Dördüncü Raşid Halife Hz. Ali R.A’nın Yönetim Anlayışı

İslam İdarecilerimizin Altın Tarihi – Cihan Malay / 2020 Haziran / 91. Sayı

Halife Seçilmesi

İslam tarihinde fitne kapısının kırıldığı olay olarak değerlendirilen Hz. Osman’ın hilafet görevinde bulunduğu sırada şehit edilmesi, bütün Müslümanları derinden etkilemiştir. İslam devletinin gücünü zayıflatmayı hedef edinen kimseler, bununla büyük bir fitneyi Müslümanlar arasında meydana getirmeyi başarmışlardır. 

İlk raşid halife Hz. Ebubekir, ardından gelen raşid halifeler Hz. Ömer ve Hz. Osman radıyallahu anhum dönemlerinde önemli vazifelerde yer alan Ali radıyallahu anh, bütün Müslümanları üzen elim hadise Hz. Osman’ın İslam devletinin merkezi olan Medine’de isyancı ve gayesi İslam toplumuna zarar vermek olan isyancılar tarafından şehit edilmesinin ardından Medine’de bulunan sahabe tarafından hilafete layık görüldü. Ona gelen topluluğa “Osman yerde katledilmiş yatarken ve henüz defnedilmemişken biat almaktan Allah’tan haya ederim” diyerek karşılık verdi. 

Meydana gelen şaşkınlık ve ortaya çıkan kötü durumdan kurtulma adına Medine’de bulunan Ensar ve Muhacir’den oluşan topluluk, Hz. Osman’ın defninden sonra giderek oluşan bu kötü atmosferin sonlanması için Hz. Ali’den hilafete geçmesini istediler. Hz. Ömer’in hilafet için geride tercih edilecek kimselerden biri olarak önerdiği Hz. Ali, hilafete gelmede çekimser davransa da oluşan kaos durumunda Müslümanların uğrayacağı daha büyük zararın önüne geçmek ve Müslümanlara sağlayacağı büyük fayda için bu görevi kabul etti. Mescide gitti ve kendisine toplu biatte bulunuldu. 

Biat alınmasının ardından Müslümanlar arasında yeni bir kriz başladı. Bu kriz Hz. Osman’ın katillerine karşı tavırda kendini gösterdi. Bütün sahabiler, Medine’nin hürmetini çiğnemeye ve halifenin kanını dökmeye cüret edenlerin peşlerinin bırakılmaması konusunda müttefiktiler. Ancak görüşleri bu işin zamanlaması ve takip edilmesi gereken yol noktasında ayrıldı. Burada iki bakış ortaya çıktı:

Bir: İlk iş, Hz. Osman’ı şehit eden canilere kısas uygulamak olmalıdır.

İki: İlk yapılması gereken Müslümanları birleştirmeye, kalplerini birbirine ısındırmaya, neredeyse kaybolma noktasına gelen güven ortamını tekrar tesis etmeye çalışmaktır. Bundan sonra o canilere kısas uygulaması gündeme gelmelidir. Çünkü bu iş ince ve titiz bir tahkikata muhtaçtır. Katiller şahıs olarak bilinmemekle birlikte bir kısmı da halifenin öldürülmesinin ardından Medine’den kaçtılar. Bu görüş çoğunluğun görüşüydü.[1]

Daha önceki halife arkadaşlarının tecrübelerini ve izledikleri yolu kendine rehber edinerek yolu koyulan Hz. Ali’nin böyle bir dönemde hilafete gelmesi, birçok zorluğu göğüslemeyi beraberinde gerektiriyordu. Nitekim öyle de oldu. Hilafet süresi çoğunlukla İslam devletinin iç meselelerinin halliyle geçmiş, çok az fetihlerde bulunulmuştur.

Bu Dönemde Yaşanan Olaylar

– Cemel Vakası

Hz. Osman’ın katillerinin bulunmasını gaye edinen Hz. Aişe, Zübeyir b. Avvam ve Talha b. Ubeydullah radıyallahu anhumun içerisinde bulunduğu topluluk, Hz. Ali’nin hilafetinin üzerinden dört ay geçmesinin ardından katillerin bulunması ve bir an önce cezalandırılması gerektiğine inanarak Basra’ya doğru hareket etti. Amaçları Müslümanların arasını ıslah etmek, ardından bir ordu kurarak Hz. Ali’ye yardımda bulunmak ve katilleri cezalandırmaktı. Zira Hz. Ali’nin elinde onları cezalandırarak güçlü bir ordu olmaması yanında, içerisinde de olaya karışanların olduğu bir topluluk bulunduğu belirtiliyordu.

Basra’ya ulaşıldığında içerisinde Hz. Aişe, Zübeyir b. Avvam ve Talha b. Ubeydullah’ın olduğu topluluğun yaptığı saldırı sonucu Hz. Osman’ın katline iştirak edenlerin ve katle katılanların hemen hemen tamamı öldürülmüş, geride çok az kimse kalmıştır.

