İstişarenin Gerekliliği Ve Fazileti

Kapak Dosya – Hakan Sarıküçük / 2013 Temmuz / 8. Sayı

Herhangi bir konuda doğruya ulaşmak veya yaklaşmak için bir başkasının görüşüne başvurmaya istişare denir.

İstişarenin lügat manası ile ıstılah manası arasında yakın bir bağ vardır. Çeşitli görüşlere başvurmak suretiyle doğruyu elde etmek veya ona yaklaşmak, kelimenin lügat manası olan çeşitli çiçeklerden gerekli malzemeyi alıp işledikten sonra ortaya çıkardığı balı kovandan almak gibi kabul edilmiştir.

İstişare bir nevi içtihat demektir. Konusunu ise Kur’an ve Sünnet’in açıkça beyan etmediği konular teşkil eder. (1)

İstişare Esnasında Hangi Metotlar Takip Edilmelidir?

Herhangi bir konuda istişare etme ihtiyacı ortaya çıkacak olursa, şu iki metottan biri ile problem halledilir.

Birincisi, birkaç kişiyle ayrı ayrı görüşülür, fikirleri alınır; fikirler daha çok hangi noktada birleşiyorsa, o uygulanır.

İkincisi, birkaç kişi toplanıp görüşleri sorulduğu zaman her biri fikirlerini söyler, daha sonra bu kişiler birbirlerinin görüşlerini inceleyerek en uygun görüşte karar kılarlar ki bu görüşle de sağlıklı hareket etmek mümkün olur.

Diğer taraftan ise İstişâre,

Kişinin kendisini ilgilendiren konularda bir başkasının görüşüne başvurması

İdarecilerin ümmetin durumunu ilgilendiren konularda müşaverede bulunması,

şeklinde iki cepheden de ele alınabilir.

Birinci durumda istişare sünnettir.(2)

İkinci durum olan idarecilerin ümmetin durumunu ilgilendiren konularda istişarede bulunmasının hükmü konusunda ise farklı görüşler vardır.

İstişare Vacib midir yoksa Mendubluk mu İfade Eder?

“İş hususunda onlarla istişâre et “ (Al-i İmrân, 3/159) ayetinin vücûb mu mendubluk  mu ifade ettiği konusunda ulema ihtilâf etmişlerdir.

Mâlikîler dini konularda İslâm devletinin yönetimi ile ilgili mevzularda idarecilerin istişarede bulunmalarının vacip olduğu görüşündedirler. Hatta İbn Atiyye ve İbn Hüveyzimendâd böyle bir durumda âlimlere danışmayan idarecinin azlinin vacib olduğunu savunmuşlardır. (3)

İmam Şafiî istişareyi nedb’e hamletmiş, ancak daha sonraki Şâfiî fukahası ayetin vücub ifade ettiği görüşünü benimsemişlerdir. (4)

Bu konuda Hanefilere nisbet edilen bir görüş bulunmamakla birlikte, Cessâs (v.370/980) ‘ın Şûrâ(42) 38. ayetinin tefsirinde “İstişarenin iman ve namaz kılmakla birlikte ele alınması, konunun önemine ve bizim bununla emrolunduğumuza delâlet etmektedir” şeklindeki sözünden istişarenin vacip olduğu görüşünü benimsediğini anlıyoruz. (5)

İstişarenin Fazileti

İstişare ile işlerin güzel bir şekilde çözüme kavuşturulması, siyasi, içtimai, askeri vs. bütün alanlarda problemlerin çözülmesi mümkündür.

Toplumların düştükleri hatalar, çok defa işi kendi başına yürütme sonucu olmaktadır. Bu nedenle işi kendi başına yapma ne kadar çoğalacak olursa, hataların sayısı da o nispette artar; ne kadar azalırsa hatalar da o nisbette azalır. Nitekim hatadan büsbütün kurtulmak imkânsızdır. Çünkü hatadan uzak kalan sadece Allah azze ve celle‘dir. Ancak meselelerin çözümünde birçok fikir bir araya gelirse, mükemmel veya nisbeten doğru bir çözüm elde edilebilir. Bu surette, sorumlu kimselerin üzerindeki sorumluluk yükü de hafifler ve sorumluluk müşterek olur.

