Kapak Dosya – Hakan Sarıküçük / 2022 Aralık / 121. Sayı
İnsanoğlu, hayat ve ölümün kimin daha güzel davranacağını sınamak için Allahu Teâlâ tarafından yaratıldığından habersiz bir şekilde yaşar gider.[1] Sağlığını ve vaktini güzelce değerlendiremeden ömrünü geçirir.[2] İnsanı çok iyi tanıyan şeytan Âdem aleyhisselam’ı bile: “Ey Âdem! Sana ebedilik ağacını ve yok olmayacak bir saltanatı göstereyim mi?” (Taha, 120) demek suretiyle insan fıtratında yer alan ebedi yaşama isteği ile birlikte yok olmayacak bir saltanat arzusu içinde olduğunu bildiği için onu kandırmıştır. Dolayısıyla ebedi yaşam isteği ve ölümden hoşlanmamak insanoğlunun fıtratında var olan duygulardandır. Peygamber efendimiz de bu gerçeği şu şekilde ifade etmektedir: “Âdemoğlu büyürken beraberinde şu iki şey de büyür: Mal sevgisi ve uzun ömür/yaşama isteği.”[3]
Oysa cennette bunların hepsi mevcuttur. Ölmemek üzere bir hayat, hastalanmamak üzere bir sağlık, asla ihtiyarlığı olmayan bir gençlik ve darlığı olmayan bir bolluk. O halde insan geçici faydalanma yurdu olan dünya için değil, ebedi olarak kalınacak ahiret hayatı için hazırlanmalıdır.
Yaşlılık, âdemoğlunun iyisiyle veya kötüsüyle geride bıraktığı ömrünü sorgulama zamanı, kendisini ölüme her zamankinden daha yakın hissettiği ömrünün sonbaharı, daha başka bir ifade ile bazı kimseler için vuslata uzanan yolun son durağıdır. Peygamber efendimiz: “Âdemoğlu kendisini kuşatan ölümcül tehlikelerle birlikte var edilmiştir. Bu tehlikeleri atlatsa bile, ihtiyarlığa yakalanır ve neticede ölür.[4] buyurmaktadır.
Dünyaya gelen her insan, eğer ömrü yeterse bir gün yaşlanır. İhtiyarlık insanoğlunun hayatında geçirdiği merhalelerin en sonuncusudur ki bundan sonraki aşama Rabbimizin herkesin tadacağını bildirmiş olduğu ölümdür.[5] Ölüm ise bir yok oluş değil aksine Yüce Rabbimize açılan bir kapıdır. “Mümin kişi Allah’ın rahmeti, rızası ve cenneti ile müjdelendiğinde Allah’a kavuşmayı diler. Allah da ona kavuşmayı diler. Kâfir kişi ise Allah’ın azabı ile müjdelendiği vakit Allah’a kavuşmaktan hoşlanmaz. Allah da ona kavuşmaktan hoşlanmaz.[6] İşte bu sebepledir ki Yüce Rabbimiz, önderimiz ve rehberimiz olan Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem’e dünyada dilediği kadar yaşamak yahut kendisine kavuşmak arasında bir tercih yapmasını istediğinde O, Rabbine kavuşmayı istemiştir.
