Gündem Analiz – Mehmet İmamoğlu / 2021 Eylül / 106. Sayı
Takvimlerin 15 Ağustos 2021’i gösterdiği gün uluslararası haber ajanslarının flaş haberleri gök semada çınladı: “Taliban, Kabil’e girdi. Başkanlık sarayı ve şehir Taliban milislerinin kontrolü altında!” Kimilerince garip elbiseli, sakallı, terlikli milislerin fotoğrafları, videoları gün/ler boyunca ve hâlen dünyanın gündeminde.
Taliban’ın bizce ‘fetih’ kimilerince de ‘terör’ görülen “Afganistan’da tekrar iktidar süreci”; Amerikancı, paranoyak, kamalist, demokrat, yalaka ve menfaatçi yardakçıları tarafından öfkeyle ve aşağılamayla karşılandı. Şüphesiz ki bu kimselerin düşmanlıkları Taliban’a değil, üst kavram olarak şeriata ve İslam dinine.
Bir de bunun karşısında Batı menşeli kulaktan dolma bilgilerle kesin kanaatler ortaya koyarak araştırma gereği hissetmeyen, fasık medyadan duyduğuna inanan muhafazakâr kesimler var ki, Taliban hakkında “ABD tarafından çıkarılmış bir örgüt olduğu ve Batı’nın çıkarlarına çalıştıkları” bile bu kesimce yazıldı/söylendi.
Biz ise bu iki yanlış gördüğümüz tavır yerine, süreci İslamî bir bakış açısıyla değerlendirmeye çalışacağız. Mazlumların zaferine ve küfrün hezimete uğramasına sevinen bir tavırla; kulaktan dolma bilgileri değil tahkik edilmiş bilgileri size aktarmaya gayret edeceğiz. Tevfik Allah’tandır.
Afganistan’ın Tarihi
Afganistan, İslam dünyasının Orta Asya’daki en önemli ülkelerinden biridir. İslam dünyası, Afganistan’ın Gazne şehrinde kurulan Gazneliler Devleti üzerinden Pakistan ve Bangladeş’in de içinde yer aldığı Hindistan sahasında varlık bulmuştur. Afganistan, jeopolitik konumuyla yüzyıllar boyu İslam’ın Orta Asya’daki en önemli kalelerinden birini teşkil etmiştir.
Afganistan’ın Hz. Osman zamanında İslam’la tanışması sonucu İslam dini halk arasında hızla yayılmaya başladı. Emeviler ve Abbasiler devirlerinde de Müslümanların Afganistan ile ilişkileri sürmüştür. Söz konusu dönemlerde Afganistan, küçük hanedanlıklar tarafından yönetilmiştir. Dokuzuncu yüzyılda Afganistan’da önce Samaniler ardından Gazneliler Devleti kuruldu. Gaznelilerin ardından Selçukluların hâkimiyetine giren Afganistan sırasıyla Gurlular, Harzemşahlar, Moğollar, Babürlüler, Safeviler ve Abdaliler tarafından yönetildi. Miladi beşinci yüzyıldan beri Horasan olarak bilinen bu bölge (Afganistan) 1747’de Ahmet Şah Abdali Durani tarafından Afganistan olarak adlandırıldı ve Afgan devleti kuruldu. Ahmet Şah Durani, hükümdarlığı süresince beylikleri, kabileleri, parçalanmış eyaletleri birleştirdi. Hâkimiyeti Meşhed’dan batıda Keşmir ve doğuda Delhi’ye, kuzeyde Amu Derya’ya, güneyde Arap Denizi’ne kadar genişledi. Ahmet Şah’ın en önemli seferleri Hindistan üzerine olanlardı. Büyük bir devlet adamı ve askeri deha olarak bilinen Ahmet Şah Durani Hindistan’a tam altı kez sefer düzenlemiştir.[1]
Afgan topraklarında temeli atılan bu devlet resmî olarak ilk defa Osmanlı Devleti tarafından tanınmıştır (1750). Ahmed Şah’ın vefatından sonra, bir yandan oğulları arasında iktidar kavgaları, öte yandan Rusya ile İngiltere’nin bu bölgeyi işgal etme çabaları Afgan devletinin zayıflamasına neden oldu. 19. yüzyılda ve 20. yüzyıl başlarında İngiltere ile Afganistan arasında üç kez savaş çıktı. Sonunda, 1919’da yönetimi ele geçiren Kral Emanullah, Afganistan’ın bağımsızlığını ilan ederek Afganistan’ı muasır bir ülke yapmak amacıyla reform hareketlerini başlattı. Geleneksel Afgan toplumunun reformlara karşı çıkması, Emanullah’ın 1929’da tahttan feragat etmesine neden oldu.
Afganistan 1933-1973 yılları arasında Zahir Şah tarafından yönetildi. 1973 yılında kral ailesine mensup Davut Han, bir darbe yaparak yönetime el koydu ve cumhuriyeti ilan etti. 1978 yılında Davut Han Sovyet yanlısı Afganistan Demokratik Halk Partisi yandaşlarının yaptığı darbe sonucu devrildi. Hafizullah Emin, ülkedeki halk ayaklanmalarını bastırmak için Sovyetler Birliği yerine ABD ve diğer ülkelerden yardım alma teşebbüsünde bulununca Sovyetler Birliğinin Afganistan’ı işgal etme sürecini hızlandırdı. Nitekim Emin’in iktidarı çok sürmeden Sovyetler Birliği 24 Aralık 1979’da Afganistan’ı fiilen işgal etti. Ardından Hafizullah Emin öldürüldü ve Babrak Karmal cumhurbaşkanlığına getirildi. Başlangıçta Sovyetler Birliği, Afganistan’ın işgalinin kısa süreceğini ve milletlerarası tepkilerin de idare edilebileceğini ümit etmişlerdi. Fakat işin böyle olmadığı kısa sürede ortaya çıktı. Bu hesap yanlış çıkınca, Sovyetler Birliği uzun süreli bir mücadeleyi göze almak zorunda kaldı.
