Kapak Dosya – Ahmet İnal / 2020 Aralık / 97. Sayı
Kâinatta her varlık Allah azze ve celle’nin kendisi için takdir ettiği yoldan yürümekte ve böylece görevini yerine getirmektedir. Güneş, ay, yıldız, dağlar, denizler, ovalar, bitkiler, hayvanlar ve akla gelebilecek en küçük mahlukat dahi yaratıldıkları günden beri Allah azze ve celle’nin kurduğu düzen için durmaksızın çalışmaktadır. Bu ilahi düzende insanoğluna düşen vazife ise yeryüzünün halifesi olmak ve “Allah’ın dünyasında” Allah’ın adını yüceltmektir. Allah azze ve celle insanoğluna dağların, taşların yüklenmekten çekindiği bu görevi verirken beraberinde akıl nimetini de ihsan etmiştir. İnsanoğlunun kendisine verilen bu ağır sorumluluğun üstesinden gelmesi de ancak aklı doğru kullanmakla mümkün olacaktır.
İnsanoğlunu diğer varlıklardan farklı kılan akıl; düşünme, kavrama ve bu yolla bilgiye ulaşma gücüdür. İnsan aklı sayesinde olay ve olgular üzerinde düşünür, sonuçlar çıkarır ve en nihayetinde gördüğü, hissettiği ve tecrübe ettiği şeyi bilgiye dönüştürür. Bu dönüşüm sürecinin sistemli ve hızlı olması kişinin idrak kapasitesinin ve akıl düzeyinin yüksek oluşuna işaret eder.
Esasında bir meleke ve idrak gücü olarak kabul edebileceğimiz akıl, kendisini ancak güçlü bir düşünce ile gerçekleştirebilir. Duyular tarafından algılanan olguların zihnimizdeki süzgeçten geçip bir malumat halini alması için düşünce sürecinin gerçekleşmesi kaçınılmazdır. İnsan düşünmediği bir şeyi idrak edemeyeceği gibi onu belirli bir yargı ve bilgiye de dönüştüremez. Dolayısıyla düşünme eyleminin olmadığı bir yerde aklın işlevinden bahsetmek imkânsız olacaktır.
İnsanı tarif ederken çoğu zaman akıl ve düşünme eylemi arasındaki güçlü bağı görmezden geliriz. Aklı hiçbir şeye ihtiyaç duymadan kendiliğinden ortaya çıkıveren sihirli bir güç gibi hayal ederiz. Bunda akletme sürecinin geri planda hızlı bir şekilde işlemesinin etkisi olsa da durum değişmez. Neticede insana izafe edilen bu iki özellik zihnimizde genellikle ayrı ayrı ve bağlantısız bir şekilde bulunur. Oysa ki insanın akıllı olması düşünebilmesinden ötürüdür.
Allah azze ve celle insanı düşünebilen, akledebilen bir varlık olarak yeryüzünün halifesi tayin etmiştir. İnsan düşünebildiği ölçüde insandır. Aksi takdirde bitkilerden hayvanlardan ve diğer cansız varlıklardan bir farkı kalmayacaktır.
Allah azze ve celle Kur’an-ı Kerim’in birçok yerinde düşünmeyen/tefekkür etmeyen insanları eleştirmiş bizi de onların konumuna düşmekten sakındırmıştır. Kitabımıza göre düşünmeyen insanlar kalpleri kilitli gözleri kör kulakları sağır olan kimselerdir. Gözleri kördür çünkü kâinatta Allah’ın kudretine şahitlik eden onca varlığı göremezler. Kulakları sağırdır çünkü işittikleri hakikat üzerine durup tefekkür etmezler. Kalpleri kilitlidir çünkü hakkın istediği şekilde düşünmekten acizdirler. Onlar düşünmeyi hayatlarında fazlalık olarak gören, atalarının sapık mirasıyla yetinen ve böylece koyu bir cehaletin içine gömülen asalaklardır. İşte bu yüzden akleden insanlarla eşdeğer olmak bir yana hayvanlardan bile daha aşağı konuma düşmektedirler.
Biz Ne Durumdayız?
Düşünmekten bahsederken maksadımız herhangi bir şeyin zihnimizde dönüp durması, aklımızı sürekli meşgul etmesi değil elbet. Eğer öyle olsaydı doların fırladığı, altının yerinde durmadığı, enflasyonun tavan yaptığı bir dönemin insanları olarak tarihin en mütefekkir toplumu seçilmeye aday olabilirdik! Burada üzerinde durmaya çalıştığımız şey, sadece dünyamıza değil aynı zamanda ahiretimize de yatırım sayılacak hususlar üzerinde düşünmektir.
