Nebevi Aile – Halime Yılmaz / 2022 Temmuz / 116. Sayı
Son peygamber Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’ in ümmeti, ahir zaman ümmetidir. Birçok ahir zaman fitnesine maruz kalıp imanını koruması oldukça zor olmasına karşın Müslüman ümmet, diğer ümmetlerin önderi kabul edilmiştir. Sonradan gelip önceki ümmetlerin önünde olmalarını sağlayan yegâne özellikleri yaşam tarzı olarak “vasat” olmalarıdır.
“Böylece sizler insanlara birer şahit (ve örnek) olasınız ve Peygamber de size bir şahit (ve örnek) olsun diye sizi vasat bir ümmet yaptık…” (Bakara, 143)
Ayette zikredilen ve bu ümmeti diğer ümmetlerin önüne geçiren vasatlık ne anlama gelir?
Vasat; merkez, orta, sıradan ve normal gibi anlamlara gelen bir terimdir. Vasat dengeli ve adil demektir.
Bu ümmet, dünya ile ahiretin dengesini kurma görevini üstlenmiştir. Ümmette denge, ibresini şaştığında orada aşırılık başlar. Bu da tüm insanoğlunu helake sürükler.
Mevdudi, bu ayetin tefsirinde şunları söylemiştir:
“Bu, İslam ümmetinin önderliğinin ilân edilmesidir. “Böylece” (Kezalik) sözü hem Hz. Muhammedsallallahu aleyhi ve sellemhem de kıblenin değiştirilmesini kastetmektedir. Müslümanlar kendilerinin “vasat ümmet” olmalarını sağlayan üstün meziyetlere, hidayete tabi olarak ulaşmışlardı. Kıblenin, Mescid-i Aksa’dan Kâbe’ye çevrilmesi ise İsrailoğulları’nın önderlik görevinden alınıp, yerine Müslümanların konulduğunu gösteriyordu. Bu nedenle kıblenin Kudüs’ten Kâbe’ye çevrilmesi beyinsizlerin sandığı gibi sadece bir yön değişikliği değil, aslında önderlik görevinin İsrailoğulları’ndan alınıp Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’einananlara verildiğinin ilanı idi.
Arapça “Ümmet-i Vasat” kelimesi başka bir dilde hiçbir kelimenin tam anlamını ifade edemeyeceği kadar geniş anlamlıdır. O, belirli sınırları aşmayan, orta yolu izleyen, diğer milletlere âdil davranan ve diğer milletlerle olan ilişkilerini hak ve adalete dayandıran doğru ve soylu bir toplumdur.
“Böylece biz sizi, insanlara şahit (ve örnek) olmanız için vasat bir ümmet kıldık; peygamber de üzerinizde bir şahit olsun” ayetinin anlamı:
Bütün insanların bir araya toplanacağı kıyamet gününde her peygamberden, kendisine vahyolunan Hakk’ı hiç gizlemeksizin söz ve fiil ile ümmete tebliğ ettiğini ispatlayacak deliller göstermesi istenecektir. Buna karşılık ümmetten de, peygamberden aldığı şekliyle Hakk’ı söz ve fiil ile diğer insanlara tebliğ etmek için elinden geleni yaptığını gösterir deliller istenecektir.
Şuna da dikkat edilmelidir ki Allah, önderlik şerefiyle, insanlar önünde Hakk’a şahitlik etme görevini aynı düzeyde tutmaktadır. Önderlik şerefli bir konum olmakla birlikte, yanında birçok şerefli sorumlulukları da getirmektedir. Bu görev peygamberin diğer insanlara şahitlik etmesi gibi İslam toplumunun diğer insanlar önünde hakkın, doğruluğun ve adaletin yaşayan şahitleri olmalarını ve hakkın, doğruluğun ve adaletin anlamını tüm dünyaya göstermelerini gerektirir. Bu görev sebebiyle hesaba çekilecek İslam toplumuna çok büyük sorumluluk düşer. Nasıl Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Allah’ın hidayetini tebliğ etmekle görevli idiyse, aynı şekilde müminler de hidayeti diğer insanlara tebliğ etmekle sorumludurlar. Eğer Allah huzurunda bu görevi ellerinden geldiğince iyi bir şekilde yerine getirdiklerini gösteremezlerse orada cezalandırılacaklardır. Eğer Hakk’ın şahitleri olarak görevlerinde en ufak bir gevşeklik göstermişlerse, kendi kötü amelleri ile birlikte kendi önderlikleri zamanında yayılan kötülüklerden de sorumlu tutulacaklardır. Kıyamet gününde Allah şöyle soracaktır: “Dünyayı kasıp kavuran sapıklık, zulüm ve günah salgınını gördüğünüzde onu engellemek için ne yaptınız?”
