Derdini Rabbine Havale eden Müslüman Öğrencinin Hikayesi

Kalbe Dokunan Hikayeler – Ümit Şit / 2023 Şubat / 123. Sayı

Tarık, koşar adımlarla fakülteye yürüyordu. Üniversite kampüsüne girer girmez bazı gözlerin kendisini takip ettiği hissiyatına kendisini alıştırması bayağı bir zaman almıştı. Siyasi kutuplaşmaları olan bir üniversitede okumak gerçekten zordu ve mücadele etmeyi gerektiriyordu. Her kesimin kendi inandıkları uğruna mücadele etmesi Tarık için olağan, tabii bir durumdu. Tarık Müslümandı ve inancının gerektirdiği gibi Müslümanca yaşamaya gayret ediyordu. Tıpkı sosyalist, demokrat, milliyetçi, ulusçu, etnik grupların, inançlarını pratik hayata yansıttıkları gibiydi.

Tarık final sınavına yetişmek için adımlarını hızlandırmıştı. Genellikle önüne doğru bakar, sağa sola çok bakmaz ama etrafında gelişen olaylara karşı tedbirli davranarak, yürümeye devam ederdi. Tarık, özel üniversitelere tam burs girme hakkına sahip olsa da o tercihini devlet üniversitelerinden kullanma kararı almıştı. Bu karara kendisini iten başlıca düşünce, özel üniversitelerdeki öğrencilerin dünya görüşlerinin olmayışından kaynaklanıyordu. Tarık’a göre hayata dair bir fikri, bir inancı olmayanın sorgulama mekanizmasının çalışmamasından dolayı ezber bir hayatı olacağını düşünüyordu. Ezber bir hayatı olan ya da herkes gibi yaşayan birinin hayatın inişli çıkışlı serüveninde kaybolup gideceğine inanıyordu. Kaybolup giden bedenler olmasa da etrafta dolaşan bom boş zihinlerdi.

Tarık nihayet fakülte bahçesinden içeri girdi. Bazı gözlerin yine kendisine çevrildiğini hissedebiliyordu. Fakülte kapısından içeri girerken güvenlik yanına doğru yaklaştı. Bu sırada Tarık ‘Ne oluyor’ der gibi bir bakış fırlatınca güvenlik geri çekildi. Güvenlik, doğal olarak yabancıların fakülte içine girmesine engel olmak adına görevliydi. Ancak Tarık yabancı değil fakültenin öğrencisiydi. Güvenlik bunu biliyordu ama yine de gözdağı veriyorlardı sanki. Tarık ise bu gereksiz boy göstermelerden pek haz etmezdi. Koşar adımlarla sınavının olacağı dersliğe doğru yöneldi. Görevli asistanlar çoktan girmişti dersliğe ama sınavın başlamasına daha 5 dakika vardı. Dersliğe girdiğinde gözlerin üzerinde gezinmesinden hoşlanmıyordu. En arka sırada oturmayı seviyordu Tarık. Bütün bir sınıfı rahatlıkla görebiliyor ama sınıf onu göremiyordu. Orta sıranın en arka sırasına oturdu. Hemen önünde onu tanıyan sol görüşlü bir öğrenci oturuyordu. Tarık’ı görünce hemen suratını asmıştı zaten. Sınav görevlileri sınav kâğıtlarını dağıtmadan önce yoklama kâğıdını ön sıradan gönderir, her öğrenci imzalar ve arkasındaki öğrenciye uzatırdı. Böylelikle her öğrenci kendi adının yazılı olduğu yerin karşısını imzalar ve yoklama sona ererdi. Yoklama kâğıdı Tarık’ın önündeki sol görüşlü öğrenciye gelmişti. Normalde imzalayıp kâğıdı Tarık’a uzatmalıydı. Ancak Tarık’a uzatmadan bilerek yan sıraya gönderdi. Tarık bu duruma çok sinirlendi. Çünkü bu bir siyasi tepkiydi. “Müslüman gericileri üniversitede istemiyoruz” demenin kısa yoluydu. “Onları görmüyoruz çünkü onlar bizim gözümüzde yok hükmündedir” demenin aşağılık bir yöntemi ile karşı karşıya kalmıştı Tarık. Tarık’a uzatılmadığını fark eden öğrenciler Tarık’a bakıyorlardı. Her an film kopabilir ve Tarık karşı bir hamle yapabilir minvalinde düşünce hâkimdi sınıfta. Öğrenciler kâğıdı Tarık’a uzatmadan imzalayarak asistana teslim ettiler. Öğrencilerden bazıları bu durumu içerleseler de bir olayın tarafı olmak istemiyorlardı. Bu yüzden Tarık’ın vereceği tepkiye odaklanmışlardı. Nitekim Müslüman öğrenciler, sol cenahtan gelen her psikolojik, fizyolojik etkilere tepki vermekten çekinmiyorlardı.

Tarık kıpkırmızı olmuş ve kendisine yapılan bu ayrımın aslında şahsına olmadığını, Müslüman kimliğine yapıldığını düşününce daha çok kahırlanıyordu. Bir yandan da tepki verse mi vermese mi gibi düşünceler zihninde gidip geliyordu. Başını masaya doğru eğmiş düşünceleri aklından geçirirken terlemişti. Sınav başlayalı on dakika olmuş önündeki sol görüşlü öğrenci bayağı cevapları yarılamıştı. Tarık bir hamleyle öğrencinin önündeki kâğıdı alıp yırtmak istedi. Kendisine yapılan bu edepsizliğe karşı bir misilleme olacaktı. Ancak etraftaki öğrencileri düşündü. Müslüman kimliğinin lekeleneceğini düşününce bu eylemi yapmaktan vazgeçti. Ama içindeki ateş fırtınasını durduramıyordu. Kendisine yapılan tepki Müslümanlara yapılmıştı. Bu yüzden bunu hazmedemiyordu. 15 dakika geçmesine rağmen kâğıdına bir çizik bile atmamış ancak önündeki öğrenci sanki bu durum hiç yaşanmamış gibi kâğıdının yarısını doldurmuştu bile.

Tarık sınavda olduğunu kendisine telkin etmeye başlayarak, içindeki intikam arzusunu dindirmeye çalışıyordu. En sonunda içinden “hasbunallah ve ni’mel vekil” dedi. “Allah’ım sen büyüksün, ben acizim. Allah’ım sana inanan mümin kullarının izzetini yere düşürme, içim nasıl yanıyorsa sana havale ettim Rabbim!” dedi ve kendisine bir rahatlama geldi. Bunun üzerine soruları cevaplamaya yönelmişti ki sınıftan “Ahhhhh! Ahhhh! Yanıyorum!” diye bir çığlık yankılandı. Tarık kafasını kaldırdığında tüyleri ürperdi. Ön sıradaki kendisini yok sayan öğrenci yanında getirdiği çayı hem üzerine hem de yirmi dakikadır yazdığı sınav kâğıdına dökmüştü. Ciyak ciyak bağırarak sınıfı terk etti. Hem kendisi yanmış hem de emekleri boşa gitmişti. Bunun üzerine yan sıradan “Allah’ım sen ne büyüksün!” nidaları yükseliyordu. Tarık’ın kalbini rahatlatan Allah’a hamdolsun… Sabır ve dua ile gelen izzetli bir son.

İzzet ve zafer Allah’a, Rasûlü’ne ve tüm müminlere aittir.