Bir Konu Bir Ayet – Nedim Bal / 2013 Mayıs / 6. Sayı
Hz. İbrahim (as)… Halilullah (Allah’ın Dostu), Munib (Allah’a çokça sığınan), Halim (yumuşak ve güzel huylu), Hanif (Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmaksızın kulluk eden), Şakir (Allah’a çokça şükreden)…
Bütün bu güzel sıfatlar bizzat yüce Allah’ın o’na verdiği sıfatlardır. O beş vakit namazın içinde peygamberimiz ve ailesine salat ve selam’dan sonra aynı şekilde anılan büyük peygamber… O kıyamet günü kendisine ilk elbise giydirilecek kişi… (Buhari; Enbiya 8)
Hz. İbrahim (as) denilince muvahhid mü’minlerin aklına neler gelmez ki? Babasıyla ve putlara tapan kavmi ile olan tevhid mücadelesi, putları kırışı ve onlara lanet okuyuşu, Nemrutla mücadelesi, ateşe atılışı, Kabe’yi inşa edişi, ciğer paresi İsmail’i, Allah’a kurban etme imtihanı ile karşı karşıya kalışı, bu imtihanın sonunda ümmeti Muhammed’e kurban ibadetinin miras kalışı… İşte şanı yüce Allah, böyle bir peygamberin amelini Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’e iman eden mü’minlerinde örnek alması gereken bir amel olarak bildiriyor. “İbrahim ve onunla beraber olanlarda sizler için çok güzel bir örnek vardır.”
Örnek kelimesi; “kendisine benzetilerek yapılması istenen iş” anlamına gelir. Alemlerin Rabbi olan Allah’ın, tevhid mücadelesinin sembol ismi olan İbrahim aleyhi’s-selâm’ı bize yani ümmeti Muhammed’e en güzel, en mükemmel örnek olduğunu bildirmesinin sebebi sizce nedir? Onun hayatını bir hikâye gibi okuyalım, çocuklarımıza ve dostlarımıza anlatalım, türlü türlü hayallere dalalım diye mi?
Hayır! Şanı yüce olan Allah, İbrahim aleyhi’s-selâm’ın yaşadığı hayatın, yaptığı amelin, ortaya koyduğu eylemin bir benzerini bizim de yapmamızı ve bu güzel ameli ortaya koymamızı istiyor. “Peygamberlerin haberlerinden senin kalbini teskin edeceğimiz her haberi sana anlatıyoruz. Bunda senin için gerçeğin bilgisi, mü’minler için de bir öğüt ve uyarı vardır.” (Hud, 120)
Peki, nedir İbrahim aleyhi’s-selam’ın ve ona inanan mü’minlerin ortaya koyduğu bu güzel amel ki Allah-u Teâla bizimde böyle bir amel ortaya koymamızı istiyor. “…Onlar kavimlerine demişlerdi ki; biz sizden ve Allah’ı bırakıp taptıklarınızdan beriyiz. Sizi tanımıyoruz. Siz bir tek Allah’a inanıncaya kadar, sizinle bizim aramızda sürekli devam edecek olan bir düşmanlık ve buğz ortaya çıkmıştır…” (Mümtehine, 4)
Rabbimizin bizler için çok güzel örnek dediği ve yapılmasını istediği bu amelin mahiyetini daha iyi anlayabilmek için şu kelimelerin anlamlarını tekrar hatırlamakta fayda var.
Kavim; Akraba, soy, sop… İnsanın içinde yaşadığı topluluk.
Beri olmak; Uzaklaşmak, ilişkiyi koparmak, ilgi alakayı kesmek, pislikten temizlenmek.
Tapmak; Kulluk etmek, emrine girmek, itaat etmek, teslim olmak, boyun bükmek.