Oysa kâfir olan kişiler için dünya kendisinden ayrılmayı istemeyecek kadar güzel ve değerli olduğundan onlardan hiçbiri asla ölmeyi temenni etmez. “Sen onların, (ölümü arzu etmek şöyle dursun,) insanlar içerisinde yaşamaya en düşkünü hatta müşriklerden bile daha tutkun olduklarını göreceksin. Hepsi de ister ki, bin yıl ömür sürsünler. Oysa uzun süre yaşamaları, kendilerini azaptan kurtaracak değildir. Hiç kuşkusuz Allah, yaptıkları her şeyi görmektedir.” (Bakara, 96)
Yüce Rabbimiz Kur’an-ı Kerim’de ihtiyarlık dönemini “erzelu’l-Umr” yani ömrün en rezil, en düşkün dönemi olarak şu şekilde ifade etmiştir: “Allah, sizi yarattı. Sonra sizi öldürecek. İçinizden kimileri de, bilgili olduktan sonra hiçbir şeyi bilmesin diye ömrünün en düşkün çağına ulaştırılır. Şüphesiz Allah hakkıyla bilendir, (her şeye) hakkıyla gücü yetendir.” (Nahl, 70)
He hastalığın bir şifası vardır. Ancak Allahu Teâlâ ihtiyarlığın tedavisini yaratmamıştır.[7] Ömrü olan herkes yaşlanacağına göre insanoğlu, ihtiyarlık gelmeden önce sâlih ameller yapmak suretiyle hayat sermayesini şuurlu bir şekilde kullanmayı bilmelidir. Hadis-i şerifte, kemal yaşına erdikten sonra dünya hayatı sona erenlerin, yapamadıkları iyilikler sebebiyle ilahi huzurda bahanelerinin kalmayacağı şu şekilde ifade edilmiştir: “Allahu Teâla altmış yıl ömür verdiği kişinin mazeret gösterme imkânını ortadan kaldırmıştır.”[8]
İhtiyarlık, insanın akli ve bedeni birçok kabiliyetinin zayıfladığı hatta yok olduğu bir dönemdir. İnsanoğlu her geçen gün vücudundaki değişikliklere tanıklık eder. Daha küçücük bir bebek iken büyümüş, çocukluğunu geçirmiş, gittikçe güçlenmiş, olgunlaşmış ve gün gelmiş neticede tıpkı çocukluk dönemindeki gibi güçsüzleşmiş, düşünce ve idrak gücünü kaybetmiş, beli bükülmüş, cildi kırışmış, eskisi gibi göremez ve işitemez olmuştur. Eskiden olduğu gibi koşamaz, yürüyemez, çalışamaz olmuş kısacası güçlü halde iken yaptıklarını yapamaz bir hale gelmiştir. Nitekim Rabbimiz insanın geçirdiği bu aşamaları şöyle beyan etmektedir: “Bununla beraber kimin ömrünü uzatıyorsak, yaratılışta onu (güç ve kuvvetini alarak) tersine çeviriyoruz. Hâlâ akıllanmayacaklar mı?” (Yasin, 68)
“Allah sizi güçsüz olarak yaratan, sonra güçsüzlüğün ardından bir güç veren sonra gücün ardından bir güçsüzlük verendir. O dilediğini yaratır. O hakkıyla bilendir. Hakkıyla kudret sahibidir.” (Rum, 54)
Bu gerçeği en iyi şekilde bilen Peygamber efendimiz dualarında çoğu kez ihtiyarlık sebebi ile gelen acizlikten Allah’a sığınmıştır: “Allah’ım! Cimrilikten, tembellikten, ömrün en rezil/düşkün zamanından, kabir azabından, hayatın ve ölümün fitnesinden sana sığınırım.”[9]
Ancak şunu da bilmek gerekir ki imanla bezenmiş uzun bir ömür inanan kişiye iyiliklerini artırması için bir fırsattır.[10] İman edip Allah’a ve Rasûlüne gönülden bağlanan ve bu uğurda saçını ağartan bir insan Allah katında hanesine sevaplar yazılarak, günahları bağışlanarak ve derecesi yükseltilerek mükâfatlandırılır.[11]Hatta Peygamber efendimiz “ Kim saç ve sakalını Allah yolunda (çalışırken) ağartırsa, bu (beyazlık) kıyamet günü kendisi için bir nur olur”[12] buyurmak suretiyle böyle kişileri onurlandırmıştır.
Dünya nasıl ki ahiretin tarlası ise ihtiyarlık da bir açıdan gençliğin hasat vaktidir. İnsan gençlik zamanında ne ekmişse yaşlılığında da onu devşirecektir. İhtiyarlık geçmişin muhasebesinin yapıldığı, tecrübe ve birikimlerin yeni kuşaklara aktarıldığı, anılarla yaşanılan bereketli bir dönemdir. Gençlik döneminde elde ettiği bilgi, tecrübe ve donanımlarıyla yılların verdiği olgunluğu birleştirebilen bir ihtiyar bu birikimini kendisinden sonra gelecek nesillere aktarmalıdır ki bu sayede gelecek nesillere ve gençliğe bir faydası dokunmuş olsun. Onları yetiştirirken bir yandan da kendi itibarını artırmış olur. Böylece o, toplumda kendisine danışılan, görüşlerine değer verilen, üretken ve faydalı biri olur. Zaten ihtiyar kelimesi: “seçkin, seçilmiş, tecrübeli” manalarına gelmektedir.
