Modernizmin Kıskacında Müslümanca Duruş

Nebevi Aile – Halime Yılmaz / 2020 Ocak / 86. Sayı

Modernlik; yenilikçilik, aklı her şeyin üstünde tutma, geleneği yeniliğe uydurma ve vahyi ikinci plana atma gibi manaları akla getiren bir kavramdır. Modernizm, modernleşmeyi de içinde barındıran bir süreçtir. Bu süreç sosyolojik, ekonomik ve teknolojik unsurları da içine alır. Bu yüzden modernite, toplumlara göre farklı algılanabilmektedir.

Türk toplumunda “Modern insan” denilince İslami yaşamı geleneksel gören, yenilikleri İslam’a uydurması gerekirken, İslam’ı yeniliklere uydurmaya çalışan, vahyi ikinci dereceden ölçü kabul edip, aklı ön plana çıkaran insan figürü akla gelmektedir. 

1-Modernizmin kaynağı nedir?

Avrupa’da yaklaşık olarak 17. Yüzyılda ortaya çıkan, zamanla tüm dünyaya yayılan toplumsal değerler sistemidir. Kilisenin baskılarından yılan Avrupa’nın dine genel bir tepki olarak ortaya koyduğu bir akımdır. Bu akım, vahyi öteler, aklı ön plana çıkarır.

2-Modernizm iyi bir şey midir? Müslüman modern olabilir mi?

Modernizmi yenilik ve çağa ayak uydurma olarak ele alırsak eğer vahyi birinci dereceden ölçü kabul ederek, değişen dünyaya ve gelişen teknolojiye ayak uydurmak kötü değildir. 

İslam her daim akıllı olmayı tavsiye eder. İnsanların çoğunun aklını kullanmadığını beyan ederek, akılla hayatı kolaylaştırmanın ve Allah azze ve celle’ye iyi bir kul olmanın yollarını açar. Müslüman akıllıdır. Ama akılcı değildir. Yeniliklere açıktır. Ama geçmişini unutmaz. Onun prensipleri ve ölçüsünü her zaman ve çağda İslam belirler, aklı değil.

Modernizm’de akıl haşa vahiyle savaşır. Aralarında adeta bir saltanat yarışı varmışçasına, modernizmin söylemlerinde aklın iktidar olması gerektiği vurgulanır.

Avrupa, kilisenin baskısından kurtulmak isterken, aklın ve maddenin kölesi haline gelmiştir. Bilim ve akıl ilahları olmuş, tecrübe etmedikleri, gözle görmedikleri ve akıllarına yatmadığı sürece hiçbir şeyi kabul edemez hale gelmişlerdir. Onlar akıl, tecrübe ve bilimle zamanla “mükemmel ve evrensel doğruya” ulaşacaklarına inanmaktadırlar. 

İşin kötü ve ilginç tarafı, bu akılcılık ve yenilikçilik oyununa Müslümanların da katılması, onu müdafaa etmesi, bu yolun öncülerine dalkavukluk ederek İslam ile Modernizmi birleştirmeye çalışmalarıdır. Her çağda gereken materyallerin bulunması, geliştirilmesi ve kullanılmasında İslam’ın emir ve yasaklarına aykırı olmadığı sürece bir sıkıntı yoktur. İslam, aklı kullanmayı tavsiye etmiş ama akılcı olmaya, aklı ilahlaştırmaya ve aklı vahyin önüne geçirmeye asla müsaade etmemiştir.

Her çağın Allah azze ve celle’ye şirk koştuğu bir putu vardı. Mekke Müşrikleri kendi elleriyle yaptıkları putlara taparak şirke düşmüşlerken, günümüzde de “akla” taparcasına onu birinci dereceden doğruyu bulma aleti görerek Allah azze ve celle’ye ortak koşulmaktadır.

Dikkat Edin! Her Çağın Putu Farklıdır! Çağımızın Putu Akıl Ve Bilim!

Akıl ve bilim yoluyla bir gün “evrensel bir mükemmelliğe” ulaşabileceğini düşünenler, çok feci bir şekilde şeytan tarafından uyutulmakta ve kandırılmaktadırlar. Akıl; vahyi kavrama, gereği gibi yaşama, Allah azze ve celle’ye kul olma yolunda sadece bir araç kabul edilmelidir. Biz onu kullanabilecekken, o bizi kullanmamalıdır.

“Akılcılık ve modernizm akımlarının” tertemiz İslam dinine bulaşması neticesinde, Müslümanların kafasını bulandıran ve onları cehenneme doğru sürükleyen, sorgulayıcı ve eleştirel bir yaklaşımla İslam’ın esaslarına yönelen birçok düşünce meydana geldi. Felsefik yaklaşımlarla her kafadan bir ses çıkartan bu hareket, Kuran ve Sünnet hakkında “şüphecilik” hastalığını tüm dünya Müslümanlarının zihinlerine kazıdı.

Bu şüphe, öyle kötü sonuçlara mal oldu ki Allah azze ve celle’nin insanoğlunu sadece yarattığına, ondan sonra hiçbir şeyine karışmadığına ve elçiler vasıtasıyla onlara yol göstermeyeceğine inanan Deist bir nesil türedi.

Modernizm sadece bir kötülüğe değil binlerce şerre ön ayak olan bir başlangıç oldu. O, akılcı ve isyankâr bir kesim tarafından yüzyıllar evvel ekilmiş bir tohum; günümüzdeki sonuçları da onun meyveleri… Gelecekte daha nice dallara ayrılacak Allah bilir.

