Kapak Dosya – Ahmet İnal / 2020 Haziran / 91. Sayı
İslam sadece itikattan müteşekkil olmadığı gibi Müslüman da sadece iman belirtisi gösteren kişi değildir. İman cennetin anahtarı, kurtuluşumuzun yegâne kaynağı olsa da ona bağlı ve neredeyse onun kadar önemli olan bir başka değerimiz daha vardır: İslam ahlakı…
Müslüman imanıyla Rabbine teslimiyet gösteren güzel ahlak ile de bunu süsleyen kimsedir. Ahlaki değerlerden yoksun olan iman hem kusurlu hem de yavandır. İman kemaliyetini güzel ahlak ile tamamlar. Öte yandan güzel ahlak dediğimiz erdemler de imansız mümkün değildir.
İslam ahlakını oluşturan bir sürü faziletli davranış vardır elbet. Ve hepsinin de birbiriyle ölçüşemeyecek kadar kıymeti ve diğeriyle doldurulamaz bir boşluğu vardır. İşte bu ahlak binasının önemli değerlerinden olmazsa olmazlarından birisi de vefa duygusudur.
Vefa; yapılan bir iyiliğe karşı kayıtsız kalmamak, iyilik sahibine olan minnetini unutmadan, yorulmadan devam ettirmek ve nankörlük gibi İslam’a yakışmayan durumlardan uzak olmaktır. Vefa ruhsuz ve icbari olarak devam eden, menfaate dayanan bir karşılığı devam ettirme değildir. Vefa tamamen sevgiye, erdeme intisaplı olan ve varlığını ancak bu şekilde sürdürebilen bir özelliğe sahiptir. İşte bu açıdan iyilik eden kimseyi karşılık beklemek gibi bir durumla nitelendiremeyeceğimiz gibi vefa göstereni de iyiliğin altında ezilen ve ona karşılık vermesi gereken kişi olarak değerlendiremeyiz.
Vefa kavramı toplum içinde genel olarak verilen söze sadık kalmak manasında “ahde vefa” tabiriyle karşılık bulur. Bu doğrudur. Ancak böylesine geniş olan bir kavramı tek bir konuyla sınırlandırmak da doğru olmayacaktır. Zira vefa hem verilen söz için bir karşılık hem Allah’ın verdiği nimetler için bir şükür hem de insanların gösterdiği iyiliklere bir teşekkür nişanesidir. Müslüman her şeyden önce, vermiş olduğu sağlık, iman, rızık vs. nimetlerden dolayı Rabbine ve ona verdiği elest bezmine vefa gösterir. Ruhlar aleminde Rabbimize verdiğimiz kulluk sözünün bir karşılığı yok mudur? Elbette vardır. Ve en öncelikli olan da odur. Müslüman için vefanın başladığı yer burasıdır. Diğerleri hep bunun akabinde gelir.
Müslümanın vefalı olması gereken mahlukata gelince bunlar anne babalarımız, kardeşlerimiz, akrabalarımız, komşularımız ve eşimiz dostumuz olmak üzere içerden dışarıya ya da yakından uzağa doğrudur. Bu meyanda Rabbimizin kurmuş olduğu akrabalık bağlarının bizim tesis ettiğimiz arkadaşlık bağlarından önce geldiğini zikretmekte fayda vardır.
Vefa duygusu o kadar geniştir ki sınırlarının içine hayvanlar, bitkiler gibi gayri akil varlıklar ve kullandığımız eşyalar gibi cemadat sayılan nesneler de girmektedir. Hayatımızı devam ettirirken nasıl ki bu saydıklarımızdan istifade ediyor ve sayelerinde ihtiyaçlarımızı gideriyorsak öyleyse onlar için de makul şartlarda vefa örnekleri sergilemeliyiz. Eskilerin çok kullandıkları ve neticesinde işlevini tamamlayıp yerini başkalarına bırakan eşyaları için “yadigâr” kelimesini kullanmaları da bunun güzel bir örneğidir.
Vefa duygusu bir iyiliğe karşılık olacağı gibi sevgiye de karşılık olabilir. Hatta daha faziletli olanı da budur. Örneğin kişinin ölen eşine olan muhabbetinden dolayı onun adına infakta bulunması ve akrabalarına olan yakınlığını sürdürmesi bu bağlamda kabul edilebilir. Bu durumda kişi eşi ölmüş ve ondan gelecek iyilikler kesilmiş olsa da sırf sevgisinin hatırına binaen vefasını göstermeye devam edecektir ki bu da devam eden bir iyiliğin karşılığı olan vefadan çok daha üstündür. Bu örneğin hatırlara getirdiği bir başka husus ise vefanın tek seferlik değil uzun ömürlü oluşudur. Bu da onu karşılıklı menfaatleşmeden ayıran yönüdür.
Vefa, her ne kadar satırlarımıza konu olsa da özü itibariyle kitabi olmaktan uzak hayati yönü ağır basan bir duygudur. Yani kelimelerle ne kadar tarif edilmeye çalışılsa da onun künhüne vakıf olmanın yolu okumayla değil hayatta tecrübe etmeyle mümkündür. Bu nedenle konumuzu biraz daha somutlaştırmak ve gönüllerde yer edinmesine vesile olmak adına vefayı müşahhas hale getiren canlı örneklerden bahsetmemiz faydalı olacaktır.
