Kapak Dosya – Ahmet İnal / 2023 Aralık / 133. Sayı
Bu sözler büyük bir zafer kazanmış mağrur bir komutanın sevinç çığlıkları değildir. Uzun gayretler sonucu başarıya ulaşmış çilekeş bir davetçinin dilinden dökülen hamd ve şükür ifadeleri de değildir. Bu mübarek sözler insanlığın zihin dünyasını alt üst edecek, idrakleri yeniden inşa edecek büyük bir adamın verdiği tarihi bir derstir. Bahsini ettiğimiz yiğit Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in ashabından olan Haram b. Milhan radıyallahu anh’dır. Bu yiğit; peygamberin tedrisatından geçmiş, hayatı nebevi istikamet üzerinden okuyan basiretli bir mücahiddir. Bu yiğit cahiliyenin tüm kalıntılarını yüreğinden söküp atmış, İslam ile yeniden doğmuş izzetli bir mümindir. Bu yiğit; zaferi ve mağlubiyeti peygamber medresesinden damıtarak bize öğreten hikmetli bir davetçidir. Bu yiğit; iltifatlarımızın yetişemeyeceği yükseklerde bir makama sahip olan aziz bir şehittir. O, tüm bunları ve daha fazlasını hak ediyor şüphesiz. Çünkü hayata veda ederken dilinden dökülen bu cümleler halen müslümanların yolunu aydınlatmaya, gönüllerine ferahlık vermeye devam ediyor. O, Peygamber aleyhisselamın verdiği görevi yerine getirirken “Bi’ri Maune” olayında hain bir pusuda şehit edildiği esnada söylemişti bunları. Hem de kendisi yerde düşman da ayakta dimdik dururken. Evet, o kazanmış karşısındaki düşman kaybetmişti. O ölse de kazanmış hayatta kalsa da kazanmıştı. Düşman ise sureten muzaffer gibi gözükse de nihayetinde kaybetmeye mahkumdu.
Neredeyse 15 asır öncesinde yaşanan bu olay içinde bulunduğumuz sürecin etkisiyle tekrar hafızalarımızda yer etti. Gazze’de şehit edilen kardeşlerimizin durumlarına şahit oldukça bu kıymetli cümleyi daha çok tekrar eder olduk. Zalim düşmanın tasallutu altında her türlü eziyete muhatab olan müminleri gördükçe onların hepsini birer Haram b. Milhan radıyallahu anh kabul ettik. Üzülsek de yüreğimiz parçalansa da “Katlediliyorlar, sürgün ediliyorlar; ama yine de kaybetmiyorlar, hep kazanıyorlar” dedik. Kendimizi bu cümlelerle teselli edip içimizdeki acıyı bir nebze olsun hafifletmeye çalıştık. Evet, Allah’ın izniyle kardeşlerimizin bu fedakarlıklarının karşılığını kat be kat fazlasıyla alacaklarına imanımız tam. Onların her ne olursa olsun kazandıkları hususunda kalbimiz mutmain. Kaybettiklerini asla kabul etmiyoruz. Bilakis onların izzetiyle, ihlaslı mücadeleleriyle seviniyoruz. Ancak öte taraftan kendi halimizi düşünmeden de edemiyor bir muhasebeye girişiyoruz. Onlar kazanıyor ama biz… Muzaffer miyiz mağlup muyuz? Dünyanın neredeyse dörtte birini oluşturan o kocaman biz aziz miyiz zelil miyiz? Şu anki halimizle Haram b. Milhan radıyallahu anh gibi göğsümüzü gere gere o cümleleri söylemeye muktedir miyiz değil miyiz?
