Olaylar Ve Yorumlar – Nedim Bal / 2016 Mart / 40. Sayı
Bismillahirrahmanirrahim
1980’lerin hemen akabinde iki önemli sosyal proje devreye sokuldu. Birincisi; “ALTIN NESİL” projesi. Bu proje, ABD’nin, F.GÜLEN kontrolünde devreye soktuğu bir proje idi. Dönemin Başbakanı ve Cumhurbaşkanı Turgut Özal’dan da devlet desteği almış derin bir projeydi. İkincisi ise; “FIRTINA KUŞAĞI GENÇLİĞİ” projesi. Bu proje de, küresel küfrün A.ÖCALAN önderliğinde devreye soktuğu bir projeydi. Örgüt, kuruluş aşamasında Rusya’dan; ideolojik, lojistik, askeri destek alırken daha sonraları tamamen ABD ve İsrail’in kontrolüne girdi. En rahat olduğu, sığınma ve parasal destek aldığı ülkelerse; Almanya, Fransa, Belçika ve diğer Avrupa ülkeleriydi.
PKK, tam 40 yıldır Kürt gençleri etki altına almak için sistematik bir çaba harcıyor. Örgüt; 90’lardan sonraki genç kuşağı etkisi altına almayı başardı da. Onlara “fırtına kuşağı gençliği” deniliyordu. Bu gençlere kurgusal ve yapay bir kimlik sunularak enerjileri, heyecanları, gelecekleri ellerinden alındı. Gelinen şu nokta itibariyle bunun basit bir çalışmanın ürünü olmadığı artık ortada.
PKK’nın Dayandığı Sosyal Realite
Kemalist rejim; kurulduğu ilk günden itibaren İslam’ın tüm değerlerine karşı savaş açmış, İslam hukukunu kaldırıp yerine Avrupa kanunlarını yerleştirmiş, İslami eğitim kurumlarını yasaklarken öte yandan Hristiyan Avrupa’nın değerlerini ön plana çıkaran laik eğitim kurumlarında Müslüman halkın çocuklarına zorla Kemalizm, ateizm, Şamanizm inancını benimsetmeye çalışmıştır. Toplumu tümden dönüştürmeyi amaçlayan devrim yasaları ve uygulamaları sonucu; 600 yıl İslam’ın sancaktarlığını yapmış bir halkın öz evlatları İslam’dan uzak yetişmiş hatta uzak yetişmekle kalmamış o dönem estirilen küfür rüzgârları neticesinde birçok âliminin torunları dahi azılı İslam düşmanı olmuştu maalesef.
Kemalist rejimin bu despotik uygulamaları neticesinde; Allah’tan, Peygamberden, Kur’an’dan, İslam’dan zorla kopartılarak uzaklaştırılan ve uyuşturulan bir nesil/kuşak yetişti. Kendi mabetlerinde Müslüman çocuklarına zorla söylettirilen “Onuncu Yıl Marşı”ında ki “On yılda 15 milyon genç, yarattık(!) her yaştan”….dizeleri öylesine söylenmiş sözler değildi. Bu söz, toplumsal dönüşümü gözleriyle gören Kemalist zihniyetin zafer sarhoşluğu ile kustuğu sözlerden sadece biriydi.
Kemalist rejimin zulümleri bununla da sınırlı kalmadı. Doğu Anadolu Bölgesinde Kürt halkına karşı bilinçli olarak yaptığı ırkçı zulümler bardağı taşıran son damla misali “AYRILIKÇI/SİYASAL KÜRT HAREKETİ’nin yeniden doğmasına zemin hazırladı.
İslami değerlerden kopmuş, inanç boşluğuna düşmüş, üstüne üstlük babaları ve dedeleri zulüm üstüne zulüm görmüş genç nesil; bir çıkış yolu ve hayat şansı olarak, PKK’nın (ateist /Marksist ) ideolojik-siyasi dünyasının etkisine kolayca girdiler.
İşte bu sayede PKK, 40 yıldır saçma sapan gerekçelerle Kürt gençleri ölüme yolluyor. Dağlarda öldürttüğü yetmemiş gibi şimdi de bu gençleri şehirlerde hendeklere gömüyor.
Bir kuşağı ölümüne kullanabilmek için derinden etkilemek gerekir. Bunun için de; inanca (ideolojiye), sosyal gerekçelere, güce, paraya, devamlılığa, uydurulmuş efsanelere, heyecan verici kahramanlık öykülerine ihtiyaç vardır. PKK ya da bir başka deyişle PKK’yı kurgulayan üst akıl, bunu başarmıştır.
PKK ve HDP gücünü, savundukları davadan değil, kendilerini destekleyen içerideki ve dışarıdaki büyük güçlerden alıyor. Arkasındaki bu devasa güç olmasa PKK’nın Kürtleri rehin alması ya da gençleri elde silah ölüme yollaması bu denli mümkün olamazdı.
