Oryantalizm – I

İdeolojiler Ve Teoriler – Nedim Bal / 2021 Ağustos / 105. Sayı

Değerli Müslümanlar!  Bu sayımızda “İdeolojiler ve Teoriler” başlığı altında incleyeceğimiz konu: “Oryantalizm.” 

Oryantalizm; din, dil, bilim, düşünce, sanat, tarih gibi alanlarda genelde Doğu dünyasını özelde ise İslam dünyasını inceleyip araştıran ve Doğu hakkında değer yargıları üreten Batı kaynaklı kurumsal faaliyetlerdir. 

Türkçede “şarkiyat”, Arapçada ise “istişrâk” kelimeleriyle de ifade edilir. Oryantalizm ile uğraşan kişilere oryantalist yahut daha bilindik ifade ile müsteşrik denir. Fakat günümüzde Oryantalizmi masum akademik araştırma ürünü bir faaliyet olarak değerlendirmek son derece yanlıştır. 

Oryantalizmin Kuruluşu 

Oryantalizmin başlangıcını tespit etmek zordur. Çünkü bazı tarihçiler bu işin Endülüs’teki İslam Devleti döneminde başladığını ifade ederken bazıları da Haçlı Seferleri döneminde başladığını kabul etmektedir. Bu iddialara karşılık pek çok kimse de oryantalizmin başlangıcını Hicri 2. asra, yani Emevi Devleti dönemine kadar geriye götürmektedir. Onlara göre Oryantalizm; Şam’da Dimeşkli Rahip Yuhanna tarafından kaleme alınan “Muhammed’in Hayatı” ve “Bir Mesihi ile Bir Müslüman Arasındaki Diyalog” adlı eserler ile faaliyete geçtiği kabul edilmektedir. Rahip Yuhanna’nın hedefi ise Müslümanlarla tartışma durumunda Hristiyanlara yol göstermekti.  

13. yüzyılda Orta Çağ Batısı; Haçlı Seferlerine hiç gerek olmadığını düşünenlerle daha fazla sayıda ve daha güçlü Haçlı Seferleri düzenleme gereğine inananlar şeklinde iki kampa bölünmüştü. Her türlü mücadelede tek amaç İslâm’ın inanç ilkelerini çürütmekti. Bu sebeple İslâm’ı daha derinden tanımak gerekiyordu. Bunun için de dil bilmek gerekliydi.

Roger Bacon, Raymond Lull ve başka kilise mensuplarının 1250’lerden beri ısrarlı bir biçimde talep ettikleri dil okulları nihayet 1312’de Viyana Konsili’nde karara bağlandı. Paris, Oxford, Bologna, Avignon, Roman Curia ve Salamanca’da (Şelemenka) Arapça, Grekçe, İbrânîce ve Süryânîce kürsülerinin kurulması kararlaştırıldı. Fakat bu kararın hayata geçirilmesi için uzunca bir süre beklenmesi gerekecekti.

Avrupa’da ‘oryantalizm’ kavramı ancak 18. asrın sona ermesi ile ortaya çıkmıştır. Bu kavram önce 1779 yılında İngiltere’de ve 1799 yılında Fransa’da ortaya çıktı. Nitekim 1838 yılında Fransız akademisi sözlüğünde yerini aldı.

Oryantalizmin Geçirdiği Evreler 

Hristiyan Batı dünyası ilk aşamada Müslümanlara ait her türlü bilgiyi öncelikle kendilerini geliştirmek maksadıyla öğrenmek istemişlerdir. Bu amaç doğrultusunda Müslümanların fenni ilimlere ait birçok eseri batı dillerine çevrilmiştir. 

Daha sonraki aşamada ise Hıristiyanların Müslüman olmalarını engelleme ve Müslümanları da Hristiyanlaştırma çabası içine girmişlerdir. Fakat bunu yapabilmeleri için öncelikle İslam hakkında bilgi sahibi olmaları gerekiyordu. Bu sebeple İslami ilimlere ait birçok yazma eseri kendi ülkelerine çeşitli yollarla götürmüş ve tercümeler yapmışlardır. 

Bir sonraki aşamada Müslüman toplumları içerden yıkma faaliyetleri üzerine yoğunlaşmışlardır.  Bu maksatla İslam’ın temel kaynakları, hükümleri, esasları hakkında derin araştırmalar yapmışlar ve bu hususlarda birçok şüpheler ortaya atarak zihinleri bulandırmaya çalışmışlardır. 