Komünist rejimin iktidarını müteakiben Sovyetler Birliği’nin işgali, Afgan halkının büyük tepkisine neden olmuştur. Afgan halkı, komünist faaliyetlerin ve Sovyetlerin Afganistan’ı işgal etmesinin neticesinde yeni örgütlenmeye başlayan Afgan İslami Hareketlerini desteklemeye başlamıştır. Böylelikle, Sovyetler Birliği’nin Afganistan işgali, Afgan Mücahitleri olarak anılan grupların doğuşuna ve güçlenmesine neden olmuştur. 1979 yılında SSCB, Afganistan’daki komünist rejimi desteklemek amacı ile Afganistan’ı işgal etti. Sovyet ordusuna karşı mücadele veren mücahitler 10 yıl süren çetin bir mücadeleden sonra 1989 yılında Sovyet Birliğini dize getirerek amaçlarına ulaştı. Fakat 1992 yılında komünist rejimin son hükümetinin düşmesiyle birlikte, muzaffer mücahit grupların bitmeyen taht kavgalarının ardından, 1994 yılında Taliban Hareketi ortaya çıktı.
Taliban Hareketi
Taliban kavramı Arapça talebe kökünden türemiştir. Talebe Arapça’da; (bir şeyi) aramak, (bir yerin) yolunu tutmak, (bir şeyi) rica etmek ve istemek anlamına gelmektedir. Tâlib kelimesi de Talebenin ism-i fâili olup sözlükte arayan, peşine düşen, talepte bulunan, başvuruda bulunan, aday, öğrenci özellikle dini ders alan medrese öğrencisi manalarına gelmektedir. Öğrenciler manasına gelen Taliban, Arapça tâlib kelimesine Farsça çoğul eki (طالب + ا+ ن= طالبان) eklenerek meydana gelmiştir. Taliban hareketinin insan kaynaklarını medrese öğrencileri oluşturduğu için söz konusu hareketin ortaya çıkması ile birlikte medya tarafından Taliban, Taliban İslami Hareketi, Taliban Grubu veya sadece Hareket (Tahrik) olarak adlandırılmıştır.[2] “Taliban İslami Hareketi” (Tahrik-i İslami Taliban) ismi Taliban tarafından da benimsenmiştir.
Kısaca değindiğimiz üzere, Komünist darbesini takip eden 1979 yılında SSCB’nin Afganistan’ı işgali neticesinde milyonlarca Afganlı ülkesini terk etmek mecburiyetinde kaldı. Sovyet Birliklerin Afganistan’a girdiği 27 Aralık 1979’dan ülkeden son Sovyet askerin çekildiği Şubat 1989’a kadar süren çatışmada yaklaşık 2 milyon insan öldü, 2 milyonu da yaralandı. 5 milyon insan göçmenleşti ve 400 bin kadın dul kaldı. Rusların ülkede bıraktığı 10 milyon mayın yüzünden 400 bin insan hayatını kaybetti. BM Yüksek Komiserliğine göre sayıları beş milyonu bulan Afganlı mültecilerin üç buçuk milyonu Pakistan’a sığındı.[3]
Pakistan’daki mülteci kamplarında zor şartlar altında yaşayan Afganistanlıların bazıları çocuklarını dinî ve fenni ilimlerin bir arada okutulduğu okullara gönderirken köyden gelen Afganistanlı mülteciler ise çocuklarını dinî ilimlerin okutulduğu okullara gönderiyorlardı. Ekonomik problemi olan ve eşini savaşta kaybeden dul kadınlar ise çocuklarını yatılı okullarda okutmayı tercih etmişlerdi. Söz konusu okulların tesisi İngiliz sömürgeciliğine karşı 1800’lü yılların ortalarında Hint alt kıtasındaki insanlara İslami ilimleri öğretmek amacıyla kurulan Dârululûm-i Diyûbend ve Brelvi/Barelvi medreselerine dayanmaktadır. Diyûbend medresesi 30 Mayıs 1866 tarihinde Muhammed Kasım Nanevtevi (1832-1880), Râşid Ahmed Gangohi’nin (1825-1905) öncülüğünde bir grup âlim tarafından Delhi’ye 90 mil uzaklıktaki Diyûbend kasabasında Çatta mescidinde kuruldu. İngilizlerin siyasi bir oluşuma ve kuruluşa izin vermedikleri bir dönemde kurulan medrese aradan uzun bir zaman geçmeden bütün bölümleri olan mütekâmil bir Dâru’l-Ulum (üniversite) şeklini aldı.[4]
Pakistan devleti kurulmadan önce, Dârululûm uleması arasında uzun tartışmaların sonucunda hareket ikiye bölünmüştür. Diyûbend ulemasının bir bölümü Hint alt kıtasının ikiye bölünerek Pakistan adıyla bir devlet kurulmasına karşı çıkmıştır ve diğer bir kısmı da Pakistan devletinin kurulmasını savunmuştur. Pakistan’ın kurulmasından yana olanlar Cemiyet-i Ulemadan ayrılıp, 1945 yılında Cemiyet-i Ulema-i İslami’yi kurmuşlardır. Bu hareketin başına Şebbir Ahmed el-Osmani getirildi. Hindistan tarafında kalan Diyûbend Hareketine Cemiyet-i Ulema-i Hint, Pakistan’daki harekete ise Cemiyet-i Ulema-i İslam Pakistan adı verilmiştir.
Pakistan’ın kurulmasıyla örgütlenme imkânına kavuşan Diyûbend ekolünün mensupları Pakistan’ın her bir tarafında medrese ve Dârululum açmaya başlamışlardır. Bu medreselerin ve Dârululumların bugün sayısının 10.000’i bulduğu söylenmektedir. Afganistan ve Hindistan’da medreselerin ilmî ve fikrî açıdan çok parlak bir geçmişi vardır. Hindistan’da kurulan bu sistemde büyük âlim ve mütefekkirler yetiştirmişlerdir. Abdülhay el-Leknevî(1304/1886), Muhammed Enver Şâh Keşmîrî (1352/1933), Zafer Ahmed Osmani (1394/1974), Eşref Ali Tahanevi (1362/1943) ve daha nice büyük âlimler bu medreselerde yetişmişlerdir.
Bugünkü Taliban, genel olarak 1960 yılı ve sonrası doğumluların teşkil ettiği bir kuşaktır. Taliban’ın temellerini oluşturan medrese, Pakistan’ın Peşaver şehri doğusundaki Akora Hattak yerleşiminde bulunan Dâru’l Ulum Hakkaniye medresesidir. Afganistan’daki yerel Diyûbendi medreselerinde eğitim alan birçok isim, yüksek eğitimlerini görmek üzere bu medreseye dâhil olmuştur. Bu medrese, 1947 yılında, Mevlâna Sâmiu’l Hak’ın babası olan Mevlâna AbdulHak tarafından kuruldu. Bu medresede Molla Ömer, Celaleddin Hakkani, Molla Ahtar Muhammed Mansur gibi Taliban Hareketi’nin öncü isimleri eğitim görmüştür.
