Gündem Analiz – Muhammed Eyüp / 2023 Aralık / 133. Sayı
Filistin’de yaşananlar ve Siyonist devletin katliamları asla müstakil bir savaş değildir. Bilakis bu savaş tüm küfür sisteminin ve “demokrasi cephesinin” İslam’a ve Müslümanlara karşı açmış olduğu bir savaştır.
Bugün İslam alemi, birbirinden farklı işgalci emperyal güçler tarafından sürdürülen yoğun bir savaşla muhataptır. Bu savaşın alevlerinin sirayet etmediği hiçbir İslam toprağı bulunmamaktadır. Doğu Türkistan’dan Moro’ya, Batı Sahra’dan Bosna’ya, Tataristan’dan Mozambik’e, Gazze’den Cakarta’ya dek tüm Müslüman coğrafya farklı işgalcilerin saldırıları altındadır.
Bu savaşı yürüten işgalci güçler arasında ABD, İngiltere, Fransa, İsrail, Rusya, Çin, Hindistan gibi birçok büyük devlet bulunmaktadır. Ancak, işgalin baş aktörünün ABD’nin başını çektiği küresel düzeni temsil eden “demokrasi cephesi”nin bulunduğunu söylemek gerekir. Küresel emperyal sistem ve onun anlayışı, İslam alemine yönelik işgalin ana omurgasını teşkil etmektedir. ABD, Kanada, İsrail, İngiltere, Fransa, diğer Avrupa devletleri, Avustralya gibi ana unsurların yanında, bunların iş birlikçileri de bilfiil İslam alemiyle savaş halindedir.
Bu bakımdan, süregiden bu savaşı değerlendirirken “demokrasi” mefhumunun savaş içerisinde oynadığı rol göz ardı edilemeyecek kadar mühimdir. Zira işgalin zihniyet altyapısını teşkil eden, küresel küfür sisteminin “demokrasi” anlayışı temelinde teşkil ettiği dünya düzenidir. Demokrasi cephesi olarak niteleyebileceğimiz bu müttefik güçler, küresel düzenin korunmasından, hayatta tutulmasından sorumlu olduklarından, tehdit olarak gördükleri İslam aleminin sindirilmesi vazifesini de kendileri üstlenmektedir. Demokrasi bu savaşta bir yandan kılıf, diğer yandan da işgalci zihniyeti temsil eden bir değer mesabesindedir. “Demokrasi cephesi”ni genel itibarıyla “Batı” olarak da nitelemek mümkündür.
Batı’nın demokrasi ihraç etme kaygısını daha önce izah etmeye çalışmıştık. Batılı güçlerin İslam alemine karşı yürüttüğü savaşı da bu kaygı paralelinde okumak gerekir. Batı merkezli güçler kendi siyasi egemenliklerini dünya sathına yaymak için bu egemenliğe meydan okuyan fiili ve zihni unsurları da ortadan kaldırmaya mecburdur. Bunları ortadan kaldırmak için de hem fiili hem fikri bir savaş yürütmektedir. Bu noktada “demokrasi cephesi”nin yerli iş birlikçilerinden de söz etmek icap eder.
Günümüzde İslam aleminde -bilerek yahut bilmeyerek- Batılı güçlerin çıkarları paralelinde hareket eden binlerce şahıs ve kurum bulunmaktadır. Bunlar İslam’ın altını boşaltmakta, İslam’ı Batı’nın hakimiyet arayışına hizmet edecek biçimlerde yorumlamakta, Müslümanlara şüpheli bir şekilde sulh ve sükuneti nasihat etmektedir. Dikkat çekici husus, bu tavırlar içerisine girenlerin hem “İslami” görünen yapılar hem de İslam ile alakası olmayan kurum ve kuruluşlar olmasıdır.
