Takdiri İlahiye Teslimiyet

Müminlere Nidalar – Muhammed Sadık Türkmen / 2020 Mayıs / 90. Sayı

“Ey iman edenler! İnkâr edip de ve kardeşlerine yeryüzünde sefere veya savaşa çıkanlar oldukları zaman “Eğer yanımızda olsalardı ölmezler ve öldürülmezlerdi’’ diyenler gibi olmayın. Onların bu sözleri, Allah’ın kalplerinde bir pişmanlık getirmesi içindir. Dirilten de öldüren de Allah’tır. Allah yaptıklarınızı çok iyi görendir.’’

İslam’a davet konusunda ilerlemeye çalışan Müslümanın önünde onu yolundan alıkoyacak engeller sürekli var olmuştur. Bunlar; sözlü sataşma, tehdit, eziyet ve işkence, malına el koyma ve hatta canına kast etme gibi daha birçok çeşidi içinde barındırmaktadır. Müslümanın nazarında bu engeller hakka sıkı bağlandığı müddetçe şeytanın vesvesesi hükmünde olup herhangi bir tesir içermez. Bu da ancak Allahu Teâlâ’nın tevfikiyle olur.

Ancak bu engeller bazen hiç umulmayan bir noktadan gelebilir. Tıpkı şeytanın insana sağından yaklaşıp onu aldatmaya çalışması nasıl daha kolay ise Allah’ın erini hak davasından engellemek isteyenler sadık nasihatçi kisvesine bürünebilirler. İyi tarafından yaklaşarak onu tuttuğu yoldan engelleyebilirler. Bu yüzden Müslümanın basiretli olması ve işlerin varabileceği noktayı önceden kestirmesi gerekir. Bu konuda Ebubekir radıyallahu anh’ın başından geçen olay oldukça ibretliktir: 

Hz. Ebubekir, ilk zamanlar evinde gizlice Rabbine ibadet eder, alenen namaz kılmazdı. Daha sonra evinin avlusuna bir mescid yaptırdı ve orada namaz kılıp Kur’an okumaya başladı. Bunun üzerine Kureyş kadınları ve çocukları, birbirlerinin üzerine basarcasına onun etrafına üşüşerek hayret ve şaşkınlık içinde ona bakmaya başladılar. Ebubekir radıyallahu anh çok ağlardı, hele Kur’an okuduğunda göz yaşlarını hiç tutamazdı.

Kureyş müşriklerinin ileri gelenleri bundan endişeye düştüler. Hz. Ebubekir’i himayesine alan İbn Düğne’ye haber gönderdiler. İbn Düğne gelince ona: “Biz senin Ebu Bekir’i himaye etmene, Rabbine ibadetini evinde yapması şartıyla müsaade etmiştik. Halbuki o bu sınırı aştı. Evinin önünde bir mescid yaptı. Orada açıktan namaz kılmaya ve Kur’an okumaya başladı. Biz, onun kadın ve çocuklarımızı aldatmasından korkuyoruz. Sen onu böyle yapmaktan men et. Eğer Rabbine ibadetini yalnızca evinde yapmak isterse yapsın. Eğer bunu reddeder de alenen yapmakta ısrar ederse onu himaye edeceğine dair vermiş olduğun sözü iade etmesini iste. Biz sana vermiş olduğumuz sözden caymak da istemiyoruz. Fakat ibadetini açıkça yapması hususunda, Ebu Bekir’e bir ikrarda bulunmuş da değiliz.’’ İbn Düğne, Kureyşin dediklerini Hz. Ebu Bekir’e haber verince O: “Ben senin himayeni iade ediyorum. Allahu Teâlâ’nın himayesinde olmaya razıyım’’ diye cevap verdi.[1]

O, bu cevabıyla Allah’a güveninin tam olduğunu belirtiyor ve başa gelecek her türlü imtihanın Allah’tan olduğunu ikrar ediyordu. 

    Müslümanların İslam’a olan desteğini kesmek için benzeri hamleler Medine’ye hicretten sonra daha fazla sahneye konulmuş ve Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin etrafı boşaltılmaya çalışılmıştı. Meydana gelen her olay İslam’ın aleyhine kullanılıyor, böylece hiç olmazsa zihinlerde bir karışıklık oluşturulmaya gayret sarf ediliyordu.

Beni Müstalik gazvesi dönüşünde Hz. Ömer’in savaş sırasında kendisine yardım eden hizmetçisi ile Hazrec’in müttefiki Cüheyne’ye mensub birisi kavga ettiler. Hazreclinin müttefiki “Ey Ensar topluluğu yetişin!’’, Hz. Ömer’in adamı da “Ey muhacirler yetişin!’’ diye bağırdı. Bu söz Abdullah b. Übey b. Selül’ü çok öfkelendirdi. O sırada yanında kavminden bir grup da vardı. Onlara ve ensara hitaben: “Bakın şunların yaptıklarına! Muhacirler şehrimizde fazla oldular. Bize düşmanca davranmaya başladılar, vaziyet şu darbı meseldekinden farksızdır: ‘Besle köpeğini, yesin seni!’ Vallahi Medine’ye döner dönmez aziz olanlar zelil olanları sürüp çıkarmalıdır’’ dedi.

Sonrada kavminden orada bulunanlara dönüp: “Bunları siz yaptınız, bundan siz sorumlusunuz. Onları yurdunuza siz kabul ettiniz. Mallarınızı onlarla siz paylaştınız. Allah’a yemin olsun ki eğer siz, onları malınıza mülkünüze ortak etmeseydiniz şüphesiz ki onlar sizin şehrinizden başka yere giderlerdi’’ diye tahrik etti. 

