Osmanlı Sonrası İslam Dünyası – Muhammed Eyüp / 2020 Nisan / 89. Sayı
İslam tarihi boyunca acı, sıkıntı ve ıstıraba en fazla muhatap olmuş beldelerden biri kuşkusuz Irak’tır. Osmanlı hilafetinin dağılmasının ardından, bilhassa 20. yüzyılın son dönemini takiben Irak, eşi benzeri görülmemiş çeşitli acı imtihanlarla karşı karşıya kalmıştır.
Arap Yarımadası dışında İslam hakimiyetine giren ilk beldelerden birisi olan Irak, Haçlı Seferleri ve Moğol istilaları döneminde sayısız defa tahrip edilmiş, klasik dönem İslam ilimleri için ciddi bir merkez olan bu bölge zamanla eski önemini yitirmiştir.
İlk olarak Selçuklu Türkleri 1000’li yıllarda Irak’a girmeye başlamış, bunun ardından Irak’ı zamanla kaplayan Şii otoritesi silinerek, bölgede yeniden ehl-i sünnet bir anlayış tesis edilmiştir.
Selçukluların hükmünü önce Abbasiler daha sonra Moğollar ve İlhanlılar takip etmiş, bunun ardından ise yaşanan savaşlar ve siyasi çekişmelerden bitap düşen Irak toprakları üzerinde Türkmenler, 16. yüzyıl başladığında ise Şii Safeviler egemen olmuştur.
Irak, bu yönüyle İslam dünyasındaki beldeler arasında, üzerinde sağlam temelleri olan bir otoritenin tesis edilemediği bir belde olarak göze çarpar. Bunun ve bölgenin bir kavşak noktası olma özelliğinin bir yansıması olarak da maalesef Irak halkı geçmişten bugüne istikrardan uzak bir hayata mahkûm kalmıştır.
1508 yılında Şah İsmail Bağdat’a girmiş ve Irak’ta yaklaşık 30 yıl sürecek olan Şii egemenliği başlamıştır. Bu süreçte Irak’ın kuzey kesimleri yani günümüz Anadolu yarımadasına yakın bölgeler, Musul ve çevresi Osmanlı hakimiyetinde kalmış, Arap Yarımadası’na yakın Irak ise Şii Safevi hakimiyetine girmiştir.
Irak’ın Osmanlı hakimiyetine girme süreci ise Osmanlı Devleti’nin önde gelen iki padişahıyla, Yavuz Sultan Selim ve Kanuni Sultan Süleyman ile başlar. Sultan Selim idaresindeki Osmanlı ordusu 1514’te Çaldıran’da Safevileri mağlup ederek Şii yayılmacı politikasına büyük bir darbe vurmuştur. Bunu takiben Sultan Selim’in Suriye, Filistin ve Mısır’ı fethiyle, bölgede Osmanlı ile Safeviler baş başa kalmış ayrıca Osmanlı Şii Safevilere karşı ciddi bir stratejik üstünlük sağlamıştır. Ancak Sultan Selim’in ömrü Safevilere karşı kapsamlı bir sefer düzenleyecek kadar uzun olmamıştır.
Sultan Selim’in açtığı yolda, oğlu Sultan Süleyman ilerlemiştir. 1533’te başladığı Irakeyn Seferi ile Sultan Süleyman Irak’ı Osmanlı topraklarına katarken Bağdat da 1534 yılında ele geçirilmiştir. Bağdat, 1623-1638 arasındaki dönem haricinde 1918 yılına dek Osmanlı kontrolünde kalmıştır.
