Cumhuriyet Tarihinin İlk Siyasi Cinayet veya Cinayetleri! -2-

Tarihin Puslu Olayları – Nedim Bal / 2023 Şubat / 123. Sayı

Bir önceki yazımızda Cumhuriyet rejimine geçildikten sonra kurucu mecliste işlenen ilk siyasi cinayet olan Ali Şükrü Bey cinayeti üzerinde duracağımızı söylemiş ve resmî söyleme göre bu cinayeti işlediği iddia edilen Topal Osman Ağa’nın hayatından bahsetmiştik.

Bu yazımızda ise cinayete kurban giden Ali Şükrü Bey ile onun katili olduğu iddia edilen Topal Osman Ağa’yı ortadan kaldıran Atatürk’ün kara kutusu ve muhafız alayı komutanı İsmail Hakkı Tekçe üzerinde durmaya çalışacağız.

Son Komitacı İsmail Hakkı Tekçe (Atatürk’ün Kara Kutusu ve Muhafız Alayı Komutanı)

Komitacılık; siyasi iktidarların, legal/meşru yolla çözemedikleri konuları illegal/gayrimeşru yollarla çözmek amacıyla yaptıkları her türlü faaliyetlerdir. Bu faaliyetler algı, manipüle, baskı, tehdit ve en son yok etme şeklinde icra edilir. Komitacı ise bu faaliyetleri yapan kişilere verilen isimdir. Bu tanım zihin dünyamızda “derin devlet” çağrışımı yaptırmaktadır. Komitacıların en çok başvurdukları eylemler karışıklık çıkarmak ve suikastlar düzenlemektir. Her şeyi göze alan komitacılar “Ya İstiklal! Ya Ölüm!” sözünü slogan olarak benimsemişlerdi.

Komitacılık; siyasi hayatımıza 1900’lü yılların başında İttihat ve Terakki Cemiyeti ile girmiştir. İttihat ve Terakki (Birlik ve İlerleme) Cemiyeti 1889 yılında kurulmuş gizli bir cemiyettir. Sloganları; hürriyet, eşitlik, kardeşlik ve adalettir. (!)

Genellikle üyeleri ordu içindeki subay, bürokrat, gazeteci, edebiyatçı, tıpçı ve memurlardan oluşmaktadır. Büyük bir kısmının masonlarla ilişkisi vardı. Cemiyet içinde zamanla farklı farklı oluşumlar meydana gelse de en son 1907 tarihinde iki büyük kanat “Osmanlı Terakki ve İttihat Cemiyeti” adı altında birleşmiştir. Bunların yurt dışındaki merkezi Paris, yurt içindeki merkezleri ise her nedense Selanik olmuştur.

Bu teşkilat yapmış olduğu gizli-açık faaliyetlerle İkinci Meşrutiyet’in ilanında ve Abdülhamid Han’ın halifelikten ve tahtan indirilmesinde başrolü oynadı.

1909’dan 1918 yılına kadar Osmanlı devleti yönetiminde etkili oldular. Özellikle 1 Haziran 1913’te bu örgüte/partiye muhalif olan Mahmut Şevket Paşa’nın bir suikast sonucu öldürülmesiyle İttihat ve Terakki’nin mutlak iktidarı önündeki son engel de kalkmış oldu. Böylece Birinci Dünya Savaşı’nın sona erdiği tarihe kadar, toplam 5 yıl, 4 ay süreyle İttihat ve Terakki ülkeyi tek başına ve mutlak bir güçle yönetti.

İşte bu İttihat ve Terakki Cemiyeti ülkenin siyasî hayatına “Komitacılık” diye yeni bir kavram kazandırmıştır. İktidarı elde etmek veya mevcut iktidarı sürdürmek adına gayrimeşru/illegal yollara başvurarak sorunların çözülmesine ‘komitacılık’, bu faaliyetleri yürütenlere de ‘komitacılar’ denmiştir.

Komitacıların en meşhur faaliyetleri arasında; propaganda, tehdit, adam kaçırma, gasp ve cinayet/suikastlar vardır. Bu geleneğin en meşhur simaları Yakup Cemil, Kuşçubaşı Eşref, Binbaşı Eyüp Sabri, Sapancalı Hakkı Bey, Kara Kemal, Atıf Bey, Deli Halid Paşa ve benzerleridir. Bu komitacı geleneğinin son halkası ise Atatürk’ün muhafız alayı komutanı ‘İsmail Hakkı Tekçe’dir.