İnsan birlikte yaşamanın gereği olarak çevresi ile sürekli irtibat halinde olmak, insani ilişkilerini sürdürmek ister. İhtiyarlık döneminde ise bu bağlılığı daha da artar. Bu dönemde ihtiyarları sosyal ortamlardan uzaklaştırmak, onları dışlamak, mutsuzluğa ve yalnızlığa onları itmek demektir. Hâlbuki Peygamber efendimiz: “Beli bükülmüş ihtiyarlar, süt emen bebekler ve otlayan hayvanlar olmasa idi, üzerinize azap yağardı”[13] buyurarak ihtiyarların içinde yaşadıkları toplum için bir rahmet kaynağı olduklarını ve diğer insanların onların vesilesi ile nimetlere kavuştuklarını bildirmiştir.
Yaşlılara gösterilen hürmet ve saygı, azaptan kurtaran bir rahmet vesilesi olduğu gibi aynı zamanda insanı birçok kaza ve beladan kurtaran çok büyük bir nimet ve rızık vesilesidir. Peygamber Efendimiz hayatı boyuna düşkün ve muhtaç kimselerin bakımlarını üstlenmiş, Allah’ın kullarına olan yardım ve rızıklandırmasının zayıf kimseler hürmetine olduğunu ifade etmek üzere: “Düşkünleri görüp gözetiniz; zira siz, ancak düşkünleriniz sayesinde yardım görür ve rızıklandırılırsınız”[14] buyurarak bizleri ikaz etmektedir. Bu sebeple ihtiyar kimseleri ziyaret etmek onların kendilerini daha iyi hissetmelerini sağlayacak, içlerinde yalnızlık çeken kimsesi bulunmayan kişileri hayat bağlayacak, yalnızlığın verdiği sıkıntı ve bunalımlara engel olacaktır.
Ayrıca Peygamber efendimiz, ashabına anne babaya iyiliğin önemini vurgulamak için mağarada mahsur kalan üç kişiden bahsederek onların hikâyesini anlatmıştır.[15]
Hepimize ders olacak olan bu kıssayı Hazreti Ömer radıyallahu anh’ın oğlu Ebû Abdurrahman Abdullah bin Ömer radıyallahu anhuma rivayet eder. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i şöyle buyururken dinlediğini anlatır: “Sizden önce yaşayanlardan üç kişi bir yolculuğa çıktılar. Akşam olunca, yatıp uyumak üzere bir mağaraya girdiler. Fakat dağdan kopan bir kaya mağaranın ağzını kapattı. Bunun üzerine birbirlerine: “Yaptığımız iyilikleri anlatarak Allah’a dua etmekten başka bizi bu kayadan hiçbir şey kurtaramaz” dediler. İçlerinden biri söze başlayarak: “Allah’ım! Benim çok yaşlı bir annemle babam vardı. Onlar yemeklerini yemeden çoluk çocuğuma ve hizmetçilerime bir şey yedirip içirmezdim. Birgün hayvanlara yem bulmak üzere evden ayrıldım. Onlar uyumadan önce de dönemedim. Eve gelir gelmez hayvanları sağıp sütlerini annemle babama götürdüğümde, baktım ki ikisi de uyumuş. Onları uyandırmak istemediğim gibi, onlardan önce ev halkının ve hizmetkârların bir şey yiyip içmesini de uygun görmedim. Süt kabı elimde bütün gece şafak atana kadar başlarında uyanmalarını bekledim. Çocuklar etrafımda açlıktan sızlanıp duruyorlardı. Nihayet uyanıp sütlerini içtiler. Rabbim! Şayet ben bunu senin rızanı kazanmak için yapmışsam, şu kaya sıkıntısını başımızdan al!” diye yalvardı. Kaya biraz aralandı fakat çıkılacak gibi değildi…[16]
Özellikle günümüzde evlatların, batı kültürünün de vermiş olduğu etki sebebiyle ana-babalarına önem vermeyişleri, onlardan uzak bir hayat sürmeleri onları ziyaret etmek şöyle dursun onları “Daru’l Aceze” gibi kimsesi bulunmayan kişiler için yapılmış yerlere atıp bırakmak suretiyle hayatlarından çıkarmaları ve evlatlarından kopuk bir halde onları ölüme terk etmeleri ne büyük bir vefasızlıktır. Ana-babanın evlatları uğruna katlandıkları birçok zorluk ve sıkıntıya karşı onlara gösterilen bu muamele tam manası ile bir hainlik ve nankörlüktür. Yaşlı kimselerin varlıklarına tahammül edememek, onlardan tiksinmek, bir an önce ölmelerini arzu etmek gibi menfi tavır ve düşüncelerin İslam ahlakında yeri yoktur.
