Kapak Dosya – Mahmut Varhan / 2013 Ekim / 11. Sayı.
Biz müslümanları tek bir ümmet kılarak: “İşte sizin ümmetiniz bir tek ümmettir. Ben de Rabb’inizim. O halde Bana ibadet/itaat edin” (Enbiyâ: 92) buyuran Allah Teâlâ’ya hamd; bu ümmetin numune’i imtisal rehberi olan Hz. Muhammed Mustafa’ya, onun âline, ashabına ve etbaına salât ve selam olsun.
Bilinmeli ki İslam’ın en fazla üzerinde durduğu hususlardan biri de müslümanların birliğini sağlamak ve bu birliğe zarar verecek, müslümanlar arasında ihtilaf ve tefrika meydana getirecek davranışlardan şiddetle sakındırmaktır. Ezcümle şehadet kelimesi ile müslümanların inanç ve söz birliğini sağlayan İslam, namazların cemaatle kılınmasını emrederek müslümanların saflarını özenle düzenlemiş ve namaz saflarında meydana gelecek herhangi bir bozukluğu, müslümanların ihtilafına sebep olacak kötü bir davranış olarak kabul etmiştir. Cuma namazını farz kılarak, daha geniş bir çerçevede müslümanların kuvvetini ve birliğini ilan etmiştir. İslam toplumunun daha iyi kaynaşması, bütün tabakaları arasında karşılıklı merhametin, hürmetin ve muhabbetin yayılması için zenginlerinden alınarak fakir ve muhtaçlarına taksim edilen zekâtı farz kılmış ve böylece gelirin en âdil bir şekilde bütün topluma dağılmasını sağlamıştır. Bir ay boyunca bütün ümmetin yeme ve içme vakitlerine varıncaya kadar pek çok hususta birlikte hareket etmelerini, beraber oruca başlayıp birlikte bayram yapmalarını emrederek çok derûnî sırlarla ümmeti birbirine bağlamış ve kaynaşmasını sağlamıştır. Irk, renk ve lisan ayrımı yapmaksızın bütün müslümanların, dünyanın her tarafından lebbeyk nidâları ile Kâbe’i muazzamayı haccetmelerini ve ilk mescid olan o mukaddes mabedin etrafında dolunayın hâlesi gibi bir zikir halkası kurarak hep birlikte tavaf etmelerini ve böylece tek bir ümmet olarak bir tek olan Rabb’lerine kulluklarını arzetmelerini emrederek cihanşumul bir vahdet ve uhuvvet örneğini ortaya koymuştur.
Diğer taraftan emr’i bi’l-ma’ruf, nehyi ani’l-münker ve fitne kalmayıp din yalnız Allah Teâlâ’nın oluncaya kadar i’lâyı kelimetullah davası için cihadı farz kılarak insanlık âleminin diğer topluluklarını da bu ümmete dahil etmeyi ve böylece bütün insanlığı tek bir çatı altında toplamayı (ki Hz. İsa’nın zamanında bu da olacaktır) hedeflemiştir.
Denizden bir katre misali mevzubahis ettiğimiz bu hususların yanında Allah Teâlâ’nın kitabı ve Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in sünneti ittihadı, uhuvveti, muhabbeti ve teâvunu emreden; ihtilafı, tefrikayı, haksız rekabeti, taassup ve tarafgirliği ve günah ile düşmanlık üzerinde yardımlaşmayı şiddetli bir şekilde yasaklayan ve bu çirkin davranışların kötü akıbetlerini bizlere gösteren nasslarla doludur. Burada birkaç tane ayet’i kerimenin meâlini ve hadis’i şerifin tercümesini kaydetmemiz faydalı olacaktır:
1- Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Mü’minler; ancak kardeştirler. Öyle ise iki kardeşinizin arasını düzeltin ve Allah’tan korkun ki, esirgenesiniz.” (Hucurât: 10)
2- Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Ey iman edenler! Allah’tan nasıl korkup sakınmak gerekiyorsa öylece korkup sakının ve siz, ancak müslüman olmaktan başka (bir din ve tutum üzerinde) ölmeyin. Allah’ın ipine hepiniz sımsıkı yapışın. Dağılıp ayrılmayın. Ve Allah’ın sizin üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Hani siz düşmanlar idiniz. O, kalplerinizin arasını uzlaştırıp ısındırdı ve siz O’nun nimetiyle kardeşler olarak sabahladınız. Yine siz, tam ateş çukurunun kenarında iken, oradan sizi kurtardı. Umulur ki hidayete erersiniz diye, Allah, size ayetlerini işte böyle açıklar.” (Âl-i İmrân: 102- 103) Görüldüğü gibi İslam üzere birlik ve beraberlik kurtuluş; ihtilaf ve tefrika ise ateş çukurunun kenarında olmak kabul edilmiştir.
3- Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Allah’a ve Rasûlüne itaat edin. Birbirinizle çekişmeyin. Sonra korkuya kapılırsınız da zaafa düşerseniz ve rüzgarınız (kuvvetiniz) gider. Sabredin, muhakkak ki Allah; sabredenlerle beraberdir.” (Enfâl: 46)
Evet, tarih göstermiştir ki müslümanların izzeti, kuvveti ve devleti birlik ve bereberlikte; zillet, perişanlık ve mağlubiyetleri de ihtilaf ve tefrikadadır. Bunu cihan padişahı Yavuz Sultan Selim ne de güzel ifade etmektedir:
İhtilaf’u tefrika endişesi,
Kûşe-i kabrimde hatta bîkarar eyler beni.
İttihadken savlet-i a’dâyı def’a çaremiz,
İttihad etmezse millet, dağdar eyler beni.
4- Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “İçinizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülükten alıkoyan bir topluluk bulunsun. İşte onlar, kurtuluşa erenlerdir. Kendilerine apaçık deliller geldikten sonra, parçalanıp ihtilafa düşenler gibi olmayın. İşte onlara büyük bir azab vardır.” (Âl-i İmrân: 104- 105)
5- Allah Azze ve Celle şöyle ferman buyurmaktadır: “Şüphesiz bu, bir tek ümmet olarak sizin ümmetinizdir. Ben de sizin Rabb’ inizim. Ben’den korkun. Ama onlar işlerini kendi aralarında bölük bölük ayırdılar. Her bölük kendi tuttuğu yoldan memnundur.” (Mü’minûn: 52-53)
6- Allah Azze ve Celle yine şöyle ferman buyurmaktadır: “(Ey Muhammed!) Gerçek şu ki, dinlerini parça parça edip fırkalara ayrılanlarla artık senin bir alâkan kalmamıştır. Onların işi ancak Allah’adır. Sonra O, işlemekte olduklarını kendilerine haber verecektir.” (En’am: 159)
7- Sevban radıyallahu anhu dedi ki: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Pek yakında topluluklar, yemek yiyenlerin birbirlerini yemek köşesine çağırdıkları gibi size karşı birbirlerini kışkırtacak (ve size saldıracak)lardır.” Birisi: “O gün bizim az olmamızdan dolayı mı?” diye sordu. Hz. Peygamber şöyle buyurdu: “Bilakis siz o gün çok olacaksınız. Fakat siz selin üzerindeki çer-çöp gibi dağınık olacaksınız. Allah Teâlâ düşmanlarınızın sinelerinden sizden korkma duygusunu çekip alacak ve sizlerin kalplerinize “vehn” (hastalığını) atacaktır.” Denildi ki: “Vehn de nedir ey Allah’ın Rasûlü?” Şöyle buyurdu: “Dünyayı sevmek ve ölümden hoşlanmamak (ahiretten gafil olmak)tır.”1
Kâfirler tarafından istihzâ konusu edilen biz müslümanların işte en büyük sorunlarımızdan biri de budur. Selin üzerindeki çer-çöp gibi dağınık ve paramparça olmak. Hedeflerimiz ve bu gayelere ulaşma metodlarımız birbirinden farklı ve yönlerimiz ayrı ayrı iken, bu küfür ve zulüm seline karşı ne yapabiliriz ki? Bunun da asıl sebebi ahiretten gafil olmamız ve dünyayı sevmemizdir. Dünyevi çıkarlarımızı dini-dünyevi maslahatlarımızın önüne geçirmiş ve her birimiz kendi şahsi çıkarını öncelemiştir. Bu da sefalet ve zilletten başka bir yarar sağlamamıştır.
8- Nu’man b. Beşir radıyallahu anhuma dedi ki: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Mü’minlerin birbirlerini sevmede, birbirlerine merhamet etmede ve birbirlerine şefkatli davranmada örnekleri; bir bedenin misali gibidir. Ondan bir âzâ rahatsız olursa, bedenin diğer âzâları da uykusuzluk ve ateş ile ona ortak olurlar.”2
9- Ebû Mûsâ el-Eş’ari radıyallahu anhu dedi ki: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Mü’min, mü’min için (tuğlaları) biri diğerine kuvvet ve destek veren bir bina gibidir.” böyle buyururken parmaklarını birbirine geçirmişti.”3
Gerçekten mü’minler cemaatinin kendisine benzetilmesi gereken en münasib şey bir beden ve muhkem bir binadır. Nasıl ki beden ancak sıhhatli olduğu zaman iş görür ve bir bina da ancak sağlam olduğu zaman sıcaktan, soğuktan ve yağmurdan korursa; aynı şekilde mü’minler cemaati de ancak uhuvvet, merhamet, hürmet, şefkat ve adalet bağları kuvvetli olduğu zaman kendisine yüklenmiş bulunan emanete riayet edebilir ve mukaddes vazifesini deruhte edebilir.
