Kapak Dosya – Ahmet İnal / 2020 Kasım / 96. Sayı
İslam tevhid inancı üzerine kurulmuş olan, sadece Allah azze ve celle’nin kutsiyetine yer veren ve tüm aracıları devreden çıkararak kulu doğrudan Rabbe bağlayan ilahi yolun adıdır. Bu yolda peygamber de dahil hiç kimse kul ile Allah arasındaki ilişkiyi tanzim etmeye hak sahibi değildir. Peygamberlerin putlara ve aracılara karşı yürüttüğü çetin mücadeleler, kendilerine karşı gösterilen aşırı tazimi men edici tutumları bunun açık göstergesidir. Öte yandan İslam’ın bu temel ilkesi peygamberlere ve onların varisleri olan alimlere hürmet etmeye mâni de değildir. Allah’a olan saygının tevhid esası üzerinden sağlandığı üstünlüğün takva ile belirlendiği bir çerçevede peygamberlere ve onların yolunu devam ettiren alimlere hürmet etmek yerilen değil bilakis övülen bir davranış olacaktır.
Alimlere hürmet göstermenin itidal boyutu ayet ve hadislerle çok net bir şekilde ortaya konmuştur. Ancak nasların tüm açıklığına rağmen bir kısım insanlar bu konuda orta yoldan sapmış ve aşırı uçlara saplanmıştır. Bunlardan bazıları İslam’ın aracıları reddetmesi hakikatinden yola çıkarak yanlış sonuçlara ulaşmış ve alimlere gösterilen hürmeti fazla bularak onları şirke düşmekle itham etmiştir. Diğer bir kısmı da İslam’ın ilme ve ehline yönelttiği iltifatları ifrat boyutuna ulaştırarak ölçüyü aşmış ve alimleri gerçekte ulaşamadıkları makamlara yükseltmiştir. Bu nedenle İslam’da alim sayılan kişilerin niteliklerini ve onlara gösterilen hürmetin sebeplerini tekrar incelemek, mümin gönüllere hatırlatmak faydalı olacaktır.
Alim Kişinin Misali
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki: “Allah’ın beni hidayet ve ilimle göndermesinin örneği, bol yağan yağmur gibidir. Bu yağmur bir toprağa isabet eder; bu topraklardan bir kısmı çok iyidir, suyu kabul eder, böylece ot ve bitkiler yeşerir. Bu topraklardan bir kısmı da çoraktır, suyu tutar. Allah bununla insanları faydalandırır. İnsanlar da bundan hem içer hem içirir hem de tarlalarını sularlar. Bu yağmur başka bir toprağa da isabet eder fakat bu ne suyu tutan ne de nebatat yeşertmeyen düz ve sert bir arazidir. Allah’ın dinini kavrayıp, kendisiyle gönderildiğim mesajın kendine fayda ve yarar sağladığı kimsenin örneği de aynen bunun gibidir. Bu kişi, dini öğrenir ve öğretir. Yine toprağın misali gibi bir kısmı da buna aldırmaz ve gönderildiğim hidayeti kabul etmez.”[1]
İlim, ölü toprağı dirilten yağmur gibidir. Ölü toprağın canlanması nasıl yağmura bağlıysa ölmüş kalplerin de dirilip hayat bulması ilme bağlıdır. Toprağın suya verdiği cevap gibi insanların da ilme karşı tutumları farklı farklıdır. Bir kısım insanlar yağan rahmet yağmuruna şemsiye açarken bir kısım da bu rahmeti toprağının en derin mecralarına ulaştırır. Ulaşan bu ilahi rahmet damlacıkları her türlü ağacın, çeşit çeşit meyvelerin bulunduğu geniş ormanları oluşturur ki biz bunlara “alim” deriz.
Alimlerimiz, kendilerine yaslanarak destek aldığımız, zor zamanda yanlarına sığındığımız dağlarımızdır. Biz o dağların gölgelerinden istifade eder, doruklarından taşıp gelen pınarlarından su içeriz. Onların öyle metin bir duruşları vardır ki görünen kısımları kadar görünmeyen kökleri de vardır. Bu kökleriyle bizleri daima dengede tutar, maruz kaldığımız şiddetli depremlere karşı bizi korurlar.
Alimler, Müslüman toplumlar için imanlarını koruyabilme ve Müslümanca bir duruş sergileyebilme açısından vazgeçilmez unsurlardır. Onların yokluğu başka bir şekilde asla telafi edilemez. Bir an için dünyanın dağlardan ve ormanlardan yoksun olduğunu düşünelim. Emin olabiliriz ki bu eksikliğin dünyaya ve insanlara vereceği zarar alimin yokluğunun Müslüman bir topluma vereceği zarardan daha büyük değildir. Bu hakikatten dolayıdır ki Hz. Ömer, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in vefatından sonra sahabenin önde gelenlerine, ilim ve fikir erbabına zaruret olmadıkça Medine’den ayrılma konusunda izin vermemiştir.