Osmanlı hakimiyetinde olduğu yıllarda görece olarak istikrarlı bir yapıya sahip olan Irak, İran ile Osmanlı arasında zaman zaman savaşlara sahne olsa da İran, Irak’ın içlerine girememiştir. Osmanlı’nın bölgedeki hakimiyetinin zaman zaman zayıfladığı süreçlerde Irak üzerinde yerel isimlerin gücü artmıştır. 1623 yılında çıkan isyan sonucu Bağdat Safevilerin eline geçmiş, şehirde ehl-i sünnete ait merkezler tahrip edilmiş, binlerce insan öldürülmüştür. Osmanlı padişahı 4. Murad 1638 yılında şehri tekrar ele geçirirken, 1639 yılındaki Kasr-ı Şirin anlaşmasıyla Osmanlı ve İran arasındaki sınır hattı genel itibarıyla belirlenmiştir. Bu tarihten sonra bölgede yerel gelişmeler yaşansa da genel anlamda Osmanlı hakimiyeti devam etmiştir. Ancak Irak’ta Sünni ve Şii Araplar, Türkmenler ve Kürtler arasındaki yerel güç mücadeleleri, Osmanlı’nın hakimiyetinin sağlamlığını sarsmıştır.
Osmanlı’da Tanzimat sonrası dönemdeki artan Batılılaşma sürecinden Irak da nasibini alacaktır. Bu paralelde 19. yüzyılın başlarında Bağdat’ta Roman Katolik, Protestan, Yahudi oluşumlar faaliyete başlamış, okullar açmıştır. Bu okullardan mezun olanların çoğu Irak genelinde Osmanlı bürokrasisine dahil olarak kariyerlerini sürdürmüş, bu da Osmanlı otoritesini sarsan bir diğer olgu olmuştur.
Osmanlı’daki “seküler” bir tona sahip olan Tanzimat sonrası reformlar sonucu bölgede yerel Sünni ve Şii kesimler güç kaybederken, yükselişe geçen de bu azınlık okulları ve kesimleri olacaktır.
Bölgede 1869-1872 arasında Osmanlı egemenliğini Bağdat Valisi Midhat Paşa güçlendirse de Osmanlı’nın çöküş sürecinden Irak da kaçamayacaktır.
Fransa’nın Suriye, Mısır ve Lübnan üzerindeki kontrolüne karşı uzun süredir Irak’a yönelik stratejik hamlelerde bulunan İngiltere, aynı zamanda sınırın İran tarafında da faaliyettedir. Almanya ile Irak petrolleri üzerine rekabet eden İngiltere, İngiliz-Pers Petrol Şirketi’ni kurarak bölgede etkinliğini artırmaya başlamıştır. Osmanlı’da 2. Abdulhamid’in devrilmesi ve İttihat-Terakki iktidarı, İstanbul’da Jön Türkler’i, Arap dünyasında ise “Jön Araplar”ı güçlendirmiştir. Bu yönden, Jön Araplar’ın en etkin olduğu ülkelerden biri de Irak’tır. Bu dönemde artan milliyetçi anlayış günden güne Türkleri ve Arapları ayırmıştır.
İngiltere’nin bölgede ilk büyük hamlesi Kuveyt’i himaye altına almak olacaktır. 1899 yılında Kuveyt şeyhi ile imzaladığı anlaşmayla Kuveyt’in İngiltere’nin koruması altında olduğu kararlaştırılmış, başlangıçta bunu kabul etmeyen Osmanlı 1913 yılında İngiltere ile bu konuda bir mutabakat zaptı imzalasa da durum hayata geçmemiştir.
Kısa bir süre sonra patlak veren Birinci Dünya Savaşı’nda Irak, Osmanlı’nın en sıcak cephelerinden biri haline dönüşecektir. 1914 yılının Kasım ayında İngiliz güçleri Basra’yı ele geçirmiş ve Bağdat’a yönelmiş ancak Nisan 1916’da Osmanlı Kutu’l Amare’de İngilizleri mağlup etmiştir. Buna rağmen İngiliz güçleri ilerlemeye devam ederek, 1917 yılının mart ayında Bağdat’ı ele geçirmiştir.
