“Twıt” Mi “Davet” Mi; “Chat” Mı “Cihat” Mı?

Serbest Köşe – Cevher Ak / 2014 Nisan / 17. Sayı

Teknolojik gelişmelerin bizlere sağladığı kolaylıklardan istifade etmeyenimiz yoktur, herhalde. Önce radyo ve televizyonlar, sonra arabalar, ev telefonu, cep telefonu, uçak derken, bilgisayar ve internet artık hayatımızın vazgeçilmez/geçilemez ihtiyaçları(!)/zaruretleri haline geldi veya öyle düşünmeye başladık. Evet, teknolojik cihazların bizlere sağlamış olduğu birçok faydayı yok sayamayız. Ancak burada üzerinde durmak istediğimiz konu, bizlerin bu araçlara nasıl baktığımız veya bu araçların bizleri nereye sürüklediği veya bu araçların bizi getirdiği nokta konusudur.

Kısaca değinecek olursak; önceleri dünyadan haberimiz olsun diye alınan televizyonlar, zamanla bir süs eşyası, gösteriş meselesi, modayı takip etme konusu haline geldi. Plazmalar çıkınca, evdeki tüplü TV’ler dünyadan haber vermez ve ihtiyaç görmez hale geldi. LCD’ler çıkınca da, artık dünyadaki haberlere daha konforlu ve az elektrik tüketerek ulaşacağımızı düşünmeye/düşündürülmeye başladık. Daha sonra LED TV, Internet TV, 3D TV vs. çıkınca, artık dünyadaki hadiselerden daha kaliteli ve olayları yaşıyormuşuz gibi haberdar olmamız gerektiğini düşünmeye/düşündürülmeye başladık. Böylece kapitalist dünyanın önümüze koyup, ihtiyaç diye boynumuza taktığı iple tüketimin esiri olmaya başlamıştık. Dünyadan haberdar olalım diye aldığımız TV’ler, artık birçoklu ortam, yani eğlence aracı haline geldi. Bununla da kalmadı, artık dünyadan haberdar olmak yerine, dünyadaki olaylara seyirci olmaya, güdülen sürüye katılmaya başladık. Televizyonlarımızı en son çıkan, bol aksiyon ve heyecan verici sahnelerle dolu filmleri izlemek, oyun oynamak, internete girmek ve de duvarlarımızda süs olarak kullanmaya başladık. Çünkü dünyadaki olaylara seyirci kaldığımız için, artık bize heyecan vermiyor, aksiyona geçemiyorduk.

Arabalarla ilgilenirken, ayağımız yerden kesilsin, işlerimizi daha kolay ve sıkıntısız halledelim diye düşünürken, artık konfor, lüks ve de gösteriş duygularımızı tatmin edecek bir gözle bakıp, bunu amaç haline getirmeye başladık. Yeni çıkan modelleri, arabalardaki aksesuar ve konforu takip etmeye, arabamızı daha iyisiyle nasıl değiştirebileceğimiz dert edinmeye ve bunun için daha çok çalışmaya başladık.

Cep telefonlarına, birbirimizle iletişim halinde olabilelim, birbirimize rahat ulaşabilelim diye; bir ihtiyaç haline geldiği için sahip olmak isterken; “alo” demek, iletişim kurmak için kullanmak isterken, birden kendimizi, AYPON(I-Phone), DOKUNMATİK EKRANLI, İNTERNETLİ, YUTUBLU (Youtube), FEYSBUKLU (Face-book), TWİTIRLI (Twitter), ve daha birçok (boş) oyun ve eğlence özellikli telefonların peşinde bulduk. “Benim telefonum senin telefondan daha çok özellikli….” Yani çoklukla övünme ve yarışma… “Elhâkumut-tekâsur…” (Tekasür Süresi:1). Ama bunlar ihtiyacımızı karşılıyor muydu peki? Hayır, sadece boş bir oyalanmadan öte başka bir şey değildi.