Afganistan, 1994’ün sonunda Taliban’ın ortaya çıkmasından önce fiilen neredeyse bölünmüş durumdaydı. Ülke, savaş beyleri arasında bölünmüştü; bunlar birbirleriyle savaşıyor, durmadan taraf değiştiriyor ve şaşırtıcı birlikler, ihanetler ve kan dökmeler dizisi içinde başka bir savaşa girişiyorlardı. Dönemin cumhurbaşkanı Burhaneddin Rabbani, Kabil ve çevresini idare ederken Afganistan’ın batısı, güneyi, doğusu ve kuzeyi başka kumandanlarca denetleniyordu. Bu manzara, SSCB güçlerine karşı savaşıp daha sonra yurtlarına dönmüş, Kuetta ve Kandehar’daki çalışmalarına devam eden mücahitleri de çok kızdırmıştı. Tam bu kaos ortamında Sovyet güçlerine karşı savaşmış olan Molla Ömer[5] adında otuz beş yaşında Kandehar şehrinde imamlık yapan bir genç, medrese öğrencileri ile birlikte fesada karışmış mücahit gruplarına karşı Eylül 1994 yılında mücadele etmeye karar verdiler. Molla Ömer Taliban hareketinin ortaya çıkışı ile ilgili şunları söylemektedir:
“Yaklaşık 20 öğrenci arkadaşımla birlikte Kandehar’daki bir medresedeydim. Fesat, hırsızlık, yağmacılık ve cinayet çok yaygınlaşmıştı. O günlerde kimse her şeyin daha iyi olabileceğine inanmıyordu. Allah’a tevekkül ettim ve bu öğrenci arkadaşlarımla birlikte çalışmaya koyuldum.”[6]
Eylül 1994’te Kandehar’da Afganistan’ın kalanında olduğu gibi çeteleşme, soygun, cinayet, tecavüz gibi suçlar arttığından Molla Ömer talebelerine şehri suçtan temizlemeleri için harekete geçmelerini emretti. İlk olarak bir çete lideri tarafından kaçırılıp tecavüz edilip alıkonan iki kız kurtarıldı ve çete lideri idam edildi, halkın çağrısı ve iş birliğiyle benzeri suçlarla Kandehar genelinde mücadele edilmeye çalışıldı. Alınan başarılı sonuçlar üzerine Kandehar’ın ileri gelenleri Molla Ömer’den “disiplinli ve dürüst” talebeleriyle şehri yönetmesini istediler. Yüzlerce kabile lideri ve İslam âlimi Molla Ömer’i yönetici olarak seçti. Böylece Eylül 1994 itibarıyla savaşsız olarak Kandehar, Taliban’ın yönetimine geçti. Taliban’ın ilerlemesiyle Taliban’ın ülkeye istikrar ve İslami bir idare getireceğine ikna olan Yunus Hâlis, Celaleddin Hakkani, Nuristanlı Molla Efdal gibi liderler de ellerindeki güçlerle beraber Taliban’a katıldılar.
1996’ya gelindiğinde Taliban Kabil’e yöneldiğinden Kabil ve çevresinde savaşan gruplar birbirleriyle savaşı keserek Taliban’ın Kabil’e girmesini engelleme kararı aldılar. Bununla beraber grupların çatışmaları tam olarak kesilmedi. Râşid Dostum ülkenin kuzeyini ele geçirmeye yönelerek hükümet güçlerini Mezar-ı Şerif gibi bölgelerden çıkararak kuzeyde kendi fiili bağımsız devletini kurmaya yöneldi. Nisan 1996’da toplanan ve Taliban’ı da aşan geniş bir şûra Molla Ömer’i resmen “Afganistan İslam Emirliği” lideri ilan etti. Taliban aynı dönemde hem Kabil’e girmeye çalışmakta hem de ülkenin orta kesiminde İran tarafından desteklenen Şii milislerle çatışmaktaydı. Bu dönemde Taliban, 1996-2001 arasında kendisine devlet tecrübesi kazandıracak bir sürece girmiş oldu. Mayıs 1996’da uğruna dört yıldır savaştıkları iktidarın elden gitmekte olduğuna kanaat getiren Hikmetyar ve Rabbani anlaştı. Hikmetyar başbakan olarak yeniden Kabil’de göreve başladı. Fakat gittikçe güçlenen Taliban, birbirlerinin tüm gücünü tüketen Hikmetyar-Rabbani-Mesud güçlerini yenerek 27 Eylül 1996’da diğer grupların savaşıyla 1992-1995 döneminde harabeye dönen başkent Kabil’i ele geçirdi. Kabil’de BM merkezine sığınan Necibullah da yakalanarak idam edildi.
Taliban’ın Afganistan’daki Birinci İktidar Süreci
1996-2001 yılları arasında “Afganistan İslam Emirliği” adı altında Taliban Afganistan’ı idare etti. Bu dönem kimilerince “Osmanlı’nın ardından dünyada İslam şeriatıyla yönetilen ilk devlet” olarak nitelenirken, kimileri ise 5 yıllık bu dönemi “baskıcı bir dini yönetim” olarak addetti. Taliban 1996 yılında Kabil’i ele geçirdikten sonra toplumun düzeni ve İslami kuralların uygulanması için Din Polisi (Emri Bil Maruf ve Nehiy Anil Münker) Bakanlığı’nı kurarak birçok kararname yayınladı. Aralık 1996 yılında Kabil Din Polisi Genel Başkanlığının yayınladığı kararname özetle şöyledir[7]:
“Yüzü açık, başörtüsüz ya da burkasız (çarşaf tarzı elbise) evinden çıkan kadının evi belirlenerek bir işaret konur ve kocasına uygun bir ceza verilir ya da kadının orada ikaz edilmek suretiyle uyarılır. Yukarıda söylenen tarzdaki kadın eğer arabaya yolculuk amacıyla bindiyse, arabanın şoförü 1 ila 5 güne kadar hapsedilir. Müzik kasetleri, müzik videoları ya da filimler dükkânda, otelde, arabalarda vs. mekanlarda bulunursa mekân veya araba sahibi 1 ila 10 gün hapisle cezalandırılırlar. Sakalını kesen ya da kısaltan kişi 10 güne kadar hapsedilir veya uygun bir tazir cezasıyla cezalandırılır. Namaz vakitleri Emri bil’-Maruf ve Nehyi ani’l-Münker başkanlığı tarafından belirlenir.