Bu olay, Hz. Ali’nin devlet merkezini Medine’den Kûfe’ye almak üzere yola çıktığı bir zamanda gerçekleşti. Kûfe yolundan ayrılarak durumu incelemek üzere Basra’ya yönelen Hz. Ali, oraya varmadan onlara Ka’ka b. Amr radıyallahu anh’ı gönderdi. Hz. Aişe, Zübeyir b. Avvam ve Talha b. Ubeydullah ile görüştükten sonra onların olayın bu durumu varacak kadar büyüyeceğini ön göremediklerini Hz. Ali’ye bildirdi. Bu durum onların Hz. Ali’ye karşı savaşmak niyetiyle yola koyulduğu iddiasını yalanlamaktadır. 

Basra’ya ulaşan Hz. Ali ve beraberindeki ordunun gayesi, savaşmak olmadığı gibi bilakis güçlenerek Hz. Osman’ın katillerinin üzerine yürümekti.[2] İki taraf arasında anlaşılan sulhun gerçekleşeceği gece Hz. Osman’ın katilleri, hayatları boyunca geçirecekleri en kötü geceyi geçirdiler. Artık sona geldiklerini anladılar. Nihayetinde gizlice savaş başlatmaya karar verdiler.[3]

Fitne ateşinin sönmesinin ardından güçlenen İslam ordusunun kendi üzerine geleceğinin farkında ve bilincinde olan fitneciler, oluşan kaos ortamının sonlanmaması için her iki tarafın çadırlarına geceden saldırdılar. Her iki tarafın kendini savunmasıyla da Hz. Aişe’nin deve üzerinde bulunması nedeniyle Cemel Vakası olarak adlandırılan ve yaklaşık yarım gün yaşanacak bu olay gerçekleşti. Olayın fitnecilere rağmen bu kadar kısa sürmesi, her iki tarafında kan dökülmemesi için gösterdikleri gayretten kaynaklanır.

Hz. Aişe’nin Basra Kadısı Ka’b b. Sur’a bir mushaf vererek savaşın sonlandırılması istemesi üzerine fitneciler onu öldürdüler. Hatta Hz. Aişe’nin üzerindeki deveye saldırarak onu öldürmeyi hedefledilerse de bu emellerinde başarı elde edemediler. Hz. Ali’nin, ordusunda güvendiği kimselere Hz. Aişe’nin korunaklı bir şekilde yanına getirilmesini emretmesi ve getirilmesiyle de olay sona ermiştir.

Olayın fitneciler sebebiyle gerçekleştiğinde neredeyse âlimler arasında icmâ olduğu söylenmiştir.

Hz. Ali’nin oğlu Hasan’a şöyle dediği aktarılır: “Hasan! Bunlar yaşanmadan yirmi yıl önce ölmüş olmayı isterdim.”[4]

– Sıffin Savaşı ve Hakem Olayı

Hz. Ömer ve Hz. Osman dönemlerinde Şam Valiliği yapan, aynı zamanda amcaoğlu Hz. Osman’ın katillerinin bir an önce cezalandırılması gerektiğini savunan ve sonrasında biat edeceğini söyleyen Muaviye radıyallahu anh ile gerçekleşen Sıffin Savaşı, Cemel Vakası’ndan birkaç ay sonra yaşandı.

İki taraf arasında gidip-gelen elçiler ve mektuplaşmaların olumlu sonuç vermemesi üzerine iki ordu karşılıklı kısa süren çatışmaların ardından üç gün sürecek büyük savaşa girdi. Hz. Ali’nin zafere yaklaştığı sırada Hz. Muaviye tarafından Allah’ın kitabının hakem olması teklif edildi. Hz. Ali’den de kabul görmesi üzerine her iki taraftan temsilciler seçilerek bu durumun sonra erdirilmesi ve karara bağlanması istendi. Hz. Ali, Haricilerle meşgul olunca da bir karara bağlanılamadı.

Sahabenin büyük bir bölümünün bu fitne ortamından mümkün olduğunca kaçındığını görmekteyiz. Muhammed b. Sirin rahimehullah şöyle diyor: “Fitne koptuğunda Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem’in ashabının sayısı on binlere varıyordu. Buna bulaşanlar ise yüze hatta otuza ulaşmamıştı.”[5]

Meselenin başından anlaşılacağı üzere Hz. Muaviye’nin Hz. Ali’ye biati geciktirmesi, kimi tarihçilerin ve sahabe hakkında yanlış inanca sahip kimselerin zannettiği gibi hilafet meselesi değildir. Mesele Hz. Osman’ın katillerinin teslim edilmesidir. Hz. Ali bunun için zaman gerektiğini belittiyse de Hz. Muaviye bu meselenin biat edilmeden halledilmesi kanaatindeydi.[6]

