Son Nefesi İmanlı Vermenin Önündeki Engeller

Kapak Doysa – Ahmet İnal / 2019 Mart / 76. Sayı

İman, insana verilebilecek nimetlerin en büyüğüdür. Kişi rabbini onunla tanır, onunla saadetin kapısını aralar, onun hatırıyla bağışlanır. İman hem eşsiz nimetlere ulaşmanın hem de ebedi azaptan emin olmanın yegâne şartıdır. İman, kimi zaman bela ve imtihanları mıknatıs gibi çekmek, kimi zaman kor ateşi elde tutmak, kimi zaman da tüm dertleri sabır ilacıyla yudumlamaktır. Ancak, başı ne kadar acı olsa da sonu hep tatlı hep hayırdır. 

Mü’min kimse ile imanın misali; kıymetli mücevherler ile onları korumanın derdiyle yanıp tutuşan zengin adam gibidir. Mü’min, aynı bu adam gibi; kalbinde bulunan ve tüm zenginliklerin kaynağı olan imanını muhafaza etmenin derdindedir. Malı mülkü koruma, arttırma kaygısı zengini uykusuz bıraktığı gibi; imanına sahip çıkma, onu daha da güçlü hale getirme derdi de mü’mini yatağından uzak eder. İmanı kalp ile perçinleme, onu ruhun bir parçası haline getirme çabası mü’min için en kıymetli uğraştır. Mü’min kimse bilir ki; iman nazlı bir çiçek gibidir, sürekli bakım, ilgi ve alaka ister. Kendi haline terkedildiği zaman da solar gider.

İman, bir çocuğun büyümesine benzer. Sağlıklı beslenen, aile sevgisini ziyadesiyle alan bir çocuğun iyi bir bedene ve güçlü bir karaktere sahip olması gibi; ibadetle takviye edilen, taat ile zenginleştirilen iman da sağlam bir yapıya kavuşur.    

İman, durağan değildir. Kişinin kalbinde hep aynı haliyle durmaz. Kimi zaman güçlenir, kimi zaman zayıflar. Sahibi tarafından sürekli gözlemlenmesi, kontrol edilmesi gerekir. İşte bu kısmı işin en zor olanıdır. Çünkü tarih iman yolunda dökülen nicelerine şahittir. Kimisi ilk dönemeçte, kimisi son dönemeçte, bazısı yolun başındayken bazısı zirvesindeyken… Kesin olan şudur ki; iman yolunda hiç kimsenin garantisi yoktur.        

Bir kez iman ettikten sonra ebedi kurtuluşu garantilediğini düşünen, onu cennete koymak sanki Allah’ın celle celaluhuüzerine bir borçmuş gibi vehmeden kimse elbette Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şu buyruğundan habersizdir:

“…Kendinden başka ilah olmayan zata yemin olsun, sizden biri, (hayatı boyunca) cennet ehlinin ameliyle amel eder. Öyle ki, kendisiyle cennet arasında bir ziralık mesafe kaldığı zaman ona yazısı galebe çalar ve cehennem ehlinin ameliyle amel ederek cehenneme girer. Aynı şekilde sizden biri (hayatı boyunca) cehennem ehlinin amelini işler. Kendisiyle cehennem arasında bir ziralık mesafe kalınca yazısı ona galebe çalar ve cennet ehlinin amelini işleyerek cennete girer.”[1]

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellembu sözleriyle iki tip insan kitlesini uyarmıştır. Birincisi; imanlarına güvenip rehavete kapılan ve şeytanın tuzağına düşme tehlikesiyle karşı karşıya kalan kimselerdir. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemise herkesi bu durumdan sakındırmış ve bu tehlikeye karşı bir duayı vird edinmişti:

