Son Nefeste İmansız Ölmekten Sakınmak İnsanın Son Anlarının Önemi Ve Yaşanılan Haller

Kapak Dosya – Hakan Sarıküçük / 2019 Mart / 76. Sayı

Hamd, ölümü ve hayatı yaratan ve öldükten sonra da tekrar yaratacak olan Allah’a, 

Salât ve Selâm, ölümü hatırlamamızı birçok hadisi ile bizlere bildiren Rasûlullah aleyhisselâm’a,

Allahu Teâlâ’nın sonsuz keremi ve bağışlaması da dünyaya gelmesinin gayesini unutmayan ve ahireti uğruna gayret gösteren mü’minlerin üzerine olsun.

Allahu Teâlâ kullarını yaratmış ve onlara bu dünya hayatında uymaları gereken en güzel yolu beyan etmiştir. Kendisine itaat edenlere cenneti, isyan edip itaatten uzak duranlara ise cehennemi vaad etmiştir. Kulların bu hayattaki tercihlerinin bir neticesi olan mükâfat veya ceza, ancak ölüm vesilesiyle elde edilir ki ölüm, bir sonraki karargâha yani ahiret âlemine giden yola doğru bir kapı niteliğindedir. Ölüm mü’minler için bir son değil bilakis bir diriliştir. Ölüm bazı kimseler için dostlardan ayrılmak manasına gelirken diğer bazıları için ise hakiki ve ebedi, dost ve arkadaşlara kavuşma vesilesidir. 

Gerçek şu ki, her insanın eceli müphemdir. Ne zaman ve nerede öleceği ve ölümün ne zaman gelip kişiyi yakalayacağı da bilinemez. Aslında ölüm denen olay, gerçekleşmesinde asla şüphe bulunmayan bir şeydir. Bununla beraber ne yazık ki insanların çoğu bundan gaflet içindedirler. Ölüm, insanlar için en büyük vaiz ve en büyük ders olması gereken ibret dolu bir olaydır. Ne yazık ki, Allah’ın rahmetinden uzak kalmış bazı kimseler hiç de bundan bir öğüt almadıkları gibi kendileri adına bir ders de çıkarmazlar. 

Nitekim yüce Allah şöyle buyuruyor: “Her canlı ölümü tadacaktır. Ve ancak kıyamet günü yaptıklarınızın karşılığı size tastamam verilecektir. Kim cehennemden uzaklaştırılıp cennete konursa o, gerçekten kurtuluşa ermiştir. Bu dünya hayatı ise aldatma metaından başka bir şey değildir.”[1]

Başka bir ayette de yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor: “De ki: Sizin kendisinden kaçtığınız ölüm, muhakkak sizi bulacaktır. Sonra da görüleni ve görülmeyeni bilen Allah’a döndürüleceksiniz de O size bütün yaptıklarınızı haber verecektir.”[2]

Şanı yüce olan Allah yine şöyle buyuruyor: “Nerede olursanız olun ölüm size ulaşır. Sarp ve sağlam kalelerde olsanız bile.”[3]

Peygamber aleyhisselâm da bu hususa şöyle dikkat çekmiştir.

“Lezzetleri kesip atan ölümü çokça zikrediniz.” Hadisin bir başka rivayetinde geçen “hazim” ifadesi ile mâna, “Lezzetleri yıkıp yok eden ölümü çokça anın” şeklinde olmaktadır.[4]

Allah Rasûlü aleyhisselâm şöyle buyurmuştur: “Vaiz ve uyarıcı olarak ölüm yeter, zenginlik olarak da kesin iman yeter. ”[5]

Müslüman’a düşen görev, ölümü çokça hatırlamak olmalıdır. Onun için gerekli olan yol hazırlığını yapmalıdır. Çünkü ölümü hatırlayan insan için, dünya tasaları, üzüntü ve kederleri gerçekten hafif ve basit gelir. Kişinin dünyaya bağlanmasını önler. 

İbn Ebi’d Dünya’nın rivayetine göre Peygamber aleyhisselâm şöyle buyurmuştur: “Ölümü çokça hatırlayın. Çünkü ölümü hatırlamak günah işlenmesini önler, yok eder ve dünyaya bağlanmamayı sağlar. Eğer zenginlik halinizde ölümü hatırlarsanız bu, zenginlikle gururlanmayı ortadan kaldırır. Eğer ölümü fakirlik halinizle hatırlarsanız bu, sizi yaşantınızdan memnun kalacak hale getirir.”[6]

Kötü hal üzere ölmekten korkmayan hiçbir Müslüman yoktur. Çünkü hiçbirimizin son durumumuza dair bir garantisi yoktur. Bu sebeple müslüman korku ve ümit arası bir durumda Rabbinden kendisini dini üzere sabit kılmasını ve hidayete erdirdikten sonra saptırmamasını diler. Çünkü kalpler Rahman’ın elindedir. Onları dilediği gibi çevirir. Bu sebeple bizler kalplerimizi itaate çevirmesi için Rabbimize niyaz ederiz.

