Serbest Köşe – Ebubekir Eren / 2014 Aralık / 25. Sayı
Hamd bizleri yoktan var eden, varlığından haberdar eden ve kainatı hizmetimize veren, sayısızca nimetleri bize bahşeden aziz, hakim vasıflara sahip olan Allah’adır.
Salat selam kainatın efendisi Muhammed’e sallallahu aleyh ve sellem ve onun şerefli ailesine, ashabına ve kıyamete kadar ona tabii olanların üzerine olsun.
İslam medeniyeti; bugün bile kullanılan modern ilim metodlarının, Müslümanlar tarafından bilinçli olarak kullanılmasıyla ortaya çıkan, parlak bir medeniyet sarayıdır. İslam medeniyetin mimarları, bugün bile düşündürücü ve hayranlık uyandırıcı bilimin anahtarlarını keşfetmişlerdir. Tekniğin ve bilimin bu kadar geliştiği çağımızda, sıfırın keşfi, kağıdın icadı, astronominin bugünkü postulatları olan dünya ve gök cisimleriyle ilgili temel prensipler vs. oldukça önemli buluşlardır. Bugünün bilim ve teknolojisi, kendisini orta zaman İslam medeniyetinin ektiği tohumlara borçludur.
Daha 1000 yıllarında, yani Kopernik’ten 500 sene önce, İslam bilgini El-Biruni(973-1048) tarafından;”gündüz ve gece değişikliği”nin; diğer gezegenler gibi Dünya’nın, Güneş etrafında dönmesiyle meydana geldiği ortaya atılmıştı. Bu görüşün, değil o devirde İncil tarafından hoş karşılanması ve Avrupa’nın anlaması; 500 yıl sonra Kopernik bile bu ilmi tezi cesaretle savunamamıştır.
H. G. Wells, “Kısa Dünya Tarihi”in de bunu şöyle ifade eder:
“(Müslümanlar), yapabilecekleri keşiflerin, kendilerine ne büyük faydalar sağlayacağını ve insanların hayatında ne kadar kapsamlı etkiler yapacağını başlangıçta anlamışlardı. Metal sanayii ve teknik aletler alanlarında, son derece değerli keşifler yaptılar. Metal karışımları ve boyaları keşfettiler. Damıtma, esans çıkarma ve optik camlar yapma usullerini keşfettiler.”(1)
MEKANİK ALETLER VE DİĞER İCATLAR
Genelleşmiş icatlardan ibarettir. Her ilim dalına has, oldukça hayati olan buluş ve keşifler vardır. İslam medeniyetinin fizik, matematik ve mekanik gibi bilim dallarına ait prensipler ve bu alanlardaki teknik buluşları da, oldukça önemlidir. Dr. Sigrid Hunke, şu tespitleri yapar:
“Ahmed İbn Musa’da görüldüğü üzere Müslümanlar, ani buluşlar yapan; tekniker ve usta mekanisyenlerdi. Keskin zekalarıyla kendilerini, hayatlarının şiddetle bağlı bulunduğu suya verdiler. Toprağın sulanması için her nevi su çeken çarklar, pompalar, su yükselten manivelalı makineler; yangın söndürmede kullanılan, suyu yukarı çekmeye mahsus cihazlar meydana getirdiler.”Ortaçağda, daha 880 yılında Müslümanlar, henüz meçhul bulunan havaya, hakimiyeti denerler. Dr. Hunke, bu konuya da şöyle atıf yapar:
“880 yılında İspanya’da İbn Fırnas, üzerine tüy ve kumaş geçirdiği ilk uçağı imal etti.
Bir gün yeryüzüne düşüp parçalanıncaya kadar, uzun zaman havada kalmaya, süzülme uçuşu denemeleri yapmaya muvaffak oldu.”
