İdeolojiler Ve Teoriler – Nedim Bal / 2021 Ocak / 98. Sayı
Değerli Müslümanlar! Bu yazımızda misyonerlik konusu üzerinde durmaya çalışacağız. Konunun önemi ve muhtevasının geniş olması hasebiyle yazımızı iki bölümde özetlemeye gayret edeceğiz. Birinci bölümde misyonerlik kavramı, dayandığı dini referansları ve tarihçesi üzerinde durup ikinci bölümde ise misyonerlerin İslam coğrafyasındaki faaliyet ve yöntemleri üzerinde bilgi vermeye çalışacağız.
Misyonerlik Nedir?
Bu kavram Latince ‘missio’ kelimesinden türetilmiştir. Misyon kelimesi “görev ve yetki” anlamına gelmektedir. Misyoner; ‘belli görevi olan kişi’, Misyonerlik ise özelde Hristiyanlık dininin yayılması amacıyla yapılan sistematik faaliyet ve çalışmaları ifade eden bir kavram olarak kullanılmaktadır.
Misyonerlik Faaliyetlerinin Dayandığı Referanslar
Hristiyanlar Misyonerlik faaliyetlerinin temel hareket noktasını İncil’e dayandırırlar. Şimdi gidip bütün milletleri/halkları talebelerim edinin; onları Baba, Oğul ve Rûhulkudüs adıyla vaftiz edin. Size emrettiğim her şeyi tutmalarını onlara öğretin ve işte ben bütün günler dünyanın sonuna kadar sizinle birlikteyim” (Matta, 28/19-20) … “Bütün dünyaya gidin, İncil’i bütün yaratılmışlara vazedin” (Markos, 16/15; ayrıca Markos, 13/10).
Bu arada İncil demişken bilgilerimizi tazelemekte fayda var. Şu an günümüzde birbirinden farklı isimlerle anılan dört İncil de (Matta, Markos, Luka, Yuhanna) Allahu Teâlâ’nın İsa aleyhisselam’a indirdiği ve içinde ilahi emirlerin bulunduğu kitaplar değildir. Bu dört farklı İncil’in hiçbiri Hz. İsa hayatta iken yazılmamıştır. Mevcut İnciller, İsa aleyhisselam’dan en az 60 yıl sonra yazılmaya başlanmış en son Yuhanna İncili ise Hz. İsa (as)’dan 100 veya 120 yıl sonra yazılmıştır. Üstelik Hristiyan tarihçilere göre; “Markos ve Luka’ İsa aleyhisselam’ı hiç görmemiştir. Yuhanna’nın ise Hz. İsa’yı gördüğü veya onun bahsedilen Yuhanna olduğu hususu şüphelidir. Ayrıca Yuhanna İncili, bizzat Yuhanna tarafından değil kendisinden sonra talebesi tarafından yazılmıştır.
Sonuç olarak bugün birbirinden farklı İnciller İsa aleyhisselam’dan onlarca yıl sonra üstelik onu hiç görmeyen kişiler tarafından yazılmış olup halk arasında Hz. İsa’nın yaşantısı, öğretisi, ölümü ve dirilişi ile ilgili hikâye ve yorumların toplandığı kitaplardır. Bir tür biyografi de denilebilir.
Dolayısıyla İnciller asla ilahi vahiy olan Kur’an-ı Kerim ile kıyas edilemezler.
Tarihte Misyonerlik Hareketleri
Hristiyanlık tarihindeki en büyük misyoner olan Pavlus, yaklaşık on beş yıl sürdürdüğü misyonerlik çalışmalarında kendisi tarafından geliştirilen ‘ilâhî oğul Îsâ Mesîh’in’ kurtarıcılığı mesajına dayalı inancını Anadolu’dan Makedonya ve Yunanistan’a kadar yaymaya çalıştı. Kendi Îsâ anlayışına ters düşen Îsevî cemaatlere karşı mücadele etti. En büyük amacı bu bölgelerde kendi anlayışına inanan yerleşik Hristiyan topluluklar oluşturmaktı. Burada bir kilise veya Hristiyan cemaati oluşturunca Pavlus misyon faaliyetinde bulunacağı başka bir bölgeye geçiyordu. Pavlus, ‘ilâhî oğul-Rabb-Îsâ Mesîh’ inancını temel alan öğretilerini yaymak amacıyla Anadolu, Yunanistan ve Makedonya’ya birçok kez seyahatler düzenlemiştir.
