Din Kavramı (5)

Kavramlar – mahmur varhan / 2019 ekim / 83. Sayı

Sünnet’i Seniyye’den “Sırat’ı Müstakîm” Üzerinde Devam Etmenin Ölçüleri

1- İyiliği Emretmek ve Münkerden Sakındırmak

Bilinmelidir ki bu vazifeyi ilk yerine getirenler peygamberlerdir. Ancak Allah’a davet etme sorumluluğu, sadece peygambere ait değildir. Ümmeti de onunla birlikte sorumludur. Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem son peygamber olduğu için, onun dini kıyamete kadar bâkidir. Kıyamete kadar bu görevi yerine getirmekle sorumlu olan da onun ümmetidir. Esasen Allah’a iman eden herkes, Allah’a davet etmekle yükümlüdür. Nitekim Allah Teâlâ münafıkların münkeri emrettiklerini, ma’rûfu nehyettiklerini beyan ederek: “Münafık erkekler ve münafık kadınlar, bazısı bazısındandır; kötülüğü emrederler, iyilikten alıkoyarlar” (Tevbe, 67) buyurduktan sonra şöyle diyerek, mü’minlerin en temel sıfatlarından birini belirtmektedir: “Mü’min erkekler ve mü’min kadınlar birbirlerinin velileridirler. İyiliğe emreder, kötülükten sakındırırlar.” (Tevbe, 71)

Burada Allah Teâlâ, mü’minlerle münafıklar arasındaki farkın ma’rûfu emretmek ve münkeri nehyetmek olduğunu beyan etmektedir. Bu da iman edenlerin en önemli özelliklerinden birinin de iyiliği emretmek ve münkeri nehyetmek olduğunu gösterir ki, bunun başında da İslâm’a davet etmek gelmektedir. Nitekim İmam Taberi, Ebu’l-Âliye’nin şöyle dediğini nakleder: “Allah Teâlâ’nın Kur’an’da zikrettiği iyiliği emretmek, şirkten İslâm’a davet etmektir. Münkeri nehyetmek ise, putlara ve şeytanlara ibadet edilmesini nehyetmektir.”[1]

Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır: “Sizden her kim bir münkeri görürse, onu eliyle değiştirsin. Şayet buna güç yetiremezse, diliyle (değiştirsin). Eğer buna da güç yetirmezse, kalbiyle (buğzetsin). Ancak bu, imanın en zayıfıdır.”[2]

Bu hadis-i şerif de açıkça göstermektedir ki, işlenen bir münker ile karşı karşıya kalan her bir Müslüman fert, durumuna göre bir şekilde ona müdahale etmelidir. 

Yine Allah Tebâreke ve Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “De ki: “Bu, benim yolumdur. Bir basiret üzere Allah’a davet ederim; ben ve bana uyanlar da. Ve Allah’ı tenzih ederim, ben müşriklerden değilim.” (Yûsuf, 108)

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ilim, yakin, hak ve basiret üzere Allah’a davet ettiği gibi; ona tâbi olan bütün mü’minler de ilim, yakin, hak ve basiret üzere Allah’a davet ederler.

Zaten bir ümmet olarak Müslümanların en önemli vazifeleri, emr’i bi’l-ma’rûf ve nehyi ani’l-münkerdir. En hayırlı ümmet olmalarının şartı, hayra/İslâm’a davet etmeleridir. Allah Tebâreke ve Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı bir ümmetsiniz; ma’rûf (iyi ve İslâm’a uygun) olanı emreder, münker olandan sakındırır ve Allah’a iman edersiniz.” (Âl-i İmrân, 110)

Allah Teâlâ diğer bir ayeti kerimede şöyle buyurmaktadır: “Sizden, hayra çağıran, iyiliği (ma’rûfu) emreden ve kötülükten (münkerden) sakındıran bir topluluk bulunsun. Kurtuluşa erenler işte bunlardır.” (Âl-i İmrân, 104)