İtiraf etmek gerekir ki; aramızda göğsümüzü kabartan müslüman kardeşlerimiz ve onların şerefli direnişleri olsa da genelde ümmet olarak kaybetmeye yakın olan taraftayız. Bunu an itibariyle söylüyoruz. Çünkü Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’in verdiği müjdeler işin nihayetinde kazananın müminler olduğunu öğretiyor bizlere. Evet, işin akıbeti müminler lehine olsa da yeniden uyanışın ayak sesleri gelmeye başlasa da ümidimiz daima var olsa da henüz kaybeden taraf olmaktan çıktığımızı söyleyemeyiz. Zira Ümmet-i Muhammed olarak içinde yaşadığımız toplumların masiyetleri büyük bir gururla işlemesi, gençliğin zevkü sefa peşinde koşmaya ısrarla devam etmesi, itikadi krizlerin gün be gün katlanarak artması, aile yapılarının tarumar olması vahim tabloyu tüm açıklığıyla gözler önüne sermektedir. Teker teker mevzu bahis ettiğimiz tüm bu hususların bileşkesini ise Gazze olayında ve onun öncesindeki cihad bölgelerinin ekseriyetinde bizzat tecrübe ettik. Bugün tüm dünyanın gözü önünde, 2 milyar müslümana göstere göstere 2 milyon Gazzeli hunharca katlediliyor ve buna engel de olunamıyorsa her ne dersek diyelim bunun adı tam anlamıyla acziyettir, mağlubiyettir. Eğer dinimiz ve kardeşlerimiz adına bir şeyler yapmak istiyorsak buradan başlamamız gerekmektedir. Mağlup olduğumuzu idrak etmek, mağlubiyetimizin sebeplerini irdelemek ve bu sebepleri ortadan kaldırmak için azimle, ümitle çalışmaya devam etmek…Değilse yapacağımız hiç bir hareket yaramıza merhem olmaya yetmeyecektir.
Öyleyse tekrar soralım. Neden mağlubuz? Hak davaya iman ederken, köklü bir geçmişe sahipken, bu kadar kalabalıkken neden yenildik, mağlup olduk?
1- SÜNNETULLAH
Zafer de mağlubiyet de rabbimizin koyduğu sünnetin icabına göredir. İmtihan yurdu olan bu dünya hayatında hiç kimse için süreğen bir zafer yoktur. Bu peygamberler için bile böyledir. Nice peygamber bu yolda eziyetler çekmiş, yenik düşmüş ve şehid olmuştur. Allah azze ve celle’nin seçtiği özel elçiler için bile durum böyleyse, onlar bile mağlub oldularsa onlar’dan sonra gelen müminler neden bununla imtihan edilmesinler ki! Bu gerçeği rabbimizin şu buyruğu çok güzel ifade etmektedir:
“Eğer siz bir yara aldıysanız bilin ki o topluluk da benzeri bir yara almıştı. O günleri biz insanlar arasında döndürüp duruyoruz ki Allah gerçek müminleri ortaya çıkarsın ve uğrunda şehitleri olsun diye. Allah, zalimleri sevmez.” (Âli İmran, 140.)
Her şey zıddı ile kaimdir. Bundan ötürü zafer de mağlubiyetten ayrı düşünülemez. Günler insanlar arasında dönmeli ki; mağlubiyet ile gerçek müminler ortaya çıksın, zafer ile de mümin gönüllere ilahi rahmet insin.
2- MASİYETLER
Günahlar zaferi geciktirir ve mağlubiyeti arttırır. Allah azze ve celle’nin inayeti ancak salih, tövbekar müminler içindir. Tarihte işlenmiş tüm günahların toplamını kendi sinesinde taşıyan şöyle bir dönemde masiyetlerden uzaklaşmadıkça rabbimizden gelecek olan yardım ve zaferi ümid edemeyiz. Bunun için arınmış bir şekilde istiğfar etmeli ve rabbimize yönelmeliyiz. Kur’an-ı Kerim bize peygamberler ve onların beraberinde çarpışan rabbani müminlerin şu duasını öğretmektedir:
“Rabbimiz! Günahlarımızı ve işlerimizde gösterdiğimiz taşkınlıkları bağışla, ayaklarımızı sabit kıl! Şu kafirler topluluğuna karşı bize yardım ve zafer ihsan eyle!” (Âl-i İmran, 147.)
3- TEFRİKA
“Allah’a ve Rasûl’üne itaat edin ve birbirinizle çekişmeyin. Sonra gevşersiniz ve gücünüz, devletiniz elden gider. Sabırlı olun. Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir” (Enfal, 46.)