Kürtlerin önemli bir kesimi PKK tarafından maddi-manevi olarak teslim alınmış vaziyette. Yoksa hiç bir halk, 40 yıldır çocuklarını ölüme gönderen, öldürten bir şebekeye müsaade etmez. PKK, Sur’da, Cizre’de, Nusaybin’de göz göre göre gençleri öldürtürken; etkisi altına aldığı o insanların hayatlarını korkunç bir vurdumduymazlıkla, dış güçlerin menfaat hesapları adına harcıyor.
Yazık! Yazık! Batıl bir dava uğruna kurban edilen binlerce genç Can.. Peki, 40 yıldır bu gençlik, adım adım ateizmin, komünizmin, emperyalizmin, Siyonizm’in kucağına itilirken, Şanı yüce Allah’ın tüm insanlık için kurtuluş yolu olarak gönderdiği RAHMET DİNİ İSLAMI onlara doğru bir şekilde ulaştıramayan BİZ MÜSLÜMANLARIN, OLUŞAN BU ACI TABLODA HİÇ SUÇU, GÜNAHI YOK MU ?
Kendi iç hesaplaşmalarından dolayı başını bir türlü kaldıramayan, birbirini çekemeyen, dünyevi olarak sınıf atlayan ama uhrevi olarak bir türlü takva sınıfına geçemeyen, sözü ile eylemi bir olmayan, kapı komşusuna dahi tebliğ etmekten aciz olan BİZ MÜSLÜMANLARIN, OLUŞAN BU ACI TABLODA HİÇ SUÇU, GÜNAHI YOKTUR DEMEK, BÜYÜK BİR GÜNAHTIR?
Haçlı Savaşı Başladı
Tam bin (1000) yıldır Hristiyanların Katolik kilisesi ile Rus Ortodoks kilisesi arasında soğuk savaşlar esiyordu. Hristiyan Katolik dünyası, merkezi İstanbul Fatih’te olan Ortodoks Fener Rum patriği Barthelemeos ile sıkı ilişkiler içerisindeyken, 250 milyon Ortodoks Hristiyan âleminin 165 milyonunu kontrol eden Rusya Ortodoks kilisesini adeta yok sayıyordu.
Şuan yeni seçilen Papa 1.Francis, Arjantinli ruhani lider olarak, Amerika ile Küba arasındaki tarihsel gerginliğin sonlanmasını ve iki ülkenin diplomatik ilişki kurmasını sağladı, buna karşılık Küba lideri Raul Kastro da Ortodoks ve Katoliklerin buluşma zeminini oluşturdu.
Hristiyan Katolikler İle Rus Ortodoks kilisesi arasında bin yıllık soğuk ilişkiden sonra bir bahar havası esmeye başladı. Katolik papa 1.Francis ile Ortodoks patriği Kirill, 12 Şubat da Küba’nın başkenti Havana da buluşacaklar. Sizler bu yazıyı okuduğunuzda tarihi buluşma gerçekleşmiş olabilir. Bu tarihi görüşmenin temel konusu sizce ne olabilir? Sizi yormayalım, bu tarihi buluşmanın ana gündemi; “Ortadoğu’daki Hristiyanları, Müslümanların zulmünden(!) kurtarmak için ortak hareket etme zemini oluşturmak”..
Rusya’nın Vatikan Büyükelçisi Alexander Avdeyev’in açıklamalarından, daha düne kadar “ateist” olan Rus devletinin yeni görevinin “Hıristiyanlığı korumak” olduğunu anlıyoruz. Avdeyev’in açıklamaları şöyleydi; “Batı’nın Rusya’ya karşı düşmanca sürdürdüğü ambargocu siyasete rağmen gerçekleşecek bu buluşma, esasen Rusya’nın Hıristiyanlığın savunulması için sergilediği mücadeleyi taçlandırmaktadır. Bu aynı zamanda Hıristiyan medeniyetine Rusya’nın yaptığı büyük katkıların (Katolikler nezdinde de) onaylanmasıdır”.
Putin, Rusya’yı Suriye de savaşa sokmadan önce Rus Ortodoks Patriği Kirill’’in ayağına kadar gitti. Bu ikili görüşmelerin hemen akabinde Rus Ortodoks patriği Kirill şu açıklamaları yaptı; “Rus ordusu Ortadoğu’da ezilen, katledilen ve büyük tehdit altında kalan Hıristiyanları kurtarmak için Suriye’ye gidiyor”. Şuan Rus halkı, Rus ordularının Suriye’de İslam’a karşı savaş ve Hıristiyan medeniyetinin korunması amacıyla bulunduğuna inanıyor.
