Gündem Analiz – Muhammet Eyüp / 2022 Aralık / 121. Sayı
Tüm dünyanın, hassaten İslam coğrafyasının gündeminde bir süredir İran’da Velayet-i Fakih rejimine karşı devam eden protestolar yer almakta.
Söz konusu protestoları anlamak için oldukça erken bir dönemde bulunuyor olsak dahi olayların tabiatını anlamaya yönelik bu ilk çabalar ilerleyen süreci çok daha iyi takip edebilmemizi sağlayacaktır. Bu sebeple bu ayki yazımızda, İran’da cereyan eden meseleyi genel hatlarıyla idrak etmeye çalışacağız.
Bunu yapabilmek için öncelikle protestoların genel durumunu, ardından taşıdığı önemi, nihayetinde de olaylara bakış açımızın ne olması gerektiğini ele almaya çalışacağız.
Protestolarda Son Durum
Halihazırda protestolar İran’ın başkent Tahran dahil olmak üzere neredeyse tüm bölgelerine yayılmış durumdadır. Protestolar Tahran, Meşhed, İsfahan gibi merkezi şehirlerin yanı sıra Tebriz, Zahidan, Mahabad, Ahvaz gibi azınlık nüfusun şehirlerini de içerisine almış vaziyettedir. Yaygın halk gösterilerinin yanı sıra, Tahran rejimini ve sembollerini hedef alan saldırılar tertip edilmektedir.
Bu saldırıların şu an için kundaklamalar ve taşlı saldırılar gibi ilkel vasıtalar taşıdığını söylemek gerekir. Rejim de olaylara sert şekilde müdahale etmektedir. Bu satırları kaleme aldığımız günlerde, protestoların 9. haftası içerisinde bulunmaktayız. Bu hafta itibarıyla rejim 400 civarında göstericiyi katletmiş vaziyettedir. Katliamlar Şii Farısi nüfusun yaşadığı şehirlerin yanı sıra özellikle Sünni Beluç, Sünni Kürt, Şii Azeri Türkü ve Şii Arap bölgelerinde yoğunlaşmaktadır.
Katledilenlerin yarısından fazlası ise ülkenin doğusunda yaşayan Sünni Beluç halktır. İran nüfusunun yaklaşık %3’ünü oluşturan Sünni Beluçların, ölüm oranlarında ise %50’yi aşması, İran’daki rejimin algısını ve tavrını net şekilde ortaya koymaktadır. Bölge kaynakları, rejimin Sünni halkı net bir şekilde düşman olarak gördüğü, bölgeye hiçbir yatırım yapmadığı ve yokluğa mahkûm ettiği, aynı zamanlarda katliamlarla hedef aldığı konusunda hemfikirdir.
Ana hatları itibarıyla protestoların motivasyonu bakımından genel bir tasnife gitmek mümkündür:
– Önemli bir kısım gösterici, rejimin genel baskısından, yolsuzluklarından, keyfi tavırlarından ve yaşanan ekonomik problemlerden duydukları rahatsızlıkla eylemlere katılmaktadır. Sıradan halk olarak niteleyebileceğimiz olan bu kimseler, protestocuların büyük çoğunluğunu oluşturmaktadır. Aralarında çeşitli siyasi-ideolojik düşünce sınıflarının müntesipleri vardır.
– Bir kısım gösterici, rejimin ayrımcı tavrına, özellikle Sünni Beluçları ve Kürtleri dışlayıcı Şii pozisyonuna muhalefet etmektedir. Rejimin bilhassa Belucistan ve Kürdistan bölgelerinde ayrımcı ve saldırgan politikaları bu kimseleri harekete geçirmektedir.
– Yine bir diğer kısım gösterici ise rejimin ayrımcı yapısına karşı milliyetçi saiklerle protestolara katılmaktadır. Bunlar arasında Beluçlar, Kürtler, Azeri Türkleri ve Araplar mevcuttur.