Süfyan-ı Sevri bir gece ağlarken insanlar “Günahlarına mı ağlıyorsun?” dediler. Eline bir saman çöpü aldı ve “Günahlar bundan daha hafiftir. Ben asıl kötü hal üzere ölme korkusundan ağlıyorum. Çünkü asıl ağlanılacak ve ihtimam gösterilecek şey budur.” dedi.

Bu sebeple selefimiz “Öte dünyadaki yerini görünceye kadar gözyaşını dindirme” demişlerdir.

Onlardan bir diğeri de “Ötedeki halini görünceye dek gözüne uyku sürmesi çekme” demiştir.

Hiçbir kimse hayatının sona ereceği ve ahiretteki durumunu belirleyecek o en önemli ânı hiçbir zaman aklından çıkarmamalıdır. Her kim o anda itaate ve Yüce Allah’a hüsnü zan besleyerek sabır ve sebat ederse ruhunu melekler kabzeder ve onu bağışlanma, rıza ve cennetle müjdelerler. Her kim de hayatını küfür ve isyanla noktalarsa hesap görücü olan yüce Allah’ın öfkesini hak etmiş olur. Azap melekleri yanına gelerek onu hüsranlık, ziyan ve Allah’ın azabıyla müjdelerler. 

Bu sebeple akıllı kişi ölüm anını aklından çıkarmayan, kötü ölümden korkan ve kötü hal üzere ölmemek için tedbir alan kişidir. Akıllı kişi iyi hal üzere ölmenin vesilelerini öğrenip onları elde etmeye çalışan kimsedir.

 Son nefesteki halin önemi ve tehlikesi Rasûlullah aleyhisselâm’ın “Ameller ancak son yapılanlarına göredir”[7] hadisinde gizlidir. Çünkü kul o anda son derece zayıf, ızdıraplı, dünyadan ümidi kesik ve gitmekte olduğu yerin tehlikesinden korku içindedir. Aynı zamanda İblis tüm yaya ve süvari askerleriyle hücuma geçmiştir. Adamlarına “Yakalayın bunu. Bugün elinizden kaçarsa bir daha ele geçiremezsiniz” der. İşte bu büyük bir fitnedir. Bu durumda Allah samimi mü’minlerin kalplerini sebat ettirir. Münafıkların ve günahkârların kalpleri ise ters döner. “Allah dünya hayatında ve ahirette mü’minleri sabit bir sözle (kelime-i tevhid) sebat ettirir. Allah zalimleri de saptırır. Allah dilediğini yapar.”[8]

Rasûlullah aleyhisselâm namazın son teşehhüdünde şu dört şeyden Allah’a sığınmamızı tavsiye etmiştir. “Cehennem azabından, kabir azabından, hayatın ve ölümün fitnesinden ve Deccal’in fitnesinin şerrinden.”[9]

Hadiste geçen “Hayatın fitnesinden” sözü kulun hayatta karşılaştığı yoldan çıkartıcı her türlü fitnelerdir ki bunlar da çeşit çeşittir. Ölümün fitnesi ise ölüm sıkıntısının ve sarhoşluğunun, yerin ve göklerin Rabbiyle buluşmanın yaklaşmasının dehşetinin yaşandığı anlardır.

Âlimler şöyle demişlerdir: “Hidayet Allah’ın elinde ve doğru yol üzere bulunma da O’nun dilemesine bağlı olduğuna, akıbet ile ilgili bilginin gaybi olduğuna ve insanın iradesinin her zaman güçlü olmadığına göre… Sakın imanına, ameline, namazına, orucuna ve diğer ibadetlerine güvenme! Çünkü bunlar senin yapmanla gerçekleşmiş olsa da aslı itibariyle Rabbinin yaratmasıyladır ve onun sana olan büyük lütfu ve inayetidir. Dolayısıyla ibadetlerinle ne kadar övünürsen övün, sen bu halinle başkasının malıyla övünen kimse gibisin. Belki de nice zamanlar Allah senden lütfunu çekti de kalbin hayırdan yana devenin karnından daha boş kaldı.

Akşama olgun ve parlak çiçeklerle çıkan nice bahçeler, yakıcı fırtına ile birlikte sabaha kuru samanla dolu bahçe olarak çıkmıştır. Kul da böyledir, geceleyin kalbi Allah’a ibadetinden dolayı nurlu ve temizdir ama sabaha Allah’a isyanından dolayı kararmış ve bozulmuş bir kalple çıkar. Bu güçlü, halim, her şeyi yaratan ve her şeyi bilen Allah’ın işidir.[10]

Nitekim konu ile ilgili olarak Sehl b. Sa’d’dan şöyle rivayet edilmiştir.