Pavlus’dan sonraki dönemlerde Hıristiyanlık Roma İmparatorluğu’nda hızlı bir yayılma süreci yaşadı. Öyle ki üçüncü yüzyılın sonuna gelindiğinde Hristiyan öğretisiyle karşılaşmamış bölge hemen hemen yoktu. Hristiyan misyonerler aracılığıyla Suriye, Anadolu, Kuzey Afrika ve Avrupa’nın Akdeniz sahilleri büyük oranda Hristiyanlaştırıldı.
Anadolu’da da Kral Abgar döneminde Edessa (Urfa) şehir krallığı Hıristiyanlığı benimsedi. Hristiyan misyonerliği açısından asıl dönüm noktası Roma imparatoru I.Theodosius döneminde Hıristiyanlığın Roma’nın “resmi dini” haline gelmesiyle birlikte yaşandı. (M.S. 379)
Roma’nın siyasî ve askerî gücünü arkasına alan Hristiyan misyonerleri bir taraftan Hristiyanlığı batı, kuzey ve güneyde yaymaya çalışırken diğer taraftan Roma siyasî iradesinin Hristiyanlık anlayışının dışında kalan farklı Hristiyanlık anlayışları ve kiliselerle mücadele ettiler.
M.S. 700 yılı ile Orta çağın kapandığı İstanbul’un fethine (1453) kadar ki dönemde Hristiyan misyonerler özellikle Avrupa’nın tamamının Hristiyanlaştırılması konusunda yoğun çalışmalar yaptılar. Bunun en önemli sebebi, 7. yüzyıl başlarından itibaren doğuda hızla yükselen ve Ortadoğu ile Kuzey Afrika’da yayılan İslam dinidir.
7. yüzyıldan itibaren İslam’ın hızla ilerlemesi ve çeşitli Hristiyan halklarını kendi bünyesine alması karşısında kilise destekli misyonerler Avrupa’nın henüz Hristiyanlaşmamış bölgelerine yönelmişlerdir.
Avrupa kıtasındaki misyonerlik faaliyetlerinin başarılı olmasının diğer bir sebebi de misyon bölgelerinde geliştirilen manastır yaşantısıdır. Bu manastırlarla yöreye yerleşen keşişler hem yöreyi tanıyıp dil, gelenek ve kültür açısından yöre halklarıyla kaynaşmış hem de misyonerlik faaliyetlerini yürütme açısından manastırları birer üs olarak kullanmışlardır. Yöre halkının dilini öğrenip onların hayat şartlarına ayak uydurmaya çalışan keşiş misyonerler, böylece halkla kısa zamanda kaynaşmayı ve kendilerini onlara kabul ettirmeyi amaçlamışlardır.
Ayrıca keşişler başta eğitim, tarım ve hayvancılık olmak üzere yaptıkları faaliyetlerle henüz gelişmemiş kırsal alandaki halklar üzerinde etkili olmaya çalışmışlar, uygar ve gelişmiş olmakla Hristiyan olmanın aynı şey olduğu mesajını vermeye gayret etmişlerdir.
Misyonerlik faaliyetlerinde özellikle bazı tarikatlarla manastırların ve dinin yayılması amacıyla kurulmuş cemiyetlerin önemli rolü vardır. Ortaçağ’da önceleri Fransiskenler ve Dominikenler, 16. yüzyıldan itibaren Cizvitler gibi tarikatlar Hristiyanlığın yayılmasında önemli rol oynamışlardır.
18. ve özellikle 19. yüzyıl da birçok misyonerlik teşkilâtının ortaya çıktığı dönemdir. Bu dönemde kurulan misyonerlik teşkilâtlarının büyük çoğunluğu çeşitli Protestan kilise ve cemaatleriyle irtibatlıdır.