Namaz vakitleri sırasında baliğ biri dükkân ya da büfede görünürse 1 ila 5 güne kadar dükkân kapatılır. İçki içen kimse had cezasına çarptırılır, uyuşturucu madde kullananlar ise 3 ila 6 aya kadar hapsedilir. Sarhoş edici maddeleri satan kimsenin dükkânı kapatılır, kendisi ise bir ay hapis cezasına çarptırılır. Tarlasına kenevir eken kişi hapsedilir. Kişini akrabası tarlayı kenevirden temizleyip Emr-i bil’-Maruf idaresine haber verince serbest bırakılır. Kumar oynayan kimse 1 ay hapis cezasına çarpıtılır. Düğünler ve diğer merasimlerde kadınların dans etmeleri ve yüksek sesle şarkı söylemeleri yasaktır. Bu yasağa uyulmadığı takdirde düğün sahibi cezalandırılır…”
Taliban, iktidar olduğu süreçte ilk olarak İran, Hindistan, Rusya, ABD, Türkiye, Tacikistan, Özbekistan gibi taraflarca desteklenen Kuzey İttifakı güçlerine karşı savaştı. Bu ittifaka Suudi Arabistan’ın desteklediği Abdurrab Rasul Seyyaf’ın grubu, İran’ın desteklediği Şii Hazara milisler gibi taraflar da katılmıştı. Bunun yanı sıra yerel savaş ağalarına, uyuşturucu kaçakçılığı yapan gruplara karşı da savaş açıldı. Uyuşturucu üretimi amacıyla ekimi yapılan afyonun tarımının yapılması yasaklandı. Bu paralelde, Afganistan’da afyon ekimi ve bağlantılı olarak uyuşturucu üretimi yüzde 100’e yakın bir oranda azaldı. ABD işgali sonrasında bu oran 13 kattan fazla artacaktı.
Bu süreçte, ülkenin içerisinde bulunduğu siyasi, sosyal ve askeri krizlerin etkisine, dünyanın Afganistan’a uyguladığı ambargolar ve Taliban’a karşı yürütülen Batılı medya kampanyasının oluşturduğu etkiler de eklenmişti. Ülkeye uygulanan abluka ve ambargo sonucunda yüzlerce çocuk ilaç ve gıda eksikliği sebebiyle yaşamını yitirdi. Taliban’ın en çok eleştirildiği nokta, İslam hukukunu uygulama konusundaki tavırları idi. Bamyan’daki Buda heykellerinin yıkılması da bazı tepkilere yol açtı. Bu tavrın, Batı medyasının Taliban karşıtı kampanyalarıyla birleşmesi sonucunda, dünya genelinde Taliban karşıtı düşünceler güçlendi. Taliban özellikle kadın eğitimine karşı olmak, sakal uzatmayı mecburi tutmak, kadınların dışarı çıkmasını ve çalışmasını engellemek gibi uygulamalarla suçlanırken, hareket bunların gerçek olmadığını savundu. Taliban’ın propaganda ve medya kapasitesinin Batı medyasıyla boy ölçüşemeyecek derecede kısıtlı olması, dünyanın Afganistan’a dair bakışının Batı medyası ekseninde gelişmesi sonucunu doğurdu.
ABD öncülüğündeki Batı, 1998 yılından itibaren Taliban’a karşı açıkça tavır alarak Taliban’ın sonunu hazırlamaya başlamıştır. Ekim 1999’da ABD’nin tasarısıyla BM Afganistan’a “teröre destek” gerekçesiyle ambargo kararı koydu. BM’nin beş daimi temsilcisi olan ABD, Rusya, Çin, İngiltere ve Fransa’nın tümü de Taliban’a karşı olduğundan yasa oy birliği ve kolaylıkla kabul edildi. 2000 yılında ABD Taliban’ı terörist ilan etti. Taliban’ın iktidardan devrilmesi için savaşan gruplara desteğini açıkladı ve yardım sözü verdi. Kuzey İttifakı’na ABD, Özbekistan, Rusya, İran ve Hindistan tarafından gönderilen silah ve diğer çeşit maddi yardımlarla Taliban yok edilmeye çalışıldı.
11 Eylül 2001 saldırılarından sonra ABD, saldırılardan sorumlu tuttuğu Usâme Bin Laden’i koruduğu ve desteklediği gerekçesiyle, 7 Ekim 2001’de BM’ye 51. Madde doğrultusunda Afganistan’a karşı savunma hakkını kullanacağını bildirdi ve İngiltere ile birlikte Afganistan’a karşı “Sonsuz Özgürlük Operasyonu” adı verilen hava operasyonlarını başlattı. Taliban, operasyon karşısında 14 Kasım 2001’de Kabil’den çekildi. 27 Kasım 2001’de Almanya’nın Bonn kentinde BM öncülüğünde 14 gün süren ve Taliban sonrası kurulacak hükümete dair yol haritasını belirlemeyi amaçlayan bir konferans düzenlendi, ardından 5 Aralık 2001’de Taliban muhalifi ve ABD girişimine taraf Afgan grupları arasında Bonn Antlaşması imzalandı. Anlaşmanın Afganistan’ın Taliban’ı dışlayan ve ona karşı mücadele eden “ulusal uzlaşmacı bir hükümet ile yönetilmesi gerektiği, kalıcı bir barış, istikrar ve insan haklarına saygılı bir devlet” olması yönünde rehberlik edecek bir gündem tasarlamak üzere hazırlandığı bildirildi. Bu anlaşma ile birlikte Afganistan’da bugüne kadar Kabil merkezli çok sayıda hükümet kuruldu. Ancak bu hükümetler ne Taliban’ı yenebildi ne de Kabil ve çevresinde halkı tatmin edecek bir program uyguladı.
