Kapak Dosya – Ahmet İnal / 2021 Temmuz / 104 . Sayı
İslam dünyası neredeyse son iki yüzyılını buhranlara, sıkıntılara kurban etmiş durumdadır. Bu sıkıntılar kimi zaman dini kimi zaman askeri kimi zaman sosyal kimi zaman da siyasal alanda karşımıza çıkar. Tezahürleri farklı olmakla birlikte özünde hepsi aynı saikten kaynaklanmaktadır ki; bu da kimlik krizinden başkası değildir. Aslından kopmuş ancak başka bir kimliğe de uyum sağlayamamış olan Müslümanlar uzun dönemdir çözüm arayışları sadedinde debelenip durmaktadır. Bu arayışlar henüz bir neticeye ulaşmamış olsa da varacağı noktanın çok da hayırlı bir yer olmayacağı hissi, ümmetin fertleri olarak herkesi üzmektedir.
Efendimiz aleyhisselam’ın bir hadis-i şerifi var ki; yaşadığımız modern dünyanın başımıza açtığı sıkıntıların sebepleri de çözümleri de onda yatmaktadır. İhtiva ettiği hüküm ve hikmetlerin zenginliği açısından bizim için son derece önemli olan hadis-i şeriflerden bir tanesidir.
Sevban’dan radıyallahu anh rivayet edildiğine göre Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
“Yakında milletler, yemek yiyenlerin (başkalarını) çanaklarına (sofralarına) davet ettikleri gibi, size karşı (saldırmak için) birbirlerini davet edecekler.”
Birisi: ‘Bu o gün bizim azlığımızdan dolayı mı olacak?’ dedi.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, ‘Hayır, aksine siz o gün kalabalık, fakat selin önündeki çer çöp gibi zayıf olacaksınız. Allah düşmanlarınızın gönlünden sizden korkma hissini soyup alacak, sizin gönlünüze de vehn atacak.’ buyurdu.
Yine bir adam: ‘Vehn nedir ya Rasûlullah?’ diye sorunca:
‘Vehn, dünyayı (fazlaca) sevmek ve ölümü kötü görmektir.”[1]
Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem düşmanlarımızın üzerimize ne denli saldıracaklarını, bu esnada bizim hangi durumda olacağımızı haber vermiştir. Ancak savaşa ya da askeri bir saldırıya dair açık bir ibare olmamasına rağmen bu taarruzu sadece askeri alana hamletmek hadisin ihtiva ettiği manaları eksik bırakacaktır. Hadis-i şerifte düşmanlarımızın birbirlerini davet edecekleri husus herhangi bir kayıtla sınırlandırılmadığı için bu durumu genel olarak değerlendirmek gerekir. Öyleyse hadis-i şeriften çıkacak mana; İslam düşmanlarının akla gelebilecek her alanda Müslümanlara saldırıda bulunacakları ve hatta bu hususta aralarındaki ihtilafları bir kenara bırakıp tüm küffarı bu eylemlerine davet edecekleridir. Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem‘in bu durumu bir yemek kabına/çanağa benzetmesinden de yapılan davetin onlar için iştah kabartan ve icabeti gerektiren bir davet olduğu sonucu çıkarılabilir.
Hadisin günümüzdeki karşılığına gelecek olursak; İslam topraklarının özellikle Osmanlı Devleti’nin yıkılışından sonra Avrupalılar için paylaşılacak bir pasta gibi görüldüğü, bu pastadan pay almak için önce birbirlerini davet ettikleri sonra da aralarında güç esasına göre pay ettikleri aşikardır. Kendi menfaatleri uğruna iki tane dünya savaşı yaparak kendi vatandaşlarını zor duruma düşürmeleri, İslam topraklarına akınlar düzenleyerek de ümmet-i Muhammedi yersiz, yurtsuz, anasız, babasız bıraktıkları su götürmez bir gerçektir. Bunlar acı da olsa bizim hakikatlerimizdir. Ancak daha acı olanları da vardır ki; dikkatler buralara pek çekilmez.
Müslümanlar özellikle son yüzyılda askeri saldırılardan çok daha tehlikeli olan fikri saldırılara maruz kalmış ve bunlara karşı herhangi bir mukavemet gösterememiştir. Toprağa yapılan saldırı elimizden yurtlarımızı alırken inanca yapılan saldırı kalplerimizden imanımızı çalmaktadır. Mücadeleler sonucu vatanlar belki geri alınabilir ancak inançlar öyle değildir. Çıktıkları yere tekrar dönmeleri çok zordur. Bu bakımdan inançlara ve fikirlere karşı açılan savaşları çok daha fazla önemsemek gerekir.
