Kavramlar – Mahmut Varhan / 2020 Eylül / 93. Sayı
İmdi, tevhid kavramı ile ilgili ilk makalemizde belirttiğimiz üzere tevhidin tahakkuku için şu beş temel esasa itikad edilmesi gereklidir:
1. Her şeyin tek bir yaratıcısı vardır ki o da Allahu Teâlâ’dır.
2. Her şeyin tek bir maliki/sahibi vardır ki o da Allahu Teâlâ’dır.
3. Her şeyin müdebbiri/işlerini düzene koyan ve rızık vericisi tek olarak Allahu Teâlâ’dır.
4. Bütün mahlûkat için tek bir hak ilah/mabûd vardır ki o da Allahu Teâlâ’dır.
5. Buna bağlı olarak kâinat için kevnî kanunları koyan sadece Allahu Teâlâ olduğu gibi insanların ve cinlerin ferdi, ailevi ve sosyal hayatlarını tanzim eden kanunları/şeriatı koyan da ancak O’dur.
İşte bir kimsenin gerçek anlamda muvahhid olması için bütün bu temel esaslara itikat etmesi gerekir. Bu hususta tevile açık olmayan, sarih Kur’an-Sünnet nassları ve ümmetin icmaı bulunmaktadır.
Yine bir önceki makalemizde açıkladığımız üzere ehl-i sünnet vel-cemaatten bazı âlimler[1] konunun daha iyi anlaşılması için tevhidi üç kısma ayırmışlardır; zatı açısından Allahu Teâlâ’yı birlemek, sıfatları açısından Allahu Teâlâ’yı birlemek, filleri açısından Allahu Teâlâ’yı birlemek.
Bu makalemizde ise tevhidin kısımları konusunda ehl-i sünnet vel-cematten olan diğer bazı âlimlerin[2] görüşünü özet bir şekilde açıklamaya çalışacağız. Bu âlimlere göre tevhidin tam olarak tahakkuku için tevhidin şu üç kısmının da kalp ile tasdik, dil ile ikrar ve gereğince amel edilmesi gereklidir.
1. Rububiyet Tevhidi
2. Uluhiyet/İlahiyet Tevhidi
3. Esma ve sıfat Tevhidi
Şimdi bu kavramları biraz açıklamaya çalışalım.
I. Rububiyet Tevhidi
Başta zikrettiğimiz beş temel esastan ilk üçü rububiyet tevhidine dahildir. Buna göre Allahu Teâlâ’nın varlığına ve birliğine, her şeyin O’nun tarafından yaratıldığına, Arş’tan ferşe ve zerreden küreye küçük-büyük her şeyin malikinin Allahu Teâlâ olduğuna, mahlûkatın bütün işlerini düzene koyan yegâne müdebbirin Allahu Teâlâ olduğuna ve canlı-cansız bütün varlıkların tüm ihtiyaçlarını karşılayan ve rızıklarını tedarik edenin yüce Mevlâ olduğuna itikat etmek; rububiyette Allah’ı birlemektir.