Tağut; Azgın, sapmış, zalim, şeytan, put… Allah’a baş kaldıran, Allah’ın hükmünü kabul etmeyen.. İnsanları Allah’ın emrinden uzaklaştırıp kendi hükümleri ile yönetmek isteyen her varlık, kişi, kurum veya otorite.. (Taberi / Kahire, 3, c. 13)
Şimdi Hz. İbrahim aleyhi’s-selâm ve ona iman eden mü’minlerin örnek tavrına, kutlu eylemine bir kez daha bakalım; İbrahim aleyhi’s-selam ve ona inananlar yaşadıkları toplumun karşısına dikilerek şöyle haykırdılar; “Biz sizden ve Allah’tan başka taptıklarınızdan beriyiz”
Rabbimiz ayeti kerimede önce “SİZDEN” diyerek batıl inanç sahiplerinden, putlara tapanlardan, şirkin temsilcilerinden, küfrün ve tağutun önderlerinden, zalim ve fasık kimselerden uzaklaşmayı, onlarla ilişkiyi koparmayı, ilgi alakayı, dostluk ve muhabbeti kesmeyi zikretmiştir. Bu önemli bir noktadır. Çünkü bir çok insan diliyle; inkârcılıktan, şirkten, Allah’a karşı azgınlıktan, onun emirlerine karşı gelmekten beri / uzak olduklarını bu hususlarda tertemiz olduklarını hatta kendilerinin namaz kılıp oruç tuttuklarını, zekât verip hacca gittiklerini, kurban kestiklerini, haramlara bulaşmadıklarını söyleyebilirler. Fakat aynı insan grubunun, Allah’a ortak koşan, Allah’a itaat etmeyen, Allah’ın şeriatını beğenmeyip yasaklayan, Allah’ın haram kıldıklarını serbest bırakan, emrettiklerini ise çağımıza uymaz diyerek rededen, insanları Allah’ın hükümlerine göre değil de kendi çıkardıkları kanun ve yasalarla yöneten, azgınlığa, rüşvete, günaha dalmış kişiler, yöneticiler ve tağutlarla, onların düzenleri ve siyasi kurumlarıyla bedeni ve kalbi dostluklarını henüz koparmamış, ilgi alakayı kesmemiş, muhabbetlerini sona erdirmemiş görürsünüz.. Onlardan Allah’ın emrettiği gibi “BERİ” olmadıklarını fark edersiniz.
Bu çok tehlikeli bir durumdur. Çünkü dil; şirk, küfür, zulüm, tuğyan ve günahlardan tamamen uzak olduğunu bu hususlarda tertemiz olduğunu söylüyor fakat bir taraftan kalp; şirk, zulüm ve tuğyan düzenlerine/rejimlerine ve bu düzenleri kuran sahte önderlere, bu düzenleri devam ettiren yöneticilere, bu düzenleri savunan kişilere sevgi ve muhabbet duyuyor, beden ise; onlarla dostluğa, haşır neşir olmaya, onlara destek ve yardımda bulunmaya devam ediyor!!!
Bu nasıl bir çelişki? Bu ne çarpık bir anlayıştır? Alemlerin Rabbi olan Allah Azze ve Celle, bu ayeti kerimede “SİZDEN” diyerek ortaya konulan küfür, şirk ve tuğyan amellerinden önce bu amelleri yapan kimselerden uzak/beri olunmasını ve bunun açıkça ilan edilmesini emrediyor.
Yüce Rabbimiz Kur’an-ı Kerim de birçok kere küfrün, şirkin, zulmün ve tuğyanın kurucuları, koruyanları, yaşatanları veya destekleyenleri şayet kendi öz milletimizden, yakınlarımızdan hatta ailemizden olsalar dahi onlarla dost, sırdaş, arkadaş olamayacağımızı ve onları veli, yönetici, önder edinemeyeceğimizi bildirmiyor mu?
“Ey iman edenler! Eğer küfrü imana tercih ediyorlarsa babalarınızı ve kardeşlerinizi (bile) veli edinmeyin. Sizden kim onları veli edinirse işte onlar zalimlerin ta kendileridir.” (Tevbe; 23)
“Allah’a ve ahiret gününe inanan bir toplumun – babaları, oğulları, kardeşleri yahut akrabaları dahi olsa – Allah’a ve Rasulüne düşman olanlarla dostluk ettiğini göremezsin. İşte onların kalbine Allah imanı yazmış ve katından bir ruh ile onları desteklemiştir.” (Mücadele; 22)
Acaba bizler; Allah’a ve O’nun emirlerine itaat etmeyenler, Allah’ın gönderdiği Kitab’a ve şeriata teslim olmayanlar, Allah’ın hükümlerini beğenmeyip alay edenler, Allah’ın buyruklarına gericilik, yobazlık diyenler, Allah’ın yasakladıklarını serbest bırakıp emrettiklerinin de yaşanmasını yasaklayanlar, günaha, rüşvete, adam kayırmaya ve zulme dalanlar şayet kendi soyumuzdan, kendi akrabalarımızdan hatta ailemizden olsalardı Hz. İbrahim aleyhi’s-selâm ve onunla beraber olan müminler gibi karşılarına çıkıp “Ey zalimler, fasıklar, tağutlar topluluğu biz SİZDEN UZAĞIZ… Bizler sizin Allah’tan başka taptığınız, ulu ve yüce gördüğünüz, emrine itaat ettiğiniz, yoluna uyduğunuz her şeyden de BERİYİZ/UZAĞIZ. Bizler Allah’ın bize bildirmediği tüm batıl inançlarınızdan, geleneklerinizden, insanları uymaya ve itaat etmeye mecbur ettiğiniz beşeri ideolojilerinizden, düzen ve rejimlerinizden BERİYİZ. UZAĞIZ… Sizinle ve batıl inançlarınızla, ideolojilerinizle de hiçbir ilişkimiz, dostluğumuz alakamız yoktur. Bizler hem sizi hem de Allah katında hiçbir değeri olmayan batıl düzenlerinizi, kanunlarınızı, hayat tarzınızı, kültürünüzü kabul etmiyor, reddediyor ve tanımıyoruz. Bizim ilahımız, kanunlarına itaat ettiğimiz, yoluna uyduğumuz âlemlerin rabbi olan Allah’tır. Bizler onun bize emrettiği yaşam tarzına razıyız” diyebiliyor muyuz?