Rasûlullah aleyhisselâm’ın katıldığı savaşlardan birine Müslümanlar arasında zengin birisi katıldı. Rasûlullah aleyhisselâm ona baktı ve “Cehennem halkından birine bakmak isteyen buna baksın” buyurdu. Bunun üzerine oradakilerden birisi adamı takip etti. Adam müşriklere karşı en şiddetli çarpışanlardan birisiydi. O hal üzere savaşırken sonunda yaralandı. Hemen ölmek için kılıcını iki göğsünün ortasında sapladı ve omuzunun ortasından çıkardı. Adam hızla Rasûlullah aleyhisselâm’a gitti ve “şehadet ediyorum ki sen Allah’ın rasûlüsün” dedi. Rasûlullah aleyhisselâm “Ne oldu?” deyince adam, “Filan için sen: “Her kim cehennem halkından birine bakmak isterse şu adama baksın” demiştin. Müslümanların hepsinden daha zengin idi onun bu hal üzere ölmeyeceğini bildim. Gerçekten de yaralanınca hemen ölmek istedi ve kendisini öldürdü,” dedi. O zaman Rasûlullah aleyhisselâmşöyle buyurdu: “Bir kul görünüşte cehennem halkının amelini yapar oysa cennetliktir veya cennet ehlinin amelini işler oysa cehennemliktir. Amellerde önemli olan son yapılanlarıdır.”[11]

Rasûlullah aleyhisselâm bir hadiste şöyle buyurmuştur: “Ameller ancak niyetlere göredir.”[12] Yani ameller Allah’ın rızasına ve sünnete uygun bir şekilde yapılmadıkları sürece bir işe yaramazlar. Kulun hayatı bu şekilde salih ameller işleyerek noktalanacak olursa işte bu kişiye fayda verir ve bu vesileyle cennete girebilir. Sünnete uygun olmayan ve Allah’ın rızasınınbeklenilmediği amellerin hiçbir faydası olmadığı gibi bu amelleri bir müddet devam ettirip sonrasında terketmek veya zıddı amelleri işlemek önceden işlenen amellerin hepsinin heba olmasına sebep olur. Bunca işlediği ameller de bir işe yaramamış olur. 

Ebû Abdurrahman Abdullah b. Mes’ûd radıyallahu anh’dan, dedi ki: Doğru sözlü ve doğru sözlü olduğu tasdik olunan Rasûlullah aleyhisselâm bize şunu anlattı: “Sizden her birinizin hilkati annesinin karnında kırk gün süre ile nutfe olarak bir araya getirilir. Sonra bunun kadar bir süre alaka (sülük gibi yapışan ve kan emen bir kan pıhtısı) olur. Sonra bunun kadar bir süre mudga (bir çiğnemlik et) olur. Sonra ona melek gönderilir, melek ona ruh üfler ve şu dört hususu yazmakla emrolunur: Rızkını, ecelini, amelini, bedbaht mı, mutlu mu olacağını. Kendisinden başka hiçbir ilâh bulunmayan Allah hakkı için, hiç şüphesiz sizden herhangi bir kimse Cennet ehlinin ameli ile amel eder. Nihayet kendisi ile Cennet arasında ancak bir arşın kalmışken, kitap (da yazılan kader) onun aleyhine ileri geçer ve o da Cehennemliklerin ameli ile amel eder, böylelikle oraya girer. Ve hiç şüphesiz sizden herhangi bir kimse Cehennemliklerin ameli ile amel eder. O kadar ki, kendisi ile Cehennem arasında ancak bir arşınlık mesafe kalır da, kitap onun hakkında ileriye geçer, o da Cennet ehlinin ameli ile amel eder ve Cennet’e girer.”[13]

Kişinin ne zaman öleceği bilinmediği için her zaman salih amel içinde bulunması gerekir. Allah muhafaza Rabbimizin razı olmadığı bir amelin işlenmesi esnasında ecel gelecek olursa, bu hal üzere ölmek Rabbimizin huzuruna da bu hal üzere çıkmamıza sebep olacaktır ki bu da bir Müslümanın asla temenni etmeyeceği bir durumdur.

Rasûlullah aleyhisselâm şöyle buyurmak-tadır. “Kişi hangi hal üzere ölürse Allah onu o hal üzere diriltir.”[14]

Şairin biri de şöyle sesleniyor: 

Hazırlan, mutlak bir gün gelmesinden şüphe olmayan gün için

Çünkü ölüm olayı kulların ameliyle baş başa kalmasıdır bil 

İster misin herkesin azığı varken, sen azıksız kalasın yoldaşından

Onlar hazırlıklı çıkmışken yola, sen azıksız ve hazırlıksız

Öyleyse müslümanın görevi, henüz beklenen an gelmeden önce bu dünyada iken ahireti için hazırlık yapmasıdır.

Yüce Rabbimiz şöyle buyurmuştur: “(Ey mü’minler! Ahiret için) Azık edinin. (Bilin ki) azığın en hayırlısı takvadır. Ey akıl sahipleri! Benden (emirlerime karşı gelmekten) sakının”[15]

Bir kimsenin uzun bir yolculuğa çıkacağında bunun için hazırlık yapmaması mümkün müdür? Yolda açlıktan perişan düşmemesi için azığını almaması hiç düşünülür mü?

