önce beraber hareket ettikleri fakat daha sonra aralarında anlaşmazlıklar çıkan sadrazam Mahmut Şevket Paşa’nın bir suikast sonucu ortadan kaldırılmasıyla İttihat ve Terakki Cemiyetinin mutlak iktidarı önündeki son engel de kalkmış oldu. Böylece birinci dünya savaşının sona erdiği tarihe kadar toplam 5 yıl 4 ay süreyle İttihat ve Terakki ülkeyi tek başına ve mutlak bir güçle yönetti. Mutlak bir hakimiyetle yönettikleri 5 yıl içerisinde yaptıkları icraatlerle de Osmanlı Devletinin sonunu hazırladılar.
-Devam edecek-