Mesele ile ilgili aktarılan şu rivayet, bizlere ihtilaf anındaki Müslümanın davranışını öğretmektedir. Hz. Ali ile yaşadıkları ihtilafı bir fırsat olarak gören Rum İmparatoru, Müslümanların bulunduğu toprakları ele geçirmek adına heveslendiğinde Hz. Muaviye ona şöyle bir mektup yazdı:

“Vallahi, ey mel’un! Eğer giriştiğin bu harekata son verip geri dönmezsen, amcaoğlu ile ittifak eder, seni bütün ülkenden çıkarır, sonra da bütün genişliğine rağmen yeryüzünü sana dar ederim.” Mektubu alan Rum İmparatoru geri çekildi ve barışı sürdüreceğini söyledi.[7]

Sıffin Savaşı Müslümanlar arasında gerçekleşen en acayip vakalardan biridir. Onlar kardeştiler. Birlikte su almaya gidiyor, birlikte su çekiyorlardı. O kalabalıkta kimse kimseyi incitmiyordu. Savaş durduğunda birlikte yaşıyorlardı. Birbirinin çadırına girip çıkıyorlardı. Namaz vakti girdiğinde edası için savaşı durduruyorlardı.[8]

– Nahrevan Savaşı

İki taraf arasında müzakerelerin sürdüğü sırada Hz. Ali’nin ordusundan bir kısım “Hüküm ancak Allah’ındır” sözünü dillerine dolayarak, bu konuda hakem/temsilci seçimine gidilmesinin yanlışlığını öne sürdü ve Hz. Ali’nin ordusundan Sıffin dönüşünde ayrıldı. “Hariciler” olarak adlandırılan bu grup, Harûra’yı kendilerine merkez tayin ederek burada toplandı.

Hz. Ali’nin ordusunda büyük bir gedik açan bu topluluğa Hz. Ali, yanlışlarından dönmeleri için elçiler gönderdi. Yarısı döndüyse de kalan kısmı hatasında ısrar edince, onlar için üç şart öne sürdü: “Haram olan bir cana kıymamak, insanların yollarını kesmemek, anlaşmalara ihanet etmemek.”  Bu şartların ihlal edilmesi durumunda da kendilerine savaş açacağını haber verdi. Bu üç şart, Hz. Ali’nin fıkhının genişliğini göstermektedir. Zira üçü de ihlal edilmiştir. 

Döneminde yaşadığı olaylar karşısında ıslahı önceleyen ve kan dökmeden kaçınmayı şiar edinen Hz. Ali, kendinden olmayanları öldürmeyi sürdüren bu topluluktan her seferinde katilleri istediyse de “Hepimiz katiliz, hepimiz onların da sizin de kanınızı helal görüyoruz” sözlerini söylediler.[9]

Halkı ve sahabenin önde gelenlerini tekfir etmeyi, birçok insanı haksız yere öldürmeleri ve mallarını yağmalamayı sürdürmeleri üzerine Hz. Ali onlar üzerine 68.000 kişilik ordu gönderdi. Savaş öncesinde de yollarından döndürmeyi sürdüren Hz. Ali, bu konuda da başarı elde etmiş ve çok az bir kısmın (1800 veya 2800) savaşı tercih etmesi üzerine iki ordu Nehrevan’da savaşa tutuştular. Kısa sürede sona eren savaş sonucunda çoğunluğu öldürüldü.

– Aşırı Gruplara Müdahale

Hz. Ali’nin hilafeti döneminde ortaya atılan, Hz. Ali’nin diğer halifelerden üstün olduğu, daha önceki halifelerin zorla hilafeti ele geçirdiği, daha ileri giderek onun ilah derecesinde bir mertebede olduğunu ileri sürenlere karşı da bir mücadele içerisinde olmuştur.

– Karışıklıkları Önlemesi

Hz. Osman’ın şehit edilmesinin ardından karışıklık çıkarma peşinde olan bazı bölgelerde Hz. Ali tekrar otoriteyi sağlamıştır. Pers ve Horasan topraklarında meydana gelen ayaklanmaları sonlandırması ve otoriteyi tekrar tesis etmesi bu durumun göstergesidir.

– İdare Şekli

Hz. Ali şehid edilinceye kadar bütün hayatında Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin yaşayışını örnek almış bir kişidir.