Doğrusu bizim ahirete giden yolculuğumuz oldukça uzundur. Bu yolda azığa ihtiyacımız vardır. Bizim ise bu yoldaki azığımız, her şeyden yüce ve münezzeh olan Allah’ın emirlerine yapışmak, yasaklarından uzak durmak suretiyle takva ile yaşamaktır. Kim bu şekilde azığını hazırlar ve azık edinirse kurtulur ve yolunu sağ salim geçip gider. Kim de bu söylenenler doğrultusunda azığını hazırlamazsa, iyi bilsin ki sonu hüsrandır, zarar ve ziyandır. 

Saadete ermeyi murat eden insan, bu yolculuğa hazırlık yapandır, bunun için gerekli olan malzemeyi ve azığı hazırlayandır. Katı yürekli şakî insan ise, bu dünyaya aldanıp da ona dalıp durandır. Şehevi duygularının, haz ve lezzetlerin içine dalıp da ansızın kendisini yakalayacak ölümden habersiz yaşayandır. Oysa ölüm gelmiş çalmaktadır kapısını, o hâlâ isyandadır, tanımaz Rabbini. Unutmuş itaati terk etmiş hak yolunu. İşte bu gibilerine Rabbimiz şöyle buyurarak gösteriyor dönülmez yolunu:

“Nihayet onlardan (müşriklerden) birine ölüm gelip çattığında: Rabbim! der, beni geri gönder; Ta ki boşa geçirdiğim dünyada iyi işler ve hareketler yapayım. Hayır! Onun söylediği bu söz boş laftan ibarettir. Onların gerisinde ise, yeniden dirilecekleri güne kadar süren bir berzah (kabir âlemi) vardır.”[16]

Yine yüce Allah şöyle buyuruyor: “Ey iman edenler! Mallarınız ve çocuklarınız sizi Allah’ı anmaktan alıkoymasın. Kim bunu yaparsa işte onlar ziyana uğrayanlardır. Herhangi birinize ölüm gelip de: Rabbim! Beni yakın bir süreye kadar geciktirsen de sadaka verip iyilerden olsam! demesinden önce, size verdiğimiz rızıktan harcayın. Allah, eceli geldiğinde hiç kimseyi (ölümünü) ertelemez. Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.”[17]

Allah Rasûlü aleyhisselâm şöyle buyur-muştur:

“Beş şey gelip çatmazdan önce beş şeyi ganimet ve fırsat bil. Şöyle ki, ölümünden önce bu hayatının değerini bil, hastalığa yakalanmadan önce sağlığının değerini bil, meşguliyet gelip çatmazdan önce boş zamanının değerini bil, yaşlılık gelip çatmazdan önce gençliğinin kıymetini bil, yoksul düşmezden önce zenginliğinin değerini bil.[18]

Şairin biri de şöyle sesleniyor:

Ey dünyası kendisini meşgul eden insan

Uzun emellerine aldanmamalı, etmemeli isyan

Ansızın gelir ölüm behey gafil

Kabir ise sandığıdır amelin bil

Allah bizi gaflet uykusundan uyarıyor. Çünkü her insanın Rabbinin ezeli ilminde takdir olunmuş, belirlenmiş bir eceli vardır. O anı ne bir an öne alır ne de erteler, geldi mi saati ansızın yakalar.

Yüce Allah şöyle buyuruyor:

“Her ümmetin bir eceli vardır. Ecelleri gelince ne bir an geri kalırlar ne de bir an ileri gidebilirler.”[19]

Belki de çoğu kez olduğu gibi ölüm, kendisine haber vermeksizin ve herhangi bir uyarıya gerek duymaksızın gelip gaflet içerisinde onu yakalayıverecektir. Oysa o, dünyada pek uzun emeller ve olması pek de olası olmayan hayaller peşindedir. Sakın gençliğine güvenip aldanmayasın. Hep yaşlılar ölür diye de bir zanna kapılmayasın. Nice gençliğin baharında iken bu hayata veda edenler ve nice orta yaşlı delikanlılar ölüp gitmişlerdir. Nice ölen yaşlılar var ki, bu dünya hayatında onlar senden daha çok ve uzun emeller peşinde idiler, dünyaya düşkünlükleri senden daha ileride idiler, hiçbirini gerçekleştiremeden bu dünyaya veda ettiler. Nice evler, saraylar yapıp da bir gün bile içinde oturmak nasip olmadan göçüp gittiler. Nice çiftçiler vardı ki ektiklerini biçip yemeden göç ettiler. Nice nişanlı delikanlılar ve genç kızlar vardı ki hayatlarının muradını göremeden bu dünyadan ayrıldılar. Nice yazarlar var ki yazdıklarını ve yazmak istediklerini bitiremeden geçip gittiler.