Derken, internet gibi müthiş bir icatla tanıştık. Artık her şeyimiz, vazgeçilmezimiz olmuştu. İşyerinde bilgisayar ve internetsiz; evde bilgisayar ve internetsiz; okulda bilgisayar ve internetsiz, yolda, arabada, tatilde, sılayı-rahimde, misafirliklerde bilgisayar ve internetsiz bir hayatı düşünemez/düşünülemez hale geldik/getirildik. Evet, gerçekten, iletişim ve bilgiye erişimi kolaylaştırması açısından gerçekten birçok faydasını görüyoruz. Yani, işyerlerimizde dünya ile iletişimi sağladığını, emek ve zaman sarfiyatını azalttığını, ticaretimizi kolaylaştırdığını görebiliyoruz. Okullarda, araştırma ve bilgiye erişimi kolaylaştırdığını da anlayabiliyoruz. Yine uzaktaki yakınlarımız veya eş-dostlarımızla iletişimizi kolaylaştırdığını da biliyoruz. Ancak, sosyal yaşam alanı olan evlerimizi ve hayatımızın geri kalan kısımlarını çılgınca bir şekilde internetin işgal etmesine izin vermek, artık kontrolün bizden çıktığını göstermektedir. Evlerimizde, çoluk-çocuklarımızla ilgilenmek, onları yakıtı insanlar ve taşlar olan bir ateşten korumak için çabalamamız gerekirken (Tahrim:6); hayatımızı yaradılış gayemize uygun sürdürmemiz gerekirken (Zariyat:56); yine internetin başında geçiriyoruz. Meydanlarda, pazarlarda, evlerde, sokaklarda, işyerimizde, okulumuzda yapmamız gereken davetimizi internetten yapmaya başlamıştık. Zikirlerimizi, hatimlerimizi, nasihatlerimizi, sohbetlerimizi, kısacası birçok sosyal faaliyetimizi artık sosyal paylaşım sitelerinden yapar olduk.

 Tüm bunlar bizleri değil, interneti geliştirdi.

Peki ne yapıyoruz internette? Ticaretimiz için bir araç olarak kullanıyoruz; tamam. Bilgi amaçlı, araştırma yaparken, bilgiye ulaşmada kullanıyoruz; ne güzel. Dünyadaki olaylardan haberdar oluyoruz;  tamam. Uzaktaki yakınlarımızla, dostlarımızla iletişim kuruyoruz; bu da tamam. Bunun da ötesinde davet ve cihat yapıyoruz(!) internette; ne güzel. Yalnız burada biraz durup, gerçekten öyle mi, değil bir bakalım. “Bir Müslüman için Allah’a çağıran salih amelde bulunan ve ben Müslümanlardanım diye insanlara ulaşmasından daha güzel bir şey var mı?” (Fussilet:33) Ancak bu güzellik sanal olur. Meydanımız sanal, davetimiz sanal, cihadımız sanal olur.  Bunlar sanal olunca, muhatabımız ve imanımız da (Allah muhafaza) sanal olmaya başlıyor. Düşünsenize ilerde robotlar yapsalar, ayetleri, hadisleri ve tüm İslami ilim ve bilgileri yükleyip davete yollasalar, artık bizim insanlara bir şey anlatmamıza gerek kalmaz; rahat rahat cep telefonlarımızla, oyunlarımızla, eğlencemizle, arabalarımızla ilgilenebilir; kısacası dünya hayatına dalabiliriz(!?). Amaç insanlara dini anlatmaksa, bu gelişmiş, bilgi yüklü robotlar bunu bizden çok daha iyi(!?) yapabilirler. Ancak bu Allah’a karşı olan kulluk görevimizi yerine getirmemizi sağlamaz. Çünkü Rabbimiz bizi yeryüzüne ancak kendisine kulluk edelim, iman edip salih amel işleyelim, birbirimize hakkı ve sabrı tavsiye edelim, yani imtihan edilelim diye yollamışken (Zariyat:56; Asr Suresi; Mülk:2…), biz ise bu görevi başka birilerine yükleyerek kendimizin imtihanı kaybetmeye doğru gittiğimizin farkına varamıyoruz. Burada amaç, yani Rabbimizin bizden istediği, bu görevin yapılması değil, bu görevi BİZİM YAPMAMIZDIR. (Nahl:97) Bu iş, o veya bu şekilde; bizim veya başkaları tarafından tamamlanacaktır. (Saff:8; Tevbe:32; Maide:54; Nur:55; Tevbe:39) Tamamlanıp tamamlanmaması da önemli değil, ancak biz, bize verilen bu görevi yerine getiriyor muyuz, budur önemli olan. Rabbimiz bize “bu iş neden olmadı” diye sormayacak, ama “neden bu işi yapmaya çalışmadın” diye soracaktır. (Necm:39; Ankebut: 69…)

Düşünsenize, bir zamanlar, cep telefonlarından yazılan SMS mesajları yoluyla birbirimize güzel sözler gönderirdik. Belki halen de yapılıyordur, ama modası geçtiği için, o kadar rağbet görmüyor. Evet, modası geçti diyoruz. Çünkü bazı şeyleri birilerinin bize telkin etmesi, moda olması durumunda kendimizi kaptırıyoruz. Amaç üzüm yemek olmayınca, biz de aracı amaç ediniyoruz. Evet, o zamanlar, “Cep Mesajları” diye kitapçıklar, internette sayfalar vardı. Peki ne oluyordu, mesaj geldiği gibi, mesaj çok hoşumuza gider, hemen başkasına veya başkalarına yollardık. Peki o mesaj bizde ne etki bırakırdı? Cevabı şu anki halimizde arayabilirsiniz. “Ey İman edenler, niçin yapmadığınız şeyleri söylersiniz?” (Saf, 2) derken rabbimiz, bizden söylem ve eylem birlikteliği istiyor. İnsanlara sadece güzel bir şeyi aktarmış olmakla, bir sonuç elde edemeyiz. Belki muhatabımız, fayda görecektir; ama bizim durumumuzun ne olacağı, kendi amellerimize bağlıdır.