Kendilerini beğenen, başkalarının görüş ve düşüncelerine değer vermeyen kişiler, hiç kimseye danışmazlar. İşlerini kendi görüş ve düşünceleri doğrultusunda çözümlemeye çalışırlar. Bu şekilde davranma ise çoğu zaman yanlışlıklara sebep olur. Yapılan işlerden fayda yerine zarar elde edilir.

Kişi ne kadar akıllı, zeki ve tecrübeli bulunursa bulunsun, Cenâb-ı Hakk’ın Kur’an-ı Kerîm de işaret ettiği ve fâillerini övdüğü müşavere esasına uygun hareket etmedikçe, faydalı sonuçlara ulaşması ve problemlerini güzel bir şekilde çözümlemesi pek mümkün değildir. Zira Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem akıl ve zekâ yönüyle insanların en mükemmeli iken, Allah ona bile müşavereyi emretmiştir.

Ebû Hureyre radıyallahu anhu, Rasûlullah’tan daha çok ashabıyla istişâre eden kimse görmediğini belirtmektedir.

Bundan dolayı İbn Teymiyye: “İdareciler istişâreden muaf olamazlar. Çünkü Allah onu peygamberine emretmiştir,” demektedir. (6)

Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem vahyin indirilmediği durumlarda daima arkadaşları ile istişare yoluna gitmiştir. Ashab-ı kirâm, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ‘in kendi fikriyle hareket ettiğini bildikleri konularda, kendi fikirlerini O’na açıklar, O’da uygun fikir doğrultusunda hareket ederdi.

minlerle Müşâvere Etme

Bunun yanısıra sahabe ve özellikle Hulefâ-i râşidîn istişareye büyük önem vermişler, Hz. Ebû Bekir ve Ömer radıyallahu anhuma istişare etmek üzere Hz. Osman, Hz. Ali, Abdurrahman b. Avf, Muaz b. Cebel, Ubey b. Ka’b, Zeyd b. Sâbit ve diğer ashaptan oluşan birer müşavere heyeti oluşturmuşlardır. (7)

Rasûlullah’ın vefatından sonra ashâb-ı kirâm da aynı şekilde hareket ettiler. Halife seçimi, dinden dönenlerle savaş, Kur’ân-ı Kerimin bir kitap haline getirilmesi(8), zekât vermekten imtina eden Arap kabilelerine savaş açma konusunda,(9) fethedilen arazilerin kullanım şekli gibi hakkında ayet veya hadis bulunmayan hususlarda hep karşılıklı görüşerek, birbirine danışarak çözüm aradılar ve her konuda istişare ile karar verdiler.

Hz. Ömer radıyallahu anhu istişare kurumunu daha da genişletmiş ve bir kurum haline gelmesini sağlamıştır. Bu nedenle sahabelerin ileri gelenlerinin Medine dışına çıkmasını yasaklamış ve bu sahabeleri “Şura Üyesi” yapmıştır.(10) Ayrıca kendisine gelen meseleler ve sorulan sorulara cevap bulmak amacı ile bir “Fetva Kurulu” oluşturmuştur. (11) Ayrıca istişare meclisine akıllı ve bilgili gençleri de alarak onlara değer vermiş ve fikirlerini almaktan çekinmemiştir.

İşte bu sebeple savaş, devlet yönetimi, ekonomi ve benzeri konuların her birinde, o sahalarda yetişmiş olan kimselerle istişare ederek sağlıklı kararlar almak, İslâmiyet’in başlıca prensiplerinden biridir.

İstişare Amacıyla Sorulan Şeylerde Kusuru Söylemek Gıybet Olur mu?