Taliban’ın Yeniden İktidar Oluşuna Giden Süreç
11 Eylül saldırılarından sorumlu tutulan el-Kâide’ye ve ona koruma sağlayan Taliban’a karşı ABD ve müttefiklerince başlatılan askerî harekâtla bölge yeni bir döneme girdi. Sadece Pakistan, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin resmen tanıdığı Taliban devleti yıkıldı. Hâkim olduğu şehirlerden tamamen çekilen Taliban, halk desteği bulduğu kırsallarda varlığını devam ettirdi. El-Kâide de tüm kamplarını boşaltarak mensuplarını Pakistan’daki Kabileler Bölgesi’ne geçirdi. Hem Taliban hem de el-Kâide bu süreçte liderlerinden ve alt kadrolarından ağır kayıplar verdi. Bir bölümü tutsak düştü ve Guantanamo’ya götürüldü. Sağ ve salim kalanlar Kuzey Pakistan’daki Peştun kabileleri tarafından Peştunvâlî’nin gereklerince korunmayı sürdürdüler.
2001 yılında Taliban iktidardan ABD tarafından uzaklaştırılınca Taliban’ın yeniden güçleneceği sanılmamıştı. Ama Taliban hareketi çok geçmeden tekrar toparlanıp gerilla saldırılarını başlattı. Afganistan’da koalisyon askerlerinin günbegün azalmamakla birlikte sayısı arttırılarak yüz otuz bini aşmasına rağmen direnişte azalma olmadığı gibi aksine artış meydana gelmiştir.
Taliban’ın güçlü olarak geri dönüşünü sağlayan sebeplerin başında ise Afganistan’da yabancı güçlerin mevcudiyeti gelmektedir. Taliban bu durumu değerlendirmek için cihat fetvası çıkararak haçlı askerleri olarak nitelendirdikleri koalisyon güçlerine karşı bütün Müslümanlara cihat çağrısı yapmıştır. Nitekim Afganistan’ın otuz vilayetinden 600 civarında ileri gelen âlimler ABD’ye karşı cihat çağrısında bulunan bir fetva yayınladılar. Fetva bu cihadın bütün Müslümanlara farz olduğunu beyan etmektedir. “Gayri Müslimler Müslümanların topraklarına saldırdığında cihat bütün Müslümanlar üzerine farz olur.”[8]
Taliban’ın geri dönüşünü sağlayan diğer faktörleri; koalisyon güçlerinin bombardımanı neticesinde sivillerin ölümünün günbegün artışı, yabancı askerlerin Afgan gelenek ve göreneğini göz ardı ederek rahat davranmaları, 1747’den 1992’ye kadar Afganistan’da sorgulamasız iktidar sahibi, ülke nüfusunun çoğunluğunu oluşturan Peştunların iktidarı paylaşmak zorunda kalmaları, iç çatışmalarda pay sahibi savaş ağaların yargılanmak yerine iktidara getirilmeleri, demokrasi vaadiyle gelen yeni iktidara karşı halkın güvensizliği ve işsizlik olarak belirtmek mümkündür.
Afganistan iç savaşı ilk günden itibaren azami savaş kurallarından uzaktı. Koalisyon güçlerinin hava saldırıları Taliban mensuplarından ziyade Afgan sivillerini hedef alarak birlerce Afganlının ölümüne sebebiyet vermiştir. ABD’nin saldırıları, sonraki yıllarda da devam etti. Nitekim ABD’nin Nisan 2018’de bir Kur’an Kursu’na yönelik düzenlediği hava saldırısında 100’den çok Kur’an Kursu öğrencisi çocuk şehit oldu. Eylül 2019’da Nangarhar eyaletine yönelik saldırıda en az 30 kişi katledildi. 1 Şubat 2020’de Kunduz vilayetinin Daşti Arçi ilçesinde Taliban’a yönelik düzenlediği hava saldırısında 5 sivili katletti. ABD, bütün katliamlarını “yanlışlık”, “hedef şaşması” gibi etkenlere bağladı, bu son saldırısı için ise “soruşturma devam ediyor” açıklaması yaptı. Bunun neticesinde her yerde, özellikle saldırıların hedefi olan güney bölgesinde Taliban’ın yabancı güçlerden daha fazla güvenlik ve istikrarı sağladığı inancı doğmuştur.
ABD, Taliban’ı imha etmek ve bütün Afganistan’ı kendisi için bir üs hâline getirmek istiyordu. Bu hedefi uğruna, ekonomisinden her yıl Afganistan’a büyük bir bütçe aktardı. Kullanabileceği bütün yerel unsurları ekonomik açıdan ve askeri eğitim açısından destekledi. Sürekli bir uzlaşmazlık içinde olduğu İran’la tam ve sürekli bir iş birliği dahi yaptı. Buna rağmen, Taliban’a karşı verdiği savaşı kaybetti. ABD, Taliban ile savaşı, “Bush Teorisi” doğrultusunda bir tür “kutsal savaş” olarak sunmuştu; Trump’ın Bush Teorisi’ne bütün sahalarda sahip çıktığı bir süreçte ABD’nin Taliban ile antlaşmaya ikna olması, ABD’nin ancak yenilgisiyle açıklanabilir. ABD, hiçbir şekilde kazanmadığı bu savaşı artık sürdürmenin anlamsız olduğunu görmüş ve çıkarları doğrultusunda bu savaştan çekilmek durumunda kalmıştır. ABD’nin Taliban ile anlaşmaya ikna olmasının asli sebebi budur.
Bunun dışında şu tâli etkenlerden söz etmek mümkündür: New York Times’teki bir analize göre, ABD bugüne kadar Afganistan savaşında 2400 servis çalışanını (asker ve istihbaratçılarını) kaybetti ve Afganistan savaşına 2 trilyon dolar harcadı.[9]ABD ekonomisi, ülke dışındaki bu tür savaşları sürdürebilme dinçliğinden uzaktır. Pakistan’ın bölgede yeni bir politikaya yönelmesi ile ABD’nin bölgedeki eli zayıflamıştır. Çin ve Rusya gibi Asya’da yükselen güçler karşısında ABD, geçmişte olduğu kadar rahat ve daha doğrusu fütursuz bir politika takip edememektedir.
2009’da ABD’nin Taliban’ı askerî operasyonlarla ortadan kaldıramayacağını kabullenmesinin ardından Taliban ile görüşülmesi projesi ortaya atıldı. ABD’nin kararına Karzai karşı çıkmamakla beraber ülkedeki Ahmed Şah Mesud geleneğinden gelen bazı kimseler ve Şii-Hazaraların siyasi yapılanmaları karşı çıktı. 2010’da barış görüşmeleri projeleri resmen ilan edildi. Haziran 2011’de Karzai, ABD ve Taliban arasında görüşmeler gerçekleştiğini beyan etti ama Ağustos 2011’de de görüşmelerin başarısızlıkla sonuçlandığı açıklandı.