Oysa Peygamber efendimiz: “Rabbin rızası, anne babanın rızasına bağlıdır. Rabbin öfkesi ise anne babanın öfkesine bağlıdır”[17] buyurmak suretiyle anne babayı hoşnut etmenin Allah’ı hoşnut etmek gibi olduğunu ifade etmiştir. Onları hoşnut etmenin en güzel şekli ise sık sık ziyaretlerine gitmek hatta bundan da öte onları eskiden olduğu gibi aile fertleri arasına dahil ederek onlarla birlikte yaşayabilmektir.
Anne babası, kendi yanında yaşlanıp da onlara hürmet ve ihsanda bulunmayan kimsenin durumunun ne derece vahim olduğunu anlatırken Peygamber efendimiz onun hakkında “Burnu yere sürtünsün” şeklinde buyurmaktadır. Bu ifadeyi üç kere tekrarlayan Peygamber efendimize ashabı: “Kimdir bu kişi?” diye sorunca: “Yanında annesi ile babasından biri yahut her ikisi ihtiyarlayıp da cennete giremeyen kişidir”[18] buyurmak suretiyle cennete girebilmeyi anne babayı hoşnut etme ile ilişkilendirmiştir.
“Rabbin, kendisinden başkasına asla ibadet etmemenizi, anaya-babaya iyi davranmanızı kesin olarak emretti. Eğer onlardan biri ya da her ikisi senin yanında ihtiyarlık çağına ulaşırsa, sakın onlara “öf!” bile deme; onları azarlama; onlara tatlı ve güzel söz söyle. Onlara merhamet ederek tevazu kanadını indir ve de ki: “Rabbim! Tıpkı beni küçükken koruyup yetiştirdikleri gibi sen de onlara acı.”(İsra, 23-24) ayeti kerimelerinde de ifade edildiği gibi evlat anne babasına bu şekilde bol bol dua edeceği gibi onların hayır dualarını da almaya çalışmalıdır. Çünkü onların duası reddedilmeyecek dualar arasındadır.[19]
Yaşlı annesinin bütün ihtiyaçlarını gidererek onun hayır duasını almayı başaranlardan biri de Ebu Hureyre radıyallahu anh’dır. Annesi ihtiyar halinde kendisine müşfik davranan oğluna şöyle dua ediyordu: “Sen, yaşlı halimde bana nasıl iyilik ve ihsanda bulunduysan, Allah da sana öyle merhamet etsin.”[20]
Peygamber efendimiz bir hadisi şeriflerinde: “Allahu Teâlâ sünnete bağlı bir şekilde istikamet üzere yaşayan, saçları ağarmış ihtiyar bir Müslüman kendisine dua etiğinde, kuşkusuz ona istediğini vermemekten hayâ eder”[21] buyurmak suretiyle ihtiyar kimselerin dualarının kabul olunacağını ifade etmiştir.
Acaba bizler yeteri kadar yaşlılarımıza hürmet ediyor muyuz? Dinimiz, ihtiyarlara hürmet etmeye büyük önem verirken ne yazık ki bu konudaki durumumuz pek de iç açıcı değildir.
