Said Bin Harise Ve Halide

Serbest Köşe – Abdullah Nergiz / 2013 Kasım / 12. Sayı

Rafi bin Abdullah anlatıyor; Hişam bin Yahya El Kinani bana: “Sana gözlerimle gördüğüm, bizzat tanık olduğum bir şey anlatacağım Allah onunla beni faydalandırdı. Belki senide faydalandırır” dedi: “Anlat ey Ebu Velid” dedim. Dedi ki: “88 yılında Müselleme bin Abdulmelik ve Abdullah bin Velid bin Abdulmelik komutasında Rum diyarına (Anadolu) bir savaşa gitti. Bu Allah’ın Tuvana şehrinin fethini müyesser kıldığı savaştı. Biz Basralı ve Arabistanlı iki gurup bir yerdeydik. Hizmet, bekçilik, erzak ve hayvanlar için sırayla çalışıyorduk. Beraberimizde çok ibadet eden gündüzleri oruç tutup geceleri namaz kılan Said bin Harise adında birisi vardı. Nöbetinde onun yükünü hafifletmeye çalışıyor, işini biz görüyorduk. Ancak o bunu reddediyor, ibadetlerini aksatmayacak şekilde her işte yer almak istiyordu. Gece olsun gündüz olsun onu her ne vakit gördüysem ibadet eder gördüm. Namaz vakti değilse veya yol yürümekte isek Allah’ı zikreder ve Kur’an okumaktan bir an geri durmuyordu. Rum kalelerinden birini kuşattığımız bir gecede nöbetçilik sırası ikimize geldi. Onun durumu bize çok ağır geldi. Zira o gece o kadar sabır ve sebatla ibadet etti ki, kendimi onun yanında küçük gördüm, bedeninin ibadetteki gücüne hayret ettim. Bildim ki Allah lütûf ve ihsanını dilediğine verir. Said sabaha yorgun ve bitkin çıktı. Ona “Allah sana rahmet etsin kardeşim, nefsinin sende hakkı vardır. Bil ki Rasulullah (s.a.v) “Amellerden yapabildiğiniz kadarını yüklenin” buyurmuştur, dedim ve buna benzer hadisler daha söyledim. Bana “Kardeşim, hayat sayılı nefesler, bitecek ömür ve gelip geçecek günlerden ibarettir. Ben ölümü bekleyen ve ruhumun çıkması için koşan birisiyim” sözleri gözlerimi yaşarttı. Ona yardım etmesi ve sebat ettirmesi için Allah’a dua ettim, sonra “biraz uyu, dinlen; zira düşman ne yapacak bilemezsin bir şey vuku bulursa hiç olmazsa dinç olursun” dedim ve bunun üzerine çadıra gidip uyudu. Arkadaşlarımız dört bir tarafa dağıldılar;

Kimisi savaşta, kimisi başka uğraşlarda ben ise eşyaların başında nöbetçi kaldım. Onlara yemek yaparken birden çadırın içinden bir ses duydum. Hayret ettim; çünkü çadırda Said’den başka uyumakta olan biri yoktu. Biri girdide görmedim sandım. Çadıra girip baktım, fakat onun dışında kimseyi bulamadım. O ise aynı şekilde uyuyordu. Ancak uykusunda konuşuyor, gülüyordu. Kulağımı verdim, bazı kelimeleri ezberledim. Sonra bir şey alıyormuşcasına sağ elini uzattı, sonra gülümseyerek yavaşca geri çekti, sonra bu gece dedi ve birden uyanıp sıçradı. Titriyordu, başını hemen göğsüme koydum ve bir süre tuttum. Sağa sola bakıyordum sonunda sakinleşti, şuuru yerine geldi. Şehadet ve tekbir getirmeye, Allah’a hamd etmeye başladı. “Ne oldu sana?” dedim: “Beni bundan muaf tutsan” dedi. Arkadaşlık hukukumuzu hatırlatarak “Allah sana rahmet etsin, anlat bana, belki Allah’ın izniyle anlattıklarından bir öğüt ve güzellik alırım” dedi. Bunun üzerine rüyada gördüklerini anlattı.