Bu ayeti kerime açıkça ifade etmektedir ki, Müslümanlar arasından yeterli derecede bir topluluğun hayra davet etme, ma’rûfu emretme ve münkeri nehyetme vazifesini yerine getirmeleri farzdır. Eğer bu vazife ihmal edilecek olursa, bütün Müslümanlar günahkâr olurlar. Dolayısıyla fert fert bütün Müslümanlar bu görevi yapmakla yükümlü oldukları gibi, bir topluluk ve cemaat halinde de bu görevi yerine getirmeleri gerekir. Zira münkeri tamamen ortadan kaldırmak için bir cemaatin/organizeli bir toplumun olması gereklidir. Bu husus genel bir kaide olan şu ayeti kerimeye de dahil olur: “İyilik ve takva konusunda yardımlaşın, günah ve haddi aşmada yardımlaşmayın ve Allah’tan korkup-sakının.” (Mâide, 2)

İmam Cessas’ın, İmam Ebû Hanife’den naklettiğine göre emr’i bi’l-ma’rûf ve nehyi ani’l-münker vazifesini hakkıyla yerine getirebilmek için bir cemaatin olması kaçınılmazdır.[3]

Allah Teâlâ’nın İslâm ümmetine yüklediği cihad vazifesi de “emr’i bi’l-ma’rûf, nehyi ani’l-münker ve davet” çerçevesindedir. Çünkü Allah yolunda savaşmanın en temel gayesi, fitneyi ortadan kaldırmak, şirk ve küfürden nehyetmek ve İslâm’a davet etmektir. Diğer taraftan iyiliği emretmek ve kötülüğü nehyetmek dil ile yapılan cihaddır. Özellikle de zalim bir yöneticiye karşı yapıldığı zaman, en faziletli cihad olarak kabul edilmiştir. 

 Ancak bu davet ve emr’i bi’l-ma’rûf -nehyi ani’l-münker yoluyla Müslümanlardan azap ve helak defedilebilir. Allah Teâlâ şöyle buyurdu: “Ve sizlerden yalnızca zulmedenlere isabet etmekle kalmayan bir fitneden korkup-sakının. Bilin ki, gerçekten Allah, (ceza ile) sonuçlandırması pek şiddetli olandır.” (Enfâl, 25)  

Bu ayetin tefsirinde İbni Abbas radıyallahu anhu dedi ki: Allah Teâlâ (bu ayeti kerimede) mü’minlere, aralarında münkeri barındırmamalarını emrediyor. Aksi halde azap onların hepsini (salih olanlarını da olmayanlarını da) kuşatır.[4]

Zeynep binti Cahş radıyallahu anha dedi ki: “Ben: “Ey Allah’ın Rasûlü, aramızda salih kimseler olduğu halde helak olur muyuz?” diye sordum. Şöyle buyurdu: “Günahlar çoğaldığı zaman evet…”[5]

Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır: “Nefsim elinde bulunan Zât’a yemin ederim ki, ya siz iyiliği emreder, münkerden sakındırırsınız ya da Allah Teâlâ pek yakında kendi katından size bir azap gönderir de sonra siz O’na dua edersiniz ancak O sizin duanıza icabet etmez.”[6]

İmam Nevevi rahimehullah dedi ki: «Bilesin ki emr’i bi’l-ma’rûf ve nehyi ani’l-münker vezifesinin büyük bölümü, uzun zamandan beri zayi edilmiş olup, bu zamanlarda ancak pek az şekilleri kalmıştır. Halbuki bu, dinin üzerinde kaim olduğu ve kendisine bağlı olduğu pek büyük bir konudur. Zira günahlar çoğalıp galip olduğu zaman, azap salih olanı da talih olanı da kuşatır. Zalime engel olmadıkları zaman, Allah’ın azabı ile onların hepsini kuşatması pek yakın olur. Dolayısıyla O’nun emrine muhalefet edenler kendilerine bir fitnenin isabet etmesinden ya da onlara acı verici bir azabın dokunmasından çekinip sakınmalıdırlar. Bunun içindir ki ahiret talibi olan ve Allah azze ve celle‘nin rızasını kazanmaya çalışan kimselerin, bu konuya özen göstermeleri gerekir. Zira bunun faydası pek büyüktür. Bu konunun büyük bölümü ihmal edilmiş olduğundan, üzerinde daha ciddiyetle durmalıdır.»