Allah bu ümmeti, diğer ümmetlere ve onların peygamberlerinin dinlerini tebliğ ettiğine şahitlik yapmaları için dengeli bir ümmet kılmıştır. Ebu Said el-Hudri’den rivayete göre Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Kıyamet gününde Nuh peygamber getirilir ve ona ‘Tebliğ ettin mi?’ diye sorulur. Nuh ‘Evet, tebliğ ettim Ya Rab!’ der. Ardından Nuh’un ümmetine ‘Nuh size tebliğ etti mi?’ diye sorulur. Onlar da ‘Bizi uyaran bir uyarıcı gelmedi’ derler. Nuh’a ‘Senin şahitlerin kimdir?’ denilir. Nuh da ‘Muhammed ve ümmetidir’ der. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem sonra: “Böylece sizi vasat bir ümmet kıldık” ayeti bu manadadır” buyurdu. “Vasat” adalet demektir. Siz çağrılacaksınız ve onun tebliğ ettiğine şahitlik yapacaksınız. Daha sonra da ben size şahitlik edeceğim.”
Rabbimiz bizi vasat kılarak diğer ümmetlere şahit kılmakla bize büyük bir lütuf bahşetmiştir. Siz bir hâkim olsanız ve bir olaya şahit getirmek isteseniz hangi özellikte bir şahit ararsınız?
Güler yüzlü, merhametli, zeki, becerikli ve vasat (dengeli ve adil) özelliklerinden hangi özelliği ağır basanı şahit kılardınız? Sevdiği de olsa düşmanı da olsa ortada duran ve adaleti gözeten ve duyguları ile aklının dengesini kurabilen kişi, önceliğiniz olurdu. Burada da durum öyledir. Bu ümmet, dengeli oluşuyla diğer ümmetlere üstün kılınmıştır. Geçmiş ile gelecek arasındaki denge, bu ümmetin varlığındadır. Ama bu ümmetin yok olması veya dengesini kaybetmesi, kıyametin kopuşunu beraberinde getirir.
Dikkat edin! Rabbimiz bizim vasatlığımızı övmektedir. Bu, şu anlama gelmektedir: Bu ümmet her şeyini kaybedebilir, ama vasatlığı kaybetmemelidir. Ahir zamanda imanı korumanın en önemli yolu vasatlıktır. Peki, hangi konuda vasatlık? Tabi ki dini yaşama konusunda. Diğer yandan bu dengeli durum Müslümanların, ilimde rüsuh sahibi olmalarının ve dinde tefakkuhlarının önünde engel değildir. Önce rüsuh ve tefakkuh ile ilgili ayetleri verelim, ardından bu kelimelerin manalarını öğrenip bunların neden vasatlığa mani olmadıklarını açıklayalım:
“O, sana Kitab’ı indirendir. Onun (Kur’an’ın) bazı âyetleri muhkemdir, onlar kitabın anasıdır. Diğerleri de müteşabihtir. Kalplerinde bir eğrilik olanlar, fitne çıkarmak ve onun olmadık yorumlarını yapmak için müteşabih âyetlerinin ardına düşerler. Oysa onun gerçek manasını ancak Allah bilir. İlimde derinleşmiş olanlar ‘Ona inandık, hepsi Rabbimiz katındandır.’ derler. Ancak akıl sahipleri düşünüğ öğüt alır.” (Âl-i İmran, 7)
“(Ne var ki) müminlerin hepsi toptan seferber olacak değillerdir. Öyleyse onların her kesiminden bir grup da din konusunda köklü ve derin bilgi sahibi olmak ve döndükleri zaman kavimlerini uyarmak için geri kalsa ya! Umulur ki sakınırlar.” (Tevbe, 122)
İlk ayette “İlimde derinleşmiş (Rasihler) olanlar” ikinci ayette ise “din konusunda köklü ve derin bilgi sahibi olmak (tefakkuh)”tan bahsedilmiş ve iki durum da övülmüştür. Diğer yandan dinimiz aşırılığa karşıdır ve her işte aşırılıktan sakındırmaktadır.