Batı medeniyetinin alt yapısını hazırlayan İslam medeniyeti ve İslam bilginleri, ne hazindir ki uzun bir zaman söz konusu bile edilmemiş ve hatta unutulmuştur. Nitekim Dr. Hunke, bu konudaki haksızlığı şöyle dile getirir:
“Şu kadarı var ki, Müslümanlar’ın öncülük ettikleri şeylerden mesela; Arap rakamları, cebir, usturlap gibi şeylerden hemen hemen hiçbirinin İslami patent hakkı, Batı’da tanınmamıştır. Aksine birçok Müslüman icadı, günümüzde İngiliz, Fransız veya Alman malı sayılmaktadır.”(2)
KAĞIT, MATBAACILIK VE PUSULA
“İslamiyet’in, Avrupa’ya getirdiği en hayırlı nimetlerden birinin de; kağıt olduğunda hiç şüphe yoktur… Keten dövme sanatını Araplar’ın, Semerkand’ta öğrenmiş oldukları malumdur. Ondan sonra, ketenin yerine; el-Cezire ile Mısır’da pek bol yetişen pamuğun ikamesini düşündüler. İşte bunun üzerine kağıtçılık sanayii, süratli ve fevkalade bir inkişaf gösterdi. İlk imalâthane, ancak 794 tarihinde Bağdat’da kurulabildi. 12. asırda Batı Avrupa’nın kağıt ihtiyacını, Endülüs Xativa fabrikası temin ediyordu…”(3)
Pamuktan, kağıdın bol miktarda Müslümanlar tarafından üretilmesinden önce, son derece elverişsiz ve pahalı olan maddeler; “kağıt” olarak kullanılıyordu. Mısır’da, kamıştan “papirüs” ve diğer ülkelerde, koyun ve keçi derisinden yapılan “parşömen” kullanılmaktaydı. Çin’de ise, “İpek kağıdı” kullanılıyordu. İpek ise, her yerde yetişmiyor ve çok pahalıya mal oluyordu. Müslümanlar’ın, keten ve daha sonra da pamuk kağıdını icadı, ilmi çalışmaları etkilediği gibi, kağıt sanayiinin gelişmesini de doğurmuştu. Kağıdın icadı ile beraber matbaacılık doğmuş ve kısa zamanda bir sanayi dalı haline gelmiştir.
ASTRONOMİ
Çağımız insanını en çok meşgul eden ve merakını tahrik eden meselelerden birisi de, Astronomi çalışmalarıdır. Diğer ilimler, genellikle belirli zümrelerin ve bilginlerin mevzuu olurken; uzayla ilgili çalışmalar, herkesi yakından ilgilendirmektedir.
Gerçekten insanoğlu, dünyaya geldiğinden beri, bu muazzam kainatın içerisinde, gözüne ilişebilen bütün gök cisimlerini merakla incelemiş ve sırrına vakıf olmayı arzulamıştır. İşte astronomi ilmi, insan tabiatında bulunan böyle bir meraktan doğmuştur.
İnsan zekasının çalışmaya başladığı; ilk devirlerden beri; ilim binaları, büyük bir zaman dilimi içinde inşa edilmeye başlanmıştır. Bütün medeniyetlerin, bu büyük eserlerde, az veya çok katkıları vardır.
Bugün artık bilinmektedir ki, İslam medeniyeti, bütün ilim dallarında olduğu gibi, astronomi sahasında da, temel bilgilerin kaynağı olmuştur. Dünya üzerinde, astronomi ile en çok meşgul olan ve gök cisimlerinin hareketlerini inceleyen Müslümanlar, astronomide en üst seviyeye ulaşmışlardır. 11. ve 14. asırlarda, İslam aleminde büyük astronomlar yetişmiştir. Batı’da, astronomi çalışmalarının mevcut olmadığı bir zamanda, İslam aleminde astronomi ilmi, en parlak devrini yaşamaktaydı. En büyük İslam astronomlarından el-Battani, bu gerçeği şöyle açıklıyordu:
“Yıldızlar ilmi, her insanın, eşyanın kanunlarını öğrenmeye çalışması gibi; dinin de, kanun ve nizamlarını bilmek ihtiyacından doğmuştur. Beşer, yıldızlar ilmi sayesinde, Allah’ın birliğini ispata; O’nun emsalsiz büyüklüğünü, yüce hikmetini, muazzam kudretini ve eserinin mükemmeliyetini idrake muvaffak olur.”
1. Astronomi Aletleri
Asrımızı doğrudan doğruya etkileyen İslam alemindeki astronomi çalışmaları geliştikçe, bu ilim dalına paralel olarak pratik astronomi aletleri yapılmış ve teknik bir hüviyet kazanmıştır. Ortaçağın teleskop ve dürbünleri olan bu aletler, İslam bilginlerinin gözlem vasıtalarının sınırını, biraz daha genişletmiş oluyordu. Dr. Sigrid Hunke, “Avrupa’nın Üzerine Doğan İslam Güneşi” kitabında bu gerçeği şöyle dile getiriyordu:
“Müslümanlar… yeni aletler imal ettiler. Duvar ve açı kadranından başka, on sekiz çeşit taşınabilir kadran vücuda getirdiler. El-Biruni, 7.5 metre çaplı bir kadrandan faydalanmıştı. Uluğ Bey, rasathanesine yerleştirdiği 40 metre çaplı duvar kadranı ile onu geçmişti. Müslümanlar, bunlardan başka sekstant ve oktant aletlerini de buldular. Batı’nın ilk rasathanesinde, İslam aletleriyle karşılaşmaktayız. Bu da, Müslüman aletlerini Batı’ya ilk defa tanıtan Hermann’ın hizmet ve gayretiyle olmuştu.”(4)
2. Pratik Astronomi
Güneş’i ve tüm gezegenleri, hareket kanunlarıyla inceleyen Biruni, Fergani, Vefa ve Uluğ Bey’den her nedense bahsedilmez.