Normalde gıybet sayılacak olan kusuru söylemek, istişare amacıyla sorulduğu zaman gıybet sayılmaz. Çünkü, peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem evlenmek için kendisine danışmaya gelen Fatıma binti Kays’a şöyle demiştir: “Ebu Cehm sopasını sırtında taşır, Muaviye ise fakir ve malsızdır. Sen Üsame b. Zeyd ile evlen.”(12)

İstişare Heyeti Kimlerden Oluşur?

Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem “Müsteşar güvenilir olmalıdır”(13) buyurur.

İstişare ederken göz önünde bulundurulması gereken en önemli noktalardan biri, kime veya kimlere danışılacağı konusudur. Bu husus, yapılacak olan bir işin hayırla neticelenmesine önemli derecede etki eder.

Her konu, her önüne gelen insanla konuşulmaz ve herkesin fikri her konuda alınmaz. Bir meselenin müzakeresi ancak o konuda bilgisi olan ve samimi olan kimselerle yapılır. Art niyetli ve işin yapılmasını istemeyen, yapanın başarısını kıskanan kimselerden alınan görüşler sağlıklı olmaz.

Bu yüzden danışılacak olan kişinin, akıl ve tecrübe sahibi, dindar ve faziletli, samimi, sağlam fikirli, keskin görüşlü, insan psikolojisini iyi tahlil edebilme, doğruluk ve güvenirlik gibi değerlere sahip olmasına dikkat edilmelidir.

Devlet başkanının istişare edeceği heyet değişik bir kadro teşkil edebilir.

Şura meclisi Uhud savaşında Hz. Peygamberin müslümanlarla istişaresinde olduğu gibi bazen halkın çoğunluğu,(14)

Bazen Havazin ganimetleri meselesinde olduğu gibi istişare anında mevcut müslümanların tamamı;

Bazen Hendek muhasarasında Gatafan’ın çekilmesi için yapılacak antlaşmalarda görüldüğü üzere Sa’d b. Muâz ve Sa’d b. Ubâde gibi kendi kavimleri içinden yükselmiş kişiler,(15)

Bazen de Bedir esirleri konusunda olduğu gibi, müslümanların bir kısmı şûrâ meclisini oluştururlar. (16)

Gerek peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem gerekse Hz. Ömer radıyallahu anhu’nun kadınlarla da istişare ettiği vakidir. Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem “Kızları ile ilgili olarak kadınlarla müşavere edin”(17) şeklinde buyurmuştur.

Ancak şûra meclisi kimlerden oluşursa oluşsun ortaya çıkan hükümler İslâm’ın genel prensiplerine aykırı olamayacağından, halk üzerinde keyfî bir idare, diktatörlük, zulüm ve adaletsizlik meydana getirmeyecektir. Zira İslâm âdil bir sistemdir.

Öte yandan, aklı bir şeye ermeyen, ahlâksız, mağrur kimselere danışmanın kişiye hiçbir yarar sağlamayacağı da açıktır.

Burada dikkat edilmesi gereken bir diğer husus istişareye katılmadan önce kulis yapılarak istişareye peşin fikirlerle gelinmemesi, kendileriyle istişare edilen kişilere baskı ve tehdit uygulanmamasıdır. İstişare esnasında müşavirlerin fikirlerini serbestçe söyleme hak ve hürriyetlerinin korunması ve “fikir hürriyetinin” sağlanması da önemli olan hususlardandır.

Abbasi yöneticilerinden Me’mun, oğluna nasihat ederken, istişare konusunda şöyle demiştir: “Şüphen olan işlerde, tecrübe sahibi, gayretli ve şefkatli ihtiyarların görüşlerine başvur. Çünkü onlar, çok şey görüp geçirmişler, zamanın inişli-çıkışlı, ikballi-hezimetli olaylarına şahit olmuşlardır. Onların sözü acı da olsa kabul ve tahammül et. Danışma kuruluna korkak, hırslı, kendini beğenmiş, yalancı ve inatçı kişileri alma’’

Devlet erkânı bilmedikleri ve içinden çıkamadıkları

-Dinî konularda âlimlerle;

-Cihadla ilgili konularda ordu komutanlarıyla;

-Ümmetin menfaatine yönelik mevzularda halk büyükleriyle;

-Memleket davalarında yazarlar, nâzırlar, işçi ve memur temsilcileriyle istişare etmeleri durumunda bu prensip amacına ulaşır.

