İman Etmek Ve İman Etmenin Önemi

Kapak Dosya – Hakan Sarıküçük / 2019 Ağustos / 81. Sayı

Hamd, bizleri kendisine inanan müslümanlar olarak yaratan ve imanı bizlere sevdiren Yüce Allah’a,

Salât ve Selâm, iman etmenin gereğini ve önemini hadisi şerifleri ile bizlere bildiren Hz. Muhammed aleyhisselâm’a,

Allahu Teâlâ’nın selâmı, ihsanı, affı ve ikramı Yüce Rabbimize gereği gibi iman edenlerin üzerine olsun.

Yüce Rabbimiz, Muhammed sûresi 19. ayette: “Bil ki; Allah’tan başka ilah yoktur…” buyurarak imanı bilgi ile ilişkilendirmekte ve imanın bir bilgi dahilinde olmasının önemini bildirmektedir. Bilgi imanın temelidir. Bilgisiz iman olmaz. İmanla bilgi arasında yakın bir ilişki vardır. Her inanan kişi neye inandığını bilir, fakat her bilgi inanmayı gerektirmez. Nitekim kâfirlerin durumu da budur. Onlar hakikati görüp bildikleri halde kabul etmekten kaçındıkları için “örten” manasına gelen kâfir ismi ile anılırlar. İnanılacak esaslarla ilgili bilgiye iman denilebilmesi için kişinin gönlünde ve kalbinde hür iradeye dayalı bir boyun eğmenin, teslimiyetin ve tasdikin bulunması gerekir. İman edene sevap, etmeyene ceza verilmesinin dayanağı kişinin gönülden bağlılığının ve tasdikinin bulunup bulunmamasıdır. 

İnsanoğlu yaratılışı gereği bilmediği şeyin düşmanıdır. Bir şeyi bilmemek o şeye karşı bizlerde savunma duygusu oluşturur. Karşımıza neyin nasıl çıkacağını bilmediğimiz için tedirginlik ve tereddüt içinde olur, çekimser bir tavır sergileriz. Bu sebeple öncelikle imanın ne manaya geldiğini ve neden bu kadar çok öneme haiz olduğunu bilmemiz gerekir. Ancak bu yolla inanmamız gereken Rabbimizi tanır, tanıyınca da sever, sevince de bağlanır, bağlanınca da itaat eder ve dinleriz. 

İnsanoğlundan tanımadığı bir varlığı sevmesi beklenemez. O varlığın özelliklerini, kendisinde aradığı vasıfları bilmeksizin körü körüne hiç görmediği, duymadığı, hissetmediği ve bilmediği bir varlığa sevgi iddiası boş bir iddia olur. Böyle bir bağlılık kısa bir süre içinde bitmesi ve yok olması beklenen bir durumdur. Düşünün ki bir kişiyi seviyorsunuz fakat ne görmüşsünüz ne konuşmuşsunuz ne size cazip gelen özelliklerine muttali olmuşsunuz, ne ona karşı sizde hayranlık oluşturacak sıfatlarına vâkıf olmuşsunuz… Kısacası hayal dünyanızda bile şekillendiremediğiniz bir şeyi sevebilir misiniz? Neye, nasıl bağlanacağınızı bile bilmediğiniz bir varlığa itaat edebilir misiniz? Ona itaatınızın nasıl olması gerektiğini ve nelere dikkat etmeniz gerektiğini nasıl tespit edeceksiniz? Neler yaptığınız takdirde onun sevgisini kazanacağınızı, neleri yaptığınızda onu öfkelendireceğinizi nasıl bileceksiniz? 

İşte bu sebeple imanın ne demek olduğunu iyi bir şekilde öğrenmemiz gerekir ki Rabbimize gereği gibi kul olalım ve O’nun sevgisini kazanalım. O’nu bizlere karşı öfkelendirecek ve gazabına sebep olacak şeyleri de yapmayalım.