Taliban’ın görüşmeleri gerçekleştirilmesi için yurt dışında temsilcisinin olmasını, kapatılmayacağının ve üyelerinin tutuklanmayacağının garanti edildiği bir elçilik kurulmasını görüşmeler için şart koşmasıyla 2013’te Taliban’ın Katar’da siyasi ofisi kuruldu. ABD anlaşma gereği Katar’a bu temsilciliği kapatması veya mensuplarını tutuklaması, ABD’ye teslim etmesi baskısı yapmadı. Bu temsilcilik Karzai tarafından Taliban’ın sürgünde Afganistan hükümeti kurma çabası olarak eleştirildi. Katar temsilciliğinin açılmasının ardından Taliban’ın dış dünya ile resmî iletişimi ve ABD ile barış görüşmeleri arttı. Taliban görüşmelerde olmazsa olmaz iki şartı olarak işgalci askerlerin ülkeyi tamamen terki ve ülkede İslami bir idare kurulması olduğunu belirtti. 2015’te Pakistan resmi olarak görüşmelere ev sahipliği yapmaya başladı.
Heybetullah Ahundzade[10] döneminde Taliban diplomatik atağa geçerek pek çok ülkeye resmi ziyaret için heyetler gönderdi. ABD ve Taliban barış görüşmeleri hızlandı. Taliban görüşmelerde bir yandan savaşla Afganistan’da artan hâkimiyetinin verdiği üstünlüğü taşıyordu. ABD ile Taliban arasındaki doğrudan görüşmeler 2018 yılının Ekim ayında resmen başladı. Bu strateji doğrultusunda, ABD Dışişleri Bakanlığı’nın Güney ve Orta Asya’dan sorumlu müsteşar yardımcısı Büyükelçi Alice Wells’in başkanlığındaki Amerikan heyeti, 23 Temmuz 2018’de Katar’ın başkenti Doha’da Taliban temsilcileriyle gizli bir görüşme gerçekleştirdi. Afgan hükümetinden herhangi bir yetkilinin yer almadığı bu görüşme, ABD ile Taliban arasındaki ilk doğrudan temas olarak kayıtlara geçti. Bu anlaşmanın gerçekleşmesinden önce Pakistan’da 8 yıldır hapiste olan Taliban’ın baş müzakerecisi konumunda olan Molla Abdulganî Baradar[11]serbest bırakıldı. Bu ilk temastan sonra Doha’da gerçekleşen bir dizi temasın ardından nihayet 29 Şubat 2020’de ABD ile Taliban arasında anlaşma sağlandı.
Kasım 2020’de başkan seçilip Ocak 2021’de göreve başlayan yeni ABD başkanı Joe Biden’in ekibinin Afganistan’dan çekilmeye Trump kadar istekli olmaması ve anlaşmanın hilafına olarak Mayıs 2021’de ABD’nin Afganistan’dan çekilmesinin tamamlanmayacağını belirtmesi barış sürecini büyük tehlikeye atarken ABD altına imza attığı anlaşmaya açıkça uymadığı için eleştirildi. Biden yönetimi nihayet 11 Eylül 2021 öncesinde tüm ABD güçlerinin Afganistan’dan ayrılacağını duyurdu.
İşte böyle bir süreçte Afgan hükümetiyle Doha’daki müzakereleri devam ettiren Taliban, eş zamanlı şekilde, hazirandan bu yana şiddetli saldırılarla Afganistan’da birçok ilçeye, son bir ayda da vilayet merkezlerine hızla hâkim oldu. Başkent Kabil çevresini kuşatan Taliban, 15 Ağustos’ta Cumhurbaşkanı Eşref Gani’nin ülkeyi terk etmesinin ardından kenti çatışmasız şekilde kontrolüne aldı. Ertesi gün Taliban, Afganistan İslam Emirliği’ni ilan etti. Böylece 20 yılın ardından Afganistan’da tekrar Taliban dönemi başlamış oldu.
Bundan Sonra Ne Olacak
Taliban Sözcüsü Zebihullah Mücahid, 17 Ağustos 2021’de Afganistan’ın başkenti Kabil’de bir basın konferansı gerçekleştirdi. Açıklamalarda bulunan Mücahid, yerli ve yabancı gazetecilerin sorularını yanıtladı. Mücahid’in açıklamalarından öne çıkanlar şu şekilde:
“İntikam almaya çalışmayacağız. 20 yılın ardından bir kere daha yabancıları ülkemizden çıkararak bağımsızlığımızı kazandık. Bu tüm millet için bir onurdur. Bağımsızlık her millet gibi bizim de hakkımızdır ve bunu elde ettik. Bunun için Allah’a şükürler olsun. Afganistan artık bir savaş ve çatışma sahası değildir. İslam Emirliği içeride ve dışarıda hiçbir düşman edinmek istememektedir. Yakında güçlü, İslami ve kapsayıcı bir hükümetin kurulmasına şahitlik edeceğiz. Tüm diplomatik misyonlar, kurum ve kuruluşlar, yardım kurumları güvende olacak. Tüm dünyayı, BM’yi ve komşularımızı temin ederiz ki kimse bizden zarar görmeyecek.
Dinimizin ve kültürümüzün gösterdiği ilkeler doğrultusunda hareket edeceğiz. Bu Afganların hakkıdır.
İslam Emirliği, kadınların haklarını şeriat çerçevesinde sağlayacaktır. Kadınlar ve erkekler aynı şekilde haklarından istifade edeceklerdir. Eğitim, sağlık, çalışma gibi alanlarda kadınlar da yer alacaktır. Kadınlara yönelik hiçbir ayrımcılık olmayacak.
Savaş bitti, ekonomiyi ve ülkenin altyapısını, refahını yeniden inşa edeceğiz. Ülkenin ekonomik durumu kısa bir süre içerisinde düzelmeye ve gelişmeye başlayacak. Vatandaşlarımızın dünya ve ahiret yararı için çalışacağız. Medya, faaliyetlerine özgür bir şekilde devam edecek. Sivil olsun, işgalcilerin tercümanlığını yapmış olsun, asker olsun, tüm vatandaşlarımız genel aftan faydalanacaktır. Kimse Afganistan’dan ayrılmamalı, kendi vatanına hizmet etmeli. Kademe kademe bir şekilde tüm ülke normalleşecek. Devlet dışı silahlı kişi ve gruplar silahsızlandırılacak. Afganistan’da hiçbir tür uyuşturucu madde üretilmeyecek. (Yabancı savaşçılar) Kimsenin Afganistan topraklarını başkalarına karşı kullanmasına izin verilmeyecek. Tüm ülkelerle iyi ilişkiler istiyoruz, uluslararası diplomatik teamüller ve karşılıklı saygı çerçevesinde ilişkiler kuracağız.”
