İktibas – Nedim Bal / 2018 Aralık / 73. Sayı
(Lübnan İslam Meclisi Başkanı Şii Lider Muhammed Ali El Hüseyni İle Yapılan Röportaj)
Soru: Hizbullah’ın Suriye’de Savaşmasının Ülke İçindeki Yansıması Nasıl?
Genellikle vatansever Lübnanlılar, Hizbullah’ın Suriye’de savaşmasının karşısında duruyor. Ama bazı Lübnanlılar istemeseler bile kendilerini zorunda hissediyorlar. Çünkü, bu Şiiler mezheplerini korudukları için orada olduklarına inandırıldı. DEAŞ’ın Suriye’deki kutsal Şii makamlarına saldıracağı yönünde propaganda yapılıyor.
Soru: İran’ın Bölgedeki Kısa Vadeli Projesi Ne?
İran için; Irak-Suriye-Lübnan hattının korunması hayati önem taşıyor. Şu anda bu hattın tamamlanması için sadece Tel’Afer kaldı. Bu bölge İran için çok stratejik. Eğer İran burayı da alırsa Tahran’dan Beyrut’a kadar hat tamamlanmış olacak. Bu büyük bir proje. Bu nedenle Hizbullah hem kendi bekası için hem de İran’ın bu projelerini hayata geçirmek için savaşıyor.
Soru: Musul operasyonunda İran ile ABD beraber savaştı. Bu durum İran’ın iddialarına ters değil mi?
İran’ın siyaseti gerçekten çok zekice kurgulanıyor. ABD Afganistan’a girince İran yanındaydı, Irak’ta böyle oldu. Bugün de aynı oluyor. Mesela ABD, Kasım Süleymani’nin kontrol ettiği paramiliter orduları terörist olarak nitelendiriyor ama Kasım Süleymani’nin kontrol ettiği bu ordulara -Musul örneğindeki gibi- yardım ediyor. Bunların yanında İran ABD’nin bölgede istediklerini askeri olarak yapıyor. Irak-Suriye sınırındaki Tanif’te ABD özel kuvvetleri konuşlandırılmıştı.
… Sözde Düşmanlık
Bölgeden aldığım son haber, Süleymani tarafından güdülen milis örgütlerden daha fazlası bölgeye yönlendirildi ve ABD Özel Kuvvetleri bölgeyi onlara bırakıp geri çekilmeye hazırlanıyor. İki devlet de meşruiyetini birbirlerine karşı beslediği sözde düşmanlık üzerinden sağlıyor ama birbirlerinin tam anlamıyla yoldaşı. ‘Amerika En Büyük Şeytan’ sloganları atıyor ama aynı zamanda İran’la ABD beraber omuz omza savaşıyor. İran’ın sözü farklı, fiili farklı.
Soru: Bölgede yeni bir harita ortaya çıkarılmak istendiğine yönelik iddialar var?
Bölgemizi tekrar bölmeye çalışıyorlar. Suriye’yi Nusayri bölgesi, Sünni bölgesi ve PKK kontrolünde bir devlet olarak bölmeye çalışıyorlar. ABD’nin asıl amacı Türkiye’nin Irak ile Suriye arasında bağlantısını kesmek. Şu anda Türkiye’nin tarihi bir görevi var. Bu projeyi engellemeli. Güçlü bir ülke olan Türkiye bunun için harekete geçebilir.
Soru: Bölgedeki yeni denklemde İran’ın kullandığı mezhepçi paradigmanın etkisi nedir?
Şiiler iki bölüm. Bir bölüm Velayet-i Fakih anlayışıyla hareket ediyor ve İran planlarına destek veriyor. İkinci kısım Şiiler bunun karşısında duruyor. Ben de o ikinci Şiilerden biriyim. Bu proje bizim ülkelerimizi tehdit ediyor. Türkiye’de Şiiler var ama bu Şiiler devletin arkasında duruyor memleketleri için çalışıyor. Biz de böyle olmak istiyoruz.
Hasan Nasrallah Lübnanlı, Lübnan’da yaşıyor ama Lübnan için çalışmıyor. Onun lideri Hamaney. Yemen’de Bedrettin el Husi’nin Yemen’in maslahatı için çalıştığını söyleyebilir miyiz? Irak’ta da böyle, Bahreyn’de Şeyh İsa Kasım’ı bir Bahreyn vatanseveri olarak görebilir miyiz? Onlar Hamaney’in emrinde. Ben bunların hepsini hain olarak görüyorum. Bunların yanında Suriye ve Irak’ta da İran’ın bu projelerine destek veren Sünniler de var.