Şimdilerde ise, “Facebook, twitter, youtube,” vs. sanal sohbet alanları var internette. Bizler buralarda “tivit” atarak, insanları “davet” ediyoruz güya. “Chat” yaparak, “cihad” yaptığımızı düşünüyoruz. Dikkat edin, tivit atılıyor, yani at gitsin der gibi, atılacak bir şey gibi;  davette ise çağırıyoruz. Yani alıyoruz, atmıyoruz. Yani değer katıyoruz. Değerlendiriyoruz muhatabımızı. Sorumluluk üstleniyoruz, birliktelik oluşturuyoruz, toplum oluyoruz. Allah’ın emirlerinin yaşandığı bir hayat tarzı oluşturmaya çalışıyoruz. Ama maalesef bizler tüm bu güzellikleri “tivitlerimizle”(!) ATIYORUZ. Herkes topu bir yerlere atıyor. Top ortada dolaşıyor. Topu alıp da takım olacak ve hedefe doğru yönelecek bir davet ruhu göremiyoruz, taca atılan tivitlerde. Yine “chat yapılıyor” sanal ortamlarda, forumlarda. Bir şeyler paylaşılıyor, cihad adına. Ama sanal meydanlarda, siber savaşlarda birer nefer olarak sanal zaferler kazanıyoruz, kardeşlerimiz zulum altında inlerken, işkence görürken, ırzları kirletilirken, evleri-barkları yağmalanırken, katledilirken, İslam beldeleri saldırı ve işgal altındayken. Muzaffer bir komutan edasıyla, sanal meydanlarda zafer ve özgürlük marşları dinliyoruz, sanal özgürlüğümüzü kazanırken. Ama tabi ki insan hep bu hislerle kalamıyor, insanız ne de olsa. Yoksa hep öyle kalabilseydik, meleklerle tokalaşırdık. Doğal olarak, bizim de insanlık hallerimiz ve ihtiyaçlarımız olacaktır. İnternet, twitter, facebook burada da yardımımıza koşuyor. Acıktık mı, giysiye mi ihtiyacımız var, araba mı lazım, film mi izleyeceğiz, haber mi bakalım, magazin dünyasında neler mi oluyor, hepsi bir tıkla ve bir tuşa basmak kadar yakınımızda. İnternetten alışveriş, sayfalar arası gezinti; çoklu sayfaların bir yüzünde, mücadele alanımız;, diğer yüzünde dünya hayatımız. Dünya hayatımız olan yüzünü, sanal ortamdan çıkararak, gerçek hayata taşıyorken; ahiret hayatımız için olan mücadele alanımız ise, dünyadaki tüm küfür ve zulme rağmen, maalesef sanal ortamda durmaya devam etmektedir. Yiyecek-giyecek-araba ihtiyacımız olduğunda bunu tivit atmıyoruz, sipariş edip bil-fiil alıyoruz ve kullanıyoruz. Bir film, oyun, video vs. varsa, bunu tivit atıp bırakmıyoruz. O filmi bulup izliyor, o oyunu oynuyor, o videoyu izliyoruz. Ama Rabbimizin bir ayetini, bir hadisi, bir İslam önderinin sözünü tivit atıyoruz ya da paylaşıyoruz ve orada bırakıyoruz. Tabi ki bu söylediklerimizden hayatları Âlemlerin Rabbi için olan ve bu uğurda her şeyleriyle gerçek mücadele alanlarında bulunan kardeşlerimizi tenzih ederiz. Sözümüz kendimize ve kendisine pay çıkaracaklaradır.

Şimdiye kadar yazdıklarımızdan yanlış bir yargıya varılmasın sakın. Biz teknolojiden faydalanmaya karşı değiliz. Bu yazıyı hazırlarken bile teknolojiden faydalanarak yazıyor; örnek verdiğimiz bir ayeti, hadisi, sözü veya hadiseyi internetten de faydalanarak yazıyoruz. Ancak burada anlatmaya çalıştığımız; araçlarla amaçların karıştırılmaması ve insanın yaratılış gayesini yerine getirirken araçlardan dolayı sapmamasıdır. Kendisini doğru bir iş yaptığını sanırken, amellerinin boşa gitmemesidir. Rabbimiz : “De ki; amel (yani yaptıkları iş) bakımından en çok kayıpta bulunanları size haber vereyim mi?: Onlar ki; güzel iş yaptıklarını sandıkları halde dünya hayatındaki çalışmaları boşa gidenlerdir.” (Kehf:103-104) buyurmaktadır. Yani burada dikkat etmemiz gereken, Müslümanın sadece niyet ve sözlerinin değil, amellerinin de Allah’ın Şeriatına uygun olması; haramdan, şüpheden, harama götüren veya götürecek yollardan uzak durması da gerekmektedir.