İslam dinini tahrif etme çalışmaları sürecinde İslami ilimler hakkında ciddi bilgi sahibi olmuşlardır. Lakin İslam dinini öğrenme çalışmaları yaparken çok az bir kısım hariç asla İslam’dan etkilenmemişler aksine İslami ilimler hakkında şüphe uyandıracak iddialarda bulunmuşlardır. 

Oryantalizmin Hedefleri

Dini Hedefler

Oryantalizmin en önemli hedefi; İslam dinini tahrif etmektir. İslam dinini tahrif etme amaçlarını gerçekleştirmek için şu hususlarda yoğunlaşmışlardır: 

Oryantalistler, Sevgili Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem’in nübüvvetinin doğruluğu hakkında şüpheler uyandırmaya çalışmışlardır.  Nebevi hadisin ilk üç asır içerisinde Müslümanların ortaya koyduğu bir ürün olduğunu ileri sürmüşlerdir. 

Bu iddia ve iftiralarının maksadı; Müslümanları, Hz. Peygamber’in hayatından uzaklaştırmaktır. Bu sebeple tüm güçleriyle sünneti itibardan düşürmeye çalışmışlardır. Çünkü Sünnet demek; İslam’ın hükümlerinin nerede, ne zaman, nasıl uygulanacağı hususunda ‘Hz. Peygamber’i tek belirleyici örnek kabul etmek.’ demektir. 

Hz. Peygamber’in yani sünnetin Müslümanların hayatından çıkması demek; başta namaz olmak üzere, oruç, zekât, hac, kurban, evlilik, miras, ticaret, cihat, had ve benzeri birçok ibadet ve hükümlerin tam ve doğru olarak yapılamaması demektir. Çünkü Allahu Teâlâ’nın emirlerinin nasıl uygulanacağını bizlere bizzat gösterip öğreten Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’dir. Dolayısıyla Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’i hayatımızın dışına çıkardığımızda en temel hususlarda bile her kafadan bir ses çıkacak, herkes kendi nefsine göre hüküm vermeye kalkacaktır.  Böylece İslam dininin temel inanç ve hükümleri aslından sapacak diğer tahrif olmuş dinler gibi tahrif olabilecektir.

Dolayısıyla sünnet; İslam’ın iki temel direğinden biridir. Sünnet yıkıldığı an İslam yıkılır. Batılı güçler bunu çok iyi bildiği için oryantalistler vasıtası ile özellikle sünnet üzerinde derin araştırmalar yapmışlar, işlerine yarayabilecek bilgi ve belgelere ulaşmaya çalışmışlardır. Sonuç olarak; Müslümanların nezdinde peygamber efendimizin şahsını ve önemini gözden düşürmek için bazı şüphe ve iftiralar atarak toplulukları etkileme çabası içine girmişlerdir.

Oryantalistlerin sünnetten sonra yoğunlaştıkları diğer bir husus da Allah’ın kitabı Kur’an-ı Kerim’dir. Kur’an-ı Kerim’in doğruluğu hakkında şüpheler uyandırmak için her türlü yalan ve iftiraya başvurmuşlardır.

Oryantalistlerin Kur’an-ı Kerim’i hedef almalarının sebebi boşuna değildir. Çünkü Allah’ın kitabı Kur’an-ı Kerim tüm Müslümanları bir araya getiren, birleştiren bir kitaptır. Müslümanların güç kaynağıdır. Dolayısıyla Müslümanları bir araya getiren ve güçlerinin kaynağını teşkil eden Kur’an’ın doğruluğu hakkında şüpheler uyandırmak ve Müslümanları Kur’an’dan uzaklaştırmak için her türlü yalan ve iftiraya başvurmuşlardır.

Oryantalistlerin hedeflerinden biri de fasih Arapçayı unutturmak olmuştur. Bu bağlamda Arap dilini kötülemiş ve fasih Arapçanın yerine geçmesi için yerel lehçe ve ağızları ön plana çıkararak yaygınlaşması için uğraşmışlardır. 