Ey ne zaman yola çıkacağını unutan insan

Görüyorum ki, seni ayırıp yalnızlığa iten ölümü umursamayan

Yokluk yolculuğuna çıkıp kaybolanları unutmuşsun sen

Oysa hepsi de olduğu gibi dünyayı bırakıp gittiler, bir bilsen 

Hepsi de bir parça bez ve bir hırka ile çıktılar yola

Dibinde gölgelenmeyi hayal ettikleri bir ev yapamadan gittiler kabre

Ki onlar toprağın altında sara hastalığına tutulmuş kalmış yapayalnız 

Oysa önceden dost idiler, can ciğer arkadaş, onlardan hiç kalmadı yoldaş

Sen de yarın veya bir gün sonra olacaksın komşusu onların

Kabirlerde tek başına yapayalnız kalacaksın uzak onlardan

Dostluk ve samimiyet kurduğun sevdiklerin kestiler bağını

Sözün de duran biri görmedin, kopardılar tüm bağlarını

Hazır ol, bekle ölümünü, gitme azıksız

O yakındır dalma gaflete, düşe boş umutlara be akılsız.

Rabbimiz azze ve celle şöyle buyur-maktadır.

“Hele can boğaza dayandığı zaman, o vakit siz bakar durursunuz. O anda biz ona sizden daha yakınız, ama göremezsiniz. Mademki ceza görmeyecekmişsiniz, Onu (can) geri çevirsenize, şayet iddianızda doğru iseniz! Fakat ölen kişi Allah’a yakın olanlardan ise, Ona rahatlık, güzel rızık ve Naim cenneti vardır. Eğer o sağdakilerden ise, Ey sağdaki! Sana selam olsun! Ama yalanlayıcı sapıklardan ise, işte ona da kaynar sudan bir ziyafet vardır. Ve onun sonu cehenneme atılmaktır. Şüphesiz ki bu, kesin gerçektir. Öyleyse ulu Rabbinin adını tenzih ile an.”[20]

Yine yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Artık gözünüzü açın! Ne zaman ki can köprücük kemiğine dayanır, tedavi edebilecek kimdir? denir. Can çekişen bunun gerçek bir ayrılış olduğunu anlar ve bacak bacağa dolaşır. İşte o gün sevk edilecek yer, sadece Rabbinin huzurudur.”[21]

Yüce Allah şöyle buyurur:

“Andolsun ki sizi ilk defasında yarattığımız şekilde bize geldiniz. Oysa size vaat edilenlerin tahakkuk edeceği bir zaman tayin etmediğimizi sanmıştınız, değil mi?”[22]

Yine yüce Mevla buyuruyor: “Andolsun ki, sizi ilk defa yarattığımız gibi teker teker bize geleceksiniz ve dünyada size verdiğimiz şeyleri arkanızda bırakacaksınız. Yaratılışınızda ortaklarımız sandığınız şefaatçılarınızı da yanınızda görmeyeceğiz. Andolsun, aranız açılmış ve ilah sandığınız şeyler sizden kaybolup gitmiştir.”[23]

Söyleyen ne de doğru söylemiş:

Ne kadar sağlıklı yaşarsa yaşasın ana kuzusu

Bir gün gelir, tabut ile yola koyulur ölüsü

Hz. Ebu Bekir radıyallahu anh ölüm döşeğinde iken, başucunda annemiz kızı Hz. Aişe radıyallahu anha, bakar ki babası ruhunu teslim etmektedir, sinesi adeta dışarı fırlayacakmış gibi ses çıkarmaktadır. İşte bu anda bir şiirin şu mısralarına sarılır ve der ki:

Varlığıma yemin olsun ki hiçbir genç kurtulamaz ölümden

Eğer o gün gelirse, göğüs dışarı fırlar dehşetten

Ebu Bekir radıyallahu anh kızına bakar ve ona şöyle der: “Kızım şiir okuma, ancak şu ayeti oku!

“Ölüm sarhoşluğu gerçekten gelir de: İşte bu, senin öteden beri kaçtığın şeydir, denir.”[24]

Eğer herhangi bir insanın ölümden kurtulabilmesi mümkün olabilseydi bu, peygamberlerin efendisi, yaratılmışların en şereflisi, önce gelenlerin ve sonradan gelecek olanların seyyidi, âlemlerin Rabbinin sevgilisi, habibi, efendimiz Hz. Muhammed aleyhisselâm olurdu.

Yüce Allah şöyle buyuruyor: “Biz, senden önce de hiçbir beşere ebedilik vermedik. Şimdi sen ölürsen, sanki onlar ebedi mi kalacaklar?”[25]

Yine yüce Allah buyuruyor: “Muhakkak sen de öleceksin, onlar da ölecekler.”[26]

Konu ile ilgili olarak Said-i Nursi rahmetullahi aleyh de şöyle demektedir.

Mevte, ecele dost bakarım, sen gibi korkmam.

Kabre gülerekten girerim, sen gibi ürkmem.

Ejder ağzıvahşet yatağıhiçlik boğazısen gibi görmem.

Ahbaba kavuşturur beni, kabirden darılmam, sen gibi kızmam.

Rahmet kapısı, nur kapısı, Hak kapısı, ondan sıkılmam, geri çekilmem.

Bismillâh diyerek çalıyorum,[27] arkama bakmam, dehşet de almam.