Müslümanları mağlup duruma düşüren en büyük etkenlerden birisi de tefrikadır. Tefrika kalplerin birbirinden şiddetli bir şekilde ayrılması ve safların bölünmesidir. Tefrika oldukça müminler birleşemez, birleşemedikleri sürece de Allah’ın rahmeti oraya inmez. Çünkü Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem “Cemaatte rahmet, ayrılıkta azap vardır”[1] buyurmaktadır.
Mehmed Akif’in de belirttiği gibi tefrika topun tüfeğin dahi yapamadığını yapan tehlikeli bir durumdur.
“Girmeden tefrika bir millete düşman giremez.
Toplu vurdukça yürekler onu top sindiremez.”
Unutmayalım ki; kardeşler olarak birbirimize tahammül edemediğimiz, sıkıntıları suhulet ile halledemediğimiz, kılıç misali dillerimize sahip çıkamadığımız sürece mağlubiyetten kurtulmamız mümkün olmayacaktır.
4- ÜMİTSİZLİK
Müslümanın başına gelecek en büyük felaket ümitsizliğe düşmesidir. Çünkü bu neredeyse imansızlık gibidir. Nasıl ki iman sahibi olmayanlar Allah için tek bir adım dahi atmıyorsa umut sahibi olmayanlar da öyledir. Allah için tek bir kelam etmeye tek bir taş atmaya dahi mecalleri yoktur. Çünkü kendilerini ve beraberindekilerini harekete geçirecek, düştükleri zaman onları tekrar ayağa kaldıracak muharrik güçten yoksundurlar. Çünkü onlar canlı bedenlerde müşahhaslaşmış ölüler gibidirler. Üstad Seyyid Kutub bu haleti ruhiyeyi ne güzel tasvir etmiş:
“Kardeşim sana ne oluyor ki savaştan bıkmışsın
Omzundan silahını atmışsın.
Söyle bana kim fedakarlık edecek ve yaraları kim saracak
Ve yeniden sancağımızı kim dalgalandıracak.”
İlahi zaferi arzu ediyorsak yaşanan her şeye rağmen ümitsizliği üzerimizden atıp her şeye muktedir olan Rabbimiz’e ümitle bağlanmak zorundayız.
5- GEVŞEKLİK
Gevşeklik, yılgınlık, gayretsizlik çoğu zaman ümitsizliğin bir neticesidir. Ümitsizlik ortadan kalktığında büyük oranda bu haller de ortadan kalkacaktır. Gevşekliğin bir diğer sebebi ise nefislerin tembelliğe olan meylidir. Allah azze ve celle kim ne için çalıştıysa çalıştığının karşılığını mutlaka verecektir. Zaferin gecikmesi bizim tembelliğimiz sebebiyledir. Düşlediğimiz zaferlere ulaşmak için düşlerin içinde kaybolacak kadar uyumamamız gerekir. Yeryüzünde yaşayan her müslüman bugünün Gazzelisi kadar uyku, yeme içme ve zevkü sefadan sıyrılıp en az onlar kadar çabalamadıkça beklenen zafer gelmeyecektir.
6- YANLIŞ YÖNTEM
“Vusülsüzlüğümüz usülsüzlüğümüzdendir” kaidesinden hareketle, kullandığımız yanlış yöntemlerin bizi başarısızlığa sevkettiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Hilafetin ilgasıyla birlikte başsız kalan, tarihi kökeni ve ilmi geleneğiyle iltisakı kesilen ümmetimiz maalesef geçen yüzyıl içinde yanlış vasıtalara sarıldığı ve onlardan medet umduğu için enerjisini boş yerlerde tüketmiş ve hayal kırıklığına uğramıştır. İslam’ın muzaffer olmasının yöntemi Kitabımızda müteaddit yerde anlatılmış Efendimiz’in sallallahu aleyhi ve sellem hayatında da canlı bir şekilde vücut bulmuştur. Dönem ve şartlar değişse de mücadelenin özü değişmemiştir. Bu sebeple 15 asır öncesinin Nebevi Yöntem’i doğru okunursa bugün için de şifa olmaya muktedirdir. Yeter ki ihlasla, gayretle ona yönelip teslim olalım.
[1]. Ahmed bin Hanbel, Müsned, 4