Oryantalistlerin fasih Arapça yerine Arapçanın yerel lehçe ve ağızlarının kullanılmasını ön plana çıkarmaya çalışmalarının en büyük sebebi; Kur’an-ı Kerim dilinin fasih Arapça olmasıdır. Böylece fasih Arapçadan uzak yetişen ve sadece yerel lehçe ile konuşabilen Araplar veya Arapçayı yerel lehçe üzerinden öğrenenler Kur’an ı Kerim’i dinleseler bile onun ilahi mesajının derinliğine vakıf olamayacaklardır.

Ayrıca ibadetlerde Kur’an tilaveti yerine insanların kendi ana dillerinde okuyarak da ibadet edebilecekleri şüphelerini ortaya atmış ve bunun kabul görmesi için çok uğraşmışlardır. 

“Okuduğumuzu anlayalım” gibi çok masumca (!) gözüken samimiyetsiz sloganların arkasına sığınarak Müslümanları “hikmeti sonsuz” tarafından indirilen temel kaynaktan, vahiyden, ilahi kelamın yüreklere şifa veren tilavetinden koparmak istemişlerdir. Böylece değişik millet ve dillerden oluşan büyük İslam alemini birleştiren ortak Kur’an dilinden uzaklaşılmış olacaktı. Bir İngiliz ile bir Afrikalıyı, bir Fransız ile bir Türk’ü, bir Alman ile bir Kürt’ü, bir Japon ile bir Boşnak’ı, bir Çinli ile bir Arap’ı kaynaştıran, kardeş olduklarını, tek ümmet olduklarını hissettiren şeylerden biri de farklı ırklara ve dillere mensup olsalar da ibadetlerde kullandıkları ortak dildir. 

İslam’a ve namaza en güzel çağrı olan ezan; Afganistan’da da Fransa’da da İngiltere’de de Irak’ta da Almanya’da da Türkiye’de de Danimarka’da da Afrika’da da Japonya’da da Sudan’da da Çin’de de Libya’da da aynıdır. Ezanı nerede duyarsak duyalım onun ezan olduğunu anlarız. Onun İslam’a ve namaza çağrı olduğunu anlarız. Dolayısıyla buralarda İslam’ın ve Müslümanların var olduğunu biliriz. Kardeşlerimizin olduğunu biliriz. Bunu bildiğimiz andan itibaren o Müslüman kitle ile akli ve kalbi bütünleşmemizi anında sağlarız. Bu yüzden ibadet dilinde birlik çok mühimdir.

Bu doğrultuda geçmişte ülkemizde de Türkçe ezan, Türkçe ibadet denemeleri yapılmıştır. Minarelerden ezanın orijinal haliyle okunması yasaklanmıştır. 

Oryantalistlerin fasih Arapça yerine Arapçanın yerel lehçe ve ağızlarının kullanılmasını ön plana çıkarmaya çalışmalarının ikinci büyük sebebi ise; Arapları kendi içinde birbiriyle anlaşamaz duruma düşürmek ve bölmektir. Çünkü aynı ırktan olsalar dahi yerel lehçe kullananlar çoğu zaman birbirini anlamayabilirler. Örneğin Türkiyeli Türklerle, Özbekistanlı Türkler veya Kırgızistanlı Türkler aynı ırktan olmalarına ve Türkçe konuşmalarına rağmen birbirlerini pek anlayamazlar. Çünkü yüzyıllar boyu oluşan kültürel lehçeler ve ağızlar birbirini anlamaya mâni olmaktadır. 

Oryantalistlerin üzerine yoğunlaştığı diğer bir husus da İslam şeriatının yani İslam hukuk sisteminin değerini düşürme çabalarıdır. 

Bunun için iki büyük yalana sarılmışlardır. Birincisi; İslam hukuk sisteminin eşitliğe, adalete önem vermediği, çok katı olduğu iddia ve iftiralarıdır. Bu noktada kitlelerin İslam’dan uzaklaşmaları hatta İslam’dan korkup nefret etmeleri için edebiyattan siyasete, sinemadan tiyatroya birçok alanda ciddi propaganda çalışmaları yapılmıştır. Öyle ki; şeriata göre namaz kılan, tesettüre bürünen, zekât veren, hacca giden, içkiden, kumardan, hırsızlıktan uzak duran Müslümanlar bile İslam hukuku aleyhine yapılan yalan-yanlış propagandaların etkisi altında kalmış ve şeriatın ne olup olmadığını bilmeden “Biz şeriata karşıyız.” sloganları atmışlardır.  

