Nebevi Aile – Halime Yılmaz / 2019 Ağustos / 80. Sayı
Hamd bizleri önce hüzünlendiren sonra sevindiren ve böylece sevincin kıymetini gösteren Allah’a mahsustur. Salat ve selâm varlığı bile gönüllere sürur veren Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’ e, onun ailesi, ashabı ve tüm Müslümanların üzerine olsun.
Bu yazımızda çağımızın moda hastalığı “depresyon” üzerinde duracağız inşallah. Depresyon; aşırı üzüntü, uykusuzluk veya aşırı uyuma, iştah kaybı veya kilo değişikliği, kendini değersiz hissetme, düşük enerji, tekrarlayan intihar düşünceleri ve benzeri duyguların iki hafta boyunca her gün, günün büyük bir kısmında bu ve benzeri belirtileri olan, teşhisini uzmanların koyması gereken bir ruhsal bunalımdır. Depresyon üzüntüyü yaşam tarzı haline getirmektir.
Burada depresyonda mıyız değil miyiz bu konu üzerinde durmayacağım. Bu konuya işin uzmanları karar vermeli ve çare bulmalıdır. Bizim temas edeceğimiz noktalar, bu hastalığa yakalanan Müslüman bir kişinin konumu ve yapması gerekenler üzerinde durmaktır.
İnsan depresyona neden girer? Neden kendini değersiz hisseder? Neden ölme arzusu tüm ruhunu sarar?
Önce bu soruların cevabını bulalım. Hep mutlu olmamız gerekiyormuşuz gibi düşünmek, hiçbir zaman üzülmememiz gerekiyormuş gibi hep mutluluğa adapte olup üzüntünün hayatın bir parçası olduğunu kabullenmemek, her yaptığımız iyiliğin karşılığını dünyada tam alamamayı kendimize dert edinmek ve benzeri ütopik bir dünyada hayaller alemindeymiş gibi yaşamak istemenin bir sonucudur depresyon. Bazen de dış dünyanın sebep olduğu faktörler de depresyona sebep olabilmektedir.
Kimi en sevdiği bir yakınını kaybetmenin acısıyla boşluğa düşer ve içine girdiği bu boşluktan çıkamayınca depresyona girer ve hayattan kopma noktasına gelir. Kimi daha ağır imtihanlarla sınanır. Bir savaşın ortasındaki çocuk olarak gözünü dünyaya açar. Annesiz babasızlık yetmiyormuş gibi daha çocuk yaşlardayken saçlarını ağartan boynunu büken sınavlardan geçer, hayatı hep mücadele, hep direniş, hep uyanık kalmak zorunda olmakla geçer. İçinde, hayatı boyunca dolduramayacağı kadar büyük gedikler açılmıştır. O gediği hatırlatan her bir kıvılcım ile yüreği dağlanır. Elini eteğini dünyadan çekme isteği tüm hayatı boyunca onu peşinden kovalar.
Diğer bir hayat sahnesinde açlık ve yoklukla sınanan kimsesizler el sallar elindeki nimetlerin kıymetini bilmeyenlere. Her gün yiyecek bir şey bulmanın derdi ile çırpınırken depresyona girmeye ve üzüntüyü düşünmeye bile vakitleri yoktur onların. Zira üzüntüyü bizzat yaşamaktadırlar. Hüznün yumağı haline gelmiş, dünyanın her türlü çilesine maruz kalmış insanlardır onlar.
Her insan üzülebilir. Üzüntünün insan için kaçınılmaz bir realite olduğunu kabullenmek gerekir öncelikle. İslâm geçici süre devam eden üzüntüye müsaade etmiş, ancak hayatın tamamına yayılan, insanın yaşam kalitesini ve ilişkilerini etkileyen hüzünlere müsaade etmemiştir. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem en sevdiği iki insan Hatice validemiz ve amcası Ebu Talib’in öldüğü seneyi “Hüzün senesi” ilan etti. Hayatı boyunca hayatta olmayan eşinin ailesine vefa göstererek ona olan sevgisini gösterdi. Acısı belki dinmedi. Ama bu acıyı, onu hayattan koparacak bir depresyon haline getirmedi. İslâm mücadelesine devam etti. Çünkü kimi acılar vardır ki onlar yaşanmadan kişinin derecesi yükselmez, belki ona sabretmese cenneti kazanamaz. Ya da o imtihan yaşanmasa bulunduğu konfora kavuşamaz. Bilemiyoruz, bilmek de zorunda değiliz. Hikmeti nedir? Neden hep hoşlanmadığımız şeylerle sınanırız? Neden istemediğimiz ot, yanı başımızda biter? Bunlar hep ahirette cevaplarını bulacağımız bir muamma.