Hayatımda hiç görmediğim güzellikte ve mükemmellikte iki melek bana “ey Ebu Said! Müjdeler olsun sana; zira günahların bağışlandı, gayretin şükranlıkla karşılandı. Amelin ve duan kabul edildi ve dünyadayken sana müjde verilmek istendi, haydi bizimle gel de yüce Allah’ın sana hazırladığı nimetleri gösterelim” dedi. Said gördüğü sarayları, hurileri, hurilerin ve genç kızların onu karşılayışını bir bir anlattı. Gezerken bir de taht üzerinde inci gibi parlak bir huri görmüş. Şöyle anlattı: “Kız bana “seni uzun süredir bekliyoruz” dedi, “Neredeyim ben?” dedim: Me’va cennetinde” dedi: “Sen kimsin?” dedim: “Senin ebedi eşin” dedi: Elimi ona uzattım, kibarca geri çevirdi ve “Bugün hayır, şimdi sen dünyaya döneceksin” dedi. “Dönmek istemiyorum” dedim. “Bu olmak zorunda inşallah. Üç gün kalıp sonra iftarını bizde açacaksın” dedi. Ben “Bu gece bu gece (olsun)” dedim. “Kader böyle” dedi ve sonra kalkıp yerine gitti. O sırada uyandım. Hişam der ki: Ben “Kardeşim Allah’a şükret, bak Allah sana yaptığının mükâfatını göstermiş” dedim. “Bu halimi senin dışında kimse gördü mü?” dedi. “ Hayır” dedim. “Senden Allah aşkına hayatta olduğum sürece bunu kimseye anlatmamanı rica ediyorum” dedi. “pekâlâ” dedim: “Arkadaşlarımız ne yaptılar?” dedi. “Bazıları savaşta, bazıları ihtiyaçlarımızı almaya gittiler” dedim. Kalkıp yıkandı, gusletti, hoş kokular süründü ve silahını alıp oruçlu haliyle savaşa gitti. Akşama kadar savaştı ve arkadaşlarıyla beraber karargaha döndü. Bana “Ey Ebu Velid, bugün bu adam hiç görmediğimiz şeyi yaptı; şehit olmak için çırpındı, kendisini düşmanların okları ve taşlarının önüne attı. Tüm bunları o yaptı.” dediler. İçimden “Onun durumunu bilseydiniz onun gibi sizde yarışırdınız” dedim. İftarını birazcık yemekle açtı ve gecesini namazla geçirdi, sabaha oruçlu çıktı, dünkü yaptıklarının aynısını yaptı. Gün sonuna doğru yine yanından ayrıldı, arkadaşları döndüklerinde dünkü anlattıklarının aynısını anlattılar. Üçüncü gün olup olayın üzerinden iki gün geçince “durumuna ve olacaklara tanık olmalıyım diyerek onunla birlikte gittim. Gün boyunca kendisini düşmanın hedefleri önüne attı, onlara çok hasar verdi, fakat ona hiçbir şey isabet etmedi. Onu uzaktan izliyor, yanına yaklaşamıyordum. Sonun da güneş tam batarken o da en dinç halindeyken kalenin duvarının üstünde bir adam belirdi ve ona ok attı.

Ok boğazına isabet etti ve gözümün önünde yere yığıldı. İnsanlara bağırdım, hemen yanına koştular ve kendilerine doğru çektiler. Sanki son nefeslerini veriyordu. Onu taşıyarak karargâha getirdiler. Onu görünce “Hayırlı olsun, bu gece iftarını orada açacaksın, keşke bende seninle birlikte olsaydım” dedim. Alt dudağını ısırdı ve gülümseyerek gözüyle “ölene kadar durumumu gizle” diye işaret etti. Sonra “Bize vaadini yerine getiren Allah’a hamd olsun” dedi. Vallahi başka hiçbir kelime konuşmadan ruhunu teslim etti. Allah’ın rahmeti üzerine olsun. Hişam der ki: Ölür ölmez avazım çıktığı kadar “Allah’ın kulları! Çalışanlar bunun için çalışsın, size anlatacağım bu kardeşinizin hikâyesini dinleyin” dedim. Askerler etrafımda toplandılar, olayı aynen anlattım. Herkes ağladı. Vallahi o kadar sayıda ağlayan kişiyi hiç görmedim. Sonra öyle bir tekbir getirdiler ki, karargâh sarsıldı. Sonra cenaze namazını kılmak için kalktılar. Haber, komutan Muselleme’ye ulaşınca, “namazını, durumuna tanık olan arkadaşı kıldırsın” demiş. Namazını kıldırdım ve defnettik, insanlar gece boyu bunu birbirlerine anlatıp birbirlerini cihada teşvik ettiler. Sabah olunca kaleye yenilenmiş niyetlerle, Allah’a ulaşma özlemiyle yanan yüreklerle gittiler. Allah aynı günün kuşluğunda onun bereketiyle kalenin fethini nasip etti. (Fedailu’l Cihad El Musemma Fekahatu’l – Ezvak)

Me’le bin Ziyad der ki: Harem bin Hayyan bazı geceler sokağa çıkar ve avazının çıktığı kadar “Hayret ediyorum o cennete: Talipleri nasıl olup ta uyurlar? Diye bağırır, sonra “yoksa kasabalılar azabımızın gece vakti onlar uyurken gelmesinden emin mi oldular ayetini okur, sonra Asr ve Tekasur sürelerini okur geri dönerdi.