Hakikat o ki İslam hukuku 5 temel hakkı kutsal saymıştır. Bu kutsal sayılan haklara haksız yere saldıran, tecavüz eden, ihlal eden herkese en ağır cezaları vermiştir. Bu beş temel hak; dinin korunması, aklın korunması, canın korunması, malın korunması, neslin/ırzın korunmasıdır. Bu haklar kutsaldır. Haksız yere bunlara musallat olanlar, zulmedenler cezalandırılır. Hiç kimseye torpil geçilmez. Yapılan zulme göz yumulmaz. Bu suçları işleyenlere gerektiği şekilde cezaları verilir.  

Oryantalistlerin İslam şeriatı/hukuku hakkındaki ikinci büyük yalanları ise; İslam hukuk sisteminin ilahi olmadığı aslında Roma hukukundan çalınmış olduğu iddia ve iftiralarıdır. Böylece tarihte zevk, sefa ve zulümle anılan Roma İmparatorluğu’nun kokuşmuş beşerî hukuk sistemiyle eşsiz ve muazzam olan ilahi hukuk sistemini eşitlemeye çalışarak insanlığın gözünde İslam hukukunu/fıkhını değersizleştirip gözden düşürmeye çalışmışlardır.

Oryantalistlerin dini hedeflerinden biride Müslümanları Hristiyanlaştırma çalışmalarıdır.

Batı dünyası, İslam toplumunu sadece sömürgeleştirmekle kalmamış, Müslümanları dinlerinden döndürüp Hıristiyan yapmak için de ciddi çabalar harcamıştır. Fakat bunda başarılı olunamayacağı kısa sürede anlaşılmıştır. Çünkü bir Müslümanın velev ki İslam’la bağları zayıf olsa da Hristiyanlık dinine geçmesi çok az rastlanır bir durumdur. 

Bundan dolayı batı dünyası yeni bir strateji geliştirmiştir. Buna göre, Müslüman öğrenciler Batı’daki oryantalist kürsüsü bulunan üniversitelerde oryantalistler tarafından eğitilecek, kendi ülkelerine geri döndüklerinde bu öğrenciler üniversitelerde ders verecekti. Böylece Müslümanlar kendi içlerinden çıkan aydınlar (!) tarafından şekillendirilecek ve Batı’nın direk müdahalesine gerek kalmayacaktı.

İşte Oryantalistlerin eğitim kurumlarında ve onların mantığı üzerine okuyan bu aydın (!) güruh (ilahiyatçı, sosyolog, yazar çizer takımı) bahsedilen bu yöntemleri Kur’an ve Sünnet üzerinde tatbik ettiler. Hatırlatalım ki, “Kur’an İslam’ı” ve “İndirilmiş dinden uydurulmuş dine” gibi sloganların arkasına sığınarak İslam’ın temel kaynakları üzerinde şüphe oluşturma gayreti içinde olan yerli müsteşriklerin arka planında oryantalist çalışmalar yer almaktadır. 

Nitekim İslam âleminin çeşitli yerlerinde sömürgeleştirilen halkın eğitim, hukuk, siyasi sistemi değiştirildi. İnsanlar Müslüman kimliğine mensup olsa da yaşam tarzları Hristiyan batının yaşam tarzından farksız hale geldi. Müslümanlığın en büyük alameti farikası olan namaz, tesettür, oruç bile nadiren görülen ibadetlerden oldu ve bu durum giderek içselleştirilmeye başlandı. Bir de İslam toplumlarının milliyetçilik akımlarıyla parçalanması durumu daha da vahim bir hale getirdi. 

Oryantalizmin diğer bir hedefi de İslam dinini ilkel, hurafelerle dolu, mal ve şehvet odaklı uydurma bir din gibi göstermekti. 

Bu maksatla Oryantalistler zayıf hadislere ve uydurma haberlere sarıldılar. Batıl görüş ve teorilerini zayıf ve uydurma metinler üzerine bina ettiler. Sonra da bu zayıf ve uyduruk metinlerle kafalarında İslam’ı yargılayıp mahkûm etmeye çalıştılar. Bu vehimli ve fitne dolu düşüncelerini basın yayın ve medya yoluyla tüm dünyaya yayarak insanları İslam’dan uzak tutmaya çalıştılar… 

-Devam edecek inşallah-