İslam ahlakının her yönünde olduğu gibi vefa hususunda da yegâne örneğimiz Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’dir. Kitabımızın buyurduğu gibi; “Andolsun ki sizden Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı uman ve Allah’ı çok zikreden (mü’min)ler için Rasûlullah’ta üsve-i hasene (en mükemmel bir örnek) vardır.” (Ahzâb Suresi, 21)
Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’in hayatı en güzel vefa örnekleriyle doludur. Karşımıza kimi zaman bir nebi kimi zaman bir eş kimi zaman bir baba kimi zaman da bir dost olarak çıkar. Ama hepsinde göreceğimiz ortak nokta ilişkilerinde vefalı olmayı her daim gözettiğidir. Diğer türlü olması içten bile değil. İnsanlara karşı vefalı olmayan Rabbine karşı nasıl vefalı olsun ve bu durum da bir peygamberde nasıl vaki olsun!
Efendimiz vefa duygusunun en canlı en mükemmel örneğidir. Hatta bu duyguyu o kadar hassasiyet içinde yaşamış ki etrafında bulunanlar bazen şaşırmışlar bazen de Aişe radıyallahu anha annemiz gibi gönül koymuşlar.
Vefa sevgiyle orantılı olduğu için Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem efendimizin sergilediği en güzel örnekler en tabii olarak Hatice radıyallahu anha annemizle alakalı olmuştur. O ki tüm kalbini efendimize ve davasına açmış, malını mülkünü bu yolda feda etmiştir. Efendimiz de onun varlığında başka hiçbir kadınla evlenmemiş böylelikle belki sıkıntı ve zorluklarla ama neticede tadı damaklarda kalan bir mutlulukla 25 yıl beraber yürümüşlerdir. Onun vefatıyla Allah azze ve celle Efendimize başka eşler lütfetmiş ve Aişe annemiz de bunlardan birisi olmuştur. Ne var ki ölmüş olsa da Hz. Hatice annemizin varlığı Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in kalbinde, dilinde hep devam etmiş ve bu durum genç, akıllı olan Aişe annemizi kıskandırmıştır. Öyle ki içindeki duyguyu bir gün saklayamamış ve Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e “Ey Allah’ın Rasûlü! O yaşlı kadını ne anıp duruyorsun? Allah onun yerine sana daha iyisini verdi.” deyince Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem de Hz. Hatice’yi kadirşinaslığından dolayı şöyle övmüştür: “Allah bana ondan daha hayırlısını vermemiştir. Çünkü herkes beni inkâr ederken, o bana iman etti. Herkes beni yalanlarken o beni tasdik etti. İnsanlar mallarını esirgerken bana arka çıktı. Ve Allah Teala bana ondan çocuklar nasip etti.”[1] Bunun üzerine Hz. Aişe “Bir daha Hatice hakkında kötü söz söylemeyeceğim.” der.[2]
Yine bir gün sevgili Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem efendimiz Aişe annemizle beraberken yanlarına ihtiyar bir hanım gelir. Allah Rasûlü ona adını sorar. O da “Cessâme el-Müzenî” diye cevap verir. Bunun üzerine Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem “çirkin” manasına gelen bu adı “güzel” anlamındaki yeni bir isimle değiştirerek “Hayır, senin adın “Cessâme“ değil, Hassâne el-Müzenî’dir.” buyurur. Sonra da ihtiyar kadına hâlini hatırını sorar, pek çok iltifatlarda bulunur. Yaşlı hanım gittikten sonra Allah Rasûlü’nün ona gösterdiği ihtiram, ilgi ve alakası dikkatinden kaçmamış olan Hz. Aişe radıyallahu anha merak ederek;
– Bu yaşlı hanım kimdi ya Rasûlallah?” diye sorar. O da:
– Hatice’nin arkadaşı olup onun sağlığında bize gelip giderdi. Kuşkusuz ahde güzel bir şekilde vefa göstermek imandandır.” buyurur.[3]
Şüphesiz Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem efendimizin bu eşsiz tavrı dostları için de geçerliydi. Belki Hatice annemiz kadar olmasa da gerçekten her şeyiyle Rasûlullah’a gönül vermiş yiğit sahabiler de vardı. Bunların en başında da muhakkak Ebubekir radıyallahu anh gelir. Hz. Ebubekir erkeklerden ilk iman eden, ömrü boyunca Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e yoldaşlık eden ve bu uğurda hem canıyla hem malıyla koşturan büyük bir sahabiydi. Hatta malını mülkünü bu uğurda gözünü kırpmadan harcayınca babası tarafından uyarılmak zorunda bile kalmıştı. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem onun bu samimiyet ve fedakarlığına karşılık olarak belki mal mülk verememişti ama sevgisini ve yakınlığını vermişti. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bir vefa nişanesi olarak onu hicrette kendisine yoldaş seçmiş ve her fırsatta ona olan muhabbetlerini bildirmişti.