Aç gözlü nefisleri İslâm ile tatmin olmayan gayr-ı akıllar, depresyon, bunalım, intihar eğilimi ve toplumu bozan nice rahatsızlıkların tedavisinin bir tek Allah’ın dediğine gelmek olduğunu biraz geç anlayacaklar. Onlar deneyimler kazanmakla uğraşa dursun. Biz İslâm’ın çağlar ötesi uygulamalarının hayranlığı ve mükemmelliği üzerinde durup, bu hastalıklara İslâmi çerçevede çözümler arayalım.
Müslümanın en büyük avantajı, bu dine mensup olmasıdır. Ah bir de Müslüman olarak doğan herkes, elindeki nimetin değerini bilse. Tam bu noktada Abdullah el-Hatır’ın “Davetçinin Ruh Haritası” kitabından bir iktibas yaparak konuyu daha iyi aydınlatmak istiyorum. Müellif hem psikiyatri bölümünde muhtelif ülkelerde uzmanlaşmış hem de Batıda psikiyatrinin İslâmi açıdan değerlendirilmesinde ciddi katkılarda bulunmuş biridir. Orada iken yaşadığını anlattığı tecrübelerinden birini sizinle paylaşmak istiyorum:
“Yetmiş yaşını aşkın bir kadın komşumuz vardı. Kendisini her gördüğümde bende şefkat duyguları uyandırıyordu. Evine girer çıkardı. Yanında ailesinden ve yakınlarından kendisine yardımcı olacak kimse bulunmuyordu. Yiyecek, içecek ve giyecek her türlü ihtiyacını kendisi satın alıyordu. Kendisinden başka kimse yaşamadığı ve kapısını da çalan olmadığı için evi son derece sakindi.
Bir gün İslâm’ın komşularımıza karşı bizi yükümlü tuttuğu bir görevi onun için yerine getirdim. Çok da önemli bir iş yapmamış olduğum halde yaptığım şeyi görünce dehşete kapıldı. Zira iyilik adına hiçbir şeyin olmadığı, şefkat ve merhametten anlamayan, komşuluk ilişkileri sadece sabah ve akşam selâm vermekle sınırlı bir toplumda yaşıyordu.
İkinci gün evimize gelerek çocuklara tatlı bir şeyler getirdi. Beraberinde ikili ilişkilerde birbirlerine sundukları bir tebrik kartı da getirmişti. Kartın üzerinde yaptıklarımız için teşekkür ve saygı ifadeleri yazıyordu. Kendisine eşimi ziyaret edebileceğini ifade ettim. Zaman zaman eşimi ziyaret ediyordu. Evimize bu geliş gidişlerinde ülkemizdeki erkeklerin evinden, ailesinden, onların yeme-içme ve barınmasından sorumlu olduğunu daha iyi anladım. Yine Müslümanların anne, kız ve eş olarak kadına, özellikle de yaşlı olanlara nasıl saygılı olduklarını, çocukların ve torunların onlara hizmet ve saygıda nasıl yarıştıklarını anladım. Anne babasına hizmetten yüz çeviren ve onlara yardım etmeyen kimseler bizim insanlarımız nezdinde dışlanmaktadır. Yaşlı kadın, Müslüman bir ailedeki güçlü bağları gözlemliyordu: Baba çocuklarına nasıl davranıyor? Eve geldiğinde çocuklar babanın etrafında nasıl pervane oluyorlar? Kadın eşine hizmette kusur etmemek için nasıl çabalıyor?…
Bu zavallı kadın kendi yaşadığı hayat ile bizim hayatımızı kıyaslıyordu. Nerede olduklarını bilmediği çocuklarını ve torunlarını hatırlıyordu. Onlardan hiçbiri kendisini ziyaret etmiyordu. Öldü mü, kaldı mı, yandı mı, gömüldü mü bilmiyorlar ve bu durumu hiçbir şekilde önemsemiyorlardı. Ömür boyu süren yorgunluğu ve çalışmanın karşılığında elde ettiği şey sadece eviydi. Eşime, Batılı kadının çalışma hayatında, sosyal ve kişisel ihtiyaçlarını karşılama durumunda karşılaştığı zorluklardan söz ediyor ve sözünü şöyle noktalıyordu:
‘Ülkenizdeki kadınlar birer kraliçedir. Vakit çok geç olmasaydı, eşin gibi bir adamla evlenir ve sizin gibi bir hayat sürerdim.’”