1996-2001’deki iktidarına göre daha kapsayıcı ve esnek bir hükümet kuracağı mesajını vermeye özen gösteren Taliban’ın üst düzey yetkililerinden Vahîdullah Haşimi, görüşmelerde yeni yönetim şekline ilişkin son ayrıntıların ele alındığını belirterek “Demokratik bir sistem olmayacak. Çünkü ülkede hiçbir tabanı bulunmuyor… Afganistan’da ne tür bir siyasi sistem uygulamamız gerektiğini tartışmayacağız çünkü çok açık. Sistem şeriat hukukudur, nokta!” ifadelerini kullandı.
Temennimiz Taliban’ın, yıkılmasının üzerinden geçen 100 yıldan sonra hilafeti yeniden ikame etmesidir. Çünkü hilafet, Allahu Teâlâ’nın en büyük bir farzı ve Rasûlullah’a itaattir. O halde Afganistan’da kurulacak yeni devlet sadece Afganistan halkının devleti olmamalı. Afganistan’da kurulacak devlet Filistin halkına, Doğu Türkistan halkına, Keşmir ve Arakan’a kadar tüm Müslümanlara umut aşılamalıdır. Aynı zamanda bu devlet, kâfir Rusya, Çin, Avrupa, sömürgeci Amerika ve işgal kuvvetleri olan NATO’nun kalbine korku salmalıdır.
Sonsöz Yerine
Afganistan halkı, geçmişte olduğu gibi bugün de bir tarih yazmıştır. Mazlum olan bu halk, önce İngiliz, sonrasında Sovyet, şimdilerde ise Amerikan emperyalizmini hezimete uğratarak örnek bir mücadele vermiştir. İnsanlık tarihi, bütün yokluk ve yoksulluğa ve imkânsızlıklara rağmen dişe diş 20 yıl süren böyle bir mücadeleye ya hiç ya da çok az şahitlik etmektedir. Bu mücadele, sadece Müslümanlara değil bütün mazlumlara ve mahrumlara umut olacak tarzda tarihe geçecek bir mücadeledir. Bu mücadele, mazlumlarla zalimlerin, mahrumlarla emperyalistlerin, Müslümanlarla Haçlılar güruhunun kısacası hak ile batılın mücadelesi olarak tarihe geçecektir. Allah’a şükür ki, mazlumlar galip gelmiş, zalimler ise yine mağlubiyeti yaşamışlardır. Emperyal güçler, Afganistan’daki bu mücadelenin 1979’da yeşerttiği umutları 2001’de soldurduklarını/yok ettiklerini zannetmişlerdi. Ama yanıldıklarını çok acı bir şekilde görmüşlerdir. Geçmişte İngilizlerin ve Sovyetlerin yaşadığı akıbeti, bugün çok acı bir şekilde ABD ve yedeğindeki NATO’nun işgalci güçleri de yaşamıştır. Tarih yeniden tekerrür etmiş ve küfür devam eder ama zulüm devam etmez sözü bir kez daha tecelli etmiştir.
Hezimeti sadece küresel işgalci güçler yaşamamış, onlarla birlikte işbirlikçi yerel ve bölgesel güçler de yaşamıştır. Bu olay, işbirlikçilerin, tarihin hiçbir döneminde tarihte yaşanan olaylardan ders çıkartmadıklarını göstermiştir. Bu nedenledir ki her dönemde olduğu gibi bugün de işgalci güçlere güvenmenin bedelini çok acı bir şekilde ödemektedirler. Kabil Havaalanındaki izdiham, uçaklara binmek için ortaya çıkan görüntüler bunu göstermektedir. Oysa dün denebilecek kadar yakın bir zaman öncesinde İran Şahı ve yandaşları da böyle bir acıyı tatmıştı. Uşaklığını yaptığı ülke dâhil hiçbir ülke kendisini kabul etmemiş ve rezil bir şekilde Mısır’da ölmüştü. Arap Baharı döneminde de Zeynel Abidin Bin Ali, Hüsnü Mübarek ve Kaddafi aynı akıbeti yaşamamış mıydı? Afgan zaferi, kışa dönüştürülen bu topraklarda yeni bir bahara kapı aralayacaktır, inşallah!
Bugün Afgan Cumhurbaşkanı Eşref Gani’nin de ülkesini kaçarak terk etmek zorunda kalması aynı akıbeti yaşadığını göstermiyor mu? Elbette bu, halkına ihanet etmenin ve işgalcilere (ABD’ye) uşaklık yapmanın bedelidir. ABD Afganistan’a bomba yağdırırken, yüzbinlerce kardeşimizi şehit ederken, taş üstünde taş bırakmazken onunla savaşmayıp, onu işgalci olarak görmeyip, sesini çıkartmayıp onun yanında yer alarak dünyalık menfaatler elde etmeye çalışmak, sonra da ABD çekip gitmeye çalıştığında onun eteklerine yapışmak nasıl bir acziyettir? Bu apaçık Allah’a, Rasûlü’ne ve müminlere ihanettir! Hainlerin sonu ise tıpkı ABD’nin terk edip gittiği gibi dünya hayatında terk edilmek, ahirette de büyük bir hüsrandır.