Komitacılık bir İttihatçı geleneğiydi. Balkanlarda komitacı eylemleri tecrübe eden ve subaylardan oluşan bu gözü kara fedailer, 1903’den itibaren İttihatçılar tarafından Milli Mücadelede ise Mustafa Kamal Paşa tarafından yaygın bir şekilde kullanılmıştır. Biraz eski arkadaşlıkların hatırına, biraz da Talat Paşa’nın etkisiyle Mustafa Kamal Atatürk, komitacıların yoğun desteğini almıştır. Ancak Talat Paşa’nın ölümü üzerine çoğu komitacı Mustafa Kamal’dan uzaklaşıp Enver Paşa’nın yanında yer aldı. Fakat Mustafa Kamal’ın yanında kalan ve sorgusuz sualsiz emirlerini yerine getiren komitacılar da vardı. Topal Osman Ağa ve İsmail Hakkı Tekçe de bunlardandır.

İsmail Hakkı Tekçe, 20 Nisan 1920’de Mustafa Kemal’in yanında göreve başlamış ve 18 yıl boyunca ondan başka merci tanımamıştı. İktidar aleyhinde çıkan sesleri susturmakla görevli komitacıların önde gelenlerinden İsmail Hakkı Tekçe, Mustafa Kamal’ın emrinde rejimin korunması adına legal-illegal her türlü faaliyet içine yer almıştır. Emir verildiğinde gözünü kırpmadan kendini ölüme atmış, inandığı davaya zarar verenleri gözünü kırpmadan susturmuştur.1

Atatürk’ün komitacısı İsmail Hakkı Tekke’yi daha iyi tanımak için yapmış olduğu birkaç illegal faaliyeti nakledelim;

Trabzon Valisinin Kaçırılması Olayı

Trabzon Valisi Mehmet Galib, Mustafa Kamal Paşa’nın en azılı muhaliflerindendi. Susturulması gerekiyordu. Karabekir Paşa’ya bu yönde telkinler yapıldı. Fakat Kâzım Karabekir Paşa, valiye karşı herhangi bir eyleme girişilmesine karşıydı. Ne var ki, Mustafa Kamal, Karabekir Paşa’nın haberi olmadan, gizli bir şifreyle ‘Halid Paşa’ya (meşhur komitacı Deli Halid Paşa) “meselenin halledilmesi (!)” emrini verdi. Atatürk’ün komitacısı İsmail Hakkı Bey olayların gelişimini şöyle anlatır:

“24 Eylül 1919 sabahı Trabzon valisi Galib Bey, Ardasa’ya gelmişti. Valinin yanında 6 kişilik bir muhafızı olduğu gibi, kaza jandarma komutanına da emir vererek, 15-20 jandarma ile kaymakamlık binasını emniyete almıştı. Ben, bölüğümle evvela baskın şeklinde, sessizce jandarmaları silahtan tecrit ederek oradan uzaklaştırdım. Sonra da şoförün yanına giderek otomobili bozmasını söyledim.

Zavallı şoför: “Yapamam efendim!” dedi. Yavaşça tabancayı göstererek: “Bu millî bir vazifedir. Ya yaparsın ya da kurşunu yersin!” dedim.

Biraz düşündü, etrafına bakındı, işin şakası olmadığını anlayınca motorun altına yatarak emrimi yapmaya mecbur oldu. Vali Bey, ayın 24 ve 25. gecesini Gümüşhane’de geçirecek, Karabekir Paşa’yla da buluşacaktı. Hareket saati gelmişti. Otomobilin bozulduğunu öğrenince telgrafhaneye koşup Erzurum’la uzun uzun konuştu. Ben de o zamana kadar kendisini götürecek bir araç aramaktaydım. Nihayet farları olmayan bir kamyonet bulabildim. Vali Bey’i zorla içine koyarak hareket ettim.

2 çamurluk üzerine birer er oturtmuş, tüfeklerin harbisini çıkararak pamuk sardırmış, motor yağına batırtarak ateşlemiştim ve onun ışığında Kop Dağı’nı aşarak valiyi Erzurum’a getirdim. Adam hayatından endişe içindeydi. Kendisine her türlü şeref ve haysiyetinin korunacağını, millî harekete karşı oynadığı rolün buna sebep olduğunu anlatıyordum. Bu durum karşısında biraz sakinleşmişti.” 2

Bir Başka Olay; Yahya Kâhya (Kaptan) Suikastı

Yahya Kâhya (kaptan) Meşrutiyetin ilanından sonra sivrilen ve Trabzon’daki olaylarda varlığını hep hissettirmiş olan bir komitacıydı. Balkan Savaşı’ndaki cesareti ve kahramanlıkları nedeniyle Teşkilât-ı Mahsusa’ya kabul edilmiş, zamanla İttihad ve Terakki’nin vazgeçilmez komitacılarından olmuştur.