Bu olay bizlere çok dersler ve ibretler bırakan etkili bir olaydır. Aklıma ilk gelenleri sıralayayım:
İslâm, onu gerçekten ihlasla yaşayanlar ve kıymetini bilenler için dünya cennetini ayaklar altına serer. Çevremizdeki İslâm cahili insanlara yaşayarak örnek olduğumuz kadar insanlar İslâm’dan haberdar olacaklar. Burada muvahhit Müslümanların sorumluluğu büyüktür. Her daim insanların içinde ve onların dertleriyle hemhal olmak, öncelikle bizim psikolojimize iyi gelecektir. Tabi bunu ecir kazanma vesilesi yapana. Karşılığı dünyada beklenen iyilikler, kişilere yükten başka bir katkı sağlamazlar. Hem insanların içinde durdukça halimize şükredecek hem de artık bizim için sıradanlaşmış olan hayatımızdaki değerlerin farkına varacağız. Ben buradan ayrıca şu dersi çıkarıyorum: Her Müslümanın, helal sınırlarını aşmadan, Müslüman ümmete fayda sağlayacak ya da en azından zarar vermeyecek hedeflerinin olması gerekir. Aksi taktirde bildiklerini de unutması, ayağının kayması an meselesi haline gelecektir.
Konumuza depresyon tedavisinde İslâm’ın sonsuz çözümleriyle devam edelim:
– Bir Müslümanın kaza ve kadere iman etmesi, onu şiddetli üzüntüden, dolayısıyla da depresyondan koruyan yegâne yoldur. Çünkü biz biliriz ki başımıza gelen her şey, hatta kafamıza düşen yaprak bile bir kitapta yazılıdır. O başımıza gelmeden ölmeyiz. Tüm dünyadaki insanlar bize fayda veya zarar vermek için toplansa Allah ne kadar dilediyse onun dışına kesinlikle çıkamaz. Bu eşsiz inanç gibisi yoktur. Dünyanın bütün psikologları, işin uzmanları, profesörleri bir araya gelse, kimseyi kader inancının verdiği huzur kadar rahatlatacak çözümler bulamaz.
– “Allah kimseye kaldıramayacağı yük yüklemez.” Dünyalar dolusu yükü taşıtır insana bu kısa ama çok anlam taşıyan inanış. Rabbinin merhametini gösterir önce. Allah sırtına yük veriyor. Ama senin kuvvetini ölçüyor, biçiyor, asla bir gram bile gücünün üstünde fazlalık eklemiyor. Üstelik yükle birlikte ona sabredecek gücü de heybene koymadan imtihanla baş başa bırakmıyor kimseyi. Bu bile yetmeli bize. Geriye bu hakikati bilerek sabrı kuşanmak düşüyor. Bunu gerçekleştiren bir insanın huzuru, nimet içinde yüzen, imtihanlardan uzak rahat yaşayan insanda bile yoktur. Buna iç huzuru denir. Sevinç ve hüzün terazisi üzerine kurulmuş dünya düzeni için mükemmel bir denge. İmtihanlarını kabullenmeyi ve kaldırıp yoluna devam etmeyi, ruhi bunalım adreslerini belleğinden silmeyi çok güzel öğretir insana.
– Ahiret inancı; cahillerin yaptıklarına aldırmamak, her yapılanın karşılığının bir gün verileceğini bilip sabretmek, adaleti ahirete erteleyip intikam gibi kişiyi yiyip bitiren hastalıklardan koruyan tek inançtır. İnsanların adaletine inanan herkes bir gün mutlaka darbe yemiştir. Ama Allah’ın adaletine bırakılan kötülükler, kişiyi yormaz. Depresyona girmesine sebep olmaz. Aksine daha güçlü bir imanla yoluna devam etmesini ve sağlam adımlarla sadece Allah’a güvenini artırır.
