Kandırılmaya Yatkın Kişilik ve Aldatılmanın Psikolojisi

Kapak Dosya – Metin Ulusoy / 2023 Mayıs / 126. Sayı

Buraya kadar ki sayfalarımızda algı yönetiminden, manipülasyondan ve yöntemlerinden bahsedildi. Bu yazımızda ise algı yönetmenlerinin insanoğlunu nasıl ikna ettiğinden, sarıldıkları sebeplerden, psikolojik etmenlerden ve hangi kişilik özelliklerimizin bizi kandırılmaya/aldatılmaya daha yatkın hale getirdiğinden bahsedeceğiz. Bunun sonucunda da nasıl karşı koyabileceğimiz konusunda

A. Kandırmanın Tarihçesi

İnsanoğlu, doğası itibarıyla kandırılmaya ve aldatılmaya açık bir haldedir. Bunu; insanlığın atası, ilk insan ve dolayısıyla ilk kandırılan Hz. Âdem ile Havva’nın örneğinde görebiliyoruz. Şeytan, adeta çok zor görünen bir olayı kendi nezdinde başarmış, Hz. Âdem’in cennetten kovulmasına zorlu şartlar altında sebep olmuştur. Zorlu şartlar dememizin sebeplerini şu 3 maddede açıklayabiliriz:

Mekânın cennet olması. Şeytanın Hz. Âdem’i kandırabileceği zorlu şartlar, yokluk, yoksulluk, imkânsızlık vb. durumlar söz konusu değil. Anladığımız kadarıyla Hz. Âdem halihazırda bütün ihtiyaçlarının karşılandığı bir ortamda yaşamaktadır.

Şeytanın Hz. Âdem’i kandırmak için sadece bir kandırma nesnesinin (ağaç) bulunmasıdır. Ağaç gibi başka yasaklar olsaydı, şeytan ağaca yaklaştırmayı başaramadığı takdirde diğer yasaklarla şansını deneyebilirdi ama yoktu.

Sayılan bu iki maddeden de öte, Allah azze ve celle’nin Hz. Âdem’i “İşte bu, senin apaçık düşmanındır!” diye uyarmış olmasıdır. Yani şeytan deşifre olmuş bir haldedir. Buradan da anlıyoruz ki apaçık düşmanlarımızın– kafirlerin, savaşı Allah ile olanların – söylediklerinin, yayınladığı haberlerin arka planında daima başka şeyler planladıklarını göz önünde bulundurmalıyız.

İşte şeytan Hz. Âdem’i bu zorlu şartlar altında analiz ediyor, argümanlarını onun iki temel zafiyeti –melekler gibi olma ve cennette ebedi kalma arzusu[1]– üzerine bina ediyor. Şeytan, ilk aldatmasından, yönettiği ilk algıdan zaferle! ayrılıyor.

Bu ilk karşılaşmadan Müslümanlar olarak gerekli dersleri çıkartabilirsek bizi her tarafımızdan kuşatmış olan algı yönetmenlerine karşı durabilir, duruşumuzu kuvvetlendirebiliriz. Zira aldatıcılar zafiyetlerimizden faydalanmakta, her geçen gün oyunlarına yeni oyunlar katmaktalar.[2]

B. Zaaflarımız

İnsanın pek çok özelliğinin onu aldatılmaya eğimli hale getirdiğini belirtmiştik. Biz bunlardan temel olarak 3 tanesi üzerinde duracağız; unutkanlık, duygusallık ve tefekkür zaafı.

1. Unutkanlık

İnsan hepimizin takdiridir ki unutkan bir varlıktır. Hatta kelime anlamı olarak aslının “unutmak” manasındaki nesyden insiyân olduğu da ileri sürülmüştür. Böyle düşünenler İbni Abbas’a nispet edilen, “İnsan ahdini unutması sebebiyle bu ismi almıştır” şeklindeki rivayete dayanırlar.[3]

Algı yönetmenleri de bizi kandırılmaya yatkın hale getiren bu özelliği kullanmaktan hiç çekinmiyorlar. Sürekli bir şekilde insanları Allah’ı, ölümü, ahireti, hesabı, mahşer gününü hatırlamaktan uzaklaştıracak, heva ve heveslerin, dünyalık zevklerin peşinden koşturacak işler üretmeye ve ümmeti bunlarla meşgul etmeye çalışmaktalar. Buna karşın Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem efendimiz ise çağları aşarak ümmetine şu nasihati ediyor:

“Bütün zevkleri bıçak gibi kesen ölümü çokça anın.”[4]

2. Duygusallık

İnsan olarak kararlarımızda duyguların etkili olması doğaldır ve hatta gereklidir, bize harekete geçmemiz ve faal kalmamız için güç verirler. Buradaki nüans, duygusal yönü ağır basan, duygu merkezli hareket eden insanların hedef alınmasıdır. Bu tip kişiliğe sahip olanlar algı yönetmenlerinin en sevdiği kişilerdir. Çünkü duygulara hitap etmek çok kolaydır, mantık çerçevesinde olmasına pek gerek yoktur ve davranışlarımızın sonuçları hakkında bize bir şey söylemezler. Propagandaların başarılı olmasındaki temel sebep[5] de budur. Aynı şu anlatılan hikayedeki gibi:

“Ayı demiş ki: ‘Bu yıl çok armut olacak, dallar kırılacak!’ Sebebini sorduklarında da ‘Canım öyle istiyor da ondan’ demiş.” Veya şu dizelerdeki gibi:

“..Bana beni sevdiğini söyle

Yalan olsa bile..”

İşte ihtiraslar böyledir. Gerçekliği aşıp kişinin duygusal isteklerini gerçekliğin içine karıştırır. İnsanı; sevdiği, istediği, arzuladığı şeye inanmayı yalan da olsa tercih eder hale getirir.

Buradaki bir diğer nokta da bu kişiliğe sahip insanların bir şeye inandıktan sonra onun yanlış taraflarını gösteren mantıklı açıklamalara da direnç göstermeleridir. Çok sevdiği bir arkadaşının yanlışları anlatılmasına rağmen bunları görmeyen, söylenenlere karşı çıkan kişi gibi. Burada Allah azze ve celle duyguların kişiyi yönetmemesi gerektiğini şu ayet-i kerimede belirtiyor:

“Herhangi bir topluluğa duyduğunuz kin, sizi adaletsiz davranmaya itmesin!”[6]

3. Tefekkür Zaafı veya Mantık

Düşünmeyen, ezbere hareket eden kişiler de algı yönetmenlerinin pek sevdiği kişilerdir. İnsan zihni çeşitli düşünme hataları yapmaya eğilimlidir. Bu da onların işini kolaylaştırmaktadır. Hele ki teknolojinin bataklığına düştüğümüz, düşünme yetimizi neredeyse gün içinde hiç kullanmadığımız, çevremizdeki olaylara kayıtsız kalıp tefekkür etmediğimiz şu günlerde…

C. Bir İkna Biçimi Olarak Retoriğin Tarihçesi

Platon, retoriği “dinleyicilerin manipüle edilmesi”[7]; hocası Sokrates “kandırma sanatı”[8]; Aristoteles ise “ikna etmesi gereken ya da ikna etmeyi amaçlayan argüman ve söylemlerin sergilenmesi”[9] olarak tanımlamıştır. Sokrates’ten de öncesine kadar giden bu tanımlama/ tartışma/eleştiriler retoriğin Aristo’ya kadar hâlâ tam bir bilim olarak yerleşmediğini göstermektedir. Onunla birlikte retoriğin terimleri belirlenip tanımı, tasnifi yapılır ve retorikte kanıtlama/ikna etme/inandırma yolları gösterilir.[10]

Retoriğin bir bilim mi disiplin mi yoksa bir sanat mı olduğu yazımızın bir konusu olmamakla beraber burada değinmemizin sebebi; batının, gerek filozoflarıyla gerek devlet adamlarıyla her daim tebaasını yönetmek, etki altında tutmak için süslü sözler/söylemler kullandığını belirtmektir. Nasıl ki akıl hocaları şeytan Âdem aleyhisselam’ı aldatmak için yemin edip göz boyadıysa, benzer şekilde küffar da türlü hile ve desiselerle aynı görevi devam ettirmektedir. Ve bunu sistematiğe oturtmak, geliştirmek ve diri tutmak için düşünürlerini, akıl hocalarını kullanmaktadır.