2- Allah Yolunda Cihad Etmek

 Eğer bugün Müslümanların birliği dağıtılmış, İslâm ümmeti bölünüp parçalanmış, İslâm toplumları her yönden sömürülmeye maruz bırakılmış, ırzları, şeref ve namusları ayaklar altında çiğneniyorsa; şayet Rahman’ın insanlığa hediyesi olan İslâm şeriatı tatbik edilmeyip, kokuşmuş Roma hukukunun kalıntıları olan batının bâtıl hukuk sistemleri İslâm ülkelerinde dahi uygulanıyorsa; bunun neticesinde de şirk, küfür, nifak, zulüm, ihanet ve fısk’u fücur her tarafı kasıp kavuruyorsa; eğer havada, karada ve denizde fitne ve fesat baş göstermişse; işte bütün bunların en önemli sebebi Müslümanların Allah Teâlâ yolunda hakkıyla ve fıkhına riayet ederek cihad etmeyi terketmeleridir. 

Müslümanların 20. ve 21. yüzyıllarda karşılaştıkları dağınıklık, ihtilaf ve tefrika, bölük-pörçüklük ve fikri, ahlâki, ictimai, iktisadi, siyasi ve askeri olarak mağlubiyetleri gerçekten her insaf ve vicdan sahibinin kalbini parçalamaktadır. İslâm âleminin her tarafı nifak ve ihanet şebekeleri ile sarılmış, bir asırdır Müslümanlar irtidad komiteleri tarafından idare edilmekte olup, bunun neticesinde de her tarafta irtidad hareketleri baş göstermiştir. İslâm’ın azılı düşmanları Müslümanları küçümsemekte olup, onlar hakkında her türlü zulüm kararlarını vermektedirler. Yahudi-Hıristiyan ittifakı, Müslümanları küçük lokmalara ayırıp yutmaktadır. İşte devası çok zor olan bu derdin sebebi, Müslümanların dünyevileşmeleri ve Allah yolunda cihadı terketmeleridir. Şimdi hep beraber Rasul’i ekrem sallallahu aleyhi ve sellem’e kulak verelim: Sevban dedi ki: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Yemek yiyenlerin birbirlerini yemek köşesine çağırdıkları gibi, (diğer) toplumların da her ufuktan/bütün yönlerden size karşı (birleşerek saldırmak için) birbirlerini çağırmaları pek yakındır.” Sevban dedi ki: Biz: “Ya Rasûlallah! Bu bizim o dönemde az olmamızdan dolayı mıdır?” dedik. Şöyle buyurdu: “Sizler o gün çok fazla olacaksınız. Fakat selin üzerindeki çer-çöp gibi dağınık olacaksınız. Düşmanlarınızın kalplerinden sizden çekinme/korkma duygusu çekilip alınacak ve sizlerin kalplerinize de “vehn” konulacaktır.” Dedi ki: Biz: “Vehn nedir?” diye sorduk. Şöyle buyurdu: “Hayatı sevmek ve ölümden hoşlanmamaktır.”[7]

Ey Müslüman kardeşim! Şu fâni dünyanın ve geçici hayatın sevgisini kalbimizden söküp atalım, bâki olan Allah Teâlâ’nın ve ebedi olan cennet’i a’lânın muhabbeti ile kalplerimizi ma’mur edelim. Hayatımızı Allah Teâlâ’nın yoluna adayalım ki, O’nun rızasını elde ederek sonsuzluk yurdunda hakiki hayatı kazanabilelim.