Bu dönemde kurulan bazı misyoner kuruluşlar şunlardır: 1701 yılında Londra’da; İncili Yayma Derneği, 1792 yılında Londra’da; Vaftizci Misyonlar Derneği, 1810 yılında Amerika’da Boston’da; Amerikan Misyon Dostları Konseyi, 1814 yılında Boston’da; Vaftizci Misyoner Birliği, 1837 yılında New York’ta; Presbiteryan Kilisesi Dış Misyonları, 1732 yılında Almanya’da Moravyalı Kardeşler Misyonları, 1823 yılında Berlin’de; İncili Yayma Misyonları Derneği, 1824 yılında Fransa’da da; İncil Misyonları Derneği gibi kuruluşlar bulunmaktaydı.
Başlangıcından itibaren, 18. yüzyıla kadar, tamamen dini bir mahiyet arz eden misyonerlik hareketi sonraları Avrupa Hristiyan emperyalizminin en büyük aleti olmuş, dini kaygılardan ziyade devletlerin sömürge politikalarına hizmet etmiştir. Bu anlamda resmi olarak kurulan ilk misyoner örgütü, 1701 yılında faaliyetlerine başlayan Protestanların açtığı Society for The Prapagation of the Gospet in Foreign Parts adındaki gizli bir teşkilattır. Batı ve Kuzey Avrupa ile Kuzey Amerika merkezli çeşitli Protestan kiliseleriyle irtibatlı misyoner örgütleri Ortadoğu, Uzakdoğu ve Asya’da hep ön plana çıkmaya başlamıştır.
Benzer durum Güney Avrupa milletlerinin bağlı olduğu Katolik kilisesi için de geçerlidir. Orta ve Güney Amerika’yı hızla sömürgeleştiren İspanyollar ve Portekizliler, işgal edip sömürdükleri bölge halkları nezdinde siyasal egemenliklerini sağlamlaştırmak amacıyla misyonerlik faaliyetleri yaparak hegemonyalarını kurmuşlardır.
Özenle Yetiştirilen Misyonerler
Misyoner teşkilatları her şeyden önce misyonerleri yetiştirmekle işe başladılar. Çünkü en ağır işleri yüklenecek olan görevliler bunlardı. İngiliz misyoneri Mr. John, misyonerlerin nasıl yetiştirildiklerini şöyle anlatır:
“Misyonerler çocukken hizmete alınırlar, ifa edecekleri vazifeye göre ilmen, ahlaken ve fikren yetiştirilirler. Şöyle ki İngiliz misyon cemiyeti her sene bütün rüştiye mektepleri çocuklarının zekilerinden -tabii babalarının rızasıyla- ihtiyaca göre otuz kırk talebe ayırarak dünya ülkelerinin kendilerince lüzum hissedilen mıntıkalarına sevk eder. Mesela; beşini Rusya’ya, üçünü Tibet’e, ikisini Türkiye’ye, üçünü Nubi’ye, dördünü Hindistan’a vs. yerlere serpiştirir. Bu çocuklar o memleketlerdeki konsolosluklara tevdi edilirler.