Sykes Picot ile parçalanan Suriye ve Irak’ın, Irak kesimi kısa bir süre içerisinde İngilizlerin eline geçmiş, Irak’ta Osmanlı hakimiyeti 1918 yılının ardından tamamen son bulmuştur.
Bu tarihten sonra İngiliz hakimiyetine giren Irak’ta İngilizlere karşı kapsamlı ve Irak tarihinde görülmemiş bir isyan başlamıştır. Sünniler, Şiiler, Kürtler, köyler, kentler, sayısız aşiret 1920 Devrimi olarak anılan isyana katılmıştır. İsyana karşı şiddetle müdahale eden İngiliz güçleri on binlerce insanı katletmiş ve kimyasal silahlar kullanmıştır. Devrimin ardından bölgedeki varlığını reforme eden İngilizler, Irak’ın başına Arabistan’da isyan eden Şerif Hüseyin’in oğlu Faysal’ı lider olarak onayladı. İlk olarak 1920’de Suriye’de krallığını ilan eden Faysal, Fransızların Şam’ı işgali sonrası Irak bölgesine çekilmişti.
Faysal’ın ülkenin başına geçtiği 1920-1921 yıllarında kurulan İngiliz mandası Irak’ta 1932 yılına kadar devam etti. 1932 yılında İngiliz mandası sonra erdi ve Irak ‘bağımsızlığını’ ilan etti. Irak Haşimî Krallığı ise yükselen Arap milliyetçiliği, karmaşık bir coğrafya ve birbirini izleyen askeri darbelerin etkisiyle, 1958’e kadar ayakta kalabildi.
2. Dünya Savaşı yıllarında Arap milliyetçiliği etkisiyle Irak’ta, Suriye ve Filistin’e müdahale edilmesi ve Arapların ortak bir devlet olması fikri yaygınlaşınca, İngilizler 1941 yılında ülkeye tekrar müdahale etti. İngiliz etkisi ülkede bir süre daha devam etti.
2. Dünya Savaşı’ndan 1958’e kadar Irak Krallığı sosyal isyanlar ve askeri darbeler arasında gidip geldi. 1958’de “Hür Subaylar” tarafından gerçekleştirilen son darbe ile birlikte Haşimî Krallığı sona ererken “Irak Cumhuriyeti” ilan edildi. 1958 yılında Irak ve Ürdün arasındaki “Arap Federasyonu” girişimi de böylece akamete uğramış oldu.
Irak’ta 1968 yılına kadar sayısız darbe ve darbe girişimi yaşanırken, ülke tarihte olduğu gibi bu süreçte de istikrarsızlığa mahkûm kaldı. Ülke bu yıllarda Arap milliyetçiliğinin, özellikle Baas Partisi’nin yükselişine sahne oldu. Özellikle Arap ordularının İsrail karşısındaki hezimeti Baas’ın yükselişine ön ayak oldu. 1963’te kurulan Arap Sosyalist Baas Partisi, 1968’deki darbe ile Irak’ta 2003 yılına dek sürecek Baas Rejimi’ni kurmuş oldu. Ancak Baas içerisinde de güç mücadeleleri devam etti.
Bu yıllar ise Irak’ta Saddam Hüseyin’in yükselişine sahne oldu. Saddam, Baas içerisinde zamanla yükselirken 1979’da sol fikre daha yakın olan Suriye Baas’ına yaklaşan Irak Baas lideri Ahmed Hasan el Bekir’i devirerek Irak’ın başına geçti.
Ülkenin başına geldikten sonra Saddam birçok muhalifini idam ettirdi. Bu yıllarda Irak hızla sekülerleşti ve İslamî hükümlerden uzaklaştı. Ülkede tam anlamıyla laik bir Arap rejimi kuran Saddam, askeri ve sosyal yönden güçlü bir iktidar kurdu.
Bu dönemde Irak petrole dayalı endüstriyel faaliyetleri ve Arap milliyetçisi anlayışıyla bölgede öne çıkan bir ülke oldu.