Abdullah b. Mubarek’in Müslümanların cihatta bulundukları bir dönemde, Mekke’de ibadetle iştigal eden Fudayl b. İyad’a cepheden yazdığı mektubu duymuş veya okumuşsunuzdur:

“Ey Harameynin abidi, eğer bizleri görseydin,

Şüphesiz ibadetle oyalandığını bilirdin.

Kimilerinin yanakları gözyaşlarıyla ıslanırken,

Bizim boyunlarımız kanlarımızla boyanır.

Bazılarının atı batılda yorulurken,

Bizim atlarımız günün sabahında yorulurlar.

Miskin kokusu sizin,

Atlarımızın tırnaklarının tozu ve dumanı olan kokumuz da bize…

Şüphesiz Nebimizin sözü bize ulaşmıştır.

Ki doğru sözdür, onda hiçbir yalan yoktur.

Kesinlikle eşit olmaz; ALLAH yolundaki atın çıkarmış olduğu mücahidin burnundaki tozu ile

Tutuşan ateşin dumanı…

Aramızda konuşan bu ALLAH’ın kitabıdır,

Şehid ölü değildir, bu yalanlanamaz”

Bu mektubu savaştaki mücahidlerden Abdullah b. Mubarek, Mekke-Medine’de ibadetle meşgul olan meşhur bir Zata (Fudayl b. İyad), eleştiri anlamında yazmıştır. İbadetle meşgul olan birisi böyle eleştiriliyorsa, vay bizim halimize. Peki, burada eleştirilen nedir? “Ehem-Muhim” meselesidir. Yani öncelikler ve acil durum arz eden konulardan dolayıdır. Yoksa ibadet eleştirilmemektedir. Ancak, Allah’ın dinini yeryüzündeki insanlara ulaştırma gibi bir durum söz konusu iken; cihad devam ediyorken; İslam toprakları işgal ediliyorken; Müslüman kanı akıtılıyorken, önceliğimiz tüm bunları durdurmak için mücadele etmek ve Allah’ın dinini yeryüzüne hâkim kılmaya çalışmak olmalıdır. Bununla birlikte, Allah yolunda mücadele edilirken ve bu mücadele esnasında da ibadet edilmektedir zaten. Yani bir Müslümanın hayatının tamamı Allah için olduğundan, ibadet için kendisini adamasına veya bir yere kapanmasına gerek yoktur. “De ki: “Benim namazım, ibadetim, hayatım ve ölümüm hep âlemlerin Rabbi olan Allâh içindir.”(Enam, 162) Son olarak da şunu belirtmek isteriz ki, son zamanlarda gerçekleşen ve “Arap Baharı” diye tabir edilen ayaklanma, direniş, çatışma ve devrimlerin yayılması ve “muhalif” diye ifade edilen ayaklanan halkların aralarındaki haberleşmenin, ayaklanmaların komuta edilmesi ve yönlendirilmesinin sosyal medya ağları (facebook, twitter, vs..) üzerinden gerçekleştiğini ve bunun da bu alanların ne kadar önemli olduğunu gösterdiği ifade edilmektedir. Evet, bunun etkisini yok sayamayız, ancak bu olaylar sanal ortamları yuva edinmemiz gerektiği anlamına gelmiyor. Bu olaylarda da gördüğümüz üzere meydanlara yani gerçek hayata inmek gerekiyor. Şunu da unutmayalım ki, bu bahar tam gelmiş mi, bahar mı yoksa yeni bir dünya düzeni mi Allah bilir. Ama ne olursa olsun, Müslüman, rüzgârın estiği yöne giden değil, Allah’ın istemiş olduğu yönde gidendir. Hangi ortam ve şartlarda olursa olsun Müslüman’ın, Allah’ın kendisine vermiş olduğu Allah’ın Halifeliği görevini yerine getirmesi gerekir. Bizlerin Allah’ın dinini yaşamaya ihtiyacımız var. Allah’ın bizlere değil. Yani İman ve Salih amel… İmansız amel ve amelsiz iman bir şey ifade etmez… “Allah’tan gelen öğütlerin ve O’nun indirdiği gerçeğin etkisi ile müminlerin kalplerinin yumuşayacağı, ürpereceği gün halâ gelmedi mi? Müminler daha önce kendilerine kutsal kitap verilenler gibi olmasınlar. Uzun zaman geçince onların kalpleri katılaştı ve çoğu yoldan çıkmış kimseler oldu.” (Hadid:16)