“Elhamdulillah ben müslümanım” diyen herkesin bu soruyu kendisine bir kere değil bin kere sorması gerekir!!!
Abdullah İbn Mes’ud (r.a)’dan gelen rivayette Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyuruyor; “İsrail oğullarının ilk eksiği şöyle olmuştu: Bir kimse, Allah’ın haram kıldığı bir işi yapanı görse, ona bu işin haram olduğunu ve yapmaması gerektiğini söylerdi. Fakat ertesi gün o kimseyi aynı halde haramları işlerken görmesine rağmen (hiçbir şey yokmuş gibi) onunla beraber oturur, yer ve içerdi. Bunun üzerine Allah onların kalplerini birbirine benzetti. Sonra Allah’ın Rasulü şu ayetleri okudu; “Onlar işledikleri kötülükten birbirlerini vazgeçirmeye çalışmazlardı. Yemin olsun ki yaptıkları ne kötüdür. Onlardan çoğunun inkar edenlerle dostluk yaptıklarını görürsün… Allah onlara gazap etmiştir ve onlar azap içinde devamlı kalıcıdırlar. Eğer onlar Allah’a, peygambere ve ona indirilene iman etmiş olsalardı onları (müşrikleri) dost edinmezlerdi. Fakat onların çoğu yoldan çıkmışlardır.” (Maide; 79- 81) Bu ayetleri okuduktan sonra bizlere yönelerek şöyle dedi; “Allah’a yemin ederim ki ya iyiliği (Allah’ın emrettiklerini) emreder, kötülükleri (Allah’ın yasakladıklarını) yasaklar ve kötülük işlemek isteyenin Hakk’ın dışına çıkmasına fırsat vermezsiniz. Ya da Allah sizin de kalplerinizi birbirine benzetir. Onları lanetlediği gibi sizi de lanetler.” (Ebu Davud / Melahim 17 – Tirmizi / Tefsir 5)
Subhanallah! Peygamber Efendimizin haber verdiği “kalpleri (inançları) değiştirilmiş ve lanetlenmiş” bu insanlar kim? Bu insanlar Allah’ı ve dini inkâr eden insanlar değildi. Aksine bu insanlar, günahın ne olduğunu bilen ve günahkarları uyaran kimselerdi. Peki, nasıl oluyor da kalpleri değiştirilip lanetleniyorlar? Bu sorularımızın cevabını yukarıda ki hadiste Allah Rasulü sallallahu aleyhi ve sellem veriyor. O uyaran kimseler, günahkarlarla birlikte yiyip-içtikleri, oturup-kalktıkları, dostluk ve muhabbetlerini devam ettirdikleri, onlara ve işledikleri günahlara karşı buğzetmeyip onlardan uzaklaşmadıkları için…
Allahuekber! Günahkar kimselere karşı böyle davrananlar lanetlenirse, Allah’ın şeriatı (kanunları) yerine Batı’nın kokuşmuş şeriatıyla (kanunlarıyla) insanları yönetmek isteyenlere, yüce ve vazgeçilmez kabul ettikleri düzenlerini/rejimlerini insanlara zorla dayatanlara, onların bu batıl düzenlerini koruyup yaşatan kimselere buğzetmeyen, onlara karşı hala sevgi ve muhabbet besleyen ve onlara destek verenlere ne diyeceğiz?
Günahkârların günahına karşı tavır almayanları lanetleyen Rabbimiz, kafirlerin küfrüne karşı tavır almayanları lanetlemez mi?