Uzuvları dağılmış, parça parça olmuş bir vücut hiçbir işe yaramaz ve hiçbir faaliyet gerçekleştiremez. Organlar tek başlarına hiçbir şeye güç yetiremezler. Aynen bir vücuda benzeyen müslümanlar da dağınık oldukları zaman hiçbir tesirleri olmaz. Şayet müslümanlar bir tesir sahibi olmak istiyorlarsa ilk önce bu dağınıklıktan, bu çer-çöplük halinden kurtulmaları gerekir. Bunun için de etrafa dağılmış bu uzuvları bir araya toplayacak ve yeniden onları düzgün bir şekilde dizayn edecek bir ruh, inandığı gibi yaşayan hikmet, feraset, basiret, ilim sahibi âdil bir lider ve onları kuvvetli bağlarla birbirine bağlayan uhuvvet ve muhabbet bağları gerekir.
10- Ömer b. Hattab radıyallahu anhu dedi ki: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Cemaate yapışın ve ayrılıktan sakının. Zira şeytan tek olan kişi ile birlikte olup, iki kişiden daha uzaktır. Her kim cennetin ortasına girmek istiyorsa, cemaate yapışsın.”4
11- İbni Abbas radıyallahu anhuma dedi ki: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Allah Teâlâ’nın eli (yardımı, beraberliği ve rahmeti…) cemaatle birliktedir.”5
12- Ebû Derdâ radıyallahu anhu dedi ki: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Cemaatten ayrılma. Zira kurt, sürüden ayrılan koyunu yer.”6
13- Haris el-Eş’ari radıyallahu anhu dedi ki: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “…Allah’ın bana emrettiği beş şeyi size emrediyorum: Dinlemek, itaat etmek, cihad etmek, hicret ve cemaat…”7
Son olarak Said Nursi rahimehullah’tan birkaç paragraf aktarıp yazımızı bitirelim:
“Evet, tevhid’i imanî, elbette tevhid’i kulûbü ister ve vahdet’i itikad dahi, vahdet’i ictimaiyeyi iktiza eder.”8
“Mü’minlerde nifak ve şikak, kin ve adavete sebebiyet veren tarafgirlik ve inad ve hased, hakikatçe ve hikmetçe ve insaniyyet-i kübra olan İslamiyetçe ve hayat-ı şahsiyece ve hayat-ı ictimaiyece ve hayat-ı maneviyece çirkin ve merduttur, zarar verici ve zulümdür ve hayat-ı beşeriye için zehirdir.”9
“Ey ehl-i iman! Zillet içinde esaret altına girmemek isterseniz, aklınızı başınıza alınız. İhtilâfınızdan istifade eden zalimlere karşı “mü’minler ancak kardeştirler” kal’a-i kudsiyesi içine giriniz, tahassun ediniz. Yoksa, ne hayatınızı muhafaza ve ne de hukukunuzu müdafaa edebilirsiniz. Malumdur ki, iki kahraman birbirleriyle boğuşurken, bir çocuk ikisini de dövebilir. Bir mizanda iki dağ birbirine karşı müvazenede bulunsa, bir küçük taş, müvazenelerini bozup onlarla oynayabilir; birini yukarı, birini aşağı indirir. İşte, ey ehl-i iman! İhtiraslarınızdan ve husumetkârane tarafgirliklerinizden kuvvetiniz hiçe iner; az bir kuvvetle ezilebilirsiniz. Hayat-ı ictimaiyenizle alâkanız varsa, “mü’min, mü’min için (tuğlaları) biri diğerine kuvvet ve destek veren sağlam bir bina gibidir” düstur-u âliyeyi düstur-u hayat yapınız, sefalet-i dünyeviyeden ve şakavet-i uhreviyeden kurtulunuz.”10