Kur’an-ı Kerîm’de rububiyet tevhidine dair bütün şüpheleri ortadan kaldıracak şekilde akli, fıtri ve kevnî deliller sunulmuştur. Zaten selim fıtrat ve özlü akıl sahipleri de tevhidin bu kısmını kabul ve ikrar etmektedirler. Nitekim Yüce Mevla şöyle buyurmaktadır:“Göklerin ve yerin mülkü (hükümranlık ve yönetimi) ancak Allah’a aittir. Ve Allah her şeye hakkıyla kâdirdir. Muhakkak ki, göklerin ve yerin yaratılışında ve gece ile gündüzün değişmesinde akıl sahipleri için (Allah’ın varlık ve birliğine, kudret ve rahmetine işaret eden) pek çok deliller vardır. Onlar ki ayakta iken de otururken de yatarken de daima Allah’ı anarlar, göklerin ve yerin yaratılışını tefekkür ederler. “Bunları boş yere yaratmadın, Ey Rabbimiz!” derler. “Seni bütün noksanlıklardan tenzih ederiz. Sen de bizi cehennem ateşinin azabından koru!” (Âl-i İmran, 189-191)
Allah azze ve celle haktan/tevhitten yüz çevirenin haline şaşılması gerektiğini beyan ettikten sonra âlemdeki bütün olaylar üzerinde mutlak saltanat ve tasarrufunu belirterek şöyle buyurmaktadır: “Güldüren de O’dur, ağlatan da. Öldüren de O’dur, dirilten de. Rahimlere döküldüğünde bir damla sudan erkek ve dişi çiftleri yaratan O’dur. Tekrar yaratılışınız da O’na aittir. İhtiyaçtan kurtaran da O’dur, bolluğa kavuşturan da. Taptıkları Şir’a yıldızının Rabbi de O’dur. Evvelki Ad kavmi ile Semud kavmini O helak etti ve onlardan hiçbirini sağ bırakmadı. Daha önce Nuh kavmini de helâk etti. Onlar herkesten zalim ve azgın kimselerdi. Lut kavminin beldesini de O, havaya kaldırıp yere çarptı. Sonra da her taraflarını azap kapladı. (Ey insan!) Artık Rabbinin nimetlerinden hangisinde şüpheye düşersin?” (Necm, 43-55)
Rububiyet tevhidi bedihî, fıtri ve akli olarak ispatı daha kolay olduğu içindir ki Kur’an-ı Kerim’de rububiyet tevhidi, uluhiyet tevhidine delil olarak getirilmiştir. Çünkü yaratan, malik olup düzene koyan, rızık vererek besleyen, fayda ve zarar elinde bulunan Zât-ı akdesin; mahlûkat tarafından kendisine ibadet edilmesine hak sahibi olduğu gayet açıktır. Nitekim Yüce Allah, ilk önce uluhiyet tevhidini beyan ederek “İlâhınız tek bir ilahtır. Ondan başka hiçbir ilah yoktur. O Rahman’dır, Rahim’dir.” (Bakara, 163) buyurmuştur. Açıkça görüldüğü gibi dünyevi ve uhrevi bütün nimetlerin sahibi ve yarattıklarına karşı çok merhametli olan sadece O’dur. O’nun dışındaki her şey ise ya nimetin kendisidir veya nimete mazhar durumdadır. Artık nimetlerin sahibinden başka hiçbir şeyin ibadet olunmayı hak etmediği ve tek hak mabudun bütün nimetleri lütfeden olduğu aşikârdır. Bundan sonra Yüce Mevla, tek ilah olduğunun açık delillerini zikrederek şöyle buyurmaktadır: “Göklerin ve yerin yaratılmasında, gecenin ve gündüzün değişmesinde, insanlara faydalı şeylerle; denizde akıp giden gemilerde, Allah’ın gökten su indirip onunla yeryüzünü ölümünden sonra diriltmesinde, her türlü canlıyı yeryüzüne yaymasında, rüzgârları sevk etmesinde ve gökle yer arasında Allah’ın emrine boyun eğmiş bulutlarda, aklını kullanan bir topluluk için( Allah’ın varlık ve birliğine, kudret ve rahmetine işaret eden) nice deliller vardır.” (Bakara, 164)