Özellikle günümüzde toplu taşıma araçlarında yaşlılar ayakta beklerken gençler bacak bacak üstüne atıp rahatlıkla oturabiliyorlar. Yaşlılar artık görmezden geliniyor. Eskiden onlar için koltukların yanında yazılı bulunan: “bu koltuklar yaşlılar ve engelliler içindir” yazıları ya bulunmamakta ya da küçük görsellerle gizlenmektedir. Olanları da maalesef gençler tarafından işgal edilmektedir. Oysa bizim toplumumuz böyle bir toplum değildi. Atalarımız böyle kişiler değillerdi. Ne zaman bizler onları önemsemeyip başka kültür akımlarına kapıldık işte o andan itibaren bütün değerlerimizi yavaş yavaş? yitirmeye başladık. Batı toplumunun kokuşmuş değerleri ve bozuk ahlâkı maalesef bizim dini ve örfi değerlerimizi altüst etti.
İhtiyarlara gösterilen hürmet aynı zamanda toplumsal hayatı düzenlemeye yardımcı olur. Bir gün kendisi de ihtiyarlayacak olan genç yaşlılara hürmet göstermekle aslında kendi geleceğine yatırım yapmaktadır. Peygamber efendimiz bu durumu şöyle bildirir:
“Bir genç, ihtiyar bir kimseye, yaşından dolayı hürmet ederse onun yaşına varınca, Allahu Teâlâ’da ona yaşlılığında kendisine hürmet edecek birisini hazırlar.”[22]
Küçüklerin büyüklere selâm vermesi[23] ve söz hakkının öncelikle büyüklere verilmesi[24] bu düzeni sağlamaya yönelik uygulamalardandır. Ayrıca namaz kıldıracak kişilerin yeterlilik açısından eşit olmaları durumunda yaşı büyük olanın imam olmasını tavsiye ederek[25] ihtiyarların toplum içindeki itibarlarını korumaktadır.
Peygamber Efendimiz, Allahu Teâlâ’ya yemin ederek şöyle buyuruyor: “Müslüman olarak ihtiyarlayanlara Allah azap etmekten hayâ ederim buyurdu.” Bunu söyledikten sonra Peygamber Efendimiz ağladı. Ashab, Peygamber Efendimize ağlamasının sebebini sorunca, Peygamber efendimiz: “Allahu Teâlâ’nın kendisinden hayâ ettiği halde ondan hayâ etmeyene ağlıyorum”[26] buyurdu.
Peygamber efendimiz “Bereket büyüklerinizin yanındadır”[27] buyurarak bizzat ihtiyarlara hürmet göstermeye özen göstermiştir. Bir gün kendisini görmeye gelen yaşlı bir adam için insanların yer açmakta ağır davrandıklarını görünce: “Küçüğümüze merhamet etmeyen ve büyüğümüzün saygınlığını kabul etmeyen bizden değildir”[28] buyurmuştur.
Bunun yanında Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem gerek dünyevî gerekse uhrevî hususlarda ihtiyarlara daima kolaylık sağlanmasını tavsiye etmiştir. Malum olduğu üzere namazı çok uzatan imamı uyarırken yaşlı kimselere şöyle atıfta bulunmuştur:
“Sizden biriniz, insanlara namaz kıldırdığı zaman, hafif tutsun. Çünkü onların arasında zayıf, hasta ve yaşlılar vardır…”[29]
Peygamberimiz efendimiz bir başka hadis-i şerifinde ise şöyle buyurmaktadır: “İhtiyar bir Müslümana, Kur’an’ın belirlediği sınırları aşmayan ve ondan uzak kalmayan bir Kur’an hafızına ve adaletli devlet başkanına hürmet göstermek, Allah’a duyulan saygıdandır.”[30]
Peygamber Efendimiz Mekke-i Mükerreme’yi fethettiği zaman Hz. Ebubekir radıyallahu anh, yaşlı babası Kuhafe’yi Rasûlullah efendimizin huzuruna Müslüman olmak için getirir. Hz. Peygamberimiz ona: “Şu ihtiyarı buraya kadar yormayıp evinde bıraksaydın ben onu ziyaret ederdim” buyurarak yaşlılara hürmet etmenin ne denli önemli olduğunu bütün ashabına ve dolayısı ile bütün Müslümanlara göstererek güzel bir örnek olmuştur.[31]
Diğer taraftan Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem efendimiz savaş için gönderdiği mücahitlerine tavsiyede bulunurken, kadınların ve çocukların yanında ihtiyarlara da dokunmamalarını emretmiştir.[32]
Bugünün gençleri olarak bizler bu konu hakkında gerekli duyarlılığı gösterebilirsek yarın bizler de inşallah bize hürmet edecek nesillerle karşılaşabiliriz. Nitekim zamanında ana babasının veyahut kendinden büyük birinin yaşlılara olan hürmetini görerek büyüyen bir çocuk büyüklerinden aldığı eğitimin bir sonucu olarak büyüdüğü vakit kendinden büyük kimselere hürmet edecektir.