Artık bundan sonra olan olmuştur. Allah’a şirk koşmaksızın iman eden, O’nun hükümlerine teslim olup itaat eden mü’minlerle, küfür, şirk, zulüm ve tuğyan pisliğine bulaşmış kâfirler, müşrikler, zalimler ve tağutlar arasında başlayacak olan şey başlamıştır. “Sizi tanımıyoruz. Siz bir tek Allah’a inanıncaya kadar, sizinle bizim aramızda sürekli devam edecek olan bir düşmanlık ve buğz ortaya çıkmıştır…”
Düşmanlık ve buğz (kin – nefret)… Acaba bu iki durum da aynı şey midir? Birçoğumuz düşmanlık göstermekle buğzetmek duygusunun aynı şeyler olduğunu zannederiz. Bu büyük bir yanılgıdır. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyuruyor; “Gördüğünüz bir kötülüğü elinizle değiştirin. Buna gücünüz yetmezse dilinizle değiştirin. Buna da gücünüz yetmiyorsa kalbinizle buğzedin (kin-nefret) ediniz. Bu imanın en zayıf halidir.” (Buhari/Melahim)
Hadisten de anlaşıldığı gibi buğz / nefret / kin gibi aynı anlama gelen bütün bu duygular kalbin amelidir. İçe yöneliktir. Dışarıdan bakıldığında etkisi ve alameti pek gözükmez. Halbuki, düşmanlık göstermek ise bedenin amellerindendir. Dışa yöneliktir. Bu da ancak kalpteki buğzun, kin ve nefretin eyleme dökülmesi ile gerçekleşir.
Düşmanlık göstermek; tüm kafir, zalim, fasık ve tağutlardan maddeten ve manen uzak olmak, safları tamamen ayrıştırmakla olur.
Düşmanlık göstermek; Allah’ın hükümleri ile alay eden, hafife alan ve inkâr edenleri dost, sırdaş, yoldaş, yönetici edinmemekle, onları sevmemekle gerçekleşir.
Düşmanlık göstermek; Allah’ın şeriatı ile alay edilen, Allah’ın haram kıldıklarının serbest bırakıldığı, emirlerinin ise yasaklandığı meclislerde bulunmamak, onlarla bir çatı altına girmemek, oturup kalkmamak, haşır neşir olmamaktır.
Düşmanlık göstermek; onların kutsal ve yüce gördüğü varlık veya kişilerin kabirlerine gitmemek, saygı ve tazimde bulunmamaktır.
Düşmanlık göstermek; onların yüce ve vazgeçilmez gördükleri atalarının yoluna, batıl ideoloji ve rejimlerine uymak,korumak ve yaşatmak adına söz ve yeminler etmemektir.
Düşmanlık göstermek; Küfrün, şirkin ve zulmün önderlerine yardım eden veya “devrin aleyhimize dönmesinden endişe ediyoruz” diyerek onlarla beraber oturup kalkmayı, haşır neşir olmayı fazilet ve gereklilik gibi gören cahillere destek olmamak, onların isyan ve günahlarına ortak olmamaktır.
Düşmanlık göstermek; Allah’ın düşmanlarına düşmanlık göstermek ve bu düşmanlığı belli edecek şekilde ortaya koymaktır.
Eğer kafir ve müstekbirlere sadece kalp ile buğz (kin – nefret) göstermek yeterli olsaydı, açıkça düşmanlık göstermek ve bunu ortaya koymak emredilmezdi. Hz. İbrahim aleyhi’s-selâm ve ona iman eden mü’minlerin düşmanlık hususundaki ilk amel ve eylemleri ise, açık, net anlaşılır bir dille onların karşısına dikilip yüzlerine karşı hakkı haykırmaları, onlardan uzak olduklarını, onların inanç ve değerlerini, kutsallarını, düzen ve sistemlerini reddedip kabul etmediklerini söylemeleridir. İşte bu, düşmanlık gösterme amelinin ilk adımıdır.
Peki nereye kadar bu düşmanlık?… Bu düşmanlık, âlemlerin Rabbi olan Allah’ı birleyip, ona hiçbir şeyi ortak koşmayıncaya, Allah’ın gönderdiği peygambere, kitaba ve şeriata iman edip teslim oluncaya ve insanlar arasında Allah’ın hükmü ile hükmedinceye kadar devam edecektir. “Siz bir tek Allah’a inanıncaya kadar, sizinle bizim aramızda sürekli devam edecek olan bir düşmanlık ve nefret belirmiştir…”
Biz onların isimlerine, coğrafyalarına, milletlerine, göz ve ten renklerine değil onların batıl inançlarına, sapık dünya görüşlerine, insanları zorla tabi kıldıkları içi boş rejimlerine / ideolojilerine, körü körüne izinden gittikleri uydurma atalarına karşıyız.
Şayet onlar batıl inançlarını, insanlara zorla dayattıkları çürük ideoloji ve düzenlerini bırakır, Allah’ın yolundan sapmış atalarının izinden gitmeyi terk eder, Allah’a, O’nun hükmüne, gönderdiği şeriata iman edip teslim olup insanlar arasında Allah’ın Kitabı ve Rasulünün sünneti ile hükmederlerse işte o zaman biz onlardan razı oluruz. İşte o zaman, onlar dostumuz, kardeşimiz, sırdaşımız olurlar. İşte o zaman, onlar bizlere veli, önder, yönetici olmayı hak ederler.
Ama o güne kadar asla…