Uluhiyette Allahu Teâlâ’yı birlemeye delalet eden bunca açık ayetlere/belgelere rağmen hâlâ da Allah’a şirk koşanların, akıl defterinden silinmesi gerekir. İşte yüce Mevla, bu müşriklerin akılsızlıklarını ve açık akıbetlerini beyan ederek şöyle buyurmaktadır: “İnsanlardan öyleleri vardır ki Allah’tan başkalarını O’na denk tutarlar ve onları, tıpkı Allah’ı sever gibi severler. Müminlerin Allah’a olan sevgileri ise çok daha kuvvetlidir. Keşke o zalimler, azabı gördükleri zaman anlayacakları gibi bütün kuvvetin Allah’a ait olduğunu ve Allah’ın azabının pek şiddetli olduğunu şimdiden anlayabilselerdi!” (Bakara, 165)
“De ki: Hamd Allah’a mahsus, selam da O’nun seçkin kıldığı kulları üzerinedir. Allah mı hayırlı yoksa onların ortak koştukları mı? Onlar mı hayırlı yoksa gökleri ve yeri yaratan, size gökten bir su indiren ve onunla, bir ağacını bile bitirmeye sizin güç yetiremeyeceğiniz, güzelliklerle dolu bağlar ve bahçeler yeşerten Allah mı? Allah ile beraber başka bir ilah mı var? Gerçekten onlar haktan uzaklaşan bir topluluktur. Onlar mı hayırlı,yoksa yeryüzünü yaşanacak bir yer yapan, içinde nehirler akıtıp yüksek dağlar yaratan ve iki deniz arasına bir engel koyan Allah mı? Allah ile beraber başka bir ilah mı var? Gerçekten onların çoğu ilim ve idrakten mahrumdur. Onlar mı hayırlı yoksa çaresiz kalmış kimse dua ettiğinde ona cevap veren ve sıkıntısını gideren, sizi de yeryüzünde tasarruf sahibi yapan Allah mı? Allah ile beraber başka bir ilah mı var? Ne kadar da az düşünüyorsunuz? Onlar mı hayırlı yoksa karanın ve denizin karanlıklarında size yol gösteren ve rahmetininönünde rüzgarları müjdeci gönderen Allah mı? Allah ile beraber başka bir ilah mı var? Allah, onların ortak koştuğuşeylerden pek yücedir. Onlar mı hayırlı yoksa halkı önce yaratan, öldükten sonra tekrar dirilten ve gökten ve yerden sizi rızıklandıran Allah mı? Allah ile beraber başka bir ilah mı var? De ki: Eğer doğru söylüyorsanız, haydi, delilinizi getirin. De ki: Göklerde ve yerde olanlar gaybı bilemez; onu ancak Allah bilir. Onlar ise ne zaman diriltileceklerinden bile habersizdirler. Doğrusu, ahiret hakkında onlara ard arda bilgi ulaştırılmıştır. Fakat bundan şüphe içindedirler. Daha doğrusu onlar buna karşı kördürler.” (Neml, 59-66)
Kâfir Toplumların Rububiyet Tevhidi Konusundaki Tavırları
Rububiyet tevhidi bedihî ve fıtri olduğu için insanların çoğu fıtratları gereği bunu kabul ederler. Fakat uluhiyet tevhidini bozup Allah ile birlikte başka şeylere de kulluk ederek şirke düşerler. Bundan dolayıdır ki peygamberlerin davetlerinin esasını uluhiyet tevhidi teşkil etmiştir. Ancak peygamberlerin davetine muhatap olan toplumlardan bazıları rububiyet tevhidini inkâr etmiş, diğer bazıları bu hususta derin şüpheye düşmüş, başka bazıları da yaratıcı ve rızık verici olarak Allah’ı kabul etmekle beraber uluhiyette Allah’a şirk koşmuşlardır.
1. Rububiyet Tevhidini İnkâr Edenler (Ateistler)
Peygamberlerin davetine muhatap olan toplumlardan bazıları vardır ki bunlar rububiyet tevhidini inkâr etmişlerdir. Bunun için Allahu Teâlâ’nın onlara gönderdiği peygamber onları rububiyet tevhidine ve dolayısıyla ulûhiyet tevhidine davet etmiştir. Kur’an-ı Kerim’de kıssaları bize anlatılan toplumlardan Babil toplumu ve Mısır halkının rububiyet tevhidini inkâr ettiği görülmektedir. Bu hususta Arap müşriklerinden bazılarının da bu küfürde onlar gibi düşündükleri vakidir.