Nitekim Rus Ortodoks Kilisesi kıdemli metropoliti Hilarion, “Ortadoğu başta olmak üzere, dünyanın çeşitli bölgelerinde radikal İslamcıların Hıristiyanlara karşı geliştirdikleri soykırımcı saldırılara karşı Papa ve Patrik’in buluşması ortak mücadele yollarını açacaktır” açıklaması da olayın tuzu biberi oldu. Bu gelişmeler şunu gösteriyor; Hristiyan âlemi kendi içinde ki fitne, ihtilafları ve çekişmeleri bir kenara bırakarak İslam’a karşı güçlerini birleştirme yoluna gidiyorlar.
Rusya’nın soyunduğu yeni rol
Putin, bölgeye gönderdiği askerleriyle, masum sivil Müslümanları alçakça öldürme işini ABD, İngiltere, İsrail ve Fransa’dan devralmış durumda. Artık onlar adına katliam yapan bir Rusya var. Rusya bunu, Suriye’de kendine ait veya bağlı bir devlet kurmak için yaparken, dünyaya da “Hıristiyanların koruyucusu” görüntüsü vermeye çalışıyor.
ABD, NATO ve Rusya Elele
PYD/PKK, bir süredir Halep’in kuzeyinde Türkiye sınırında güvenli bölge ilan edilmesi planlanan Azez-Cerablus hattında iki yönlü ilerlemeye çalışıyor. PYD/PKK , 27 Aralık’ta ABD uçaklarının hava saldırısının ardından Fırat Nehri üzerindeki Tişrin Barajı’nı İŞİD’ten geri almıştı. PYD’nin nehrin batısında Halep’e bağlı Mümbiç kasabasını alabilmesi için, hava desteğine ihtiyacı var. PYD/PKK, hava desteği olmadan bu bölgede bir adım dahi ilerleyemez. PYD öncülüğündeki güçler bölgede yığınaklarına devam ederken ABD ve NATO Türkiye’nin sert uyarıları sebebiyle PYD/PKK’ya hava desteğini ertelemişti. Stratejik ve derin müttefik(!) ABD ve NATO eliyle, Türkiye’nin kırmızı çizgilerinin yıkılması demek, ABD ve NATO ilişkilerinde onarılması çok zor olan derin yaraların açılması demekti.
Hem ABD, hem Avrupa, hem de İsrail; Türkiye sınırında ateist bir Kürt devleti kurulmasını istiyor. Bunun başarılabilmesi için PYD/PKK’nın hava desteği alması şart. Hava desteği olmadan pyd/pkk’nın orada uzun süre barınabilmesi mümkün değil. ABD veya NATO ülkeleri PYD’ye hava desteği verirse, ittifak ülkesi Türkiye bu durumu bir ihanet gibi algılayarak ülke sınırları içindeki ABD ve NATO askeri üslerini ve diğer stratejik birimlerin faaliyetlerini geçici olarak durdurma kararı alabilir. Peki, o zaman ne yapılacak?
Şeytanca bir plan devreye sokuldu
1.Türkiye, “şayet pyd/pkk Fırat’ın batısına geçerse müdahale ederiz” diyor.
2.PYD/PKK ‘nın Fırat’ın Batısına geçerek Kürt kantonlarını birleştirebilmesi için Hava desteği şart.
3. ABD ve NATO bunu çok istemelerine rağmen Türkiye ile askeri ve stratejik müttefik (!) oldukları için bunu açıktan yapamıyorlar.
O zaman, ABD’nin de NATO’nun da dışında olan ve Türkiye’nin de fazla ses çıkaramayacağı Rusya bu işi yapabilirdi. Fakat hızlı hareket edilmesi gerekiyordu. Çünkü Türkiye, ulusal çıkarları gereği her an diğerlerinin de bahane ettiği İŞİD’i bahane ederek Azez-Cerablus sınır hattına girebilirdi. Rusya’nın bölgede olması da Türkiye’nin bu bölgeye girmesine engel değildi. Çünkü TÜRK -RUS ilişkileri gayet normaldi. Nasıl ki Rusya, IŞİD’i temizleyeceğim bahanesiyle Suriye’ye girmişse pekâlâ Türkiye de kendi sınırlarına komşu olan İŞİD’i temizleyeceğim mazeretinin arkasına sığınarak bölgeye girebilirdi. Buda ABD, Avrupa ve İsrail’in planlarının suya düşmesi demekti. Dolayısıyla geriye tek bir çare kalıyordu, o da; çok büyük bir hadiseden dolayı Türkiye –Rusya ilişkilerinin bozulması.