Müslümanlar için buradaki kıstasımız ise şu hadiste net bir şekilde belirtilmiştir: Abdullah bin Ömer radıyallahu anhuma şöyle dedi: “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: ‘Ey insanlar! Siz tabii bir şekilde konuşun. Çünkü güzel söz söylemek için kendini zorlamak şeytandandır.”

D. Sonuç Yerine Propaganda

Sonuç olarak propaganda konusunu ele almamızın sebebi ise algı yönetmenlerinin, yazımızda ele aldığımız zaaflarımızı ve geliştirdikleri teknikleri nasıl tüm dünyaya karşı kullandıklarını örneklendirmek ve zihinlerde somut bir şekilde yer etmesini sağlamaktır. Önce kelime kökeni ve tanımı verilecek daha sonra örneklerle yazı bitirilecektir.

Propaganda sözcüğünün kökeni Latince’de bahçıvanın taze bir bitkinin filizlerini yeni bitkiler üretmek için toprağa dikmesi anlamına gelen “propagare” sözcüğüne dayanmaktadır. Dolayısıyla propaganda sözcüğü belirli fikirleri yeşertmek ve yaymak anlamına gelmektedir.[11]

Tanımı konusunda ise bilim adamları bir fikir birliğine varamasalar da genel olarak şu şekilde belirtebiliriz: “bir grubun kendi davasına taraftar toplamak veya başkalarının davasına karşı koymak için fikirlerini, verileri ve iddiaları kasıtlı olarak yaymak.”

Algı yönetmenlerinin hocalarından Henry Kissinger’a göre ise propagandanın sonucu olan gerçeklik şöyledir: “Önemli olan neyin doğru olduğu değil, neyin doğru olarak algılandığı meselesidir.”

Neo-liberal teorinin kurucularından Joseph Nye ülkeleri, masrafı ordu kullanımı gerektiren savaşlara göre nispeten az ve daha kalıcı bir şekilde etki altına alabilmek adına “yumuşak güç (soft power)” kavramını öne sürmektedir. Ona göre bu yumuşak güç; başkalarının sizin istediğiniz şeyleri istemesini sağlamaktır. Ve bunun yolu da sinema, tiyatro, edebiyat, sanat, müzik gibi kültürel ögelerden geçmektedir.[12]

Başta da belirttiğimiz gibi şeytan ve dostları, her daim, insanlığın geri kalanını tahakkümleri altına almak için çalışmakta, bilim insanlarını bu uğurda yetiştirmekteler.

Özelliklerinden bahsedecek olursak; propagandayı fark etmesi güçtür. Çünkü aklımızdan ziyade duygularımıza hitap ederler. Salim düşünceyi bir kenara itip, mantıkla değil duyguyla davranmamızı teşvik eder. Bu nedenlerden dolayı da pek etkilidirler. Siyasi ve/veya ekonomiktirler. Sadece devletlerle değil, şirketler, kurumlar ve kişilerle de ilgilidir.

Propaganda Yöntemleri

Ad Takma: Bir düşünceye kötü bir niteleyici isim vererek söz konusu düşüncenin ileri sürdüğü iddiaları veya kanıtları gözden geçirmeksizin reddetmemiz için kullanılır. Ad takma siyasi tartışmalarda sıkça başvurulan bir propaganda tekniğidir. Bir siyasi parti liderinin isminin uğursuz, beceriksiz gibi olumsuz ya da kararlı, başarılı, çalışkan gibi olumlu nitelemeler ile birlikte anılması. Örneğin; cumhurbaşkanının Kemal Kılıçdaroğlu’na “Bay Kemal” diye hitap etmesi.

Gösterişli Genelleme: Bir şeyi etkin bir sözcükle ilişkilendirerek söz konusu şeyi kanıtları gözden geçirmeden kabul ettirmek ve onaylatmak için kullanılır. Bir şeyin yanına iliştirilen bu tür bir sözcük o şeye prestij ve güç katar. Örneğin; Demir Lady, Süper Shell, Irak’ı Özgürleştirme Operasyonu.

