Yalnızlık Ve Salih Amel

Serbest Köşe – Ömer Ergül / 2014 Mayıs / 18. Sayı

Bizler yalnızlıklar çağının çocuklarıyız. Etrafımızda bulunan onca kalabalığa, onca ses ve haraketliliğe rağmen. Onca kalabalık dedim oysa onca karaltı demeliydim belki de… Sadece belli belirsiz birer görüntü. Herkes kendi içinde, herkes kendi yalnızlığını yaşıyor. Eğer bunların birer hakikat olduğuna inanmıyorsan, her zaman yaptığın gibi çık sokaklara, ellerin cebinde yürü ağır ağır insanların arasında ve bak suratlarına insanların. Bazılarının, kaybettikleri veya uzun zamandır görmedikleri birinin kendisine yönelmiş bakışlarını arıyormuşçasına etraflarına baktıklarını göreceksin. Bir otobüse bindiğinde bak insanlara. Her birinin kış günü bir duvar kenarına sığınmış soğuktan korunmaya çalışan bir sokak çocuğu misali bir köşeye sığındığını görürsün. Ve birçoğumuz en yakınlarımızla bile olduğumuzda bu yalnızlığı hissediyoruz. Hislerimizi, duygularımızı paylaşamıyoruz. İçimize atıyor, içimizde tutuyoruz.

Bizler hayata bir imtihan mekanı olarak bakıyoruz. Yalnızlık da bizim bu imtihanlarımızdan bir tanesi. Ve bu yalnızlıklarımız; bir gün işten atıldığımızda, okuldan uzaklaştırıldığımızda, eşimizden-çoluk çocuğumuzdan ayrılmak zorunda kaldığımızda; evimizde eşimizle, bir cemiyette arkadaşlarımız, dostlarımızla anlaşmazlığa düştüğümüzde içine yuvarlandığımız kuyu, hep yalnızlık kuyusu olacaktır. Böyle bir durumda kafanı ellerinin arasına almış ‘şimdi ne yapacağım’ derken kendini bulacaksın. Bir çıkış yolu arayacaksın, bir ışık, bir ses…

Bil ki, üzerine yuvarlanmış kayanın birazcık açılıp da çıkabilmen için bir fırsat aradığın mağaranın içindesin o zaman.(1) O ana kadar yapmış olduğun salih amellerin dışında oradan kurtuluş için hiçbir yolun yok. Üzerine kapanmış o kapıyı açacak hiçbir anahtarın yok.

Şimdi yalnızlıklar içindeki İnsanoğlunun dünya hayatının bitimi ile başlayacak kabir hayatına geçelim. Vefatımız üzerine eşimizin, çoluk çocuğumuzun, anne-babamızın, akraba ve dostlarımızın üzüntüler içerisinde bizi kabre koyup, üzerimize attıkları birkaç kürek topraktan sonra sırtlarını dönüp uzaklaşmalarını düşün. Ve sen yine yalnızsın. Seninle kabre kadar gelen senin dünyadaki yoldaşların olan eş ve dostların ile malın-mülkün geri döndüler. Seninle kalan ise yine salih amellerin oldu.(2)

Kıyamet gününün dehşetli anlarının Kur’an ayetlerinde nasıl anlatıldığını tefekkür et. Göreceksin ki o gün insan anne babasından, eşinden, çoluk çocuğundan kaçar ve kendi derdine düşmüştür artık.(3) En sevdiklerinden ayrılarak yine yalnızlığın ile yine yaptıkların ile baş başasındır.

İşte yalnız doğan, yalnız yaşayan, yalnız gömülen, yalnız kabir hayatı geçiren ve kıyamet günü kendi yalnızlığı ile baş başa kalan insanoğlunun macerası. Tüm bu yalnızlıklarında yanında olacak, onu Allah’ın rahmetine ulaştıracak tek arkadaşı salih amelleridir. Bunu çok iyi bilen Allah Rasulü’nün Ashabı, Rasulullah’a bazen ‘en faziletli amel hangisidir?’ diye, bazen ‘işlediğimde cennete gireceğim amel hangisidir?’ diye sorular sormuşlardır. Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem de onların durumlarına göre bazen zikirle dilin daima ıslak kalmasını, bazen çokça secde etmeyi, bazen cihadı, bazen anne-babaya iyi davranmayı emretmişlerdir. Onlar bu amelleri işlemek için birbirleri ile yarıştılar. Fakir olanları malı olmadığı ve infak edemediğinden dolayı üzüldüler. Cihad etmeye imkan bulamayanlara bu durum ağır geldi. Dünya da nimete kavuşup rahata erenleri, amellerinin karşılığını bu dünyada aldığını düşünüp hayıflandı. Bu onların salih amellere bakışlarıydı.

Yazıma son vermeden önce İslami bir atmosferden çok uzak bir toplumda yaşayan biz Müslümanların salih amelleri ellerinden geldiğince artırmaya çalışmalarının yanında neyin salih amel olduğuna da dikkat etmeleri gerekiyor. Bir şeyin salih amel olabilmesi için onun Şeriatça emredilmiş olması, yapılan bu işin Şeriata ittiba ve yalnız Allah’ın rızası aranarak yapılması, bu amel işlenirken Rasulullah’ın yaptığı, öğrettiği gibi gerçekleşmesi gerekir. Bunlardan birisi eksik kalırsa o iş salih bir amel olarak nitelendirilemez.