A- Nemrut ve ona tabi olan Babil halkı Keldaniler’e gelince; bunlar, âlemin yıldızlar tarafından düzene sokulduğuna inanmakta ve yıldızların müstakil bir tesire sahip olduklarına itikat ederek yıldızlara tapmaktaydılar. Aynı zamanda Nemrutları da tanrılaştırıp onlara da ibadet etmekteydiler. Allahu Teâlâ onlara peygamber olarak İbrahim aleyhisselam’ı gönderdi. Hz. İbrahim’in Nemrut’u tevhide davet etmesini şöyle aktarmaktadır: “Allah’ın, kendisine mülk vermesinden dolayı gurura kapılıp da İbrahim ile Rabbi hakkında mücadeleye girişeni (Nemrut’u) görmedin mi? İbrahim “Rabbim hayat veren ve öldürendir” dediği zaman, o “Ben de diriltir ve öldürürüm” demişti. İbrahim ise “Benim Rabbim güneşi doğudan çıkarır. Haydi, sen de onu batıdan çıkar” dedi ve o kâfir öylece şaşıp kaldı. Allah zalimler güruhuna yol göstermez.” (Bakara, 258)
Hz. İbrahim’in kavmini tevhide davet etmesinden bir kesiti de şöyle aktarmaktadır: “Allah’ın varlık ve birliğini kesin delillerle bilip iman edenlerden olsun diye, İbrahim’e göklerin ve yerin içyüzünü biz böylece gösterdik. Gece bastırdığında, İbrahim bir yıldız gördü; “İşte Rabbim” dedi. Yıldız battığında ise, “Ben, batıp gidenleri sevmem” dedi. Ayı, doğarken görünce de “İşte rabbim” dedi. O da batıp gidince dedi ki: “Rabbim beni doğru yola eriştirmese, muhakkak ben sapıklar güruhundan olurdum.” Güneşi, doğarken gördüğünde ise, “İşte Rabbim; bu daha büyüktür” dedi. O da batıp gidince, “Ey kavmim,” dedi. “Ben sizin Allah’a ortak koştuğunuz şeylerden uzağım. “Ben, bütün bâtıl dinlerden uzak ve Allah’ı birleyici olarak, gökleri ve yeri Yaratana yüzümü çevirdim; ben Allah’a ortak koşanlardan değilim.” Kavmi ise onunla münakaşaya tutuştu. O da “Allah beni doğru yola eriştirmişken, siz benimle Allah hakkında mücadele mi ediyorsunuz?” dedi. “Ben, O’na ortak koştuklarınızdan korkmam. Rabbim dilemedikçe de siz bana hiçbir zarar veremezsiniz. Rabbim, ilmiyle her şeyi kuşatmıştır. Hâlâ düşünmez misiniz? “Siz, hakkında Allah’ın hiçbir delil indirmediği şeyleri Allah’a ortak koşmaktan korkmazken, ben mi sizin ortak koştuklarınızdan korkacağım? Korkudan emin olmaya, müşrikler ve müminlerden hangisi daha lâyıktır? Biliyorsanız cevap verin.” (En’am, 75-81)
B- Bir diğer toplum da çeşitli tanrılara özellikle ineğe ve güneşe tapan, aynı zamanda Firavun’u tanrılaştırıp ona kulluk ve itaat eden Mısır toplumudur. Allah azze ve celle, onlara da Musa aleyhisselam’ı peygamber olarak göndermiştir. Hz. Musa, Firavun ve yakın çevresini Allah’a davet etmiş ve bu uğurda uzun yıllar onlarla mücadele etmiştir. Fakat bir türlü iman etmeye yanaşmamış, neticede ordusu ile birlikte Firavun, onun veziri Haman ve yakın çevresi, Allah’ın kudreti ile Kızıl denizde boğulup hâk ile yeksan olmuşlardır.