Düşünmenin faziletlerinden bu kadar bahsetmişken gelin önce kendimizi düşünelim. Biz ne durumdayız, aklımızı ne kadar ve ne şekilde kullanıyoruz, düşüncelerimizi nelerin üzerinde yoğunlaştırıyoruz bir bakalım.
Kur’an-ı Kerim şu ayetlerde zikredilen hususlar üzerinde tefekkür etmemizi istemiş bizden:
“Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılmasında, gece ile gündüzün birbiri peşinden gelmesinde, insanlara fayda veren şeylerle yüklü olarak denizde yüzüp giden gemilerde, Allah’ın gökten indirip de ölü haldeki toprağı canlandırdığı suda, yeryüzünde her çeşit canlıyı yaymasında, rüzgarları ve yer ile gök arasında emre hazır bekleyen bulutları yönlendirmesinde düşünen bir toplum için birçok deliller vardır.” (Bakara, 164)
“Görmekte olduğunuz gökleri direksiz olarak yükselten, sonra Arş’a istiva eden, güneşi ve ayı emrine boyun eğdiren Allah’tır. (Bunların) her biri muayyen bir vakte kadar akıp gitmektedir. O, Rabbinize kavuşacağınıza kesin olarak inanmanız için her işi düzenleyip ayetleri açıklamaktadır. Yeri döşeyen, onda oturaklı dağlar ve ırmaklar yaratan ve orada bütün meyvelerden çifter çifter yaratan O’dur. Geceyi de gündüzün üzerine O örtüyor. Şüphesiz bütün bunlarda düşünen bir toplum için ibretler vardır.”(Rad, 2-3.)
İçinde bulunduğumuz dünyada geceyi gündüzü herkes yaşamakta, güneşi ayı herkes görmekte, dağlardan nehirlerden herkes istifade etmektedir. Ama Allah azze ve celle düşünen insanların bunlara farklı bir gözle baktığını, bu bakış açısıyla başka şeyler gördüğünü ifade etmektedir. Eğer biz de geceyi sadece uyku vakti olarak görmüyorsak, güneşi dünyanın ısı kaynağı olarak kabul etme basitliğine düşmemişsek, yağmurun yağmasıyla toprağımızdan evvel gönüllerimizi yeşertmişsek ya da gördüğümüz geminin mimari yapısına değil de suda yüzüşüne hayret etmişsek doğru yoldayız demektir.
Bizim Yerimize Düşünenler Var!
Teknolojinin ilerlemesiyle hayatımızda ciddi değişiklikler meydana geldi ve halen gelmekte. Birçok cihaz, uygulama ve program yaşantımızın içine girdikçe giriyor. Gelişen yeni şartlar çoğu zaman bunları kullanmayı insanın tercihine bırakmıyor maalesef. Bunlardan yoğun bir şekilde istifade ederken bir taraftan da hayatımızdan alıp götürdüğü hususlar üzerinde konuşmayı ihmal etmiyoruz. Teknolojinin bize kattığı da bizden çaldığı da çok şey var elbet. Ancak burada bizi yakından ilgilendiren nokta, teknoloji ve düşünme arasındaki dengenin ne durumda olduğudur.
Malumunuz, teknolojide “akıllı cihazlar” dönemine girmiş bulunmaktayız. Akıllı telefonlar, arabalar, evler ve bunlara bağlı uygulamalar artık ciddi bir şekilde vazgeçilmezlerimiz arasında yerini almış durumda. Özel yazılımlarla kodlanarak belirli bir işlevi yerine getirmek üzere karşımıza çıkan bu cihazlar gerçekten birçok kolaylığı da beraberinde getiriyor. Peki götürdükleri? Zaman, iletişim, emek, para, samimiyet vs. bir sürü şey sayabiliriz. Bunların hepsi gerçekten önemli ve feda edilemeyecek şeyler. Ancak içlerinden özellikle dikkat çekmek istediğim husus teknolojinin düşünme yeteneğini kaybetmiş bireyler oluşturması. Düşünme insanın temel melekelerinden olduğu için böyle bir meziyetin kaybedilmesi diğerlerine kıyasla çok daha tehlikeli bir durum arz edecektir.