Soru: İran’ın tüm Şii’lerin hamisi olma iddiası ne kadar kapsayıcı?
İran’ın evet öyle bir iddiası var ama bu iddianın içi dolu değil. İran tüm bunları yaparken tamamen siyasi çıkarlarına uygun davranıyor. Lübnanlı, Iraklı, Yemenli Arap Şiilere hayran değiller. İran Halep’i, Bağdat’ı, Beyrut’u, San’a’yı aldı. Sadece bunun peşinde.
Soru: İran’ın Filistin meselesine müdahil olma çabasını nasıl okuyorsunuz?
Bölge için en tehlikeli durumlardan biri bu. Kendini Filistin’in hamisi olarak göstermeye çalışıyor. Bu çok büyük bir yalan. Hamaney böyle yaparak kendini tüm İslam âleminin lideri olarak kabul ettirmeye çalışıyor. İran, Filistin’i Sünni dünyada sempati kazanmak, sonrasında da kendini kabul ettirmek için kullanıyor. Bunun için sivil toplum kuruluşları üzerinden askeri yapıları da şekillendirmeye çalışıyor.
Soru: Sadr’ın Suudi Arabistan ziyaretini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Suudi Arabistan mezhepçiliği bir kenara bırakmak için çeşitli adımlar atmaya başladı. Sadr’ın Riyad ziyaretini bu bağlamda okumakta fayda var. Buna destek veriyorum. Çünkü Irak Şiilerinin İran’dan kurtarılması lazım.
Soru: Suudi Arabistan, Katar’ı abluka altına almaya çalışıyor, bu durum Katar’ı İran’ın yanına daha çok itmez mi?
Katar, İran’ın dostu değil. İran Dışişleri Bakanı Cevad Zarif ve Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Adil Cubeyr İstanbul’da görüştü. İki devlet arasında münasebetin bulunması son derece normal. Ama İran, Katar ile Suudi Arabistan arasındaki bu krizin daha da tırmanmasını istiyor. Bu krizden çok kazanıyor. Türkiye bu tür krizlerde daha fazla inisiyatif almalı. Bu konunun daha da çetrefilli hale gelmemesinde Türkiye Cumhurbaşkanı’nın diplomatik ziyaretlerinin çok büyük faydası var.
Soru: Yemen’den Riyad ve Mekke’ye atılan füzelerde İran’ın rolü var mı?
Bu kesinlikle İran talimatıyla oldu. Buna eminim! 1979 Devrimi’nden bu yana İran’ın amacı Mekke ve Medine’ye hâkim olmak. Mekke’nin en önemli yer olduğunu İran da biliyor.
İran, Mekke ve Medine’nin Suudi Arabistan’dan alınarak uluslararası bir organizasyona devredilmesini isteyen çıkışlar yapmaya başladı. Kutsal beldelere önce siyaseten hâkim olmak için çalışıyor. Nihai hedefleri bu. Hac meselesini de siyasi amaçlarına alet etmeye çabalıyor. Tüm bunlarla birlikte İran bunun büyük bir savaşın kapısını aralayacağından da çekinmiyor! Eğer Mekke veya Medine’ye bir şey olursa tüm Müslümanlar tüm siyasi ihtilafları bir kenara bırakıp buraları savunmak için yan yana gelecek.
Soru: İran’ın siyasetini belirleyen en önemli mefhum Şiilik mi Farısilik mi?
Mesela Azerbaycan, bu ülkede genellikle Şiiler yaşıyor değil mi? Ve Azeriler ile Ermeniler arasında ihtilaf bulunuyor. Bu kamplaşmada İran’dan beklenen Şiileri desteklemek olur değil mi? Hayır! Ermenistan’ı destekliyor ve Azerbaycan’a tavır alıyorlar. İran devleti bir Farisi projesi. İran’daki Ahvaz bölgesinde yaşayanlar da genellikle Şiiler. Ama çoğu Arap… İran rejimi onları katlediyor, tutukluyor, zulmediyor.
Tüm Şiiler İran’ın yanında değil. Lütfen böyle bakmayın. Farisi projesini tamamlamak için Iraklı, Lübnanlı Arap Şiiler, Afganistanlı Hazaralar alet edilip ölüme gönderiliyor. Şiiler arasında sadece siyasi anlamda bir farklılık yok aynı zamanda inanç anlamında da farklılık bulunuyor.