İman bir şeye kesin olarak inanmak demektir. İnsanlar yaratılışları gereği bir şeye inanmaya ve bağlanmaya ihtiyaç duyarlar. Bu inandıkları hususlar gerek hak olsun gerekse de batıl, bir inancı temsil eder. İnancın kabul gören bir şey olması gerekmez. Her ne kadar içinde yaşadıkları toplumun büyük bir kesimi tarafından kabul edilmese de kendi doğruları olan ve bunların hakikatine inanan insanlar da bir şeye inanmış olurlar. İman etmiş toplumların içerisinde görülen inanmama durumu da aslında böyle bir inancı teşkil eder. Böyle bir toplumda Allah’a inanmadığını söyleyen kişi bile aslında Allah’ı inkâr ettiğini söylerken tabiata, şeytana, ağaçlardan ve taşlardan yapılmış kendilerine bile hayrı dokunmayan putlara, “Buda” veya farklı isimler verdiği insanlardan olan varlıklara, meleklere, gökyüzü cisimlerine, ineğe, timsaha ve daha başka varlıklara kutsiyet atfederek onları kendinden üstün kabul edip inanmaya gereksinim duyarlar. 

Allah’a imanın zıttı olan diğer tüm varlıklara inanmak, batıl imanı temsil eder. Bu tür kimseler hiçbir şeye inanmadıklarını söyleseler dahi hakikatte akıllarını ilahlaştırmış ve akıllarının üstünlüğüne inanmış zavallılardır. Allahu Teâlâ’nın bahşetmiş olduğu akıl nimetini yaratıcıyı tanımak ve O’na gereği gibi kul olmak yolunda kullanmayıp aklının ve şehvetlerinin esiri olan kimseler bu tavırlarıyla kendilerini insanların en zekisi ve bilgilisi kabul edip, iman etmiş müslüman kimseleri ise sefihlikle, akılsızlıkla ve cahillikle itham ederler.

Onlara: İnsanların iman ettiği gibi siz de iman edin, denildiği vakit “Biz hiç, sefihlerin (akılsız ve ahmak kişilerin) iman ettikleri gibi iman eder miyiz!” derler. Biliniz ki, sefihler ancak kendileridir, fakat bunu bilmezler (veya bilmezlikten gelirler).[1]    

Müminlerle karşılaştıkları vakit “(Biz de) iman ettik” derler. (Kendilerini saptıran) şeytanları ile başbaşa kaldıklarında ise: Biz sizinle beraberiz, biz onlarla (müminlerle) sadece alay ediyoruz, derler.[2]

Dünyanın en akıllı kişisi dahi olsa; bilgin, kâşif, düşünür, filozof ve daha nice isimlerle anılsa dahi Allah’a iman etmemiş kişi İslâmi bakımdan akıllılar sınıfı içerisinde yer almaz. Çünkü zekâsının ve şehvetlerinin esir olan böyle kimseler dünya ve içindeki pek az bir menfaat uğruna ahiretlerini heba ederler. Peygamber aleyhisselâm böyle kimseleri şöyle vasfeder.

“Akıllı kimse nefsini hesaba çeken ve ölümden sonrası için amel eden kimsedir. Aciz kimse ise nefsini hevâsına tabi olan ve Allah hakkında boş temennilerde bulunan kimsedir.”[3]

“Herkes yarın için ne takdim ettiğine dikkat etsin”[4] mealindeki ayeti kerime de ölüm sonrası için çalışanların ne kadar isabetli ve akıllıca davranmış olduklarını göstermektedir.

İmanın dînî terim olarak tanımı; Allah’ın varlığına, birliğine O’ndan başka ilâh olmadığına ve Hz. Muhammed aleyhisselâm’ın O’nun kulu ve elçisi olduğuna yürekten inanmak (tasdik) ve dil ile söylemektir (ikrar). Aynı zamanda Meleklerine, kitaplarına, Rasûllerine, ahiret gününe, hayır ve şerri ile kadere imanı da içerir. Bu esasları kabul edip inanan kişi de mümin bir kişi olur.