İçinde bulunduğumuz durumun vehametini anlamak için çok derinlere inmeye gerek yok aslında. Basit bir şekilde bu cihazlara verdiğimiz(?) ismi bile düşünmek yeterli olacaktır. İnsanı mahlukat arasında en değerli kılan, onun alametifarikası sayılan aklın cansız, ruhsuz bir nesneye nispet edilmesi gerçekten tam bir felakettir. İsimlendirmeler, zihnimizde şekillendirmeler ve yönlendirmeler yapacağından dolayı böyle bir tabiri masum görmemiz mümkün değildir. Tezahürlerine baktığımızda da durum tam olarak böyledir.
Biraz dikkat kesilirsek görürüz ki bir çoğumuz hayatımızı düzenleme, programlama, sorumluluklarımızı hatırlama ve takip etme gibi zihni faaliyet gerektiren bir yığın işimizi, işlevimizi sahibi olduğumuz ya da sahip olunduğumuz cihazlara devretmiş vaziyetteyiz. Bu cihazların ayarlarını başlangıçta kendimiz yapmış olsak da maalesef zaman geçtikçe onların esiri olmaktan kendimizi kurtaramıyoruz. Sundukları kolaylıklar karşısında direnmek gerçekten kolay olmuyor. En sonunda “Hesabı kitabı yapan, yolun en kısasını, işlerin en kolayını, harcamaların en tasarruflusunu tespit edebilen bir cihaz varken zihnimizi neden yoralım ki?” deyip işin içinden çıkmaya çalışıyoruz. Evet, belki zamandan, enerjiden ve paradan yana kazancımız oluyor ancak öte yandan aklımızı ve irademizi cansız bir varlığa ya da onu yöneteni göremediğimiz canlılara teslim etmiş oluyoruz.
Güçlü Bir Düşünce İçin…
İfade ettiğimiz üzere; zihni yoğun bir şekilde kullanarak düşünme eylemini gerçekleştirmek bugünün insanı için fazlasıyla zahmetli bir iştir. Özellikle yeni yetişen nesil için durum çok daha vahimdir. Çünkü bu nesil gözünü teknolojiyle açmış, onun olmadığı bir dünyaya hiç şahit olmamış yapay bir nesildir. Yazılarla değil resimlerle öğrenen, tüm işlerini klavye tuşlarıyla halleden, aklını daha faal kullanma yerine bilgisayar programlarının kolaylıklarına meyleden, neredeyse tuvalete gitme dışında her şeyini tek bir odaya sığdıran robotlaşmış bir nesille karşı karşıyayız. Anneler, babalar ve ümmetin geleceğini düşünen Müslümanlar olarak onlara daha aktif düşünmenin ve düşünme melekesini geliştirmenin yollarını aşılamak zorundayız. Aksi takdirde onların ardından gelecek nesillerin kurgu filmlerinde gördüğümüz garip insanlara dönüşmekten başka çaresi kalmayacaktır.
Teknolojinin insanın düşünme yeteneğini zayıflattığını izah ettikten sonra şimdi de “Neler yaparsak güçlü bir düşünce yapısına kavuşuruz?” bundan bahsedelim.
1- Doğru ve Yeteri Kadar Okumak
Düşünmek sermayesiz bir eylem değildir. İnsanın verimli düşünebilmesi için önce birtakım bilgilere ihtiyacı vardır. Kişi hiç malumat sahibi olmadığı bir alanda tam olarak düşünemez. Az da olsa temel sadedinde bir şeyler bilmesi ve onun üzerine yeni fikirler inşa etmesi gerekir. Eğer ön bilgiler doğru ve yeterli miktarda ise düşünme eylemi büyük oranda faydalı sonuçlar getirecektir.
İnsan düşünmenin temeli olan bilgiye duyu organlarını kullanarak ulaşır. Bu bazen görerek bazen duyarak bazen de okuyarak olur. Bunlardan hangisinin daha faydalı olacağı kişiye ve öğrenilen şeye göre değişkenlik gösterse de ağırlıklı olarak tercih etmemiz gereken yöntem okumak olmalıdır. Zira öğrenmek için birilerini dinlemeyi ve bir şeyler görmeyi bekleyecek olursak çok da bir şey elde edemeyeceğimiz malumdur.
Okuyarak bilgi sahibi olmak önemlidir. Ancak bu kazanım tek başına yeterli değildir. Okuma eylemiyle sadece bu kadarını hedeflersek tam bir verim almış sayılmayız. Çünkü okuyarak elde edeceğimiz asıl kazanım o an içinde öğrendiğimiz bilgiler değil o bilgiler üzerinden başka bilgilere ulaşma gücüdür. Yani kişi okumalı, bir şeyler öğrenmeli ve bu sayede elindeki bilgilerden düşünme yoluyla yeni bilgiler üretmelidir. İşte bu gerçekleştiği zaman kişi okuma sayesinde güçlü bir düşünme melekesi kazanmış olacaktır.