Önceki dönemlerde ulemamız Müslümanları itikadi sapıklıklardan korumak için “milel ve nihal, fırak” türünde eserler kaleme alır, batıl din ve fırkaların inanışlarını ortaya koyarak İslam’a uymayan yönlerini izah ederlerdi. Böylece ilim tedris etme imkânı bulamayan Müslümanlar tabi oldukları âlimlerinin himayesinde bu tehlikeleri bertaraf etmiş olurlardı. Ancak günümüzde ümmet-i Muhammed büyük ölçüde ilmi geleneğini ve hakkı cesurca dile getiren âlimlerini yitirdiği için savunmasız kalmış durumdadır. Ve neticede hayatın her alanında kendisini bir ahtapot gibi saran ideoloji ve izmlerin tahakkümüne maruz kalmıştır.
İDEOLOJİ/İZM NEDİR?
Müslümanlar olarak içinde bulunduğumuz durumun vahametini anlamak için öncelikle meseleyi kavramsal olarak kısaca özetlemek gerekecektir.
“İdeoloji” ya da “izm” günlük hayatta sıkça kullandığımız ama mahiyetinden ve tarihsel sürecinden bihaber olduğumuz kavramlardandır.
İlk defa Fransız devriminden (1789) sonra Avrupa’da kullanılmaya başlanan ideoloji kavramı; belirlemiş olduğu ilkelerle bireyleri, toplumları, kurumları, partileri, devletleri yönlendiren düşünce sisteminin tamamına verilen isimdir.
Fransız devrimiyle boy gösteren Rönesans ve Aydınlanma çağı olarak isimlendirilen süreçte eski totaliter rejimlere isyan bayrağı çeken Avrupa toplumları bu sefer de düşünce özgürlüğü adı altında kendilerine sınırlar çizen ideolojilerin boyunduruğu altına girmişlerdir. Bu süreçten sonra izm adı altında yeni fikrî akımlar türemiş önce Avrupa toplumlarını istila etmiş sonra da zayıflamanın etkisiyle yeni arayışlara giren Müslümanlar arasında yayılmaya başlamıştır. Şunu belirtelim ki; Avrupa menşeli olan bu düşünce akımlarının İslam dünyasında çok ciddi etkiler uyandırması, peşinden binleri, milyonları sürüklemesi çok mümkün değildir. Vakıada bakılacak olursa İslam topraklarında tam anlamıyla sosyalist, komünist ya da liberalist kaç kişi bulabiliriz ki! Ancak sayı bakımından nüfuz alanlarının dar olması tehlikeli olmadıklarını göstermez. Daha öncede dediğimiz gibi fikri taarruzlar her zaman için tehlikelidir. Hiçbir başarı elde edemeseler sadece tek bir Müslümanın evladını ifsat etseler bile bu bizim için büyük bir kayıp olacaktır. Çünkü tamamen hak bir dinin mensupları olarak batıl ideolojilere kurban vermeye tahammülümüz yoktur.
İdeolojilerin batıl olmaları şu husustan ileri gelmektedir.
1– Kaynakları İslam değildir. Söylediğimiz gibi birçoğu Avrupa’nın dinsizleştiği, materyalizme evrildiği rönesans ve aydınlanma çağı dediğimiz süreçte peyda olmuştur.
2– İdeoloji/izm’ler tamamen dünya eksenlidirler. Ölümden sonrası için tek bir kelamları dahi yoktur. İdealleri dünya namınadır. Buna rağmen dünya hayatını da hakkıyla imar edebildikleri, insanlara vadettikleri mutluluğu sağlayabildikleri hiçbir zaman vaki değildir.
3– İdeolojiler Cemil Meriç’in ifadesiyle “idrakimize giydirilen deli gömlekleri”dir. Gömleğin bedeni örtüp kapatması gibi izm’ler de insanın idrakini, basiretini köreltir ferasetini yok eder.
4– İdeolojiler insana tanınan hürriyeti kısıtlar. Fertleri kendi koyduğu kalıplara hapsederek farklı düşünmekten alıkoyar. Bu da temelinde kendi teziyle çelişkili olması demektir.
5- İdeoloji/izm’ler insanları birleştirmek yerine böler, ayrıştırır.
BİZİM DAVAMIZ BİR İDEOLOJİ DEĞİLDİR!