Konumuzu güzel bir atasözümüzle bitirelim:
“Ne ekersen onu biçersin.”
Gençlerimiz yaşlılara nasıl davranırlarsa, gençlere de yaşlılıkları halinde o zamanın gençlerinin aynı şekilde davranacağı kesindir. Meşhur bir kıssa vardır: Yaşlı babasını bir sepete koyup uçurumdan aşağı atmak isteyen oğluna, ihtiyar babası: “Oğlum beni at ama sepeti atma. Vakti gelince oğlun da seni sepetle atacak. Bari ikinci bir sepet parası vermeyesin” diyerek konumuzla alakalı olan durumu özetle ifade etmiştir.
Ne mutlu yaşlılarının değerini bilip, onlara sevgi, saygı ve hürmet gösteren kimselere!
Allahu Teâlâ, anamıza, babamıza, büyüklerimize, hocalarımıza ve yaşlılarımıza, Allah’ın ve Rasûlü’nün emrettiği şekilde hizmet etmeyi, hürmet göstermeyi, onların hayır dualarını almak suretiyle cennete girmeyi hak eden kullarından olmayı hepimize nasip eylesin,[33] âmin.
[1]. Mülk,2
[2]. Buhari, Rikak, 1
[3]. Buhari Rikak, 5, Müslim, Zekât, 115;
[4]. Tirmizi, Kader, 14
[5]. Ankebut, 57
[6]. Müslim, Zikir, 15
[7]. İbni Mace, Tıb, 1 Ebû Dâvûd, Tıb, 1; Tirmizî, Tıb, 2
[8]. Buhârî, Rikâk, 5.
[9]. Müslim, Zikir 52
[10]. Müslim, Zikir, 13
[11]. Ahmed b. Hanbel, II, 210.
[12]. Tirmizi, Fedailu’l Cihad, 9; Nesai, Cihad, 26
[13]. Taberani, Mucemu’l Kebir, XXII,309; Beyhaki, Sunenu’l Kubra, III,486.
[14]. Tirizi, Cihad, 24; Nesai, Cihad, 43
[15]. Müslim, Rikak,100
[16]. Buhârî, Büyû` 98, İcâre 12, Hars ve’l-müzârea 13, Enbiyâ’ 53, Edeb 5; Müslim, Zikir 100
[17]. Tirmizi, Birr,3
[18]. Müslim, Birr,10
[19]. Ebu Davud, Vitr, 29, Tirmizi, Birr, 7
[20]. Buhari Edebu’l Müfred, 18
[21]. Taberani, Mucemu’l Evsat, V, 270
[22]. Tirmizi, Birr,75
[23]. Buhari, İsti’zan, 4
[24]. Buhari, Cizye, 12; Müslim, Kasâme, 1
[25]. Müslim, Mesâcid, 291
[26]. Beyhaki
[27]. Hadis, Taberani’nin, mucemü’l Kebir isimli eserindedir. Suyuti, Camiü’s Sağir , 3. Cild 220. sahife, 3206 nolu hadis.
[28]. Tirmizi, Birr, 15
[29]. Buhârî, İlim, 28
[30]. Ebu davud, Edeb,20
[31]. İbn Hişam IV, 25
[32]. Vâkidî, Meğâzî, II, 758
[33]. Not: 2018 rakamlarına göre Türkiye’de 65 ve daha yukarı yaştaki nüfus, son 5 yılda yüzde 17 artarak, geçen yıl 6 milyon 895 bin 385 kişi olmuştur. Yaşlı nüfusun toplam nüfus içindeki oranı 2013’te yüzde 7,7 iken 2017 yılında yüzde 8,5’e çıkıştır. Özellikle yatağa bağımlı yaşlı sayısı ise bir hayli fazladır. Edinilen bilgiye göre 8 bin civarında huzurevlerinde sıra bekleyen yaşlı bulunmaktadır.