Hilafette bulunduğu sürede mütevazi yaşamı düstur edinen Hz. Ali, bir eşeğe binerek halk arasında korumasız bir şekilde dolaşmıştır. Ömrünün sonlarına doğru bazı insanlar suikasta uğrayabileceğini dile getirse de korumasız bir şekilde hayatını sürdürür. Çarşıdan aldığı eşyaları taşıma teklifinde bulunan bir kimseye “Aile babasının taşıması evladır” diyerek karşılık verir.[10]

Hz. Ali çarşı pazarı dolaşarak, insanlara takvalı olmalarını, dürüst alış-veriş yapmalarını, yetim hakkı yemekten ve yeminden kaçınmayı, fiyatlarda dengeli olunmasını ve aldatmadan kaçınmalarını emrediyordu.[11]

Kendinden önceki raşid halifeler gibi istişareyi önemsedi. Nitekim şöyle dediği aktarılmıştır: “İstişare hidayetin ta kendisidir. Kendi görüşüyle hareket eden kişi kendini tehlikeye atmış demektir.”[12]

Vali denetimde kendinden önceki halifeleri izledi. Eşter en-Nehâyi’yi Yemen’e vali tayin ettiğinde ona şöyle dedi: “Yardımcılarının işlerini takip et. Onları iş bilen seçkin kişiler arasından seç, iltimasta bulunma. İstişare etmeksizin keyfi hareketler yapmak ve iltimas geçmek, zulüm ve hıyanetin şubeleridir. Bunlar insanlara zarar verir. İşler düzgün gitmez…”[13]

Yöneticilerinden birine yazdığı mektupta da şu nasihatlerde bulunur: “Bil ki vatandaşlar tabaka tabakadır. Bu tabakaların her biri diğerine muhtaçtır…

Tüccâr ve sanatkârlara iyi davran. Şehirde olanlara, mal getirip götürenlere ve çalışıp didinenlere… Onlar insanların gidip getirmesi imkânsız olan yerlerden malları alır gelirler… Bununla beraber bil ki onlarda müthiş bir cimrilik, stokçuluk ve satıcılar üzerinde müthiş bir tahakküm kurma hastalığı vardır… Satışlar hakkaniyetli olsun. Kullanılan teraziler ve fiyatlar her iki tarafa da zarar vermesin. Stokçuluk yapanı cezalandır ancak ceza vermede aşırı gitme.”[14]

Adalet, raşid halifelerin olmazsa olmazı idi. Hz. Ali’nin kalkanını kaybetmesi ve bir Yahudi’nin bulduğu kalkanın kendisine ait olduğunu söylemesi üzerine mahkemelik duruma gelen bir halifenin olması, Hz. Ali’nin gözünde adaletin ne kadar değerli olduğunu bize öğretmektedir.[15]

– Şehid Edilişi

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem yanında Ebubekir, Ömer, Osman, Talha ve Zübeyir ile Hira Dağı üzerinde olduğu bir gün dağ sallandı. Bunun üzerine şöyle buyurdu: “Sakin ol ey Hira! Üzerinde nebi, sıddık ve şehitten başkası yok.[16] İşte o gün geldi çattı.

Cesurluğu tarihe mal olmuş, savaşların cengaveri olan Hz. Ali’nin Haricîlere verdiği unutulmaz darbe, onları suikast ile Hz. Ali’yi şehit etme planına götürdü. Başta Hz. Ali olmak üzere Muaviye ve Amr b. As radıyallahu anhumayı şehit etmek üzere bir sabah namazı vakti karanlığından istifade ederek suikasta giriştiler. Amr b. As hastalığından dolayı namaza gelemediğinden suikasttan kurtuldu. Muaviye ise yaralandı. Hz. Ali ise suikast sonucu Ramazan ayının 17. günü bir cuma gecesi meşhur olan görüşe göre 63 yaşında şehit oldu. Kûfe’de defnedildi. Katili ise Hz. Ali’nin şehadetinden sonra öldürüldü.


[1]Muhammed b. İbrahim b. Salih Eba’l-Hayl, Dört Halife, Nebevî Hayat Yayınları, I. Baskı, s.426.

[2]. İbn Hazm, el-Fasl fi’l-Mine’l ve’n-Nihel, c.IV, s.238-239.

[3]Salih Eba’l-Hayl, s.437.

[4]. İbn Ebi Şeybe, Musannef, c.7, s.546, Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, c.9, s.150.

[5]. İbn Kesir, Halifetu Ali, s.84.

[6]Ali Muhammed Sallâbî, IV. Halife: Hz. Ali (r.a) Hayatı, Şahsiyeti ve Dönemi, Ravza Yayınları, s.218.

[7]İbn Kesir, el-Bidâye ve’n-Nihâye, 8/122.

[8]Sallâbî, s.542-543.

[9]. Taberî, Tarih, c.V, s.83. 

[10]. İbn Kesir, a.g.e, s.27.

[11]. Sallâbî, s.304-305.

[12]Maverdî, Edebu’d-Dünya ve’d-Din, s.89.

[13]. Sallâbî, s.264.

[14]. Sallâbî, s.421.

[15]Sallâbî, s.265.

[16]. Müslim, 1880.