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem alimleri, ayın 14. gecesindeki dolunaya benzetmiştir. Ayın güneşten aldığı ışıkla insanların yollarını aydınlatması gibi alim de Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’den aldığı nurla bütün ümmete ışık tutmaktadır. İnsanların tüm ümitlerini yitirdiği ve karanlıklar içinde kaybolduğu dönemlerde alimlerin bir kandil gibi nasıl da ışık olduklarına tarih şahittir.
Alimler toplumun koordinatlarını belirleyen köşe taşlarıdır. Müslüman toplumlar kendilerini onlara göre konumlandırmış, ulemanın hangi konuda nerede durduğunu önemsemiştir. Bu nedenle alimlerden yoksun kalmış bir toplum sınırlarını kaybetmiş ve her türlü tahrife hedef olmuş savunmasız bir toplum haline gelecektir. Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem alimlerin yokluğunda toplumların içine düştüğü vahim tabloyu şu sözlerle ifade etmektedir:
“Şüphesiz Allah ilmi insanlardan çekip alıvermez. Lakin ilmi, alimleri almakla kaldırır. Nihayet hiçbir alim bırakmadığı vakit insanlar birtakım cahilleri baş edinirler. Bunlara birtakım sorular sorulur, onlar da ilimleri olmadığı halde fetva verirler de hem kendileri dalalete düşerler hem de halkı sapıklığa sürüklerler.”[2]
Alim Kişilerin Kur’an’da Methedilmesi
“De ki! Hiç bilenlerle bilmeyenler eşit olur mu?” (Zümer, 9)
Ayet-i kerime alimlerin diğer insanlar gibi olmadıklarını en açık şekilde ifade etmektedir. Anlaşıldığı üzere ilim insanların Allah katındaki mertebelerini etkileyen önemli bir unsurdur.
Celâlüddin es-Süyûtî ayet-i kerimenin tefsiri hakkında buyurmaktadır ki:
“Bu ayet-i kerime, ilmi övüp onun makamının yüksek olduğunu, cehaleti zemmedip onun eksik olduğunu ifade etmektedir. Ayrıca bu ayet-i kerime, İslam evlilik hukukuna göre, cahil bir kimsenin alim bir kadına eşit (denk/küfüv) olamayacağı ve aynı şekilde cahil kimsenin de alim bir kişinin kızına eşit olamayacağına delil olabilecek durumdadır.”[3]
“Allah, melekler ve ilim sahipleri Allah’tan başka adaleti ikame etmekte olacak hiçbir ilâh olamayacağına şahitlikte bulundu. O’ndan başka ilah yoktur, (O) Aziz’dir, Hakim’dir.” (Âl-i İmran, 18)
İmam Gazali alimin değerini ifade sadedinde bu ayeti kerimeyi zikredip devamla şöyle buyurmuştur: “(İnsanoğlu) Bak ki! Nasıl Allahu Teala tek ilah olduğuna dair şahitlik hususunda önce kendi zatı ile başladı, ikinci olarak melekleri, devamında üçüncü olarak ilim ehlini zikretti ki, (aslında ehli ilim için) değer, fazilet, yücelik ve üstünlük olarak bu dahi yeterlidir.” [4]
“İşte bu örnekler; biz bunları insanlara vermekteyiz. Ancak alimlerden başkası bunlara akıl erdirmez.” (Ankebut, 43.)
“Göklerin ve yerin yaratılması ile dillerinizin ve renklerinizin ayrı olması, O’nun ayetlerindendir. Şüphesiz bunda, alimler için gerçekten ayetler vardır.” (Rum, 22)
“İnsanlardan, hayvanlardan ve davarlardan da renkleri böyle değişik olanlar vardır. Kulları içinde ise Allah’tan ancak alim olanlar ‘içleri titreyerek-korkar’. Şüphesiz Allah, üstün ve güçlü olandır, bağışlayandır.” (Fatır, 28)
Bu ayet-i kerimeler de alimler ile diğer insanların idrakleri arasında bir kıyas yapmakta ve alimlerin faziletini ortaya koymaktadır. Allah azze ve celle’nin insanoğluna ihsan ettiği ilim her ne kadar derya olsa da herkesin ondan faydalanma şekli ve imkânı aynı olmamaktadır. Bu farklılık imani seviyelerin başka başka olmasından kaynaklanacağı gibi kapasite ve gündelik yaşam tarzından da kaynaklanabilir. Herkes kendini ilme hasretmek için uygun zemin bulamamakta, her ilim talibi de aynı sonuca ulaşamamaktadır. İşin bu kısmı tamamen Allah azze ve celle’nin taktiri iledir.