“Ey ehl-i hak! Ey hakperest ehl-i şeriat ve ehl-i hakikat! Bu müthiş maraz-ı ihtilâfa karşı birbirinizin kusurunu görmeyerek, yekdiğerinizin ayıbına karşı gözünüzü yumunuz. “Boş söz (veya çirkin bir davranışla) karşılaştıkları zaman vakarla oradan geçip giderler” şeklindeki edeb-i Furkanî ile edepleniniz. Ve haricî düşmanın hücumunda dahilî münakaşâtı terk etmek ve ehl-i hakkı sukuttan ve zilletten kurtarmayı en birinci ve en mühim bir vazife-i uhreviye telâkki edip, yüzer âyât ve ehâdis-i Nebeviyenin şiddetle emrettikleri uhuvvet, muhabbet ve teavünü yapıp, bütün hissiyatınızla, ehl-i dünyadan daha şiddetli bir surette meslektaşlarınızla ve dindaşlarınızla ittifak ediniz, yani, ihtilâfa düşmeyiniz.”11
“Ey ehl-i hakikat ve şeriat! Hakka hizmet, büyük ve ağır bir defineyi taşımak ve muhafaza etmek gibidir. O defineyi omuzunda taşıyanlara ne kadar kuvvetli eller yardıma koşsalar daha ziyade sevinir, memnun olurlar. Kıskanmak şöyle dursun, gayet samimî bir muhabbetle o gelenlerin kendilerinden daha ziyade olan kuvvetlerini ve daha ziyade tesirlerini ve yardımlarını müftehirâne alkışlamak lâzım gelirken, nedendir ki rekabetkârâne o hakikî kardeşlere ve fedakâr yardımcılara bakılıyor ve o hal ile ihlâs kaçıyor? Bu marazın çare-i yegânesi: Nefsini itham etmek ve nefsine değil, daima karşısındaki meslektaşına taraftar olmak… Fenn-i âdâb ve ilm-i münazaranın uleması mâbeynindeki hakperestlik ve insaf düsturu olan şu “Eğer bir meselenin münazarasında kendi sözünün haklı çıktığına taraftar olup ve kendi haklı çıktığına sevinse ve hasmının haksız ve yanlış olduğuna memnun olsa, insafsızdır» düsturu ile amel etmek…”12
Müslümanlar arasında ihtilaf ve tefrika çıkmasından sakınmak için şu altı ölçüyü tatbik etmek gerekir:
1. Müsbet hareket etmektir ki, yani, kendi mesleğinin muhabbetiyle hareket etmek. Başka mesleklerin adâveti ve başkalarının tenkîsi, onun fikrine ve ilmine müdahale etmesin, onlarla meşgul olmasın.
2. Belki, daire-i İslâmiyet içinde, hangi meşrepte olursa olsun, medar-ı muhabbet ve uhuvvet ve ittifak olacak çok rabıta-i vahdet bulunduğunu düşünüp ittifak etmelidir.
3. Ve haklı her meslek sahibinin, başkasının mesleğine ilişmemek cihetinde hakkı ise, “Mesleğim haktır,” yahut “daha güzeldir” diyebilir. Yoksa, başkasının mesleğinin haksızlığını veya çirkinliğini ima eden “Hak yalnız benim mesleğimdir” veyahut “Güzel yalnız benim meşrebimdir” diyemez olan insaf düsturunu rehber edinmelidir.
4.Ve ehl-i hakla ittifak, tevfik-i İlâhînin bir sebebi ve diyanetteki izzetin bir medarı olduğunu bilmelidir.
5. Hem ehl-i dalâlet ve haksızlık, tesanüd sebebiyle, cemaat suretindeki kuvvetli bir şahs-ı mânevînin dehâsıyla hücumu zamanında, o şahs-ı mânevîye karşı, en kuvvetli ferdî olan mukavemetin mağlûp düştüğünü anlayıp, ehl-i hak tarafındaki ittifak ile bir şahs-ı mânevî çıkarıp, o müthiş şahs-ı mânevî-i dalâlete karşı hakkaniyeti muhafaza etmelidir.
6. Ve hakkı, bâtılın savletinden kurtarmak için, nefsini ve enâniyetini, ve yanlış düşündüğü izzetini, ve ehemmiyetsiz, rekabetkârâne hissiyatını terk etmekle ihlâsı kazanıp, vazifesini hakkıyla ifa etmelidir.”13
——————————————————————–
1. Ebû Dâvûd: 4297. Senedi Hasendir.
2. Buhari: 6011; Müslim: 2586
3. Buhari: 2446; Müslim: 2585
4. Tirmizi: 2304. Sahih bir hadistir.
5. Tirmizi: 2306. İsnadı sahihtir.
6. Ebû Dâvûd: 543. Sahihtir.
7. Tirmizi. Hasen-Sahih
8. Mektûbat: 302
9. Mektûbat: 301
10. Mektûbat: 309
11. Lem’alar: 194 (Bazı düzeltmelerle birlikte)
12. Lem’alar: 196 (Bazı düzeltmelerle birlikte)
13. Lem’alar: 189 (Bazı düzeltmelerle birlikte)