Yanlış Bağlantılar: Olayı ve kişiyi gerçek olmayan sebeplere bağlama. Örneğin; Güneş Dil Teorisi. Veya önce Saddam’ın birlikleri Kuveyt’e giden vanaları tahrip ediyor diye, 2 gün sonra da gazetelerin ön sayfalarında bölgede karabatak nesli tükeniyor diye ABD basınında haber yapılması, netice olarak da ABD F-111f’leri ile bölgeye saldırı düzenlenmesi

Aktarma: Bir şeyi daha fazla kabul edilebilir hale getirmek amacıyla saygı duyulan ve değer verilen başka bir şeyin otoritesini, onayını ve prestijini bu şey üzerine taşımaktır. Aktarma, çağrışım yaparak işleyen bir propaganda tekniğidir. Örneğin; bir otomobil reklamının sevilen bir müzik eşliğinde yapılması ile bu otomobile sahip olanların müzikle gelen güzel duygulara da sahip olacağı.

Yüceltme: Gerçek, özgürlük, şeref, eşitlik gibi önemli kavramlarla niyetini gizlemek. Örneğin; Onur Yürüyüşü.

Tanıklık: Saygı duyulan ya da nefret edilen bir kişiye herhangi bir düşünce, program, ürün ya da kişinin iyi ya da kötü olduğunu söyletmeyi kapsar. Söyleyen kişiye saygı duyduğumuzdan, onun ağzından çıkan sözlere de saygı duyarız. Örneğin; saygın ve sevilen bir futbol yorumcusunun bir otomobilin iyi ve sağlam olduğunu söylemesi durumunda olduğu gibi. Veya Edward Bernays’ın (Freud’un yeğeni) yaptığı gibi sigara reklamlarında ünlü kadın oyuncuları oynatarak sigara satışını arttırması.

Sade Vatandaş: Konuşmacının, dinleyicisinin halktan bir olması nedeniyle kendisinin ve düşüncelerinin iyi olduğuna ikna etmeye çalıştığı bir tekniktir. İzleyicilerin zihninde “işte içimizden biri” düşüncesi uyanır. Örneğin; bir inşaat şirketinin pazarladığı dairelerden satın alan kişilerin burada ne kadar rahat ve huzur içinde oturduklarını belirtmeleri. Veya siyasi parti liderlerinin seçim zamanlarında yer sofrasında yemek yedikleri haberlerin yapılması.

Herkes Yapıyor: Bir diğer ifadeyle sürü mantığı. Bir şeyi herkesin yaptığını ifade eden propaganda tekniğidir. Bununla propagandacı, yaptırmak istediği şeyin herkes tarafından kabul edildiğini, bu nedenle bizi de bu kişileri izlemeye ve herkesin yaptığını yapmak zorunda olduğumuza ikna etmeye çalışır.

Karartma: Bir tarafın görüşlerini öne çıkarırken diğer tarafın görüşlerini bastırmak.


[1].  “Rabbiniz size bu ağacı sadece ikiniz de melek olmayasınız veya (cennette) ebedî olarak kalanlardan olmayasınız diye yasakladı. Ayrıca o ikisine: “Şüphesiz ki ben, size nasihat edenlerdenim” diye yemin etti. (A’raf, 20-21)

[2].  Mücahit Gültekin, Algı Yönetimi ve Manipülasyon, Pınar Yayınları, 14. Baskı, s.253-270

[3].  TDV İslam Ansiklopedisi, “insan” maddesi

[4].  Tirmizi, Zühd, 4

[5].  Propaganda başlığı altında incelenecektir.

[6].  Maide, 8

[7].  Michel Meyer, Retorik, Dost Yayınevi, Temmuz 2009, Ankara, s.9

[8].  Platon, Gorgias, Say Yayınları, 2.baskı 2016, s.54

[9].  Meyer, s.10

[10].  Coşkun Baba, Retoriğin İkna Gücü, Çizgi Kitabevi, Temmuz 2018, s.48

[11].  T.C Anadolu Üniversitesi Yayını No:2548, Medya ve İletişim, ed. Prof. Dr. Halil İbrahim Gürcan, Haziran 2012, s.125

[12]Nye, Joseph S. (2004a). Soft Power: The Means To Success In World Politics; Nye, Joseph S. (2011). The Future of Power. New York: PublicAffairs.