Eserlerinin bir kısmı Rusya’ya kaçırılmış olan Uluğ Bey, Semerkand’daki rasathanesi ile çağımıza ışık tutmuştur. Ayrıca, Uluğ Bey’in beş asır önce yapmış olduğu astronomik hesapların, bugün yapılan hesaplara uygun çıkması, bilim adamlarını şaşırtmaktadır. Nitekim Prof. Dr. W. Barthold, “İslam Medeniyeti Tarihi”nde bu konuda şunları yazar:
“Duvarına‘‘İlim tahsil etmek, erkek ve kadın her müslümana farzdır’’hadîsi yazılı olan Buhara’daki medrese ile, Semerkand’daki medrese, bu cümledendir. Uluğ Bey tarafından yaptırılmış olan rasathane, büyük işler görmüştür… Astronomi cetveli ve yıldızların fihristi de, onun adına tanzim edilmiştir. Bu eser, orta zamandaki astronominin en son sözü ve ilmin teleskop icat edilinceye kadar erişmiş olduğu en son derecesidir. Uluğ Bey’in sarayındaki talebelerden biri de, Ali Kuşçu’dur.”(5)
İlk defa İslam bilginleri, Dünya’nın yuvarlak olup, ekseni etrafında döndüğü teorisini iddia ve ispat ettiler.Will Durant, “Histoire de la CivilisationL’age de la Fol”eserinde bu konuya ışık tutar:
“Biruni, Dünya’nın yuvarlaklığını hiç tereddüt etmeden kabul etmekle beraber, her şeyi arzın merkezine doğru çeken kuvveti de tespit etti. Astronomi esaslarının; hem Arz küresinin, her gün kendi ekseni ve her sene Güneş etrafında döndüğünü, aksini tasavvur ederek açıklayabileceğini ileri sürer.”
Zira, onlar Kur’an’dan, Arz’ın, sabit olmayıp, hareket ettiğine şahit olmuşlardı.
“Sen dağları görür, onları yerinde sabit sanırsın. Halbuki onlar, bulut gibi hareket ederler. Bu, Allah’ın sanatıdır ki; O, her şeyi sağlam yapar. Şüphesiz O, yaptıklarınızdan haberdardır.” (Neml; 88)
Ortaçağda en büyük modern rasathaneler,Bağdat, Kurtuba, Semerkand, Maragha ve diğer İslam şehirlerindeydi. Astronomi cihazları da buralarda yapılmaktaydı.
MATEMATİK
Eski Yunan’da matematik çalışmalarının varolduğu kesin olarak bilinmekle beraber, bu çalışmalar kısa bir zaman sonra durmuş ve yeni bir gelişme gösterememiştir. Bu durum belki de, Yunan matematiğinin “sayılar sistemi” ve “sıfır” kavramından mahrum oluşuyla izah edilebilir.
İslam matematiğinin başlangıcı olan, “sayı yazısının bulunması” ve “sıfırın keşfi”; matematik tarihinde yeni bir çağın ilk adımı olmuştur. İslam matematikçilerinin, “akıl yürütme metodu”nu disiplinli bir şekilde kullanmışlardır.
Avrupa’nın büyük bir taassupla, İslam matematiğini, “Yunanlaştırmak” istemesine rağmen, İslam medeniyetinin matematikteki imzası, hiçbir zaman silinememiştir. Prof. Dilgan, “Büyük Türk Alimi NasireddinTusi”adlı eserinde şöyle der:
“Her ne kadar bazı Batı müellifleri, İslam matematikçilerini, Yunan matematiğini sadece tekamül ettirmiş olmakla vasıflandırıyorlarsa da yeni etüdler, bu hükmün sakatlığını ortaya koymuştur.”(6)
Sayılar ve Sıfırın Keşfi
Sayı yazısının icadı ve sistemli hale getirilmesi, son derece hayati bir önem taşımaktadır. Sayı sistemine, Müslümanların “es-sifr” dedikleri “Sıfır”ın (0) ilavesini, matematik ve medeniyetler tarihinde bir “devrim” olarak değerlendirebiliriz. Zira, şu anda çağdaş ilimin ve hayatın her cephesinin, bu “sistem”le ayakta durduğu bilimsel bir gerçektir. Bugünkü maddi medeniyetin inkişafı, ortalama on asır önce başlamıştır tespiti doğrudur.