– Göstericilerin bir kısmı seküler ve Şii teokratik rejim karşıtı bir güdüyle sokaklara çıkmıştır. Bunlar arasında başörtüsü yakan marjinal kimseler görülebilir. Yine de bu tarz marjinal hareketler sergileyen kişilerin, göstericiler arasına sızmış rejimin istihbarat ajanları olabileceğini de belirtmekte fayda vardır, Allahu ‘alem. Bunun sebebi, meşru taleplerle sokağa çıkan kimseleri marjinalleştirmek ve genel talepleri olan halkla onların arasını açmak olabilir.
Protestolar Neden Önemli?
Başta İran yönetiminin baskıları olmak üzere çeşitli sebeplerle başlayan protestoların bu denli önemli bir konuma oturmasında şüphesiz protestoların tabiatı yer almaktadır. 1979 yılında devrim sonrasında tesis edilen Velayet-i Fakih rejimi, yaklaşık 44 senelik tarihi boyunca çeşitli meydan okumalara ve şiddet olaylarına elbette maruz kalmıştır. Hatta bu şiddet olayları rejimin üst düzey isimlerinin canına mal olacak kadar üst derecelere tırmanmıştır.
Mevcut protestoların diğer muhalefet dönemlerinden ayrıştığı en mühim nokta, bugün devam eden eylemlerin kapsamı, şiddeti ve eylemcilerin söylem üstünlüğüdür. Aynı şekilde dış ülkelerin de İran rejimine karşı eylemcilere -söylemden ibaret kalsa da- destek veriyor olması da mühim bir etkendir.
Protestolara karşı rejimin sert müdahalesi ve yüzlerce kişiyi öldürmesi, buna karşılık olarak eylemcilerin de İran Devrim Muhafızları’ndan üst düzey kişileri öldürmeyi başarması da bu eylemleri ayrı bir noktaya koymaktadır.
Bugünlerde İran rejimi, 44 yıllık tarihi boyunca hiç maruz kalmadığı bir meydan okumayla karşı karşıyadır. Eylemcilerin söylem üstünlüğü, rejimin artık ülkede devlet olarak meşru ve sürdürülebilir bir zemine oturmasının zorlaşmasından ileri gelmektedir. Tahran’daki Velayet-i Fakih rejimi, en azından söylem bakımından ülkede bir bütünlüğü sağlayabilecek genel zemini sağlayamamaktadır. Şüphesiz bunda rejimin iktisadi yolsuzlukları ve serveti rejim bağlantılı elitlerde toplamış olması da rol oynamaktadır. Bilhassa pandemi sürecinin getirdiği ekonomik sorunlar, duyulan bu genel rahatsızlığı daha üst bir seviyeye çıkarmıştır. Batı tarafından rejime uygulanan yaptırımlar da ekonomik sorunlara tuz biber ekmiştir.
Hülasa, İran’ın karşı karşıya kaldığı protestolar ciddi bir meydan okumadır. Bunu söylemek için henüz erken olsa da protestoların gidişatı muhtemelen bölgenin genelini etkileyecek ve İran’da çeşitli değişikliklere sebep olabilecek düzeydedir. Sadece iç dinamikler değil bölgesel ve küresel gelişmeler de buna işaret etmektedir. Rejim, protestoları baskılamak ve sindirmek için bölgede bir savaş başlatma yoluna dahi gidebilir.
İran Eylemlerine Nasıl Bakmalı?
Burada gündeme gelen asıl mesele ise eylemlere nasıl bakmak gerektiğidir.
Daha önce neşredilen bir yazımızda İran rejiminin tabiatına ve neden Müslümanca bir rejim olmadığına yer vermiştik. Bu sebeple buna dair ayrıntılara burada temas etmeyecek, sadece mevcut sürece dair bir bakış açısı sunmaya çalışacağız.
– İlk olarak hiçbir Müslümanın, sokaklarda başörtüsü yakılmasını, hicabın iffet ve öneminin ayaklar altına alınmasını tasvip etmesi, bunu yapan kimselere muhabbet ve vela duyması mümkün değildir. Siyaseten de bu tarz hareketlerin kitleler arasında düşmanlığa yol açacağı ve rejim karşıtı safların bölünmesine sebebiyet vereceği açıktır. Bir halk hareketi ve devrim düşüncesi, içerisinden neşet ettiği toplumun değer yargılarına ve anlayışına hitap edemezse, toplumun ana hatlarını yakalayamazsa, başarılı olmasına imkân yoktur.