İman ehli olmak İslâm inancında kişiyi Allah katında yücelten ve onu yaratılışındaki en üstün değerine çıkaran bir durumdur. İman kişinin Esfeli Safilîn’den Ahseni’t-Takvim derecesine yücelmesine sebep olur. Hayvanlardan bile daha aşağı derecede iken bu durumdan kurtulmasına ve Allah’ın kendisine uygun gördüğü Eşrefi mahlûkat değerini elde etmesine sebep olur. İman sayesinde kişi dünyada ve ahirette Allah’ın yardımını elde eder. Allah’ın sevdiği kulları arasındaki yerini alır. Allah’ın gazabından çıkıp rahmetini umar. Ahirette Allah’ın sevdiği diğer tüm kulları ile birlikte olmaya hak kazanır. Ebedi mutluluğa nail olur. İman insanı her iki âlemde esenliğe kavuşturan ve önceki hayatını tamamıyla değiştiren, öncesinde işlediği hangi türden olursa olsun tüm günahların affına sebep olan Allah’ın bahşettiği mükemmel bir nimettir. 

İnsan iman ile kemal bulur. İman ile rahmete nail olur. İman etme vasfı kişiyi şeytanın safından Allah’ın safına geçirir. O ana kadar Allah’ın düşmanı olup gazabı hak eden bir kişi iken rahmete kavuşan ve ebedi saadeti hak eden kişilerin arasına girmesine vesile olur.  

Merhum Mehmet Akif’in tabiriyle “İmandır o cevher ki ilahi ne büyüktür. İmansız olan paslı yürek sinede yüktür.” mısralarıyla ifadesini bulan kıymetli bir mücevherdir. Kalbin pasını gideren onu ışıl ışıl aydınlatan pek büyük bir hazinedir. Dünyanın en kıymetli cevherlerinden daha mühim bir değerdir. 

İman kişiyi ahiretin sıkıntılarından kurtaran onu koruyup muhafaza eden bir zırhtır. İman elbisesini giyen kişiyi ifade yerinde ise yazın sıcağından kışın da soğuğundan koruyan bir örtüdür. Ona zarar verecek şeylere karşı bir kalkandır. Şeytanın tuzaklarına ve vesveselerine karşı sığınılacak bir limandır. Salihlerin ve Sıddıkların kendisi ile necat bulduğu, Peygamberlerin ve tabilerinin sayesinde teselli buldukları, sabır ve kurtuluş reçetesidir.

İman bize kaybettiğimiz değeri kazandıran yüce bir nimettir. Sevdiğimizle buluşmaya vesile olan en kıymetli yitiğimizidir.

Kişi iman sayesinde kâfirlerden ve münafıklardan ayırt edilir. İçinde imanı sindiremeyen kimselerin Allah katında hiçbir değeri yoktur. Onlar iman etmedikleri için Allahu Teâlâ’nın bütün ikramlarından özellikle de iman ehli kişilere has olacak nimetlerden mahrum kalacak kişilerdir. Ne kadar büyük bir hazineden mahrum kaldıklarının şuurunda olmayan kimselerdir. Dünyanın pek az menfaatına kendilerini kaptırmış, gözlerini dünyanın pek değersiz geçimliklerinin bürüdüğü şaşkın kimselerdir. Fayda-zarar hesabını yapamayan, az olup kendisinden pek de yararlanılamayan yakın menfaati, çok olan uzak menfaate tercih edenlerdir. Bu sebeple de hüsrana uğrayanların ta kendileridirler. 

Ne yazık dünyası uğruna ahiretini feda edenlere! Ne yazık az bir geçimlik uğruna ebedi saadetten mahrum kalanlara!

İmanın ne kadar önemli olduğunu Peygamber efendimiz şu hadisi ile dile getirmiştir: “Kalbinde buğday, arpa ve zerre ölçüsü iman olduğu halde Allah’tan başka ilah yoktur. Muhammed O’nun elçisidir diyen kimse cehennemden çıkar.” [5]

Velev ki iman az dahi olsa kişinin cehennemde ebediyyen yanmasını önleyen çıkış biletidir.