 Allah Teâlâ’nın yolunda cihâd etmeyi terketmek, fertleri ve toplumları zillete maruz bırakır. Şu asrımızda müslüman toplumların içerisinde bulundukları zillet ve perişanlık hâli, bunun en açık delilidir. Bin üç yüz küsur yıl dünyaya medeniyet ve uygarlığı öğretmiş olan biz müslümanlar, bugün ise medeniyeti bizden çalmış bulunan batının dilenciliğini yapıyoruz. Diğer taraftan müslüman toplumların içerisinde bulundukları cehalet, fakirlik, gaflet, gevşeklik, tembellik, neme lazımcılık, geri kalmışlık, değersizlik ve karışıklık bu zilletin sadece bazı yansımalarıdır. İşte bu zillete düşmememiz için Efendimiz aleyhisselâmbizi ciddi bir şekilde ikaz etmiştir. Abdullah b. Ömer dedi ki: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğunu işittim: “Sizler Îne (dolaylı olarak faizli) alış-verişler yaptığınız, sığırların kuyruğuna yapışarak ziraata razı olduğunuz ve cihâdı terkettiğiniz zaman; Allah Teâlâ sizin başınıza öyle bir zilleti musallat kılar ki, sizler tekrar dininize dönmedikçe onu çekip kaldırmaz.”[8]  

 Allah Teâlâ’nın kelimesini yüceltmek uğrunda cihâd etmekten geri kalmak, ferdi ve toplumu çeşitli musibetlere ve felaketlere, dünyevi ve uhrevi azaplara maruz bırakır. Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Ey iman edenler! Size ne oldu ki: “Allah yolunda cihâda çıkın” denildiğinde, ağırdan alarak, bulunduğunuz yerden kımıldamak istemediniz? Yoksa siz, ahireti bırakıp, sadece dünya hayatına mı razı oldunuz? Hâlbuki dünya hayatının geçimliği ahiret yanında pek azdır. Eğer cihâda çıkmazsanız, Allah sizi can yakıcı bir azapla cezalandırır. Sizin yerinize başka bir kavmi getirir ve Allah’a bir zarar veremezsiniz. Allah her şeye kâdirdir.” (Tevbe, 38-39)

Ebû Ümame’nin rivayet ettiği hadis’i şerifte Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem de şöyle buyurmaktadır: “Her kim gazveye çıkmaz veya bir gaziyi teçhizatlandırmaz ya da bir gazinin ardında onun ailesine hayırlı bir şekilde bakmazsa; Allah Teâlâ kıyamet gününden önce (o daha ölmeden) onun başına bir musibet/felaket getirir.”[9]

Aziz kardeşlerim! Bugün İslâm âleminin her tarafında yaşanılan felaketlerin, yıkımların, zalimlerin bombardımanları sonucu oluşan katliâm ve tahribatların izahı işte budur. Eğer bugün İslâm âlemi bir matemhaneye dönüşmüş ise, bunun en önemli sebebi Müslümanların cihâd hayatından uzaklaşmaları ve dünya hayatına razı olmalarıdır. İslâm ümmetinin tarihi açık bir şekilde göstermektedir ki, müslümanlar Allah yolunda cihâd etme vazifesini hakkıyla yerine getirdikleri zamanlarda aziz olmuşlar; bu vazifeyi ihmal ettikleri ölçüde de zillete düşmüşlerdir.

 Rabbü’l-âleminin dini uğrunda cihâd etmeyi terketmenin en tehlikeli neticelerinden biri de kalbin kararması, katılaşması, kalpte nifak tohumunun yeşermesi sonucunda fert ve toplumun fısk’u fücura bulaşmasıdır. Bunun en büyük şahidi asrımızdaki Müslüman toplumlardır. İnsanlar dünya hayatına razı oldukları için kalpleri ölmüş ve her taraf fasıklarla dolup taşmıştır. Rabbimiz celle celâluhû şöyle buyurmaktadır: “De ki: “Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, akrabalarınız, elde ettiğiniz mallar, durgunluğundan korktuğunuz ticaret ve hoşlandığınız evler sizin için Allah’tan, peygamberinden ve Allah yolunda cihâd etmekten daha fazla sevimli ise, Allah emrini getirinceye kadar bekleyin. Allah fasıklar güruhunu hidayete erdirmez.” (Tevbe; 24)