Elhamdülillâh diyerek rahat bulup yatacağım, zahmeti çekmem, vahşette kalmam.

Allahu ekber diyerek ezan-ı Haşri işitip kalkacağım,[28] Mahşer-i Ekberden çekinmem, Mescid-i Âzamdan çekilmem.

Lütf-u Yezdan, nur-u Kur’ân, feyz-i iman sayesinde hiç üzülmem.

Durmayıp koşacağım, Arş-ı Rahmân zılline uçacağımsen gibi şaşmam inşaallah.

Ey gaflete dalıp, bu hayatı tatlı görüp ve âhireti unutup, dünyaya talip bedbaht nefsim! Bilir misin, neye benzersin? Devekuşuna! Avcıyı görür, uçamıyor; başını kuma sokuyor, ta avcı onu görmesin. Koca gövdesi dışarıda; avcı görür. Yalnız o, gözünü kum içinde kapamış, görmez.

Ey nefis! Şu temsile bak, gör, nasıl dünyaya hasr-ı nazar, aziz bir lezzeti elîm bir eleme kalb eder. Meselâ, şu karyede, yani Barla’da, iki adam bulunur. Birisinin yüzde doksan dokuz ahbabı İstanbul’a gitmişler, güzelce yaşıyorlar. Yalnız o bir tek burada kalmış. O dahi oraya gidecek. Bunun için şu adam İstanbul’a müştaktır. Orayı düşünür, ahbaba kavuşmak ister. Ne vakit ona denilse, “Oraya git”; sevinip gülerek gider. İkinci adam ise, yüzde doksan dokuz dostları buradan gitmişler. Bir kısmı mahvolmuşlar. Bir kısmı ne görür ne de görünür yerlere sokulmuşlar. Perişan olup gitmişler zanneder. Şu biçare adam ise, bütün onlara bedel, yalnız bir misafire ünsiyet edip teselli bulmak ister. Onunla o elîm âlâm-ı firakı (ayrılık acısını) kapamak ister.

Ey nefis! Başta Habibullah, bütün ahbabın, kabrin öbür tarafındadırlar. Burada kalan bir iki tane ise, onlar da gidiyorlar. Ölümden ürküp, kabirden korkup başını çevirme. Merdâne (mertçe, yiğitçe) kabre bak, dinle, ne talep eder? Erkekçesine ölümün yüzüne gül, bak, ne ister. Sakın gafil olup ikinci adama benzeme.

Ey nefsim! Deme, “Zaman değişmiş, asır başkalaşmış. Herkes dünyaya dalmış, hayata perestiş (aşırı düşkünlük) eder, derd-i maişetle (geçim derdi ile) sarhoştur.” Çünkü ölüm değişmiyor. Firak, bekaya kalb olup başkalaşmıyor. Acz-i beşerî, fakr-ı insanî değişmiyor, ziyadeleşiyor. Beşer yolculuğu kesilmiyor, sür’at peydâ ediyor.

Hem deme, “Ben de herkes gibiyim.” Çünkü herkes sana kabir kapısına kadar arkadaşlık eder. Herkesle musibette beraber olmak demek olan teselli ise, kabrin öbür tarafında pek esassızdır.

Bil ki, şu dünyaya dalan, onun süsüne aldanan ve şehvetlerine aşırı derecede muhabbet eden kimsenin kalbi, hiç şüphesiz ölümü zikretmekten gafil kalır. Hatırlatıldığı zaman da hoşlanmayıp ondan tiksinir. Onlar, Allah azze ve celle’nin haklarında şöyle buyurduğu kimselerdir:

“De ki: Sizin kendisinden kaçtığınız ölüm muhakkak sizi bulacaktır. Sonra siz görüleni ve görülmeyen her şeyi bilen Allah’a döndürüleceksiniz; O size bütün yaptıklarınızı haber verecektir.”[29]

İman edip sonra küfre düşen nicelerini işittik, doğru yoldayken sapan nicelerini gördük. O yüzden Rasûlullah aleyhisselâm şu duayı çokça yapardı. “Ey kalpleri evirip çeviren! Kalbimi dininde sebat ettir.”[30]

Peygamber aleyhisselam zamanında da iman eden bazı kimseler irtidat etmişler, aydınlıktan karanlıklara çıkmışlardır. Bunlardan biri Habeşistan’a hicret eden sonra da dinini bırakıp Hristiyanlığa giren Ubeydullah b. Cahş’tır. Rasûlullah aleyhisselâm’ın vefatından sonra da büyük topluluklar irtidat etmiş, neticede Hz. Ebubekir radıyallahu anh onlarla savaşmıştır. Hz. Ömer radıyallahu anh’in hilafeti zamanında da birçok kişi dinden çıkmıştır.  

Zamanında sahabelerden sayılan Rabia b. Ümeyye b. Halef bunlardan biridir. Rabia çokça içki içerdi. Ömer radıyallahu anh ona içki cezasını verdi sonra Hayber’e sürgün etti. O da -Allah korusun- bir içki yüzünden Hiraklius’un yanına kaçtı ve dinini bırakıp Hristiyan oldu. 