Bütün İngiliz sefaret ve konsolosluklarında misyon cemiyetinin mükemmel tâlimatı vardır. İşte bu tâlimata göre çocuklar büyütülür, okutulur, öğretilir ve yetiştirilirler. Ben ve arkadaşım Herbert on yaşında iken Misyon Cemiyeti tarafından İstanbul’a gönderilmiş idik. Doğruca sefarethanemize gittik. Sefir beni sefaret kavvası (elçilik görevlisi), Cihangir’de Ali Ağa’ya teslim etti ve şu tenbihat da bulundu: “Ali Ağa! Bu çocuğun ismi İbrahim’dir ve senin oğlundur. Herkese öyle söyleyeceksin. Aylık olarak sana on lira vereceğiz. Bu para ile çocuğu mahallenizin mektebinde okutacaksın. Ve tıpkı kendi soyundan olmuş çocuğun gibi yedirecek, içirecek ve giydireceksin, adetiniz nasılsa öyle terbiye edeceksin. Ayda bir kere geceleyin sefarethaneye getirip bana göstereceksin” dedi. Kavvas (elçilik görevlisi) Ali Ağa da kolumdan tutarak beni hanesine götürdü ve zevcesi Gülsüm Hanıma teslim ederek: “İşte sana evlat getirdim, bunu büyüteceksin!” dedi. Don, gömlek ve entari yaptılar ve giydirdiler. Güzelce yapılmış iki takunya alarak ayağıma geçirdiler ve bir gün elime kâğıt helvası sıkıştırarak mahalle çocukları arasına salıverdiler. Birkaç ay kadar sıkıntı çektim. Türkçe bilmediğim için kimse bana ehemmiyet vermiyor ve dilsiz diyorlardı. Evde daima Türkçe konuşulduğu gibi devam ettiğim mahalle mektebinde dahi Türkçeden başka dille konuşan olmadığından yavaş yavaş kulak dolgunluğuyla Türkçeyi öğrenmeye başladım. Akşam üzeri evimizin önüne toplanan çocuklarla oynamaya başladım. Bir sene sonra çocukların elebaşısı olmuştum. Mektepte de Hoca Efendi teveccüh göstermeye başladı. Sesim iyi ve gür olduğundan Amme cüzünü güzelce okuyordum, hatta ezberledim. Derslerimde ileri gittim.
Misyoner John şöyle devam ediyor: “Vel hasıl bu şekilde İptidai ve Rüşdi derslerini gördükten sonra Beyazıt Camii şerifinde Müderris Palabıyık Ali Efendi’nin ders halkasına dahil oldum. Tespihim elimde, kitabım koltuğumda, evden medreseye ve camii şerife ve dershaneden eve gider gelir, geceleri derslerime çalışır idim. Sarf, Nahiv, Avamil, Kafiye, Mantık, Tasavvurat, Tasdikat, Kelam, Fıkıh, Tefsir gibi birçok kitapları sırasıyla okudum ve öğrendim. Cami dersini ikmal ederek icazet aldım, yani sünni bir müderris oldum.”
Misyoner John’un diğer arkadaşı Herbert ise, Muhammed Ali ismiyle Konya’ya gönderilmiş ve orada Bektaşi Şeyhi olarak yetiştirilmiştir.
Bu şekilde yetiştirilen misyonerler, değişik kılıklara bürünerek Müslümanlar arasına karışıyor, Müslümanların safça gösterdikleri ilgiden de yararlanarak faaliyetlerini sürdürüyorlardı.
19. yüzyılda ve bunu izleyen dönemde Hristiyan misyonerleri, yalnızca dinî öğretilerin anlatılması görevini yapan vaizler olarak değil eğitim ve sağlık görevlileri ve sosyal hizmet uzmanları olarak da misyon bölgelerinde görünmeye başladılar. Ortadoğu’da olduğu gibi bazı bölgelerde çok defa eğitim, sağlık ve sosyal hizmet alanlarındaki faaliyetler doğrudan vaizlik faaliyetlerinin önünde yer aldı. Bu bağlamda Hristiyan ülkelerinde yetişmiş birçok misyoner-doktor ve misyoner-öğretmen misyon bölgelerine gönderildi. Misyonerlerce açılan eğitim kurumları sıkça yerel eğitim sistemiyle karşılıklı iletişim içerisinde oldu ve din eğitiminin yanı sıra genel eğitim verildi. Ayrıca bu okullara Hristiyan çocukların yanı sıra başta seçkin aile çocukları olmak üzere Hristiyan olmayan aile çocukları da öğrenci olarak kabul edildi.
Eğitim kadrosu, donanım ve teçhizatı, verdiği eğitimle yerli okullardan belirgin şekilde ayrılan bu özel okullar yörede her zaman büyük bir saygınlık kazandı; bu sayede misyonerler hem halk üzerindeki etkilerini sürdürdüler hem de bu okullarda yetişen ve ileride o ülkede yönetimden ticarete kadar hemen her alanda etkili konumlara gelecek olan öğrenciler vasıtasıyla ileriye dönük önemli kazanımlar elde ettiler.