Ebû Hureyre’nin rivayet ettiği hadiste Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır: “Her kim gazveye çıkmadan ve gazveye çıkmayı içinden geçirmeden ölürse, nifakın bir şubesi üzerinde ölmüş olur.”[10]

İmam Nevevi der ki: “Bu hadisten maksat şudur: Her kim böyle yapacak olursa, o bu sıfatında cihaddan geri kalan münafıklara benzemiş olur. Çünkü cihadı terketmek, nifakın şu’belerinden biridir.” [11]  

3- İslâm Hanif Bir Din Olup, Yaşanması Kolaydır

Sırat’ı müstakim üzerinde sebat etmenin en önemli sebeplerinden biri de İslâm’ı doğru anlamak ve istikamet üzere vasat bir şekilde İslâm’ı yaşamaktır. Bunun için de ifrat ve tefritten uzak bir anlayışa sahip olmak ve selef’i salihinin yaşadığı şekilde Kur’an ve Sünnet ile amel etmeye gayret etmek gerekir. Hak, biri ifrat diğeri de tefrit olan iki bâtılın ortasında yer almaktadır. Hakka isabet etmek için ifrattan da tefritten de sakınmak gerekir. 

Hz. Âişe radıyallâhu anha dedi ki: Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Muhakkak ki ben, kolay olan hanif dini ile gönderildim.”[12] Hz. Âişe radıyallâhu anha dedi ki: “Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem iki şey arasında muhayyer bırakıldığında, günah olmadığı sürece o iki şeyin en kolay olanını seçerdi. O şeyin günah olması durumunda ise, insanlar arasında ondan en fazla uzak duran o olurdu.”[13]

Ebû Hureyre radıyallâhu anhu dedi ki: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Hiç şüphesiz ki sizler kolaylaştırıcı olarak gönderildiniz, zorlaştırıcı olarak gönderilmediniz.”[14]

Enes b. Malik radıyallâhu anhu dedi ki: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Kolaylaştırınız, zorlaştırmayınız; sakinleştiriniz/sevdiriniz, nefret ettirmeyiniz.”[15]

Ebû Mûsâ el-Eş’ari radıyallâhu anhu dedi ki: “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem onu ve Muaz b. Cebel’i (Yemen’e) gönderdiğinde şöyle buyurdu: “Kolaylaştırın, zorlaştırmayın; müjdeleyin, nefret ettirmeyin.”[16]

Ebû Hureyre radıyallâhu anhu dedi ki: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Muhakkak ki din kolaydır. Her kim dine galip gelmeye çalışırsa, hiç şüphe yok ki din ona galip gelecek (ve o kimse mağlup olup usanacak)tır. Bundan dolayı ifrat ve tefritten uzak durup dosdoğru amel ediniz, en doğru olana yakın amel ediniz ve (yaptığınız amelin sevabı ile) sevininiz. Amel hususunda (serin vakitler olan) sabah vaktinden, zevalden sonraki vakitten ve gecenin bir kısmından faydalanınız.”[17] Yani amel etmenin kolay olduğu zamanlarda ve amel hususunda kendinizde bir dinçlik hissettiğiniz vakitlerde amel ediniz.