Soru: Deaş’la savaştığını iddia eden ‘Haşdi Şabi’ milislerinin zulmü artık saklanamayacak bir noktaya geldi. Burada asıl sorumluluk kimin?
Bu sıkıntı özellikle Irak’ta yaşanıyor. Onların hiçbir merhameti, hiç şefkati yok. Haşdi Şabi grupları arasında da kardeşlik, merhamet yok. Deaş zulmediyor ama Haşdi Şabi de zulmediyor. Bu zulmün sorumluluğu tamamen Iraklı Şii mercilerde özellikle de Sistani’de. Öyle düşünüyorum ki Irak’tan dünyaya yansıyan bu görüntüler uzun bir süre daha devam edecek.
D |
anıştay’ın son dönemde gösterdiği olağan üstü yüksek performansın sebebi de hedefi de “Atatürk’ün ölümsüz önder olduğu” inancına sadakatten kaynaklanıyor hiç şüphesiz.
Öyle ki “ideolojik yargı” veya “Devleti’n ideolojik aygıtı” filan gibi söylemlerin pabucunu dama attıracak kadar ileri düzeyde bir fanatizmi temsil ederek “Atatürk’e yer verilmeksizin yapılan tüm düzenlemeler eksiktir” hükmüyle çıktı şimdi de kamuoyunun karşısına.
Evet, 6 Kasım 2013’te Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Devlet Madalya ve Nişanları Yönetmeliği’nde bir değişiklik yaparak Atatürk kabartmasının kaldırılmasına ilişkin düzenlemeyi tam beş yıl sonra Danıştay reddetti.
Aynen beş yıl aradan sonra oy çokluğuyla alınan “Bütün okullarda Andımız tekrar okutulmalı” kararının ardından siyaset ve topluma karşı Danıştay’ın ikinci kritik hamlesi oldu. Aidiyet duygusunu güçlendiriyor, pedagojik formasyona uygun ve 1933’ten günümüze istikrar kazanmış bir uygulamanın kaldırılması eşitlik ilkesine aykırıdır gibi bazı gerekçeler sıralandı Danıştay’ın kararında. Fakat bu karar esasen ucu ırkçı-ayrımcı söylem ve politikalara kadar uzanan Ata/Türkçülüğü ve buna bağlı olarak okullarda kışla mantığını yani militarizmi hâkim kılan bir töreni eğitim öğretimin tekrar asli unsuru haline getirmeyi hedefliyordu.
Yargı’nın Sadakati Kemalizm’e
Hâlbuki Devlet Madalya ve Nişanları Yönetmeliği’ne ilişkin düzenlemenin 1. ve 3. maddesinin iptali ve yürütmesinin durdurulmasına ilişkin dönemin Türk Kamu-Sen Başkanı İsmail Koncuk adına yapılan itirazı, Danıştay Mayıs 2014’te reddetmişti. Koncuk, itiraz dilekçesinde madalya ve nişanlarda Atatürk kabartmasına yer verilmemesi telafisi güç veya imkânsız zararların doğacağını iddia etmişse de Danıştay bu iddiayı haksız bulmuştu. Çünkü Başbakanlık tarafından düzenlemenin gerekçesi ve savunması adına yapılan izahta “Davalı Başbakanlığın savunmasında, nişanların diğer ülkelerdeki tasarımların incelenerek tasarlandığı, genel olarak devletlerin uygulamalarında nişanlarda, milli ve kültürel simgeler üzerinden uluslararası düzeyde temsiliyetin ifade edilmeye çalışıldığı” belirtilmişti. İlaveten devlet madalya ve nişanlarında bu temsilin “hilal, haç” gibi dini semboller ile “bayrak, defne ve zeytin dalı” gibi milli ve kültürel semboller kullanılarak ifade edilmişti. Bu anlamda yeni tasarımlarda kullanılan Türk bayrağının ve Cumhurbaşkanlığı armasının milli, tarihi ve kültürel değerleri yansıttığı ve Türkiye Cumhuriyeti Devletini temsil ettiği de belirtilmişti.