Bir de fazilet açısından amellerin gizli yapılması da önemli bir husustur.  Bu konu da sadakaların verilmesi meselesinde sağ elin verdiğini sol elin bilmemesi buyruğu ışığında hareket ederek amellerimizi artırmaya gayret etmeliyiz. Hz. Ebubekir radıyallahu anh, hilafeti zamanında geceleri yaşlı bir kadının hayvanlarını sağardı da kimse bilmezdi. Çünkü kimsenin görmediği bir yerde mutlaka bir gören var. Kimsenin takdir etmediği bir durumda o yapılan şeye bir kıymet veren var. Öyle öğretmedi mi Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem bizlere. “Bir Müslüman kardeşini güler yüzle (tebessümle) karşılamak dahi olsa, iyilikten hiçbir şeyi asla ve asla küçük görme(onu yap).”(4)

Ve unutma sen öyle bir Rabbe inanıyorsun ki onun yanında hiçbir iyilik kaybolmaz, zayi olmaz.(5) Buna kefil olan bizzat kendisidir. Ve en doğru söz onun sözüdür. O, vadinden dönmeyen, yerlerin ve göklerin Rabbi olan Allah’tır.

Rabbim bizleri salih ameller için koşturan kullarından kılsın. Tüm güç ve kuvvet ona aittir.

—————————————————-

1 Hz. Peygamber anlatıyor: Üç kişi yolda giderken sağanak yağmura yakalanıp, bir dağın mağarasına sığındılar.
Sığındıkları mağaranın önüne, dağın üzerinden bir kaya düşüverdi ve mağaranın ağzını kapattı. Bunun üzerine içlerinden biri şöyle dedi: “Allah için işlediğimiz bir iş varsa, hatırlayalım ve onu vesile ederek Allah’a dua edelim, belki bizi bu beladan kurtarır.” Bundan sonra içlerinden biri: “Ey Rabbim! Benim pek yaşlı anam babam vardı ve bir de küçücük çocuklarım. Onlara ben bakardım. Otlaktan koyunlarımla döndüğümde, koyunları sağar ve yavrularımdan önce ana babama süt içirir, onları beslerdim. Bir gün geç kaldım, karanlık bastıktan sonra gelebildim ve ana babamı uyumuş olarak buldum. Yine her zamanki gibi, koyunlarımı sağdım çocuklarım açlıktan ağladıkları halde, ana babamdan önce onları beslemeyi, onlara süt içirmeyi uygun bulmadım. Ana babamı uyandırmaya kıyamadığım için, sabaha kadar başuçlarında bekledim. YaRabbi eğer bu amelim senin yanında kabul olunup, rızanı kazanmışsa, göğü görecek kadar olsun, önümüzü açıver” dedi.
Allahu Teálá da, kayayı biraz kaldırmak suretiyle bir miktar açtı ve gökyüzünü gördüler.

İkinci kişi: “Ey Allah’ım! Bir akrabamın kızı vardı. Onu, bir erkek, bir kadını nasıl severse öyle aşırı bir sevgi ile seviyordum. Bir gün kendisiyle beraber olmayı arzu ettim. Kanmadı; ’Yüz dinar getirmedikçe olmaz’ dedi. Bu parayı biriktirinceye kadar çalıştım ve bu arzum tam gerçekleşmek üzere iken amcamın kızı, ’Ey Allah’ın kulu! Allah’tan kork ve ancak Allah’ın hakkı olan nikâh ile bana yaklaş’ dedi. Bunun üzerine derhal vazgeçip kalktım. Eğer bunu senin rızan için yaptığımı kabul ediyorsan, kayayı biraz daha aç” dedi ve Allahu Teálá da kayayı birazdaha açtı. Üçüncü kişi ise şöyle dedi: “Ey Rabbim, ben bir miktar pirinç karşılığında, birini ücretli olarak çalıştırıyordum. İşini bitirdiğinde ’Hakkımı ver’ dedi, verdim ama sonradan almak istemedi ve gitti. Ben de o pirinci ekmeye devam ettim ve ondan elde ettiğim kazanç sonunda, çobanları ile birlikte bir inek sürüsü temin edinceye kadar ekip durdum. Alacaklı günün birinde geliverdi ve,
’Allah’tan kork, alacağımı ver’ dedi.

Ben de kendisine, ’Çobanları ile birlikte duran şu ineklerin yanına git ve onları al’ dedim. Adam, ’Allah’tan kork! Ve benimle alay etme!’ dedi. ’Alay etmiyorum, onlar senin, onları al’ dedim. Ve o da aldı gitti. Ey Allah’ım! Eğer bunu senin rızan için yaptıysam, mağaranın kapısının kalan kısmını da aç” diye dua etti. Allahu Teálá da, mağaranın kapısını onlara çıkıp gidebilecekleri kadar açtı ve ışığı gördüler. Onlar da yollarına devam ettiler. (Buhârî, Enbiyâ 50, Büyû’ 98, İcâre 12, Hars 13, Edeb 5; Müslim, Zikr 100 ve Ebu Dâvud, Büyû’ 29.)

2 Ölüyü (kabre kadar) üç şey takip eder: Çoluk–çocuğu, malı ve ameli. Bunlardan ikisi döner, biri kalır. Çoluk–çocuğu ve malı döner, ameli (kendisiyle) kalır. (Buhârî, Rikak, 42)

3 “İşte o gün kişi kardeşinden, annesinden, babasından, eşinden ve çocuklarından kaçar. O gün, herkesin kendine yetip artacak bir derdi vardır.” (Abese,34-37)

4 (Müslim, Birr 144)

5 “İman edip de güzel davranışlarda bulunanlar (bilmelidirler ki) biz, güzel işler yapanların ecrini zâyi etmeyiz.” (Kehf Suresi, 30)