İmam Ahmed b. Hanbel ve Tirmizi’nin “hasen-garip” diyerek rivayet ettiği, yine Hakim el-Müstedrek; Beyhaki, Şuabu’l-iman adlı eserinde İbn Ömer’den rivayet ettiklerine göre, Peygamberimiz aleyhisselâm şöyle buyurdu:

“Allah kıyamet günü, ümmetimden bir adamı -insanların gözü önünde- hesaba çeker; her biri dosyası gözün uzandığı yer kadar uzun olan doksan dokuz dosyayı ortaya koyar ve o kimseye,

“Söyle bakalım, sen bunları inkâr ediyor musun? Yoksa amelleri kaydeden melekler sana zulüm mü ettiler?” diye sorar. Adam:

“Hayır ya Rab!..” diye cevap verir. Bu defa Allah:

“Peki, senin bu konuda söyleyeceğin bir özrün / bir mazeretin var mı?” diye sorduğunda, adam

“Hayır ya Rab!” der. Bunun üzerine Allah şöyle buyurur:

“Fakat senin bizim nezdimizde mevcut olan bir iyiliğin vardır. Bugün sana asla zulmedilmez.”

Derken içinde “Eşhedü en Lâ ilâhe İllallâh ve Eşhedu Enne Muhammeden abduhû ve Rasûluhu.” yazılı bir bitaka (küçük bir evrak- kartvizit) çıkartılır ve kendisine:

“(karşılaştırılacak olan bu iki dosyanın) tartıldığı yerde hazır ol.” denilir. Adam:

“Bu küçük bir evrakın bu devasa doksan dokuz dosyanın yanında ne değeri var ki!..” der. Kendisine:

“Sana asla zulmedilmez” denilir ve o devasa doksan dokuz dosya bir tartının bir kefesine, o küçük dosya da öbür kefesine konur. Ve o doksan dokuz dosyanın bulunduğu kefe havaya kalkarken, (içinde kelime-i şehadet bulunan) diğer dosya ağır gelir. Zaten yüce Allah’ın ismine hiçbir şey daha ağır gelmez.”[6]

İmanın esası olan ve ikrarı ile iman ehlinden olunan “kelime-i tevhid”i söylemek, manasını da bilmeyi gerektirir. Bizler bu kelimeyi söylerken öncelikle ilahlığa soyunan tüm sahte ilahları reddediyor ve onları tanımadığımızı ilan ediyoruz. Onların bize tahakkümünü reddediyor, onları asla kabul etmediğimizi haykırıyoruz. İlah olarak karşımızda duran ne varsa onları bir sözümüzle yerle bir ediyor, onlara boyun eğmeyeceğimizi bildiriyoruz. Allah’ın dışında ilahlık makamına geçmeye yeltenenlere hadlerini bildiriyor, asıl ilah olan Allah ile asla boy ölçüşemeyeceklerini onlara söylüyoruz. 

Aynı zamanda bu sözlerimizle kendimize de ayar veriyor, ilah makamına koyduğumuz ne varsa, makam-mevki, sevgili, müzik, sanatçı, futbol, yönetici, lider, şehvet, para vs. bunların hiçbirini asıl ilah olan Yüce Allah’tan daha fazla sevmeyeceğimize, asla daha fazla önemsemeyeceğimize, en fazla Allahu Teâlâ’yı düşünüp O’na kulluğa zaman ayıracağımıza, O’nun buyruklarını baştacı yapacağımıza, O’nun adıyla kalkıp O’nun adıyla yatacağımıza, her an O’nu zikredeceğimize, O’nun kitabıyla meşgul olup O’nun emirlerini yerine getireceğimize bunun dışında kim olursa olsun asla bizim yanımızda daha fazla bir öneme sahip olamayacağına dair Allah’a söz veriyoruz. 