Bütün bu hadis’i şerifler göstermektedir ki, Kur’an ve sünnette bize yüklenen sorumluluklar yerine getirilmesi kolay ve fıtratımıza muvafık vazifelerdir. Allah’ın en çok sevdiği ve kendisinden razı olduğu yaşam tarzı, her türlü bâtıldan yüz çevirmek ve hakka yönelmek anlamında olan haniflik, ifrat ve tefritten uzak vasat bir yaşam tarzıdır. Bunun için de Kur’an ve sünneti iyi bilmek ve istikamet üzere hayat sürmeye azmetmek gerekir. Tarih bize göstermiştir ki, ifrata/aşırılığa kaçarak veya tefrite/gevşekliğe düşerek Kur’an ve sünnetin gösterdiği vasat yoldan ayrılanlar istikametlerini kaybetmiş ve çeşitli bid’at yollarına sapmışlardır. Bütün bid’at taifeleri bunun açık örnekleridir. 

4- Taklit ve Teşebbühden Sakınmak

Toplumlar için en tehlikeli hastalıklardan biri de yabancıları taklit etmeleri ve onlara benzemeye çalışmalarıdır. Çünkü bu durum, bu hastalığa yakalanan toplumu yozlaştıracak, milli kimliğini kaybettirecek ve onu kimliksiz, kişiliksiz ve şahsiyetsiz bir hale sokacaktır. Neticede toplum zillete mahkûm olacak ve düşmanlarına boyun eğecektir. İşte bundan dolayıdır ki İslâm, yabancıları taklit etmeyi ve onlara benzemeye çalışmayı şiddetle yasaklamış ve böyle davrananların sonunda düşman saflarına iltihak edeceğini haber vermiştir. Nitekim Abdullah b. Ömer radıyallâhu anhu’nun rivayet ettiği hadis’i şerifte Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Her kim bir kavme benzemeye çalışırsa, o da onlardandır.”[18]

Teessüfle belirtmek gerekir ki, Kur’an ve sünnette İslâm ümmetinin düşmanları olan Yahudi, hıristiyan ve müşriklerin taklit edilmemesi ve onların dost edinilmemesi konusunda varid olan pek çok muhkem naslar dikkate alınmamış ve Müslümanların büyük bir kısmı düşmanlarına benzemeye çalışarak sırat’ı müstakimden sapmışlardır. Krallar/siyasetçiler yönetim işlerinde, âlimler ilmî araştırma metodlarında ve ibadetle meşgul olma iddiasında olan müteşeyyıhlar da bid’at ve hurafelerde İslâm düşmanı olan milletlerin yoluna tâbi olmuşlardır. İşte bundan dolayıdır ki Abdullah b. Mübarek şöyle demektedir: “Dini ancak şu üç sınıf ifsat etmiştir: Krallar, kötü (çıkarlarını gözeten) âlimler ve kötü (bid’atlere bulaşmış ve dünyaya meyletmiş) âbidler…” Süfyan b. Uyeyne de şöyle demiştir: “Âlimlerimizden bozulanlar/dünyevîleşenler, Yahudilere benzemiş ve onların yoluna girmişlerdir. Âbidlerimizden bozulanlar/dünyevîleşenler ise, Hristiyan rahiplerinin yolunu tutmuşlardır.”

Ebû Hureyre radıyallâhu anhu dedi ki: Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Benim ümmetim karış karış, arşın arşın önceki ümmetlerin yoluna uymadıkça kıyamet kopmayacaktır.” Denildi ki: “Ya Rasûlallah! Farisîler/Persler ve Romalılar mı?” Şöyle buyurdu: “Bunlardan başka insanlar var mı ki?!”[19] İşte bu hadis’i şerif yönetim işlerinde Persleri ve Romalıları örnek alan sultanları ve günümüzde tamamen batılılaşarak tarihlerinden kopan garb mukallitlerini kınamaktadır. Yazıklar olsun dinlerinin kıymetini bilmeyip, karanlıklar içerisinde bulunan batıyı taklit edenlere!