Alim Kişilerin Hadis-i Şeriflerde Methedilmesi
“Kim ilim öğrenmek için yola çıkarsa, Allah Teâlâ ona cennet yolunu kolaylaştırır. Melekler, ilim öğrenenlerden hoşlandıkları için onlara kanat gererler. Göklerde ve yerde bulunan varlıklar hatta sudaki balıklar bile alimlerin bağışlanması için Allah’a yalvarırlar. Bir alimin sadece ibadetle uğraşan bir kimseye üstünlüğü, on dördüncü gecesinde ayın diğer yıldızlara üstünlüğü gibidir. Alimler peygamberlerin mirasçılarıdır. Peygamberler altın gümüş değil, sadece ilmi miras bırakmışlardır. İşte bu ilim mirasına konan kimse, çok büyük bir kısmet kazanmış olur”[5]
Bir kimsenin bu hadis-i şerifi işittikten sonra alimlere gösterilen hürmeti garipsemesi nasıl mümkün olur! Sudaki balıklara varıncaya kadar yer ve gök ehlinin duasını almak onların muhabbetlerini kazanmak ne büyük bir nimet! İlim rütbesi tüm rütbelerin üstündedir. İnsana ilimden başka hangi makam hangi servet bu imkânı sağlayabilir ki? Kişi Allah yolunda ilim öğrenmeye devam ettiği sürece görmediği, varlıklarını dahi bilmediği milyonlarca canlı onun bağışlanması için Allah’a dua edecek. Böyle bir alim için insanların ona meyletmemesi, iltifat göstermemesinin bir kıymeti olabilir mi hiç?
Alimlere Gösterilen Hürmet Örnekleri
– Hz. Musa (a.s) ile Hızır (a.s) Arasında Geçen Olaylar
“Hani Musa, beraberindeki gence şöyle demişti: ‘İki denizin birleştiği yere varıncaya kadar durmayacağım, ya da uzun zaman gideceğim.’ Derken kullarımızdan bir kul buldular ki biz ona katımızdan bir rahmet vermiş, kendisine tarafımızdan bir ilim öğretmiştik. Musa ona ‘Sana öğretilen bilgilerden bana, doğruya iletici bir bilgi öğretmen için sana tabi olayım mı?’ dedi. (Kehf, 60, 65-66)
Rivayetlere göre Hz. Musa kendisinden daha bilgin birisi olduğunu öğrenir ve o kişiden istifade etmek için yola çıkar. Yanında Hz. Yuşa vardır. Nihayet uzun bir yolculuktan sonra bekledikleri işareti görürler ve ismi rivayetlerde Hızır olarak ifade edilen salih kul ile buluşurlar. Akabinde Hz. Musa’nın Hızır’a olan tabiyeti çeşitli olaylarla uzunca anlatılır.
Meşhur alim Hatib el-Bağdadi alimlerin yaptıkları ilim yolculuklarıyla ilgili yazdığı müstakil eseri “er-Rihle fî Talebi’l-Hadîs” adlı kitabında Hz. Musa ve Hızır’ın kıssasını zikrettikten sonra şöyle buyurmaktadır:
“Bir kısım ilim ehli demektedir ki ‘Hazreti Musa, Allahu Teala katındaki makamının üstün olması ve değerli bir peygamber olmasına rağmen azmi, katlandığı sefer (meşakkati) ve Hızır aleyhisselam için gösterdiği tevazu ve alçak gönüllülüğü bize ilmin değerinin büyük, sahibinin mertebesinin üstün ve kendisinden ilim alınan kimseye karşı tevazu gösterilmesinin gerekliliğini göstermektedir. Eğer üstün makam ve âli mertebe sahibi olması sebebiyle ilim alacağı kimseye karşı tevazu göstermekten geri durması doğru olacak birisi olsaydı, bu Hz. Musa olurdu. Ancak Hz. Musa’nın bu hususta ciddiyet ve gayret gösterip ihtiyacını da itiraf ederek kendinde olmayan ilmi almak için yurdundan uzaklaşmayı göze alması bize, insanlar içinde kimsenin kendini üstün görüp ilim ve âlime karşı büyüklenmesinin doğru olmayacağını göstermektedir.”[6]
– Hz. Ömer’in (r.a) Abdullah bin Abbas’a (r.a) Hürmeti