Satılık medya tarafından sanatçı olduğu söylenen bir kadının ‘bizi öldürmeye geliyorlar’ çığlığı, özellikle laik basın tarafından bayraklaştırılmaya çalışılmakta. Bu bayan ve onu bayraklaştıranlar, yüzbinlerce mazlum Afgan halkı katledilirken; yollar, hastaneler, ambulanslar, okullar, camiler, düğün törenleri, pazar yerleri bombalanırken, bu kesimlerin niçin kısık da olsa çığlıkları duyulmuyordu? ABD yedeğinde, Afgan halkına; kadın, çocuk, genç, yaşlı ayrımı yapmaksızın zulmedilirken sesleri çıkmayan, mazlumların kanı ve gözyaşı üzerinde sanatlarını icra edenlerin bugün bağırmaya, çığlık atmaya hakları olabilir mi? Kaldı ki kendilerine bir şey yapılmayacağı söylenmesine rağmen bu çığlığı atıyorlar. Çünkü yaşadıkları bu korku, dün kendilerinin efendilerinin güdümünde zalimane takındıkları tavırlar nedeniyledir. Kaçmaya çalışan, uçakların kanatlarına tırmanan, ölümüne yollara düşenlerin çoğunluğu, geçmişte, genellikle işgalcilere uşaklık ederken halklarına ihanet edenlerdir. Dolayısıyla Afganistan’da işlenen insanlık dışı zulümlere bunlar da -en az emperyal güçler kadar- ortaktırlar. Mazlum Afgan halkına yönelik gerçekleşen katliamlarda, eli kanlı katillerle birlikte hareket eden bu zavallıların feryad-ü figan etmelerinin nedeni budur. NATO şemsiyesi altında kanı akıtılan mazlumların ahına kulağını tıkayanların bugün çığlık atmaya hiç mi hiç hakları yoktur.
Taliban, Afganistan halkının meşru gücüdür. İslami ilkelere bağlı kaldığı ve İslami hükümleri uyguladığı müddetçe kim ne derse desin dualarımız onlarladır. Bunu yapacaklarına dair de umudumuzu korumak istiyoruz. Çünkü işgallerin, istilaların, katliamların, haksızlıkların diz boyu olduğu bir dünyada yaşıyoruz. Hiç olmazsa Afganistan gibi küçük ve işgaller dolayısıyla yoksul bırakılmış bir ülkede, İslami yönetimin oluşması, sadece Müslümanların değil bütün mazlumların rahat nefes almalarını sağlayacaktır. Eğer Brezilya’daki Troçkistler (solcu-İşçilerin Davası Partisi) bile Taliban’ın zaferini tebrik ediyorlarsa, zulme uğramış ve hala uğramakta olan bütün dünya mazlumlarının umudu haline gelmiştir. Bu umudun tekrar yeşer(til)miş olmasından dolayı elbette Taliban’ın zaferi, takdiri de tebriki de fazlasıyla hak etmektedir.
Taliban, ülkeyi İslami hükümlerle yönettiği müddetçe gönlümüz de kalbimiz de onlarla birlikte olacaktır. Geçmişte Sovyetleri, şimdilerde ise ABD emperyalizmini hezimete uğratan, Müslümanlara ve mazlumlara bu sevinci yaşatan ve yeniden umutlandıran Afgan mücahidlerini yürekten tebrik ediyor, Rabbimizin onların yardımcıları olması duasını ediyoruz.
Umut ve temennimiz, Afganistan topraklarına İslam’ın egemen olduğu âdil bir yönetimin kurulmasıdır. Bu yönde atılacak her adım hem Müslümanların hem de mazlumların dualarını alacaktır. Dün komünist, bugün ise kapitalist zulmü sona erdiren ve onlara hezimeti tattıran Afgan güçlerini ve dolayısıyla Taliban’ı tebrik ediyoruz.
[1]. Metin Mutanoğlu, Afganistan Moğol İstilasından Amerikan İşgaline, s. 32-33, İstanbul, 2006, İlke Yayıncılık
[2]. Abdul Salam Zaeef, My Life With Taliban, NY, 2010, s. 65
[3]. Ali Ahmetbeyoğlu, Afganistan Üzerine Araştırmalar, s. 289, İstanbul, 2002, Tatav Yay.
[4]. Diyûbendiler Delhi geleneğinden, özellikle Şah Veliyyullah ed-Dihlevî ve Seyyid Ahmed Şehid’den çok etkilenmişlerdir. Diyûbendi ekolü kendisini amelen Ehl-i Sünnet Hanefî, itikaden Eş’arî ve Mâturidî, meşreben Sûfi (ağırlıklı olarak Çişti), fikren Veliyyullâhi ve Usûlen Kâsımî olarak takdim etmiştir. Diyûbendilerin içinde bazı ileri gelenleri Hanefî mezhebini taklitte çok aşırı gitmiştir.
[5]. Molla Muhammed Ömer veya kısaca Molla Ömer, 3 Ocak 1960’da Kandehar vilayetine bağlı bir Peştu köyünde doğdu. Tüberküloz sebebiyle öldüğü 23 Nisan 2013 tarihine kadar Taliban’ın liderliğini üstlenmiştir.
[6]. Ahmed Muvaffak Zeydan, Taliban’ın Yükselişi: Afganistan’da Yeni Dönem, s. 44-45, Çev: Hülya Afacan, Mana Yay., İstanbul, 2010.
[7]. Resmi Ceride, sy. 783, Emr-i bil’-Maruf ve Nehiy ani’l-Münker’ icraatı ile ilgili düzenleme md. 4, yıl: 1997, Kabil, Adalet Bakanlığı Yay.
[8]. Ahmed Muvaffak Zeydan, a.g.e., s. 188.
[9]. https://www.nytimes.com/2020/03/10/opinion/afghanistan-taliban-peace-deal.html ET: 21.04.2020.
[10]. Taliban’ın hâlihazırdaki lideri Şeyhul Hadis Mevlevi Heybetullah Ahundzade 1960-1961 yıllarında, Afganistan’ın güneyinde, Kandehar ilinin Pencvay ilçesinde, Peştun olan Nurzay aşiretine mensup olarak dünyaya geldi. Pakistan›ın Kuetta kentinde medrese eğitimini ilerletip hadis alanında uzmanlaştı. Birinci Taliban iktidarında Afganistan’ın en üst düzey yargı otoritesi olan “Afganistan İslam Emirliği Şeriat Mahkemeleri Baş Yargıçlığı” görevinde bulundu.
[11]. Molla Abdulganî Baradar, 1994 yılında Afganistan’da Taliban’ı kuran dört kişiden biridir. Taliban’ın 2001’de ABD liderliğindeki işgal tarafından devrilmesinden sonra başlayan ayaklanmanın kilit ismi oldu.Ancak Şubat 2010’da Pakistan’ın güneyindeki Karaçi kentinde düzenlenen ABD-Pakistan ortak operasyonunda yakalandı. Barış görüşmeleri süreci çerçevesinde serbest bırakılıncaya kadar 8 yıl hapiste kaldı ve Ocak 2019’dan bu yana Taliban’ın Katar’daki siyasi ofisinin başkanı.