İbnü’l Cevzi der ki: En hassas şeylerden biri de ölmek üzere olan kimsenin uyandırılmasıdır. Çünkü o anlatılamayacak biçimde uyanıp kendine gelir ve tarif edilemeyecek şekilde endişeye kapılır ve geçmiş günlerine hayıflanır. Kaçırdığı fırsatları telafi etmek için mühlet verilmesini temenni eder. Ölümü ne kadar net görüyorsa tevbesinde de o kadar samimidir. Pişmanlığından neredeyse kendini öldürür. 

Kişi sağlığında iken bunun zerresini hissetse takva üzere amelden yana arzuladığı her şey meydana gelir. 

İşte akıllı kişi o ânı göz önüne getirip gereği ile amel eden kişidir. O ânı aynen göz önüne getiremezse yapabildiği şekilde hayalinde canlandırmalıdır. Çünkü bu hevâyı engeller ve kişiyi çalışmaya sevk eder. 

Her kimin de o ân gözünün önünden hiç gitmezse o ânın esiri gibi olur. 

Nitekim rivayet edildiğine göre Habip el-Acmi her sabah hanımına “Ölürsem beni filan kişi yıkasın, filan kişi taşısın” derdi. 

Maruf birisine “Öğlen namazını bizimle kıl” dedi. Adam “Öğlen namazını sizinle kılarsam ikindiyi sizinle kılmam” dedi. Bunun üzerine Maruf, “Sen sanki ikindiye kadar yaşayacağını ümit ediyorsun. Uzun ömürden Allah’a sığınırım” dedi. 

Birisi Maruf’un yanında bir adamın gıybetini yaptı. Maruf, “Gözüne bez/pamuk koyacakları ânı hatırla” dedi.[31]

Her halükârda ölümü anmakta bir sevap ve fazilet vardır. Çünkü dünya sevgisine dalan dahi ölümü anmakla yavaş yavaş dünyadan uzaklaşmaya başlar. Zira artık onun için dünyanın nimetleri sıkıntı vermeye başlar, dünyanın lezzeti gider. İnsana dünyanın lezzet ve şehvetlerini acılaştıran her şey aslında onun için bir kurtuluş sebebidir.

Bir defasında, Allah Resûlü’nün yanında bir adamın ismi anılınca oradakiler onu övmeye başladılar. Bunun üzerine Hz. Peygamber aleyhisselâm, “O arkadaşınız ölümü nasıl anardı?”diye sordu; oradakiler, “Biz onun ölümü andığını hiç işitmedik” dediler. Hz. Peygamber aleyhisselâm,”O halde arkadaşınız sizin övdüğünüz gibi değilmiş” buyurdular.

İslâm Büyüklerinin Konuyla İlgili Sözleri

Hasan-ı Basrî der ki: “Ölüm dünyanın bütün rezilliklerini ortaya çıkardı da akıl sahipleri için onda zevk alınacak bir şey bırakmadı.”

İbn Sîrîn’in yanında ölüm anıldığı zaman bütün azaları sanki hayatiyetini kaybetmişçesine dona kalırdı.

Ömer b. Abdülaziz her gece âlimleri bir araya toplar; beraberce ölümden, kıyametten ve âhiretten bahseder, sonra da sanki önlerinde cenaze varmışçasına ağlarlardı.

İbrahim-i Teymî şöyle der: “İki şey benden dünya zevkini kesip attı; ölümü hatırlamak ve Allah Teâlâ’nın huzurunda nasılhesap vereceğimi düşünmek.”

Kâ’b Ahbâr, “Ölümü bilen kimseye dünyanın bütün musibetlerini ve kederlerini çözmek kolay gelir” demiştir.

Ebû Hânî Eş’as anlatıyor: “Hasan-ı Basrî’nin sohbetlerine devam ederdik. Onun sohbetlerinin konusu daima cehennem, âhiretolayları ve ölümü anmak oluyordu.”

Tabiînden Safiyye radıyallahu anha anlatıyor: “Kadının biri, Hz. Âişe radıyallahu anha’ya kalbinin katılığından yakındı. Hz. Âişeradıyallahu anha ona, ‘Öyleyse ölümü çokça an; kalbin yumuşar’ dedi. Kadın, Hz. Âişe radıyallahu anha’nın dediğini yaptı; kalbi yumuşadı. Sonra ona gelip teşekkür etti.”

Hz. Davud aleyhisselâm’ın yanında ölüm ve kıyametten söz edildiğinde, mafsalları birbirinden ayrılma derecesine gelinceye kadar ağlar; Allah’ın rahmetinden bahsedilince de kendisine gelirdi.

Hasan-ı Basrî der ki: “Ne kadar akıllı insan gördüysem, muhakkak onun üzerinde ölüm korkusunu ve üzüntüsünü hissetmişimdir.”