– Allah’a tevekkül, sadece O’na yakin bir şekilde inananların anlayabileceği, kendini her türlü tehlikeden koruma ve O’nun dışında kimseden korkmama huzurunu verebilecek bir antidepresandır. Hangi beşer yapımı ilaç, bu özgüveni kazandırabilir ki insana? Bunu ancak, kendisine bu nimet bahşedilmiş çok kısmetli kullar bilebilir.
– İmtihanları Allah’a yaklaşmak, Onu razı etmek için bir vesile kabul etmek, cennete girip dereceni yükseltecek bir basamak olduğuna inanmak, Allah’ın sadece sevdiği kullarına ağır imtihanlar vereceğine kanaat getirmek, ölene kadar imtihanların devam edeceğini bilmek, Müslümanların imtihanlar konusundaki imtiyazlarıdır. Yaşadığı sıkıntılara bu gözle bakan bir insan kadar akıllı ve şanslı biri olduğunu düşünmüyorum. Böyle biri dünyanın en büyük sıkıntısı içinde de olsa, o sıkıntı onu depresyona sokamaz. Çünkü onun üzüntüyü yaşam tarzı haline getirmemesi için büyük dertleri karşısında o dertlerden daha büyük Allah’ı vardır.
– “Dünyalıklar konusunda kendinden daha kötü durumda olanlara bakmak.” Bugün psikiyatrik tedavide de kullanılan, İslâm’ın sürekli gündemde tutmamızı tavsiye ettiği depresyondan kurtulmak için kurtuluş kodlarından sadece biridir. Günümüzde modern insan kendinden daha iyi durumda olanlara bakarken ne kadar değerli şeylerini kaybettiğini fark etmedi. Maddi olarak yükseldi. Ama ruhi olarak dibe vurdu. Bunun tek yolu, elindekilere şükretme ve her zaman kendinden zor durumdaki insanlara bakıp hüzne kapılmamaktır.
– İnsanları depresyona sürükleyen sebeplerden biri de başkalarının davranışlarından anlam çıkararak su-i zan beslemek ve başkalarının elindeki nimetlere haset etmek suretiyle kendini de çevreni de yormaktır. İslâm’ın bu konudaki çözümü ise nettir. Hüsn-ü zan ve hasetten uzak durmak. Üzerine farz olan ibadet ve vazifeler dışında bir ameli olmadığı halde, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem tarafından cennetlik olduğu söylenen Medineli sahabenin cennete girme sebebinin hiçbir Müslümana kin duymaması ve hüsnü zan besleyerek kimseyi kıskanmaması bu işin zorluğu ve önemini göstermeye yeter. Ama çağımızın garip ve ziyadeleşerek değişen hastalıklarından korunmak için bu zoru başarmak zorundayız.
– “Cahillere ve kibirlilere aldırmamak ve herkese konumuna göre muamele etmek” çok ince düşünen hassas insanlar için büyük ferahlık kapısıdır. “Falancası arkamdan konuştu, filan kişi başkalarının yanında bana hoşlanmadığım şekilde davrandı. Biri de çok kibirli hareket etti canımı sıktı” Bunlar bizim gibi fani insanları ilgilendiren şeyler değil. İnsanların karakterlerini değiştiremezsiniz. Oldukları gibi kabul etmeli, gücünüz yettiği yerlerde yanlışlarını düzeltmeli, yoksa fazla muhatap olmadan, yaptıkları ve dediklerine aldırış etmeden yoluna devam etmek gerekir. Herkes farklıdır. Mükemmel değildir kimse. Bazı insanlara da hak ettiğinden fazla değer vermek, onunla imtihan olup üzülmeye sebep olabilir. Bunun dengesini kurarak çözüme kavuşturmak lazımdır.
– Ümit ve Allah’ın doğrularla her zaman beraber olduğunu düşünmek insana güç üstüne güç katar. Öyle bir Allah’a inanıyoruz ki, rahmeti gazabını geçmiştir. Onun dini için bir adım atana hiç beklemediği yerlerden kapılar açacağını vaat etmektedir. Üstelik O asla sözünden caymaz.
İslâm’dan büyük huzur, Allah’tan büyük dert, İslâm’ı yaşamaktan büyük antidepresan, Allah’ın kurallarına uymaktan başka hastalıklara deva yoktur.
Ve’l-hamdü lillahi Rabbi’l-Alemin…