İslam düşmanlarının yaptıkları bu ve benzeri hamleler her ne kadar onların mizacını sergilemesi açısından normal gözükse de İslam’a gerçek manada bağlı olan bir Müslümanın böyle bir davranış içinde olması beklenemez. Fakat Allahu Teâlâ insanın zayıflığını bildiği için unutmanın ve gafletin etkisiyle iman edenler böyle bir yöne savrulmasın diye uyarıda bulunuyor. Onlara, kafirlere benzememelerini ve insanın ne olursa olsun, nerede bulunursa bulunsun eceline ve Allah’ın takdirine karşı çıkamayacağını bildiriyor.

Hafız İbn Kesir bu ayetin tefsirinde şöyle diyor: “Allahu Teâlâ mümin kullarının bozuk itikatlı kafirlere benzemelerini yasaklıyor. Onların bozuk itikadlarına, yolculuk esnasında ve savaşta ölen kardeşleri hakkında söyledikleri: ‘Onlar bu işlerini terk etselerdi başlarına gelen musibet ile imtihan olunmazlardı’ sözü delalet etmektedir.’’[2]

Müslümanların özellikle günümüzde dikkat etmesi gereken bu konu, kalplerde tam olarak yer edebilmiş değildir. Yaptıkları davranışların veya söylemiş oldukları sözlerin Allah indinde nereye vardığını fark edememek Müslümanları kafirlere benzemeye iter ki bu da büyük bir felakettir. Esas itibarıyla insanın; sevdiklerini, kardeşlerini ve akrabalarını koruması doğru bir davranış olsa da daha büyük bir tehlike olan bu dinin silinmesine gerek davet gerekse de cihad yoluyla karşı çıkanlara cephe alması asla doğru bir davranış olamaz.

Seyyid Kutub rahimehullah bu ayet hakkında şöyle diyor:

“Gerçekten kafirlerin ‘Eğer yanımızda olsalar ölmezler ve öldürülmezlerdi’ sözü akide sahibi ve akideden mahrum olan kişi hakkında hayatın acı tatlı tüm kanunları ve olayları için temel farkı açıklamaktadır. Gerçekten akide sahibi kişi Allah’ın kendisi için yazdığı şeyin kendisine isabet edeceğini, başına gelecek şeyin onu ıskalamayacağını, başına gelmeyecek şeyin de onu yakalamayacağını bilir. Bu yüzden sıkıntılara feveran etmez, mutluluk veren şeylerle şımarmaz. Nefsi ne ona ne buna kaymaz. İş gerçekleşip bittikten sonra ‘keşke şöyle yapsaydım şundan korunurdum ya da şunu elde ederdim’ diye üzüntü duymaz. Ölçme, tedbir alma, görüş ve istişarenin konumu, yönelme ve harekete geçmeden öncedir. Kendi ilmi ve Allah’ın sınırları çerçevesinde ölçüp tedbir aldıktan sonra harekete geçerse başına gelen her neticeyi gönül hoşluğu, rıza ve teslimiyet ile karşılamalıdır. Bunların hepsinin Allah’ın takdirine, düzenlemesine ve hikmetine uygun olarak meydana geldiğine yakinen inanarak bunların meydana geldiği şekil dışında vaki olmayacağını bilmelidir. Velev ki kul tüm sebeplere sarılmış olsa da durum bu şekilde olacaktır. Bu durum amel ile teslimiyeti, işe girişme ve tevekkülü dengede tutar, adımlar istikamet bulur, kalp sükuna erer. Böyle doğru bir şekilde bir akideden kalbi boş olan kişi ise sürekli korku ve sıkıntı içindedir. Sürekli; şayet, keşke, vah başıma gelen, ne yazık oldu gibi ifadeleri der durur…

‘Eğer yanımızda olsalardı ölmezler ve öldürülmezlerdi’ diyenler gibi olmayın’. Onlar bu sözü kâinatta meydana gelen şeylerin ve bu olayların arkasındaki etken gücün hakikatini bilmeden bozuk fikirleriyle söylediler. Onlar ancak Allah’tan kopuk olmaları ve onun hayatta süregelen kaderinden habersiz olmaları sebebiyle olayların görünen yönlerini ve yüzeysel boyutlarını görmektedir.” 

Ayetten çıkarılacak bazı dersler:

a) Kafirlere benzemek ve onların hayat tarzıyla hareket etmek yasaklanmıştır. Bu durum gerek dış görünüş gerekse de fikir yönünden olsun fark etmez. Bu yüzden Müslümanların gözleri ve kulakları yoluyla kalplerine aktardıkları bilgilere çok dikkat etmeleri gerekir. Aynı zamanda onu tesir altında bırakacak arkadaş ve çevre seçimine çok ihtimam göstermelidir.

b) Korku yoluyla eceller gecikmeyeceği gibi cesaret ile hareket etmek de sonra gelecek ölümü öne almaz. Tüm hadiseler Allahu Teâlâ’nın ilmi ve iradesi altında gelişir. Müslümanlar dinin kendilerinden talep ettiği görevleri yerinde ve zamanında yapıp Allah’a tevekkül etmeleri icap eder.

c) Allah’ın dinine hizmetin çok yönlü olduğunu bilmeliyiz. Burada amellerin zirvesi olan cihad ve yeryüzünde sefer yapma zikredilmiştir. Yeryüzünde sefer yapmaktan maksat hem davet hem de ticaret olabilir. Önemli olan amelleri hikmetli bir şekilde ve teenni ile yapabilmektir. Hikmet, müminin yitik malıdır.

d) Allahu Teâlâ’nın kulların tüm amellerini ve niyetlerini her zaman gördüğü unutulmamalıdır.


[1]Buhari, Hadis No: 3905

[2]. İbn Kesir Tefsiri, aynı ayetin tefsirinden