Ömer b. Abdülaziz âlimlerden birine, “Bana öğütte bulun” dedi. Âlim, “Sen ölecek ilk halife değilsin” dedi. Ömer, “Biraz daha nasihat et” deyince âlim şöyle devam etti:

“Hz. Âdem’e (aleyhisselâm) varıncaya kadar bütün ataların ölümü tattı; nöbet sırası sana gelmiştir.” Bunları duyan Halife Ömer ağlamaya başladı.

Rebî’ b. Huseym, evinde bir kabir kazmıştı. Her gün birkaç kez buraya girer, içinde ölümü zikreder ve “Bir an olsun kalbimden ölümü hatırlamak çıksa kalbim bozulur” derdi.

Mutarrif b. Abdullah b. Şıhhîr şöyle diyordu: “Şu ölüm var ya, servet sahiplerine hayatı zehir etti. Öyleyse ölüm olmayan yer için servetler hazırlayınız.”

Ömer b. Abdülaziz, Anbese’ye şunları söylemiştir: “Ölümü çokça an, eğer rahat içinde yaşıyorsan onu sana daraltır; darlıkta isen onu sana genişletir, teselli eder.”

Ebû Süleyman Dârânî rahimehullah anlatıyor: Ümmü Harun’a rahimehullah, “Ölümden hoşlanır mısın?” diye sordum. O, “Hayır, hoşlanmam” dedi. “Niçin?” diye sordum, “Çünkü bir adama karşı koysam, bir daha onunla karşılaşmak istemem. Allah’a isyan eden biri olarak, beni ona ulaştıracak olan ölümü nasıl isteyebilirim ki!” diye cevap verdi.

Allahu Teâlâ’dan bizleri ibret alanlardan kılmasını, ölüme hazırlıklı olmayı, son halini hüsnü hâtime ile bitirenlerden eylemesini niyaz ederiz. Nitekim O, dualara icabet edendir. O, ne güzel Mevla ve ne güzel yardımcıdır. 

Selâm ve Dua ile. 


[1]Ali İmran, 3/185.

[2]Cuma, 62/8.

[3]. Nisa, 4/78.

[4]. Hadis için bk. Tirmizî, Zühd, 4; Nesâî, Cenâiz, 3; ibn Mâce, Zühd, 31; Hâkim, el-Müstedrek, 4/321.

[5]. El-Fethu’l Kebir, 2/318. Taberani bu hadisi Ammar’dan rivayet etmiştir. Ancak hadis zayıftır. Bak Süyuti, Camiussağir, h:6245, s:389.

[6]Süyuti, Camiu’s-Sağir kitabında 1401 numara ile almış, hadis Enes’ten rivayet olunmuştur. Münavi de Feydu’l Kadir (2/86) eserinde, Hafız Iraki’nin bu hadisin isnadında ciddi manada zayıflık olduğunu söylediğini zikrediyor.

[7]Buhari, Kader, 11/507; Müslim, İman, 2/160-161.

[8]İbrahim, 27.

[9]Buhari, Cenaiz, 3/241.

[10]Kurtubi, Tezkire, 1/109.

[11]Buhari, Kader, 11/507; Müslim, İman, 2/160-161.

[12]Buhari, Bed’ul-Vahy, 1/9; Müslim, 13/53,54.

[13]Buhari, Kader, 1, VII, 210; Müslim Şerhi, V, 496.

[14]Hakim Müstedrek’te 4/313 zikretmiş ve bu Buhari ve Müslim’in kitaplarında zikretmemiş olmalarına rağmen Müslim’in şartlarına uygun bir hadistir, demiştir. Zehebi ona muvafakat etmiş, Elbani’de es-Sahiha’da no:283 te ikisini birden onaylamıştır.

[15]. Bakara, 2/197

[16]. Mü’minun, 23/99–100.

[17]. Münafikun, 63/9–11.

[18]. Ahmed b. Hanbel, Beyhaki ve sahih olduğunu belirterek Hâkim İbn Abbas’tan rivayet etmişlerdir. Hâkim, Müstedrek, K. Rikak, hadis: 1/7846. Hâkim, bu hadis Buhari ve Müslim’in şartlarına göre sahihtir, ancak ikisi de bu hadisi tahric etmemişlerdir, demiştir. Nitekim Telhis adlı eserde de Buhari ve Müslim’in şartlarına göre, denilmiştir.

[19]. Araf, 7/34.

[20]. Vakıa, 56/83-96.

[21]. Kıyame, 75/26-30.

[22]. Kehf, 18/48.

[23]En’am, 6/94.

[24]Kaf, 50/19.

[25]Enbiya, 21/34.

[26]Zümer, 39/30.

[27]Eyvah diyerek kaçmıyorum.

[28]. İsrâfil’in ezanını fecr-i Haşirde işitip Allahu ekber diyerek kalkacağım. Salât-ı Kübrâdan çekinmem, Mecma-ı Ekberden çekinmem.

[29]. Cum’a 62/8.

[30]Tirmizi, Kader,2140; İbni Mace 3834. Tirmizi hasendir, demiştir. Elbanide hadisi sahihlemiştir.

[31]. İbn Cevzi, Saydu’l Hatır, s:146.