Evvela belirtelim ki; Danıştay, Hükümetin değişiklik kararını makul, somut ve kabul edilebilir bir nedenden tümden yoksun görüyor. Üstüne bir de bu (veya benzeri bir) düzenlemeyi Anayasa hükümlerine aykırı olarak değerlendiriyor. Çünkü Anayasa’nın ruhu diyerek tüm siyasal ve toplumsal talep ve kararları “milli birlik ve beraberliğimizin simgesi olan Ulu Önder Atatürk” sloganıyla susturmaya ve boğmaya kendini muktedir ve yetkili görüyor.
Hani bir bürokratik oligarşi vardı tarihe gömüldüğü sanılan(!) Hani bir takım eski Türkiye alışkanlıkları vardı geride bırakıldı zannedilen(!) İşte onlar parça parça, ufak ufak ama öfke ve nefretle tekrar geri dönmek üzere kafa kaldırıyorlar.
‘Sembolik ya da önemsiz alanlarda kararlar çıkıyor, fazla önemsemeye ve gereksiz yere büyütmeye gerek yok’ türü yaklaşımlar tarih ve siyaset bilincinden yoksun, basiret ve ferasetten nasipsizdir kesinlikle. Yerel seçimlere, seçim ittifaklarına, kazanılacak belediyelere odaklanmaktan yoğunlaşan sisli ve baygın hava ideolojik ve hukuki zeminin ciddi ciddi kaydığını perdeliyor anlaşılan.
Devletin İdeolojisi ve Kadroları
Demokratikleşme paketlerini anlaşılan o ki bürokratik oligarşinin paketleyip paketleyip tarihe gömmesinde bir beis görülmüyor. Cumhur İttifakı’na neden mecbur kalındığı ve getirdiklerine karşın neler götürdüğü üzerine kafa yormak fazlasıyla şüphecilik ve müşkülpesentlik olarak değerlendiriliyor olsa da gelişmelerin riskleri büyüttüğüne şüphe yok.
Ordudan, yargıdan, emniyetten, bürokrasiden panikle ve fakat hukuki süreçleri atlamayı pek de sorun etmeden hiç durmaksızın ‘Fetöcüleri’ temizleyerek, kazıyarak daha fazlasıyla Kemalist ulusalcı fanatizmin önünü açıyor nihayetinde.
Muhafazakâr-demokrat siyasiler arasında “ülkenin, devletin, milletin DNA’sı Atatürk’tür” benzeri söylemlere ağırlık vererek güya toplumsal kutuplaşmanın önünü almaya çalışan mantıksız ve esasen ahlâk dışı gayretlere şahit oluyoruz. Türk Dil Kurumu’nun uzun yıllar süren çalışmasının hasılası olan Latin Alfabesi’yle basılan ilk Türkçe sözlük Cumhuriyet Matbaası’nda 1944’te basıldığında “din” maddesi şöyle yazılmıştı: “İnsanların Tanrıya inanış ve bağlanışları. Bu konuda tutulan yollardan her biri. İnanılıp çok bağlanılan fikir veya ülkü. Kemalizm Türkün dinidir.”
Evet, Kemalizm Türkün dinidir” tanımı 1969 senesine değin Türk Dili Kurumu tarafından basılan bütün Türkçe sözlüklerdeki yerini korudu. Andımız ve devlet madalyalarında Atatürk kabartması gibi meselelerde gösterilen aşırı tepki ve fanatik tutum Danıştay’dan akademiye, siyasetten medyaya işte bu özde yani Türk’ü Kemalizm’le anlamlı kılma ideolojisinde kök buluyor.
Bürokratik oligarşinin ideolojik ve sınıfsal karakterini Anayasa Mahkemesi, Danıştay ve Yargıtay’ın nasıl temsil ettiğini çok taze acılar, sarsıntılar ve kayıplar tecrübe etmiş bir ülkeyiz. Danıştay’ın çizeceği rota tartışmasız Kemalizm rotasıdır, Tek Parti dönemine referanstır ve Kemalist ideolojinin hegemonyasını toplumun aleyhine genişletebildiği kadar genişletmektir.
Siyasal iktidarı kaybetmemek için gösterilen çabalar kadar ahlâki, hukuki ve ideolojik meşruiyeti de kaybetmemek üzere çaba sarf etmek gerekiyor. Ahlâki, hukuki ve ideolojik meşruiyetini kaybetmiş bir siyasi çizgi ve kadronun iktidarı korumuş olması gün gelir hiçbir değer ifade etmez çünkü. Her şeyden daha çok siyasal bekaya odaklanmışken ahlâki ve hukuki bekanın seri suikastlarla ortadan kaldırılmak istendiğini görememekse en kötüsü.