Rasûlullah aleyhisselâm’ı tek önder kabul edip onun sözlerine göre hayatımızı şekillendireceğimize, onun sözünden dışarı çıkmayacağımıza, dünyamız ve ahiretimiz için onu rehber ve önder olarak kabul ettiğimizi bildiriyoruz. Onun sünnetine tabi olacağımıza, ona muhalefet etmeyeceğimize, onun bizim için yaptığı tercihleri kabul edeceğimize, onun bir dediğini iki etmeyeceğimize dair söz veriyoruz. Onu kendi nefsimizden daha fazla sevmedikçe iman etmiş olamayacağımızın şuurunda olduğumuzu bildiriyoruz. Hiçbir kimseyi onun önüne geçirmeyeceğimize dair beyanatta bulunuyoruz. İşte İmanımızı beyan ettiğimiz Kelime-i Tevhidin manası…

Bizler Kelime-i Tevhidi söylemekle Allahu Teâlâ ile bir anlaşma imzalıyoruz. O’nu en üstün kabul edeceğimize ve sözümüze uygun hareket edeceğimize dair cennet karşılığında Rabbimizle anlaşma imzalıyor ve bu hususlara dair söz veriyoruz. İşte Mekke müşriklerinin söylemekten çekindikleri bu söz… Gereğini yapmaktan imtina ettikleri bu sözü bugün insanlar bilinçsizce söylüyorlar. Hayatlarında hiçbir şey değişmiyor. Söylenip unutuluyor, zaman zaman da tekrar edilerek, eski hayatlara kaldığı yerden devam ediliyor. Oysa öncekilerde bu sözü söyleyip olduğu gibi hayatlarına devam edebilirlerdi. Hayatlarını hiçbir şekilde değiştirmeden zevki sefa içerisinde yaşayıp gidebilirlerdi. Neden acaba bu sözü söylemediler, söylemekten çekindiler? Telaffuzu çok mu zordu ki? Dilleri mi dönmüyordu? Tabi ki değil. Onlar Arap’tı ve bu kelimeler kendi dillerinden olan ve manasını çok iyi bildikleri kelimelerdi. O zaman başka ne olabilirdi ki? Söz verip de yine sözlerine muhalefet etseler yarın Allah katında da mazeret beyan etseler olmaz mıydı ki? (Haşa) Allah’ı kandırabilirler miydi? Allah kalplerin özünü en iyi bilendir. Onlar bunu çok iyi bildikleri için yaşam kalitelerinden, zevklerinden, şehvetlerinden vazgeçemediler. Bunları terk edip vahye teslim olmak zor geldi onlara… Yaşamlarının ilk bölümlerini bir çırpıda silip yeni bir hayata başlamak zor geldi onlara… Çünkü şu ana kadar elde ettikleri hiçbir şey artık kendileri ile birlikte devam edemeyecek, alışık oldukları isteklerini frenlemek ve terk etmek zorunda kalacaklar, bunun yerine Allah ve Rasûlünün istediği bir hayatı yaşayacaklar… İşte bu zor geldi onlara, bu yüzden de vazgeçemediler cahiliye yaşamlarından… Vazgeçemediler tüm eski alışkanlıklarından… İlahı teke indirmenin kendilerinin menfaatine yönelik zararlarından… İşte bu yüzden iman etmediler.

Günümüz insanlarının uyanma zamanı çoktan gelmiş geçmektedir. Eğer bu gidişatımıza bir dur demezsek halimiz vahimdir. İman ehli olabilmek fedakârlık ister, teslimiyet ister. Bizler rahatlığımızı feda edebilecek miyiz? Vahye teslim olabilecek miyiz? Başka yolu yok… Müslüman isek adımız “Teslim olan” manasına geliyor, o zaman gereğini yapacağız. İmanın gereklerini öğrenip ona göre yaşayacağız. Kurtuluşumuz buna bağlı. Vakit kaybetmeden, durup düşünmeden kaybettiğimiz zamanı telafi etmek için imanın bizden istediklerini yapacağız. Bu yolda devam edeceğiz. Rabbimize söz verip gereğini yerine getireceğiz. Haydi, şimdi Rabbimize söz verme zamanı… Söz verenler nerede? 

Selâm ve Dua ile 


[1]Bakara, 13 .

[2]Bakara, 14.

[3]Tirmizi, Kıyame,25; İbni Mace, Zühd, 31, Ahmed b. Hanbel, müsned, IV,124; Hakim, Müstedrek,IV, 251.

[4]. Haşr,18.

[5]Buhari, İman,33; Tirmizi, Cehennem, 9; İbni Mace, Zühd,37.

[6]İbn Mace, Zühd, 35; Tirmizi, İman, 17.