İbni Abbas radıyallahu anhuma anlatıyor: “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Akabe (taşlaması) sabahı, bineğinin üzerindeyken:
‘Bana (taş) toplayıver!’ dedi. Ben de (şehadet ve başparmaklarla atılabilecek büyüklükte) ufak taşlardan onun için topladım. Avucuna koyduğum sırada: ‘İşte bunlar gibi. Dinde aşırılıktan sakının. Sizden öncekileri, dinde aşırılıkları helak etmiştir!’ dedi.”
Rüsuh: Bir şeyde kökleşmek, bir alanda geniş bilgi sahibi olmak, içine işlemek, iyice yerleşmek, sağlam olmak demektir.
Tefakkuh: Bir şey hakkında derin bilgi edinmek, bir şeyi iyice anlamak, bir şeyi öğrenmeye kendini adamak demektir.
Tüm bu nassları ve bunlardaki kavramların manalarını cem ettiğimizde ise şu ortaya çıkmaktadır:
İslami ilimlerde ve dini anlamada geniş bilgi sahibi olmak, kendini bunları sağlam bir şekilde öğrenmeye adamak, bu bilgilerin zihninde ve ruhunda kökleşmesi için onları pratiğe dökmek, bu ümmetin programlandırıldığı vasat ve dengeli yaşam tarzını hayata geçirebilmesi için ön şarttır. Yani dini vasat yaşamak için onda derin bilgiye sahip olmak şarttır. Bu öyle bir bilgidir ki kişiyi sadece adalete, dengeye ve orta yollu yaşama götürür. Her şey zıddıyla kaim olduğu gibi burada da durum aynıdır. Dinde derin bilgiye sahip olmayan, onda aşırıya kaçar. Allah emretmediği halde takva sahibi olmak gayesiyle bile ileri gidebilir. Zira o konuda vasatı yakalayacağı bir ilmi, henüz elde edememiştir. Ancak bu minvalde ilerleyenler, genelde daha çok ön plana çıkar ve halk nazarında tutulurlar. Zira aşırılığı seven, aşırıya meyleder. Diğer taraftan dinde derin bilgi sahibi olanlar da dışlanır ve bulundukları çağ insanları tarafından garip bırakılırlar. Zira Peygamberin sallallahu aleyhi ve sellem’in buyurduğu gibi:
“İslam, şüphesiz garip olarak başladı ve günün birinde garip hale dönecektir. Ne mutlu o garip müminlere!”
Gariplerin kim olduğunu soran Abdullah bin Mesud’a, Peygamberimiz “Kabilelerinden dinleri için ayrılıp uzaklaşanlardır.” buyurmuştur.
Sözün özü, İslam bu ümmete ilimde derinleşip, dinde (yaşam şeklinde) vasat (dengeli, adil, orta yollu) olmayı emretmektedir. Kişinin yaşamında yakaladığı denge onun, özünü bulmasına, Rabbini razı etmesine, sosyal ilişkilerinin dengeli ve mutlu ilerlemesine vesile olacaktır.
Sevgide ölçü mutluluk, düşmanlıkta ölçü adalet, dinde ölçü vasatlık, eğitimde ölçü ahlak getirir.