Bir defasında Hz. Ebubekir ile Hz. Ömer tartışmışlardı. Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem Hz. Ebubekir’in üzgün olduğunu görünce müdahale etmiş ve arkadaşlarını karşısına toplayarak “Allah beni size peygamber olarak gönderdi. Siz bana yalancı dediniz, Ebubekir doğruladı. Siz bana düşmanlık ettiniz; o canıyla, malıyla siper oldu. O günler hatırına arkadaşıma bundan sonra kimse ilişmesin.” buyurmuş o günden sonra da herkes Hz. Ebubekir’i kırmamaya özen gösterir olmuştu.[4]
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in vefa gösterdiği kişilerden birisi de Mekke yıllarında işkence ve her türlü baskının Müslümanlar arasında kol gezdiği şartlarda evini İslam’a açarak Müslümanların karargâhı yapan yiğit sahabi Erkam b. Ebil Erkam radıyallahu anh’idi. Henüz genç yaşına ve yeni evlenmiş olmasına rağmen babası tarafından genişçe otursun diye verilen evini hiç düşünmeden feda etmişti. Bu büyük fedakârlık yine de Müslümanların Mekke’den hicret etme zorunluluğuna engel olamamıştı. Medine’ye bin bir zorlukla hicret eden muhacirleri yolda ölüm, Medine’de yokluk, evsizlik gibi sıkıntılar beklerken Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem hicretin ilk günlerinde bu yiğide karşı bizleri hayran bırakan büyük bir vefa örneği sergiledi. Daha Medine’de kendine ait bir ev bile yokken, Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem Beni Züreyk mahallesinden bir ev ve yanında bir miktar arazi satın alarak Erkam b. Ebil Erkam’a hediye etti. Adeta Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Erkam’a şunu der gibiydi: ‘Sen o gün evini İslam için, risalet davası için açtın. Bugün İslam, Medine’de devlet olduysa, bu davayı omuzlayacak yiğitler yetiştiyse, bunda senin evinin katkıları inkâr edilemeyecek kadar çoktur. Bu davaya sahip çıkana ben de sahip çıkarım. İşte ben de seni unutmuyor ve senin o günkü vefana, bir vefa ile mukabelede bulunuyorum.’ Vefanın sultanı olan Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem her zaman olduğu gibi o gün de kendine yakışanı yapıyor ve daha kendine ait bir evi yokken Erkam’a Medine’de bir ev hediye ediyordu.“[5]
Efendimizin bu eşsiz vefası herkes içindi. Kimisi en yakın eşi, kimisi can ciğer dostu, kimisi cesur sahabisi kimisi de yaşlı bir hizmetçisiydi. Medine’de mescidin temizlik işlerini gören yaşlı, siyahi bir hanım vardı. Sessiz, fakir bir Müslümandı. Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem onu iki-üç gün göremeyince merak edip “Nerededir?” diye sormuştu. Arkadaşları vefat ettiğini ve sessizce gömdüklerini söyleyince üzülmüş “Bana da haber vermeli değil miydiniz?” diyerek mezarının başına gitmiş ve yeni baştan cenaze namazını kıldırmıştı. Gözünde insanların rütbelerinin, mülklerinin ve tenlerinin bir önemi yoktu. Önemli olan hiçbir iyiliği karşılıksız bırakmamak, vefa ehline vefa göstermekti.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem efendimizin bu hasletle alakalı sayılamayacak kadar davranışı vardır. Ancak bunlardan bir tanesi var ki gerçekten insanı derinden etkilemekte ve “Evet, işte tam olarak böyle olmalı!” diyerek vefa üzerine söz etmeyi gereksiz bırakmaktadır.
Bahsini ettiğimiz olay Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in görmediği ama yardımını gıyabında gördüğü Habeş Kralı Necaşi ile alakalıdır. Necaşi kendisine sığınan Müslümanlara kol kanat germiş ve kendisi de gizlice Müslüman olmuş büyük bir adamdı. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in onunla buluşma imkânı yoktu ama bir teşekkür için başka bir fırsat doğmuştu. Habeşistan’dan Necaşi’nin gönderdiği heyet, bir gün Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’i ziyarete gelmişti. Efendimiz kalkıp kendisi onlara hizmet etmeye başladı. Bunu gören ashabı “Ya Rasûlallah, siz bırakın, sizin yerinize biz yaparız.” dediler. Bunun üzerine Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
– Onlar benim ashabıma iyilik yaptılar, ben de bizzat onlara iyilik yapmak istiyorum.” buyurarak duygularını dile getirdi. [6]
[1]. İbn-i Hanbel, VI, 118
[2]. Buhârî, Menâkıbu’l-Ensâr, 20; Nikâh, 108; Müslim, Fedâilu’s-Sahâbe, 73, 78
[3]. Hâkim, Müstedrek, I, 20
[4]. M. Yusuf Kandehlevi, Hayatü’s-Sahabe, I/6l
[5]. M. Emin Yıldırım, Nebevi Eğitim Modeli Dar’ül Erkam, s.39, İstanbul, 2012
[6]. İbn Kesîr, Bidâye, III, 99