Allahu Teâlâ, Hz. Musa’nın Firavun’u tevhide davet etmesinin bir kesitini şöyle aktarmaktadır: “Firavun “Âlemlerin Rabbi de nedir?” dedi. Musa dedi ki: “O, göklerin, yerin ve ikisi arasındakilerin Rabbidir. Eğer hakikati idrak edebilen kimselerseniz bunu anlarsınız.” Firavun, etrafındakilere, “İşitiyor musunuz, neler söylüyor?” dedi. Musa dedi ki: “Sizin Rabbiniz de sizden evvel gelip geçen atalarınızın Rabbi de O’dur.” Firavun yine etrafındakilere dönüp “Size gönderilen bu peygamberiniz şüphesiz delinin biridir” dedi. Musa dedi ki: “O, doğunun, batının ve ikisi arasındakilerin Rabbidir. Aklınızı kullanırsanız bunu anlarsınız.” Firavun, “And olsun, eğer benden başka bir ilah edinmişsen muhakkak seni zindana atarım” dedi.” (Şuara, 23-29)
Fakat ilahlık davasında bulunup ahmak kavmini aldatan Firavun, kendisi ile birlikte kavmini de Kızıl denizde el-Kahhâr olan Allahu Teâlâ’nın gazabına uğratıp helak etme akıbetine maruz bırakmaktan geri durmadı. Veyl olsun aciz müstekbirlere! Veyl olsun onların acziyetlerine gözlerini kapatarak körü körüne onların peşinden felakete giden zavallı toplumlarına!
C- Arap Müşriklerinden bazıları da rububiyet tevhidini inkâr etmek körlüğüne sapmış ve dünyada cereyan eden olayları tabiat kanunlarına bağlamışlardır. Yüce Mevla bu tabiatperestlerin haline şu ayet-i kerimelerde işaret buyurmaktadır: “Heves ve zevklerini ilah edinen kimseyi gördün mü? Onun bu hâlini bildiği için Allah onu saptırmış, kulağını ve kalbini mühürlemiş, gözüne de perde çekmiştir. Allah’tan sonra artık onu doğru yola iletecek kimse yoktur. Hâlâ düşünmez misiniz? Dediler ki: “Ancak bir dünya hayatımız vardır. Burada ölür, burada yaşarız. Bizi helâk eden de zamandır.” Bu söylediklerine dair hiçbir bilgileri yoktur; sadece bir zanna kapılmış gidiyorlar.” (Casiye, 23-24)
2- Rububiyet Tevhidi Konusunda Şüphe İçinde Olanlar (Agnostikler)
Diğer bazı toplumlar da Allah’ın varlığı ve birliği hususunda (Rububiyet tevhidi konusunda) derin bir şüphe içindedirler. Nitekim Yüce Mevla bu konuda şöyle buyurmaktadır: “Sizden öncekilerin, Nuh, Ad ve Semud kavimleri ile daha sonrakilerin haberi size gelmedi mi? Onları, Allah’tan başkası hakkıyla bilemez. Peygamberleri onlara apaçık deliller ve mucizeler getirmişlerdi. Onlar ise hayret ve öfkelerinden parmaklarını ısırarak, “Sizinle gönderileni biz inkâr ediyoruz” dediler. “Bizi dâvet ettiğiniz şey hakkında derin bir şüphe içindeyiz.” Peygamberleri onlara dedi ki: “Gökleri ve yeri yoktan var eden Allah hakkında şüphe olur mu?”(İbrahim, 9-10)
Esasen bu kâfirlerin Allah’ın rububiyetini inkâr etmeleri veya bu hususta derin şüphe içinde bulunmaları delil yetersizliğinden ya da bu konuda vicdanen/aklen ikna olmadıklarından değildir. Zira Allah’ın tek Rab olduğu ve kâinatın tek müdebbiri olduğu hususunda zerrelerin sayısından daha fazla delil bulunmaktadır. Çünkü her bir zerre hem var olması ve hem de diğer zerrelerle olan uyumu açısından çok çeşitli yönlerden Allah’ın varlığına ve birliğine ilim, irade ve kudret sahibi olduğuna, bu eşsiz nizamı ve aksamayan düzeni koyanın Allah olduğuna delalet etmektedir. Küfür ve şirkin muhal olduğunda ise sayısız deliller bulunmaktadır. Dolayısıyla bu kâfirler vicdanen ve aklen kabul etmek zorunda oldukları ve fıtratları ile hakkaniyetine şahitlik ettikleri güneş gibi açık olan bu hakikati, kibirlerinden ve yeryüzünde bozgunculuk çıkarmak istediklerinden ötürü inkâr etmeye yeltenmektedirler. Nitekim şu ayet-i kerime bu hususu açıklamaktadır: “Vicdanları da bu mucizelerin hak olduğunu kesinlikle tasdik ettiği halde, zulüm ve kibirleri yüzünden inkâr ettiler. Bir bak, o bozguncuların akıbeti nice oldu!” (Neml, 14)