Okumak yüksek bir dağa çıkmaya benzer. Tırmanırken nefesimiz daralır ama bakış açımız genişler. Aynı şekilde okurken zihnimiz yorulsa da karşımıza çıkan her kelime her cümle bize yeni bir ufuk açacak ve eskisinden daha güçlü kılacaktır.
2- Basiretli Kişilerle Beraber Olmak
Düşünme melekesini en çok geliştiren unsurlardan birisi de etrafımızdaki insanların bilgi ve tecrübelerinden beslenmektir. İnsan yaşadığı çevrenin ürünüdür. Dolayısıyla beraber vakit geçirdiğimiz, dostluk kurduğumuz kişilerin durumları bize mutlaka sirayet edecektir. Bu nedenle ufku geniş, basireti açık, ilim ve hikmetle bezenmiş insanlarla yakın olmayı önemsemeli; bir derdi, gayesi olmayanlardan da ateşten kaçar gibi kaçmalıyız.
Kişi ferasetli insanlardan elde ettiğini onlarca kitap okumakla elde edemez. Çünkü feraset sahipleri yüksek dağlardan akıp gelen pınarlar gibidir, nereden geçseler oraya hayat verir etraflarını yeşertirler. Başları da sonları da berekettir. Düşünmeyen, akletmeyen insanlar ise çöl gibidirler. Neresine yönelsen neresine baksan aynıdır. Binecek deven, içecek suyun, yol gösterecek rehberin yoksa o vahalarda kaybolmaya mahkûm olursun.
3- Seyahat Etmek
“Sizden önce de nice nice yaşam tarzları(uygulamalar) gelip geçmiştir. O halde, yeryüzünde gezip dolaşın da (hakikati) yalan sayanların akıbeti nasıl olmuş, bir bakın.” (Âl-i İmran, 137)
“Gezin dolaşın” ifadesinin vücubiyet bildirip bildirmemesi bir yana emir kalıbında kullanılması bile meselenin önemine işaret etmektedir. Ayet-i kerime önceki milletlerin yaşayış tarzlarını, gittikleri yolları ve kurdukları medeniyetleri görüp dersler çıkarmamızı istemektedir bizden. Zira gezmek bir amaca yönelik yapıldığı zaman insana çok büyük değerler katan ve onun düşünce dünyasında yeni kapılar açan önemli bir eylemdir. Kişi seyahat sayesinde dünyanın kendi yaşadığı yerden ibaret olmadığını görecek, farklı yaşam şekillerinin de bulunduğunu anlayacak ve akabinde elde ettiği birikimlerle zihin dünyasını yeniden şekillendirecektir.
4- Belirli Bir Süre Uzlete Çekilmek
İnsanlar çoğu zaman geçim telaşesi, çoluk çocuk, iş güç derken düşünmeye fırsat bulamazlar. Çünkü hayatın meşgalesi hiç bitmez, birisi biter diğeri başlar ve bu döngü sürekli böyle devam eder gider. Bir yerde buna dur demek gerekir. Değilse bazı şeylere asla sıra gelmeyecektir.
Müslümanlar olarak aslında hayatın akışını günde 5 defa durduruyor ve Rabbimizle buluşuyoruz. Bu esnada tefekkür ettiğimiz hususlar oluyor tabii ki. Ama bazen gidişatımızı değerlendirmek, ahvalimizi düşünmek ve kendimizi yenilemek adına daha fazlasına ihtiyaç duyabiliyoruz. İşte tam bu noktada yapmamız gereken küçük bir inziva olacaktır. Bu, geceleyin kalkıp kimsenin görmediği bir yerde tefekkür etmek şeklinde olabileceği gibi tüm işlere paydos deyip sessiz sakin bir yerde uzlete çekilmek suretiyle de olabilir. Önemli olan ihtiyacımız ölçüsünce insanlardan uzaklaşıp kendimizi dinlemektir. Çünkü yalnız kaldığı ve kendisini tefekküre verdiği zaman insanın ruhu yenilenir, kalbi bakışları keskinleşir ve hayatın hengamesinde göremediği şeyleri artık net bir şekilde müşahede etmeye başlar.