İmam Kurtubi’de istişare yapılabilecek kişiler hakkında şöyle demiştir.

İstişare yapılan kişiler hakkıyla, dindar, bilgili (sahasında uzman), akıllı ve tecrübeli olmalıdır.(18)

Kısaca belirtmek gerekirse, istişareye yani danışmaya, Yüce Allah’ın emri, Peygamber Efendimizin sünneti olarak önem verilmelidir. Müminler için bu iki esasın göz ardı edilmesi hiçbir zaman için mümkün değildir. Zira Naslar, Müminin bir filiz misali dik durabilmesi için gerekli olan hayat suyu mesabesindedir. Atalarımız da “Ulu sözü dinleyen, ulu dağlar aşar”, “Akıl akıldan üstündür”, “Danışan dağlar aşmış, danışmayan düz yolda şaşmış” diyerek, istişarenin gerekliliğini kısa ve öz bir şekilde ifade etmişlerdir.

Rabbim bizleri de istişarenin ehemmiyetini anlayan ve bu esaslar üzere hareket eden muvahhid müminlerden eylesin.

AMİN. Selam ve Dua ile.

——————————————–

1. Şerbâsî, Yes’elûneke fi’d-dîni ve’l-Hayât, Beyrut 1980, IV, 169; M. Vehbi, Hulâsatü’l-Beyân, II, 766.

2.  Nevevî, Şerhu’l, Müslim, IV, 76.

3. Kurtubî, el-Câmi li-Âhkâmi’l-Kur’ânIV, 249-250; M. Tahir b. Âşûr, et-Tahrîr ve’t-Tenvîr, IV, 148.

4. Fahreddin er-Râzî, Mefâtihu’l-Gayb, IX, 76; Nevevi, a.g.e., IV, 76.

5. Cessâs, Ahkâmü’l-Kur’an, V, 263; M. Tâhir b. Aşûr, a.g.e, IV, 148.

6. İbn Teymiyye, es-Siyâsetü’ş Şer’iyye (Mecmû’u Fetâva içinde), XXVIII, 386, 387; Hemmâm Abdurrahîm Sa’d, “Arzu’l Ehâdisi’n-Nebeviyye el-Müteallike bi’ş-Şûra” (eş-Şûra fi’l-İslâm içinde)

7. İbn Sa’d, et-Tabakât (nşr. İhsan Abbas), II, 350-352; Beyhakî, es-Sünenü’l-Kübrâ, X, 114- 115; Müttakî el-Hindi. Kenzu’l-Ummâl, V, 627; Said Ramazan el-Bûti, “eş-Şûra  fî Cahdi’l-Hulefai’r-Raşidin (eş-Şûrâ fi’l-İslâm içinde), l, 113-167).

8. Tirmizi, Tefsir, H. No: 3102

9. Buhari, Zekât, 1

10. Heysemi, Zevâid, 5:319

11. Müslim, Selam, 98; Şafi, Risale, 427

12. Müslim, Talak, 36

13. İbn-i Mâce, Edeb, 37; Tirmizi, Zühd, 39

14. Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 351

15. Abdurrezzak, el-Musannef, V, 367-368; Heysemî, Mecmau’z Zevâid,  VI, 130-133

16. Ahmed b. Hanbel, a.g.e., III, 105, 188, 219-220; Abdülkerim Zeydan, İslâm’da Ferd ve Devlet, s. 99-100

17. Ebu Davud, Nikâh, 24-26

18. Kurtubî, el-Câmi li-Âhkâmi’l-Kur’ân,  IV, 249-250.