Diğer yandan Allah azze ve celle’ye iman ettiğini söyleyen ama kıt aklıyla sadece Kuran’ın vahiy kaynaklı olduğuna inanan, sünneti inkâr eden, onunla alay eden ve tüm mesaisini bu yolda harcayan birtakım belamlar da ortaya çıkardı. Kur’anî ilimlere ve onu okuma becerisine bile sahip olmayan bu kendini bilmezler, dine bir oryantalist ve İslam düşmanından daha büyük zararlar verdiler. 

Kendini hadisleri eleştirebilecek seviyede gören küçük beyinliler, İslam’ın ahkamını, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in ahlakını ve yaşam tarzını ve Allah azze ve celle’nin dosdoğru yolunu bırakıp, dünyaperest ve materyalist bir anlayışa büründüler. Neticede ne ahlak kaldı ne aile yaşantısı ne saygı ne sevgi ne muhabbet ne de güven… Zamanla kendilerinden bile şüphelenen şizofrenik tipler çoğaldı.

Bu, bir beşer ürünü olan modernizmi bir şey sanmanın bir sonucudur. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in çağları aşan sünnetini terk edip, beşer üretimi basit bir akımın sapkın yolunu tercih etmektir. Günümüz Müslümanları bundan daha iyi uyutulamazdı!

Karl Marx’ın “Din toplumların afyonudur” sözüyle İslam hakkında sorgulama ve eleştiriye kendini yetkili gören insanlara reddiyemiz ve cevabımız şudur: “İslam dışı her sistem, toplumların yangını ve afyonudur. Onları sadece ateşe ve boşluğa sürükler” İslam kimseyi uyutmaz. Aksine diriltir. Uyuşturmaz, bilakis gerçeklerle yüzleştirir. Fıtrat dışı bir şey emretmez. Çağlar ötesi bir yaratılışa uygunluk özelliği bir tek İslam’da vardır.

Asıl onlar insanları uyutmaktadırlar. Müslümanları savaş ve güçle yenemeyeceklerine kanaat getirince düşünce ve hayat tarzlarını değiştirmeye çalışarak bizi mağlup etmeye ve böylece hedeflerine ulaşmaya çalışmaktadırlar.

Modernizmi Bize Nasıl Aşıladılar? Bizi Nasıl İkna Ettiler?

Düşünce emperyalizmi yani düşünce yayılmacılığı ile bunu gerçekleştirdiler. Hıristiyanlar, Haçlı savaşlarında Müslümanların karşısında aldıkları ağır mağlubiyetlerinin sonucunda Müslümanları askeri saldırıyla asla yenemeyeceklerini anladılar. Çünkü Müslümanların imanları vardı. Bu gizli güç, onları düşman karşısında yenilmez kılıyordu. 

IX. Louis Haçlı seferlerinde Müslümanlara karşı elde ettikleri mağlubiyetin ardından dindaşlarına şöyle dedi: 

“Müslümanları yenilgiye uğratmak istiyorsanız, sakın onlara karşı sırf silahlı mücadele metodunu kullanmayın. Zaten silahlı mücadele alanında onlara karşı bozguna uğradınız. Onlarla inançları alanında savaşın. Çünkü onların gizli güç kaynakları, bu alanlarında yatar.”[1]

Dindaşları, IX. Louis’in bu öğüdünü dinlediler. Artık sadece savaşarak değil “düşünce emperyalizmi” denilen sinsi metodu da yanlarında getirdiler. Bu düşüncenin nihai amacı, İslam inancını, Müslümanların kalplerinden söküp atmak ve onları İslam’a bağlılıktan vazgeçirmektir.[2] Bunun için çok araç vardır. Onlardan en önemlileri şunlardır:

1-Eğitim ve Öğretim Programları

Bu alanda dünya çapında misyonerlik okulları açıldı. Ve yavaş yavaş amaçlarına ulaşmayı başardılar. Bunu da İslam ülkelerine uyguladıkları eğitim politikasına borçlu olduklarını itiraf ettiler. 

Bu dinde onları en çok korkutan “cihat ruhu” ve müminlerin tekrar en üstün olanların kendileri olduğunu hatırlamalarıdır.

Hakla batıl arasında yapılan bu savaşta doğru mücadeleyi veren ve en üstün olanların müminler olduğuna inananlar kazanacaktır. Zafer, tüm gelişmiş silah ve teknolojilerine rağmen onları “cahiliye düzeni” gören akıllı müminlere verilecektir.

2-Yayın Propagandaları

Bu yolla birçok başarı elde ettiler. Günümüzün en iyi uyutma ve kandırma yolu olarak kullanılır.

3-Kadın Özgürlüğü

İslam’la zaten özgür ve şerefli olan kadını sokağa dökerek, onu çırılçıplak soyarak, kocası dışında her erkeğe köle yaparak özgür olacağı saçmalığına inandırdılar. Bunun neticesinde modern, özgür, çocuklarının eğitimini başkalarına bırakan, mutlu görünen ama içi darmadağın feminist bir kadın profili ortaya çıktı. Ve daha nice sonuçlar…

İslam’a sımsıkı sarılıp, Allah azze ve celle ve Rasulü sallallahu aleyhi ve sellemin yolundan gider, İslam karşıtı görüş ve akımlarla mücadeleye devam edersek zafer kazanacağız. Mümin olmanın en üstün olmak için yeteceğini iyice beller ve ölene dek bu yolda çalışırsak her durumda kazanan biz olacağız inşallah. Yeter ki inancımızı yitirmeyelim.

Hamd Alemlerin Rabbi Allah’a mahsustur…


[1]Çağdaş Konumumuz, Muhammed Kutup, s.253

[2]A.g.e.