İşte tam bu noktada uçak düşürme olayı devreye sokuldu. Rusya sanki böyle bir şeyin olmasını bekliyormuşçasına ardarda sert açıklamalar yaptı. Hemen aka binden Rusya, askeri uçaklarının güvenliğini bahane ederek S-400 hava savunma füzelerini 1 hafta içinde sınır bölgesine kurdu ve “Türkiye’ye ait savaş uçaklarının Suriye sınırlarını ihlal etmesi durumunda kesin düşüreceklerini” ilan etti. Şuan Türkiye, savaş uçaklarının burnunu dahi sınırın öte tarafına sokamıyor. Bu arada şunu hatırlatmakta fayda var; S-400 Füze sistemlerinin teknik kurulumu üç haftadan önce bitirilemezken uçak hadisesinden sadece 7 gün sonra S-400 Hava savunma sistemi kurulmuştu. Buda gösteriyor ki, Suriye sınırını Türkiye savaş uçaklarına kapatabilmek için hazırlıklar çok daha önceden başlamıştı. Uçak düşürme hadisesi bunun sadece kılıfı oldu. ABD ve Avrupa “Rusya delidir, ne etse yeridir, sözümüz geçmiyor” modunda. Türkiye bu mesajı çok iyi almış durumda. Çaresizlik içinde çareler üretmeye çalışıyor.
Nitekim bu gelişmelerin ardından, ABD Başkanı Barack Obama’nın IŞİD’le mücadele için kurulan koalisyondaki Özel Temsilcisi Brett McGurk ile İngiliz ve Fransız diplomatlar şubat ayı başında Kobani’de, PYD/PKK ile görüştü. Bu görüşmenin sabahında ise Rusya, PKK’nın Suriye kolu PYD’nin Fırat’ın batısında ilerleme çabaları için destek vermeye başladı. Nehrin batısındaki Mümbiç kasabası, ağır Rus bombardımanı altına alındı.
ABD ve Avrupa, her dönem Rusya’yı büyük bir tehdit ve düşman görürken şuan Suriye de Rusya’nın açık işgaline rağmen niçin sessiz kaldığını anlamak için bu kutsal(!) ittifakın farkında olmak gerekir. İş, Müslüman kanı dökmek olunca tüm düşman kâfirler bir araya toplanıyor.
EY Müslümanlar!!!!
“Artık Allah için birbirimizle uğraşmaktan vaz geçelim. Artık bu fırkalara, bu melun tefrikalara nihayet verelim. Biliyorsunuz ki şarkta, garpta, şimalde, cenupta ne kadar Müslüman varsa hepsi mahkûm! İşte o zavallıların da dinlerini muhafaza edebilmeleri de, şu devlet sayesindedir. Maazallah şu son Müslüman devleti de de yıkılacak olursa Rusya’daki, Çin’deki, Hind’deki Cava’daki velhasıl dünyanın her yerindeki yüzlerce milyon Müslüman artık dinine sahip olamayacak. O zaman biz yalnız kendi derdimizi değil, dört yüz milyon ibadullahın(müslümanın) vebalini de yükleneceğiz. Ne dünyayı görecek gözümüz, ne huzur-u Rabbül’alemine çıkacak yüzümüz kalmayacak.”
Yukarıdaki bu sözler bize ait değil. Bu sözler, bu yakarış kim tarafından ve ne zaman yazıldı biliyor musunuz? Bugün yazılmadı. Bundan tam 101 sene önce Kasım 1914’te, Birinci Dünya Savaşı’nın başlaması üzerine Mehmet Akif Ersoy tarafından yazıldı. Bugünkü durumdan ne farkı var değil mi?
O gün de Müslümanlar birbirine düşmüş/düşürülmüş ve hilafetimiz yıkılarak devletimiz elden gitmişti. Ardından İngiliz projesi devreye sokularak başsız, devletsiz ,halifesiz bırakılan Ümmeti Muhammedîn torunları şimdi İslam’a düşman edildi. İsimlerimiz Müslüman kaldı ama yaşantımız gâvurlaştı.
Şimdi bu projenin son halkasındayız. Dininden, birliğinden, dirliğinden, ahlakından, özünden, örfünden koparılmış bu millete son bir darbe vurabilmek için tüm kâfirler birleşmiş durumda. Nihai hedefleri; o gün yutamadıkları bu toprakları yutmak ve çok eskilerde olduğu gibi tekrar bu coğrafya yı Hristiyan aleminin parçası yapmak..
Allah bu mazlum ümmetin yar ve yardımcısı olsun. İzliyoruz, sadece izliyoruz. Bir gece ansızın kapımızı çalacakları günü bekliyoruz.
Ümmeti Muhammed’in; şerefi, onuru, izzeti için çarpışan bir avuç mücahit için bari geceleri dua edelim..
Allah’a emanet olunuz. Esselamu aleykum.