1980 yılında İran ile başlayan ve 8 sene devam eden savaş, Irak’ta tekrar büyük çaplı yıkıma yol açtı. Bu süreçte Saddam’ın otoritesi de sarsılmaya başladı. Irak ekonomisi İran ile savaşın ardından bozulurken, Saddam 1990 yılında Kuveyt’i işgal etti. Bu işgal Irak için sonun başlangıcı olacaktı.
ABD öncülüğündeki güçler Birinci Körfez Savaşı’nda Saddam’ı Kuveyt’ten çıkarırken, Irak’a yönelik ambargolarda Irak toplumu çöküşün eşiğine geldi. Yüz binlerce sivil, ambargolar nedeniyle açlık ve önlenebilir hastalıklardan hayatlarını kaybetti.
Bu dönemin ardından gücü önemli ölçüde azalan Saddam yönetimi iç krizlerle boğuştu. 2003 yılında ise kitle imha silahları bahane gösterilerek Irak işgal edildi. Aldığı yaraları saramayan Saddam Rejimi kısa sürede devrildi, Saddam yakalanarak idam edildi, söz konusu kitle imha silahları ise bir yalandan ibaret çıktı. Asrın kibirli tağutları bir kez daha putlarını yemiş, gerçek dışı bahaneleri işgale mazeret olarak sunmuştu.
Irak’a yönelik Haçlı işgali, çağımızın en vahşi işgallerinden biri oldu. Bir milyondan fazla Müslüman kadın, çocuk, yaşlı demeden yasaklı kimyasal silahlarla katledildi. Binlerce Müslüman kadın Haçlıların zindanlarında tecavüze uğradı. Iraklı Nur Bacı’nın Müslümanlara yazdığı mektup ve acı feryatları halen Müslümanların uykularını kaçırmaya yetecek kadar canlıdır. Aynı zamanda on binlerce Müslüman erkek de zalim tağutların zindanlarında işkencelerden geçirilmiştir.
Irak’ta Haçlılara karşı direniş yıllarca sürmüş, binlerce Haçlı askeri burada öldürülmüş, Amerikan ve İngiliz güçleri ciddi kayıplar vererek 2011 yılında ülkeden kaçmak durumunda kalmış, geride parçalanmış bir ülke, namusları kirletilmiş on binlerce Müslüman kadın ve işkencehanelerden geçirilmiş on binlerce insan kalmıştır.
Bu yılın ardından Irak, tüm dünyadaki İslami hareketleri etkileyen çeşitli fitne ve musibetler doğurmuştur.
Ülkede güç kazanan IŞİD, Irak Sünnilerinin yalnız bırakılmışlığı ve çektikleri sıkıntıları da temel alarak yükselmiş ancak bu fitne içerisine dünyadaki tüm İslami hareketleri alacak hale gelmiştir. Maalesef on binlerce Müslüman burada yalancı fecirler sebebiyle Haçlılar ve işbirlikçi güçler eliyle akıl almaz işkenceler ve katliamlara maruz bırakılmıştır. IŞİD’in ortaya çıkardığı fitne ve döktükleri Müslüman kanı da bunun üzerine ziyadedir.
Bölgede IŞİD, İran destekli vahşi Şii milisler ve ABD destekli Barzani yönetimi arasında kalan Müslüman Sünni halk, her gün işkenceler, katliamlar, tecavüzler ile karşı karşıya kalmıştır. Irak’ta son yıllarda yaşananlar, Müslümanların hiçbir zaman akıllarından çıkmayacak imtihanlar ve ibretlere yol açmıştır.
Bugün ise Irak Müslümanları, Şii İran ve ABD’nin sultası altında yaşam mücadelesi vermektedir. Çoğu Müslümanın kalacak bir evi dahi yok. Irak, dünya Müslümanlarının kendisine gerçekten ellerini uzatıp yaralarını saracakları günleri hasretle beklemektedir.