Bugün “Arap Rakamları” dediğimiz “sayı sistemi”, matematiğin temelini(bazını) oluşturmaktadır. Milletler, değişik işaretlerle bu ihtiyacı karşılamaya çalışıyorlardı. Mesela, “Romen Rakamları”, yazı harfleriyle ifade edilmeye çalışılıyordu. Yüksek sayıları ifade etmek için bir sürü harfi yan yana dizmek gerekiyordu.
Ayrıca hiçbir kaidesi de yoktu. Bugünkü “sayı sistemi”nin, yani 1’den 9’a kadar olan sayıların, tesbitinin ilk defa Hintliler’e ait olduğu söylenmekle beraber; bu “sayı yazısı”nı, bizzat ifade eden ve sıfırla beraber “sayı sistemi” olarak kullanan, hiç şüphesiz ki, Müslümanlar’dır. Sıfır kullanılmadan önce; 1204 gibi bir sayıyı yazmak ve bunu 124’ten ayırmak için, 12.4 şeklinde nokta kullanıldığı, bir vakadır. “Sıfır”a, “es-sifr” diye isim veren ve onu matematiğe kazandıran, Müslümanlardır. Matematik tarihinin unutamayacağı büyük matematikçi Harezmi, yazdığı bir kitapta; sayıların ve sıfırın nasıl kullanılacağını bu sıfır dahil “sayı sistemi” ile nasıl çok yüksek basamaktan sayıların, kolayca gösterilebileceğin anlatır. Böylece, İslam coğrafyasındaki devlet dairelerinde, bu “sayı sistemi” kullanılmaya başlar. İslam matematikçileri, bu sayı sistemine dayanarak, dört işlemli hesaplar yaparlar.
Harezmi, kitabında, sıfırın, çıkarmada kullanılmasını şöyle anlatır:
“Sekiz, diğer sekizden çıkınca, geriye birşey kalmaz. Bu takdirde hanenin (basamak) boş kalmaması için, bir dairecik koy! Dairecik, boş hanenin yerine geçmek zorundadır. Eğer bu hane boş kalırsa, diğer haneler de tahdit edilmiş olurlar.”
“Sıfır”(0) olmadan ne matematik ne bilimler nede teknoloji olur. Sıfır, bir anlamda sayı sisteminin sihirli bileşenidir. Sayı sistemi ve bu sisteme dayanan bütün matematik sistemler, ancak «sıfır anahtarı”yla çözülür. Modern matematikte, «sıfır kavramı”nın önemi artmıştır. Bugün, sıfırsız, matematiği düşünmek, imkansızdır.
T I P
İslam medeniyetinin, en çok geliştirdiği üç ilim dalından birisi, kesin olarak ifade edebiliriz ki, Tıp ilmidir. Yedinci asırdan sonra tamamen araştırma ve ihtisas branşı halinde tıp, çok kısa zamanda büyük ilerlemeler kaydeder. Böylece bu ilim dalı, kendi arasında doktorluk, eczacılık ve hastalık çeşitlerine göre dallara ayrılırlar. Ve tamamen modern bir hüviyet kazanır. Son derece sıhhi klinikler ve hastaneler açılır. Tıp okulları ve hastaneler, ihtisas sahibi, ehliyetli profesörlerin himayesinde çalışır. Tıbbi sahadaki çalışmalar, tamamen pratiktir. Bilhassa hastaneler, birer laboratuvar ve okul mahiyetindedir.
Tıbbın, İslam medeniyetinde, müstesna bir gelişme göstermesi; İslam inancının, insan yaşayışı, temizliği ve sağlığına verdiği önemden kaynaklanır. Eski Yunan medeniyetinden intikal eden tıbbî bilgiler ise; İslam tıp otoriteleri tarafından kritik edilmiş, denenmiş ve birçok prensiplerin yanlış olduğu ortaya konmuştur. JacquesRisler, “CivilisationArabe” adlı eserinde:
“Müslümanlar, tababette en yüksek mevkii işgal edip, beş asırdan fazla, dünya tıp ilminin başında bulunmuşlardır. Hazret-i Muhammed’den intikal eden tıbbî hadisler, takriben üç yüzü bulmaktadır. 622’den, 661 tarihine kadar süren Hicret ve Hulefa-yı Raşidin devirlerindeki hekimler, daha o zamandanyaralara pansuman yapma sanatını, dağlamayı, kan almayı ve hacamat tatbikatını biliyorlardı.”(7)
İşte İslam tıp ilmi, başlangıçta böyle bir ivme ile başlamıştı.