İslam aleminde devam eden savaşın temel sebebinin Batılı işgal girişimleri olduğu gerçeğini fark eden birisi şunu net şekilde anlayacaktır. Süren bir işgal halinde sulh ve sükuneti tavsiye etmenin, işgale hizmet etmekten pek bir farkı yoktur. Zira savaşı sürdüren şey İslam aleminin zihniyeti yahut tavırları değildir. Bilakis, Batılı güçlerin hakimiyet arayışı ve zihniyetidir. Savaşın alevlerinin dinmesi için İslam aleminin görüş değiştirmesi değil, Batılı güçlerin kendi hegemonyalarını dayatmaya çalışmaktan vazgeçmesi gerekir. Bu da ancak, insanı bir ilah pozisyonuna yerleştiren demokrasi zihniyetinin terkiyle mümkün olabilir.
Demokrasi cephesinin İslam alemindeki yerli ortakları hoşgörü, birlikte yaşama kültürü, uyum, barış, diyalog, terör gibi içi boş ve şişirilmiş mefhumlar üzerinden İslam aleminin direnme kapasitesini ortadan kaldırmaktadır. Bunu bir kısım bile isteye yaparken diğer bir kısım ise ne yaptığını fark etmeyecek düzeydedir. Her halükârda, söz konusu tavrın sebep olduğu durum açıktır. İslam aleminin işgalinin kolaylaşması, küresel düzenin İslam alemine nüfuz edebilmesi, İslam aleminin direnme kapasitesini sağlayan temel özelliklerin sulandırılması.
Demokrasi mefhumu başta olmak üzere bu gibi söylemler esasında İslam alemini küresel sisteme entegre etmeyi, güç odakları için bir pazar haline getirmeyi, İslam aleminden küresel sisteme yönelen varoluşsal tehdidi bertaraf etmeyi amaçlamaktadır. Daha önce de vurguladığımız gibi, İslam alemine dayatılan şiddetli savaşın temel sebebi de budur. Küresel sistem, kendisine yönelik siyasi tehditleri bertaraf ettikten sonra, ortada gerçek ve büyük bir tehdidin durduğunu algılamıştır. Bu tehdit, küresel sistemle siyasi bir rekabete girme düşüncesi olmayan, bilakis sistemin doğrudan varlığını ortadan kaldırmayı hedefleyen İslami anlayıştır. Hal böyleyken, küresel sistem için İslam’ın arz ettiği tehdidi ortadan kaldırmak bir zorunluluk olmuştur. İslam, toplumların siyasi, sosyal ve kültürel tüm damarlarına nüfuz ettiğinden, İslam dinini yok etmek imkânsız bir hedeftir. Bunun yerine “demokrasi cephesi” İslam’ı demokratlaştırmayı hedefe koymuş, bu şekilde İslam’ın içini boşaltarak kendisine yönelen tehdidi ortadan kaldırmayı planlamıştır. Bu plan uzun süredir icraat halindedir. İslam’ın Ehli Sünnet vel Cemaat anlayışı eksenindeki sahih düşünce yapısı ortadan kaldırılarak demokrat, seküler, kapitalist, liberal bir İslam var edilmeye çalışılmaktadır. Bunun mümkün olmadığı yerlerde ise küresel sistemle uyumlu, sapkınlık ve hurafelere dayalı, menfaat üzerine kurulu bir İslami anlayış yaşatılmaya çabalanmaktadır. İslam’ın sahih yorumuna, cihad düşüncesine, İslam aleminin siyasi ve sosyal direncini artıran zihni altyapılara ise asla müsaade edilmemektedir.
Demokrasi asla bir siyasi felsefeden, masum bir uzlaşı düşüncesinden ibaret değildir. Bilakis dünyadaki güç odaklarının iktidar ve egemenlik vasıtası, onların siyasi hükümranlık kurma aygıtıdır. Bu durum kendisini, İslam alemine yönelen işgallerde de göstermektedir. Bu gerçeği anlamak, demokrasiyi anlama yolunda çok mühim bir adım olacaktır.