İdeoloji kavramı kimileri tarafından müspet anlamda bir dava için de kullanılmıştır. Örneğin az önce bir sözünü aktardığımız Cemil Meriç’e göre ideolojiler aslında temelinden kötü değildir. Düşüncenin gelişmesi için gerekli olan şeylerdir. Ona göre İdeoloji’yi kötü gösteren şey cahillerin yanlış tutumlarıdır. Bu bağlamda şu ifadeleri kullanır: “İdeolojiler tehlikelidir, amenna gelişmemiş beyinler için. Ama uzak denize açılanlar pusuladan vazgeçemez. Kaosu kozmos yapan insan zekâsı tecrübelerini ideolojilerde sergilemiş…”[2]
İdeolojiler hakkında “idraklerimize giydirilen deli gömlekleri” ifadesini kullanan birisinin bu sözleri sarf etmesi ilginçtir doğrusu! İdeolojilerin “gelişmiş beyinler için bir pusula” gibi görülmesi kabul edilemez bir durumdur. Düşünceyi geliştirici bir kitabımız ve bunu tatbik edici şaşmaz yolumuz mevcut iken, bu kadar ilmi zenginliğe sahip bir dinimiz ve kültürel mirasımız varken, batının ürettiği kokuşmuş bir kavrama ya da düşünce sistemine ihtiyacımız yoktur. Bizim dinimiz ideolojiler üstü bir dindir. Kaynağını doğrudan âlemlerin Rabbinden alır. Kitabımız da en büyük zenginliğimizdir. Çünkü aklı, aklı verenin ölçüsüyle kullanmamızı öğretir bize. Velhasıl aştığımız okyanuslar da bellidir kullandığımız pusula da!
SÖZLÜKÇE
1- RADİKALİZM
Diğer adıyla, Fundamentalizm/ Köktencilik/ Köklü Değişimcilik
Latince asıllı bir kelime
Müslim ya da gayri müslim bazı kimselerin birtakım Müslümanlar için kullandığı kavram
Birtakım Müslümanların kendileri için kullanılmasından hoşlandığı isimlendirme
Müminler için en güzel isimlendirmeyi Rabbimiz yapmıştır. Bunun ötesinde Müslümanların bir kısmı için Avrupa’nın ürettiği bir kavramı kullanmak ya da bu kavramı bir Müslüman olarak kendisi için onur ve şeref vesilesi saymak yanlıştır.
“O size hem daha önce hem de bu Kur’an’da ‘Müslümanlar’ adını verdi ki peygamber size şahitlik etsin, siz de insanlara şahitlik edesiniz.” (Hac, 78)
2- SOSYALİZM
Üretim araçlarını devletin kontrolüne bağlayan, emekçilik adı altında işçileri bir sınıf olarak görüp sömüren ve özel mülkiyeti reddeden sistem
İnsanı ekonomi üzerinden tanımlayan düşünce
Eşitliği adalet gibi gösteren hezeyan
Tepki gören komünizmin kibarcası
1950-60’lı yıllarda İslam dünyasının gündemini boş yere işgal eden ideoloji
Anadolu Sosyalizmi, İslam Sosyalizmi adıyla Müslümanlara mal edilmek istenen düşünce
3- MODERNİZM
İnsan aklını temel alan, geçmişi tedavülden kaldıran, bilimsellik çığırtkanlığı yapan ideoloji
Mimari, kültür ve sanat alanlarıyla birlikte inanca da saldıran akım
İslam Modernizm’i safsatasıyla müslümanların din anlayışını temelden değiştirip her şeyi akla göre yorumlayan sistem
Mealcilik, Kur’ancılık, Tarihselcilik akımlarının üst başlığı
4- FEMİNİZM
Cinsiyet ayrımcılığını reddeder gibi görünüp kadını daha üstün kabul eden ideoloji
Kadın erkek eşitliğini savunan ama bunu bile mumla aratan zihniyet
Kadına özgürlük sloganıyla kadının etinden sütünden yününden yararlanan sömürü
Kadını iş hayatına atıp bebekleri anasız, erkekleri işsiz, kadınları mutsuz yapan sistem
Kadının ayarlarıyla oynayıp aile yapılarını tarumar eden olgu
5- DEİZM
Tanrı var; ama kitap, peygamber, din yok’un Türkçesi.
Hem yaratıcıyı kabul edelim hem de istediğimizi yapalım düşüncelerinin sentezi
(Haşa ve kella) Yaratıcıyı tatile gönderen düşünce
Hristiyanlığın tahrif edilmiş metinlerinin sebep olduğu buhran
Allah’ı âlemden ve insandan uzaklaştıran yanlış bir aşkınlık anlayışına sahip deist iddianın aksine Allah “Yerin ve göklerin nurudur.” (Nur, 35) ve insana “Şah damarından daha yakındır.” (Kâf, 16)
[1]. Bk. Ebu Davud, Melahim, 5, el-Müsned, 2/359.
[2]. bk: Hüseyin Cemil Meriç’in Batı Medeniyeti Hakkındaki Düşünceleri, Rezzan Yücer, Karatay Sosyal Araştırmalar Dergisi, Sayı: 2, 2019 Bahar