Tercümanul Kur’an olarak anılan büyük sahabi Abdullah bin Abbas radıyallahu anh Hz. Ömer’in hilafet yıllarında henüz on beşli yaşlardaydı. Hz. Ömer insanların yaşlarına bakmaksızın sahip oldukları ilme önem veren bir sahabiydi. Bu nedenle Bedir ashabının da hazır bulunduğu meclislere İbni Abbas’ı ara sıra götürürdü. Bazıları sessizce “Onu yanımıza niçin getiriyorsun? Bizim, onun yaşında çocuklarımız var” der Hz. Ömer de “Onu (ilerde) tanıyacaksınız” derdi. Bir gün Hz. Ömer, yine İbni Abbas’ı onların yanına götürdü ve orada bulunanlara “Nasr Suresi hakkında ne düşünüyorsunuz?” diye sordu. Bazıları “Bize zafer ve fetih (Mekke’nin fethi) nasip edildiği için hamd etmemiz ve bağışlanma dilememiz isteniyor” dedi. Bazıları ise hiç yorum yapmadı. Hz. Ömer “Ey İbni Abbas! Sen de böyle mi düşünüyorsun?” dedi. İbni Abbas “Hayır” dedi. “Ya ne düşünüyorsun?” diye sorunca “Bu ayet Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in ecelini haber veriyor. Allah azze ve celle, elçisine Allah’ın yardımı ve zaferi geldiğinde -ki bu senin ecelini gösterir-, Rabbini hamd ederek an, ondan bağışlanma dile, O çokça tevbeleri kabul edendir, buyuruyor‛ mealiyle cevap verdi. Bunun üzerine Hz. Ömer “Ben de senin dediğin şekilde biliyorum” dedi.[7]
– Harun Reşid’in İmam Malik’e Hürmeti
Rivayete göre, Abbasi halifelerinden Harun Reşid, İmam Malik’e haber göndererek huzuruna gelmesini, oğulları Emin ve Me’mun’a ilim öğretmesini kendisinden isteyince İmam Malik, halifeye şu cevabı vermiştir:
“Allah, Müminlerin Emirini aziz etsin. Bu ilim sizden çıkmıştır. Eğer onu siz kıymetlendirirseniz, aziz olur; eğer onu hakir görürseniz zelil olur. İlme gelinir, ilim gelmez.”
Bu cevap karşısında Harun Reşid, “Doğru söyledin” der ve iki oğluna mescide gitmelerini ve herkesle beraber İmam Malik’i dinlemelerini emreder. İmam Malik onlara, herkesi çiğneyerek öne geçmemelerini ve oturanların bittiği yerden dersi takip etmelerini de şart koşar.
Harun Reşid koskoca İslam beldesinin halifesiyken kendisine karşı gösterilen tavrı garipsememiş, ilme ve alime verdiği değerden dolayı İmam Malik’e hürmetle muamelede bulunmuştur.
– Yavuz Sultan Selim’in Ulemaya Hürmeti
Yavuz Sultan Selim Osmanlı padişahları arasında celalli oluşuyla bilinirdi. Bu nedenle devlet erkanı dahi onun yanındayken hal ve hareketlerine dikkat eder hata yapmaktan çekinirdi. Yavuz Sultan Selim bu özelliğinin yanında ulemaya olan saygısıyla da ön plana çıkmıştır.
Yavuz ile ilgili şu tarihi rivayet de çok meşhurdur: Mısır seferinde Yavuz at üzerinde giderken Anadolu kazaskeri olan büyük ilim adamı “İbni Kemal” ile sohbet eder. Çamurlu bir sahadan geçilirken İbni Kemal’in atı tökezler ve sıçrayan çamurlar Hakan’ın kaftanına kadar yükselir. Büyük alim derin bir mahcubiyet içinde kalır ve telaşından özür bile dileyemez fakat Yavuz “Bir alimin atının ayağından sıçrayan çamur, bana şeref verir. Öldüğüm zaman bu çamurlu kaftanı sandukamın üzerine koysunlar” diye vasiyet eder. Yavuz ölünce vasiyeti yerine getirilmiş, o zamandan beri çamurları ile muhafaza edilen kaftan sandukasının üzerine örtülmüştür.
[1]. Müttefekun aleyh, el-Lü’lüü ve’l-Mercan, Hadis 1471
[2]. Buhârî, İlim, 34.
[3]. Celâlüddîn es-Süyûtî, el-İklil fî İstinbâti’t-Tenzîl, Metâbiu Dâri’l-Kitabi’l-Arabî, s. 187
[4]. İmam Ğazâlî, İhyâ-u Ulûmi’d-Dîn, Dâru’l-Minhâc, Cidde, c.I, s. 20
[5]. Ebû Dâvûd, İlim 1; Tirmizî, İlim 19.
[6]. el-Hatîb el-Bağdâdî, er-Rihle fî Talebi’l-Hadîs, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, s. 106-107.
[7]. İbrahim b. Hasen, et-Tefsîru’l-me’sûr, s. 845; Suyûtî, i, Sahih, c. VI, s. 94