Ümmü Seleme radıyallahu anha’ya; “Ey Mü’minlerin anası! Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, senin yanında olduğu zaman ençok yaptığı dua ne idi?” Dedi ki: “Çoğunlukla yaptığı dua şuydu: Ey kalpleri bir halden bir hale çeviren Rabbim, benim kalbimi de dinin üzere sabit kıl. Ben kendisine: “Ey Allah’ın Rasûlü! Niçin bu duâyı yapıyorsunuz?” diye sordum. Şöyle buyurdular: Hiçbir kimse yoktur ki onun kalbi Allah’ın parmakları arasında olmuş olmasınDilediğini düzeltir, düzgün yola kor dilediğini ise kalbini kaydırarak yoldan çıkarır. Sonra Âl-i İmrân sûresi 8. ayetini okudu: O derin kavrayış sahiplerişöyle yakarırlarEy Rabbimiz! Bizi doğru yola ilettikten sonra kalplerimizi bu gerçeklerden bir daha saptırma, katından bize rahmet verşüphesiz bağışı en çok olan sensin sen.[2]

Uyarılan bir diğer grup ise; yaptığı kötülükler neticesinde Allah’tan tamamen ümit kesmiş olanlardır. Bu hadisi şerif, ölüm gelmeden önce hiçbir şeyin geç olmadığını müjdeleyerek onlar için bir umut kaynağı olmuştur. 

Bu hadislerden sonra kullara düşen; sağlam bir imana sahip olmak için uğraşmak, imanı güçlendiren ve ortadan kaldıran etkenleri öğrenmek ve kalpleri elinde bulunduran, her şeyin takdirini belirleyen Allah azze ve celle’ye dua etmektir. 

İmanı ortadan kaldıran ve kişiyi son nefeste imansızlığa sevk eden etkenleri ise şu şekilde özetleyebiliriz:

1- Emir ve Yasakları Öğrenmemek

Allah  azze ve celle’nin her türlü kötülüğün bulunduğu Mekke ortamında ilk ayet olarak “Oku” emrini seçmesi dikkate şayandır. İnsan, kendisini yaratan, onun daima hayrını dileyen rabbinin adıyla okumalıdır ki; cehaletten kurtulmalı ve tüm kötülüklerden aziz ve celil olanın adıyla sıyrılmalıdır. Çünkü kişi ezeli düşmanı olan şeytanın hile ve desiselerinden ancak bu şekilde selamette olabilir. Bu durumun tam aksi olarak; okumayan, İslâm’ın ahkamından habersiz bir ömür geçiren kimse ise, iman avcısı olan şeytanınpençelerinde can vermeye mahkumdur. Bu nedenle imanını korumak isteyen her mü’min için uyulacak ilk yol; İslâm’ın emir ve yasaklarını öğrenmek ve bunların rehberliğinde imanına istikamet çizmek olacaktır.   

2- Rehavete Kapılmak

Şeytanın tuzağına kapılmaya en yatkın olanlar kendilerini gereksiz bir güven duygusuyla donatanlardır. İnsan başına gelebilecek tehlikelere karşı daima teyakkuz halinde olmalıdır ki; karşılaştığı zaman onu def edebilsin. Şeytan bazen insana sağ tarafından yaklaşarak, onu güçlü bir mü’min olduğuna, Allah yolunda büyük hizmetler yürüttüğüne ikna etmeye çalışır. Şeytanın bunu yapmadaki nihai amacı ise; kulun rehavete kapılarak kendisini salması, ibadetlerini azaltması, günahlarını küçük görmesi ve en sonunda da masiyetler içinde kaybolup gitmesini istemesidir. Bu vesveselerle karşılaşan kul ise derhal Allah’a sığınmalı ve imanını istikamet üzere kılması için Allah’a dua etmelidir.     

3- Dünyaya Aşırı Bağlanmak

Allah celle celaluhu Araf Sûresinde; İslâm’dan sıyrılıp azgınlığa koşan bir kişiden bahseder. Rivayetlere göre ise bu kişi, Hz. Musa döneminde yaşamış ve kendisine ilim verilmiş olan Belam b. Baura’dır. İsminin tam olarak ne olduğu, hangi dönemde yaşadığı bir yana; Bel’am, dünyevi çıkar ve hesaplar için Allah’ın dinini tahrif eden bir ilim ve din adamını, küfür sistemlerine ve kafir yöneticilere yaranmak maksadıyla Allah’ın hükümlerini çiğneyen ve asıl gayesinden saptıran kimseleri temsil etmektedir. Allah azze ve celle bu kimsenin sapmasını ise dünyaya meyletmek ve nefsine tabi olmaya bağlamaktadır.  