3- Allah’ın Rububiyetini (Yaratıcı ve Rızık Verici Olduğunu) Kabul Etmekle Birlikte Ulûhiyette Şirk Koşanlar (Deistler)
Müşrik toplumlardan birçoğu da âlemin yaratıcısı, düzene koyucusu ve rızık vericisi olarak Allah’ı kabul etmekle birlikte ibadet/kulluk ve itaatte O’na başkalarını ortak koşmaktadırlar. Bunlar genel olarak rububiyet tevhidini kabul edip uluhiyet tevhidini bozmakta ve uluhiyetinde Allah’a şirk koşmaktadırlar. İşte Arap müşriklerinin çoğunluğu bu sınıftandılar. Bunlar Allahu Teâlâ’nın kâinat üzerindeki saltanat ve tasarrufunu kabul eder ancak kendi hayatları için bir şeriat/nizam koymasını kabul etmezler. Şu ayet-i kerimeler de bunlara hitap etmektedir: “De ki: “Kimdir gökten ve yerden sizi rızıklandıran? Kimdir kulak ve gözler yaratıp size veren? Kimdir ölüden diriyi, diriden ölüyü çıkaran? Kimdir kâinatı yerli yerince tedbir ve idare eden?” Onlar diyecekler ki, “Allah’tır.” Öyleyse, “Hâlâ O’na ortak koşmaktan korkmaz mısınız?” de. İşte hak olan Rabbiniz Allah O’dur. O halde hak olan şeyden başkası sapıklık değil de nedir? Ve siz o sapıklığa nasıl da çevriliyorsunuz?” (Yunus, 31-32)
“De ki: “Yeryüzü ve içindekiler kimindir, biliyorsanız söyleyin.” Diyecekler ki, “Allah’ındır.” De ki: “Öyleyse hiç düşünmez misiniz?” De ki: “Yedi göğün Rabbi ve büyük arşın Rabbi kimdir?” Diyecekler ki, “Hepsi Allah’ındır.” De ki: “Öyleyse O’ndan başkasına ibâdet etmekten korkmaz mısınız?” De ki: “Her şeyin mülkü ve tasarrufu elinde olan, her şeyi koruyup kollayan ve korunmaya muhtaç olmayan kimdir, biliyorsanız söyleyin.” Diyecekler ki, “Hepsi Allah’ındır.” De ki: “Öyleyse nasıl aldanıyorsunuz?” Doğrusu biz onlara hakkı getirdik; onlar ise hiç şüphesiz yalancılardır. Allah hiçbir evlât edinmemiştir; O’nunla beraber hiçbir ilah da yoktur. Öyle olsaydı her ilah kendi yarattığını alır götürür ve birbirlerini alt etmeye çalışırlardı. Allah onların yakıştırdıklarından münezzehtir. Görünen ve görünmeyen âlemleri O bilir. O, onların ortak koştukları şeylerden pek yücedir.” (Müminun, 84-92)
Günümüzde de küfrün bütün bu çeşitleri devam etmektedir. Allah’ın varlığını inkâr eden ateistler, Allah’ın varlığı ve birliği hakkında şüphe içerisinde bulunan agnostikler ve Allah’ın varlığını kabul etmekle birlikte O’na ibadet/kulluk ve itaat etmek istemeyen deistler, günümüzde bütün toplumlarda en etkin konumdadırlar. Komünizm/sosyalizm ideolojisini benimseyenlerin çoğunluğu ateist ise kapitalizm/liberalizm, faşizm, ırkçılık, laisizm ve demokrasi ideolojilerini benimseyenlerin çoğunluğu da ya agnostik ya da deisttir.
(Devam edecek inşallah…)
[1]. Bunlar Eşarî ve Mâturîdî âlimlerin cumhurudur.
[2]. Bunlar hassaten İbni Teymiyye ve öğrencileri olmak üzere Hanbelî-Selefî âlimlerdir.