İran’da 1979 Devrimi’ni mümkün kılan şeylerden birinin, molla-tüccar-halk üçlüsünün ortaklaşması olduğunu hatırlatmak gerekir.
– Değinilmesi gereken bir diğer husus, eylemlere ABD, Batı ve İsrail’in destek olduğuna yönelik iddialardır. Kanaatimizce Batı ekseninin İran’daki rejimle olan rekabetini inkâr etmeye gerek yoktur. Fakat bunun bir düşmanlık değil rekabet olduğunu, bu tarafların Irak ve Afganistan gibi bölgelerde Müslümanlara karşı ittifaklar da kurduğunu görebilmek gerekir.
Netice olarak, bu rekabetin sonucunda Batı’nın İran’daki rejimin elinin zayıflamasını, hatta gerekirse devrilmesini istediği söylenebilir. Batı için önemli olan ise rejimin yıkılmasının neticeleri ve bu rejimin yerini kimin alacağıdır. Bölgede 1979 öncesindeki Şah rejimi gibi ABD ve İsrail yanlısı bir yönetim kurulabilir. Fakat aynı şekilde rejimin yıkılması neticesinde oluşacak güç boşluğu, Batı’nın hiç arzulamayacağı siyasi gelişmelere gebe de olabilir.
Bu açıdan Batı’nın protestolara desteğinin satır aralarını iyi okumak gerekir. Rejimin yerine kurulacak otorite şekillenmedikçe, yeni dönem için alternatifler neşet etmedikçe, bu denli açık bir tavrı göremeyebiliriz. Keza, Batı’nın Belucistan’daki Sünnilerin katledilmesine kör ve sağır kesilmesi de bu tezi destekler niteliktedir.
– Ek olarak, bir duruma Batı’nın aldığı tavra göre tavır almak gibi bir zorunluluk da yoktur. Müslümanlar, neyin kendi maslahatlarına olduğuna bakmalıdır. Geneli itibarıyla elbette Batı’nın çıkarlarıyla Müslümanların çıkarları taban tabana zıttır. Ancak dünyayı siyah-beyaz şeklinde okumak ve “düşmanımın düşmanı dostumdur” gibi ilkel bir anlayışı benimsemek Müslümanların maslahatına olamaz.
– Bizlerin Müslümanlar olarak İran gösterileri paralelinde ilk ve en temel arzumuz, Şii rejimin İran içindeki Müslümanlara yönelik baskısının kalkması, İran’da ehli sünnetin serbest bırakılması, işkence ve katliamlardan geçirilmemesidir. Ya mevcut rejim yahut onun yıkılması gibi bir olasılık doğarsa kurulacak yeni rejimin bunu sağlaması (veya sağlamak zorunda bırakılması) en büyük temennimizdir.
– Ayrıca, İran rejiminin başta Irak, Suriye, Yemen, Lübnan ve Afganistan gibi coğrafyalardaki zulüm ve yayılmacılığının engellenmesi de eylemlerden bir diğer beklentidir. İran’da yeni bir rejim kurulsun yahut kurulmasın, mevcut rejim başta kalsa dahi, bu rejimin zayıflaması ve Müslüman coğrafyalara olan baskısını sona erdirmek durumunda kalması, protestolardan çıkabilecek bir diğer neticedir.
Özetle, İran’da devam eden eylemlerin iki şekilde Müslümanların hayrına neticelenmesi ihtimali vardır. İlk seçenek Velayet-i Fakih rejiminin yıkılarak İran’daki ehli sünnetin serbest kalması, ayrıca İslam âlemindeki İran yayılmacılığının son bulmasıdır. İkinci seçenek ise Velayet-i Fakih rejiminin kan kaybetmesi, zayıflaması ve tamamen içe dönmek durumunda kalmasıdır. Müslümanlar için hangisinin daha hayırlı olacağını Allah azze ve celle bilir.
Rabbimizden niyazımız yaşananları Müslümanların lehine çevirmesi ve İslam âlemini kafirlerin zulmünden kurtarmasıdır.