Bulaşıcı hastalıklar uzmanı olan Akşemseddin, en küçük canlı varlıklar olarak kabul edilen mikropların fonksiyonunu Batı’dan asırlarca önce tayin ve tesbit etmiştir. Böylece, Müslüman ilim adamlarının, mikroba ve hastalıklara karşı tesirli olan ilaçları keşfetmeleri, tıp tarihinde önemli bir yer işgal etmektedir. Bugün dahi izlerini görebileceğimiz bu ilaçlar, eczacılıkta antibiyotik olarak kendisini göstermektedir.
Halen halkımızın kullandığı antibiyotik mahiyetteki çeşitli ilaçlar, tarihi bir miras olarak zamanımıza intikal etmiştir. Beyin gibi gevşek ve kemik gibi kesif dokuların, iltihaplanamayacağı zannediliyordu. İbn Sina bu düşüncenin yanlışlığını göstererek, kemiklerin de iltihaplanacağını ortaya atar. Bugüne kadar daha iyisi mümkün olmayan bir izahla; menenjit, sekonder iltihap ve menenjizmin ilk defa ayrı ayrı teşhisini yapar. İbn Sina aynı şekilde; plörezi, pnomonive interkostal nevralji ve karaciğer apsesi ile, peritonitin de önemli bir şekilde açıklamasını yapar. Böylece akciğer hastalıklarını tespit ve teşhis eder. Bağırsak ve böbrek koliklerinin semptomlarını ayırır. Yüz felçlilerinin merkezi ve mahalli sebeplerini belirtir. Şarbon’un da, açık ve tam bir yorumunu yapar.
Razi, “Çiçek ve Kızamığa Dair” eseriyle, itinalı müşahedeye dayanan izahlar yapar. Gout (damla hastalığı) ile Romatizmayı birbirinden ayırır. Batı, uzun zaman Razi’nin, mafsal romatizması ve mesane taşı hususundaki geniş müşahede ve bilgilerine dayanmıştır.
Birçok salgın hastalıkları, zamanında teşhis eden ve tedavi hususunda gerekli tedbirleri ortaya koyan Müslüman doktorlar ve tıbbi müesseseler, veba hastalığı gibi, bilhassa ortaçağda salgın bir şekilde görülen, bulaşıcı hastalığı da, ilmi tecrübelere dayanarak kontrol altına almayı başarmışlardır.
14. asrın başlarında Avrupa’da görülen veba hastalığı karşısında Hıristiyan alemi büyük bir korku ve dehşet içerisine düşmüşken; Müslüman doktorlar, vebanın bulaşıcı bir hastalık olduğunu ve ondan korunmanın yollarını anlatan eserler yayınlıyorlardı. Zira, İslam Peygamberi daha 6.- 7. asırlarda, vebaya karşı alınacak tedbirleri ilan etmişti:
“Bir yerde veba olduğunu işittiğiniz zaman o yere, onun üzerine gitmeyiniz. Ve bulunduğunuz yerde veba zuhur edince de, oradan kaçarak o yerden çıkmayınız.” (Buhari: 76/30, Müslim: 39/92)
Rabbim! Gecesi gündüzü gibi aydın böylesine eşsiz İslam medeniyetine sahip çıkan ve yeryüzünde hakim kılmaya çalışan kullarından eylesin. Vesselam..
———————————
Kaynaklar:
1. H. G. Wells, Kısa Dünya Tarihi, Çev. Ziya İshan, Varlık Yy. İstanbul, 1962.
2. Dr. SigridHunke, Avrupa’nın Üzerine Doğan İslam Güneşi, çev. Servet Sezgin, Bedir yy. İstanbul, 1972.
3. JacquesRisler, La CivilisationArabe,s. 170-171, Paris, 1955, (Danişmend, a.g.e. s. 13-14’den naklen).
4. Dr. SigridHunke, Avrupa’nın Üzerine Doğan İslam Güneşi, çev. Servet Sezgin, Bedir yy. İstanbul, 1972.
5. Prof. Dr. W. Barthold, İslam Medeniyeti Tarihi, çev. Prof. Dr. Fuat Köprülü, 2. Baskı, Ankara, Diyanet İşleri Başkanlığı yy, Türk Tarih Kurumu Basımevi, 1963.
6. Prof. Dr. Hamit Dilgan, Büyük Türk Alimi Nasireddin Tusi, İ.T.Ü. Mim. Fak. Yy. 1956.
7. JacquesRisler, CivilisationArabe, Paris, 1955.