Ebû Said el-Hudri radıyallâhu anhu dedi ki: Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Muhakkak ki sizler karış karış, arşın arşın sizden önceki ümmetlerin yollarına tâbi olacaksınız. Öyle ki onlar bir kelerin yuvasına girecek olurlarsa, siz de onların peşinden gideceksiniz.” Dedik ki: “Ya Rasûlallah! Yahudi ve Hristiyanlar mı?” Şöyle buyurdu: “Başka kim olacak?!”[20]

5- Dini Konularda Cedelleşmekten Sakınmak

Sırat’ı müstakim üzerinde sebat etmenin en önemli sebeplerinden biri de dini konularda cedelleşmeye girmemektir. Özellikle itikadî mevzularda cedelleşmek, kişiyi sırat’ı müstakimden ayırır ve çeşitli bid’at yollarına girmesine sebep olur. Dini gayet ciddiyetle ele almalı ve tartışma esnasında iki taraftan birinin yanlış bir düşünceye kaymaması için azami derecede hassasiyet gösterilmelidir. Nitekim aktarıldığına göre İmam Ebû Hanife, kelamî konularda tartışmaktan oğlunu menedince, oğlu kendisine şöyle demiştir: “Fakat sen de kelam konularında münazara yapıyorsun?” Bunun üzerine İmam ona şu mükemmel cevabı vermiştir: “Biz bu konularda münazara yaptığımızda, sanki tepemizde uçmak üzere olan bir kuş var da onu uçurmamak için hassas davranıyoruz. Ancak siz tartışmalarınızda, her biriniz karşı tarafın küfre düşmesini istiyormuş gibi davranıyorsunuz.” 

Ebû Ümame el-Bâhili radıyallâhu anhu dedi ki: Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Bir kavim hidayete erdikten sonra sapmışsa, muhakkak kendilerine cedel ilmi verildiği için sapmıştır.” Daha sonra Hz. Peygamber şu ayet’i kerimeyi okudu: “Bunu, sana ancak tartışmak üzere örnek gösterdiler. Hatta onlar, düşmanlığı yol edinmiş bir toplulukturlar.” (Zuhruf; 58)[21] Ne acıdır ki bu nebevî uyarıyı dikkate almayan nice kimseler Kur’an ve sünnetin açık naslarını bir kenara bırakarak, Yunan mantığı ve felsefesinden oluşturulmuş cedel kurallarını dini mevzuları münazara etmekte esas kabul etmişlerdir. Böylece sırat’ı müstakimden sapmış ve çeşitli bid’at fırkalarını meydana getirmişlerdir. 

Allah azze ve celle bizleri ihlastan, samimiyetten, Kur’an ve sünnete muvafık amel etmekten ve ölünceye kadar sırat’ı müstakimden ayırmasın! Âmin! 


[1]Bkz: Kurtubi Tefsiri: 8/186

[2]. Müslim: 175. Ebû Said el-Hudri’den…

[3]. Bkz: Ahkâmü’l-Kur’an: 2/49

[4]Bkz: İbni Kesir Tefsiri: 3/292

[5]. Buhari: 3346

[6]Tirmizi: 2169;  İmam Ahmed, Müsned: 5/391. Hasen-Sahih

[7]Müsned: (22397)  5/278;  Ebû Dâvûd: 4297.  Hasen hadistir.

[8]Ebû Dâvûd: 3462;  Müsned: 4825

[9]Ebû Dâvûd: 2503;  İbni Mâce: 2762.  Sahih bir hadistir.

[10]Müslim: 1910;  Ebû Dâvûd: 2502;  Nesâi: 3097.

[11]el- Minhac: 7/58

[12]İmam Ahmed, Müsned: 24855. İsnadı Hasen bir hadistir.

[13]Buhari: 6126

[14]Buhari: 6128

[15]Buhari: 2125

[16]. Buhari: 6124

[17]. Buhari: 39

[18]Ebû Dâvûd: 4029, 4030;  İmam Ahmed, Müsned: 2/92 (5631). İsnadı Hasen bir hadistir.

[19]. Buhari: 7319

[20]. Buhari: 7320

[21]Tirmizi: 3253; İbni Mâce: 48;  İmam Ahmed, Müsned: 21660. Hasen bir hadistir.