“Habibim! Onlara, şeytanın peşine taktığı ve kendisine verdiğimiz âyetlerden sıyrılarak azgınlardan olan kişinin olayını anlat. Dileseydik, onu ayetlerimizle üstün kılardık; fakat o, dünyaya meyletti ve hevesine uydu. Durumu, üstüne varsan da kendi haline bıraksan da dilini sarkıtıp soluyan köpeğin durumu gibidir. İşte ayetlerimizi yalan sayan kimselerin hali böyledir. Sen onlara bu kıssayı anlat, belki üzerinde düşünürler.” [3]

Müslümanın asıl derdi imanıdır. Ancak, dünyanın peşinden koşan ve gelip geçici olana tamah eden kimse hedefinden sapmış ve mü’minlerden ayrı bir yol tutmuş olur. Bu kimsenin akıbeti ise imanını kaybetmekten başka bir şey değildir. 

 4- Günahlarda Israrcı Olmak ve Tevbeyi Geciktirmek

İmanın karargâhı kalptir. Kalbin cilası ibadetler, kiri pası ise masiyetlerdir. Tertemiz olan iman ise ancak tertemiz olan bir kap içinde muhafaza edilebilir. Bu nedenle, günahların kararttığı bir kalpte imanın barınması çok zordur. İman, her masiyet sonrası biraz daha zayıflar ve en sonunda kararan o kalbin sahibini terk eder. Kul günah işlediği zaman pişman olur ve tevbe ederse kalbini kir ve pastan temizlemiş olur. Tevbeyi ertelediği taktirde ise biriken çöplerin bir evi kokuttuğu gibi günahlarda bir yığın haline gelerek o kalbi ifsad eder. Bu durumu Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemşöyle ifade etmektedir:     

“Bir kul günah işlediği zaman kalbinde siyah bir leke meydana gelir. Eğer o kul günahı terkedip bağışlanmayı dilerse, bu leke kaybolur. Şayet tövbe etmez ve günah işlemeye devam ederse, o zaman bu siyah nokta büyüyerek onun bütün kalbini kaplar. İşte Allah Teâlâ’nın, ‘Doğrusu şudur ki, yapıp ettikleri kalplerini kaplayıp karartmıştır.’ (meâlindeki) âyetinde ifade ettiği kararma ve pas tutma budur.”[4]

5- Kötü Bir Arkadaş Çevresine Sahip Olmak

Mümin olmanın şartı kelime-i şehadet getirmek ise imanı korumanın da en güzel yolu; sadıklarla beraber olmaktır. Bu hakikate binaen ayette bu husus emir kipiyle bildirilerek insanın tercihine bırakılamayacak kadar mühim olduğu vurgulanmıştır: 

“Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve sadıklarla beraber olun!”[5]

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in de buyurduğu gibi; “İyi arkadaşla kötü arkadaş misk taşıyan kimse ile körük üfüren kimse gibidir. Misk taşıyan ya sana onu ikram eder yahut sen ondan (miski) satın alırsın ya da ondan güzel bir koku duyarsın. Körük üfüren kimse ise ya elbiseni yakar ya da ondan kötü bir koku duyarsın!”[6]

İnsan, çoğu zaman etrafında bulunan eş ve dostlarından etkilenmekte, onlardan izler taşımaktadır. Kişi doğduğu, bulunduğu çevrenin ürünüdür. Bu çevreyi seçmek ise çoğu zaman insanın elindedir. Bu nedenle, imanına sahip çıkmak isteyen bir kul arkadaş çevresini özenle seçmeli, onlara olan mesafesini Allah’a olan mesafelerine göre ayarlamalıdır.   


[1]Buhari, Kader 1; Müslim, Kader 1, (2643); Ebu Davud, Sünnet 17, (4708)

[2]Tirmizi, Deavat, (3522); Müsned, 25210

[3]Araf, 175-176

[4]Müslim, “İmân”, 231; Tirmizî, “Tefsîr”, 75

[5]. Tevbe Sûresi,119.

[6]Müslim, Birr, 146