Milli Mücadele’nin liderliği konusunda Enver Paşa ile Mustafa Kemal Paşa arasındaki mücadelede Yahya Kâhya (Kaptan), Enver Paşa tarafını tutmuş ve onun adeta Doğu Karadeniz’deki vekilliğini üstlenmişti. 1921 yılına geldiğimizde Yahya Kâhya, bütün hazırlıklarını tamamlamış, Enver Paşa’yı beklemektedir. Hatta Enver Paşa’nın kırmızı otomobilini dahi satın alarak Trabzon’a getirtmiştir. Yahya Kâhya’nın faaliyetleri ve Enver Paşa’nın Anadolu’ya geçme planları yapması Ankara’yı ve Mustafa Kemal Paşa’yı endişeye sürüklemiştir. Dolayısıyla İttihatçıların meşhur komitacılarından Yahya Kaptan’ın milli Mücadele’de Mustafa Kamal Paşa yerine Enver Paşa tarafında yer almış olması onu Mustafa Kamal’in hedefi haline getirmiştir. Özellikle Enver Paşa’nın Anadolu’ya geçme planlarına yardımcı olacağı anlaşılınca Trabzon’da Soğuksu’ya yaptığı seyahatte bir suikasta kurban gitmiştir.

Yahya Kâhya, cinayeti uzun yıllar esrarını korumuş ve bütün şüpheler Ali Şükrü Bey cinayetinde olduğu gibi yine Topal Osman Ağa’nın üzerine kalmıştır. Ancak herhangi bir delil bulunamamıştı. Olaydan tam 55 yıl sonra ise bu suikastın Topal Osman ağa tarafından değil Atatürk’ün muhafız alayı komutanı İsmail Hakkı Tekçe tarafından işlendiği ortaya çıktı. Nasıl mı? Bizzat Atatürk’ün komitacısı ‘İsmail Hakkı Tekçe’nin anlatımıyla.

Günaydın gazetesi 4 Aralık 1977 yılında “Atatürk’ün Muhafız Alayı Komutanı” olması sıfatıyla İsmail Hakkı Tekçe ile bir röportaj yapıyor. Bu röportajında “… Giresunlu Osman Ağa’nın iki fedaisini yanıma alarak onun da hesabının (Yahya Kâhya’nın) görülmesi bana düştü. Trabzon’a ani gelişim tümen komutanını şaşırtmıştı. Beni çağırarak ne için geldiğimi sordular. Biraz deniz havası almak, eski birliğimle ilişiğimi kesmek üzere geldiğimi söyledim. İnanır göründüler. Ben ise Yahya Kâhya’yı inceliyor ve takip ediyordum. Adamlarım Polathane’de (Akçaabat) benim talimatımı bekliyorlardı. Nihayet Yahya Kaptan’ın Soğuksu’ya gidip geldiğini tespit ederek adamlarımla pusu kurup işini bitirdik.”3

İşte Trabzon mebusu ve mecliste Atatürk’e karşı en sert muhalefeti yapan Ali Şükrü Bey’in katili olduğu iddia edilen Topal Osman Ağa’yı ortadan kaldıran ‘İsmail Hakkı Tekçe’ kısaca böyle bir komitacıdır. Yani günümüzün meşhur tabiri ile derin devletin derin adamıdır.

Yeni Rejime Giden Yolda Engellerin Ortadan Kaldırılması

Cumhuriyet tarihinin önemli bir dönüm noktası olan ilk siyasi Cinayetinin Ali Şükrü Bey suikastı olduğunu söylemiştik. Bu suikastın sebebini anlayabilmek için Ali şükrü Bey’i, fikirlerini ve temsil ettiği muhalif kanadın mecliste nelere engel olmaya çalıştığını bilmek gerekir.

Ali Şükrü Bey Kimdir?

Osmanlı devletinin son dönemlerinde 1884 yılında İstanbul Kasımpaşa’da doğdu. Babası Trabzon’un Şarlı (Beşikdüzü) nahiyesinden çeşitli yerlerde liman reisliği yapmış, bahriye kolağası rütbesinde iken emekli olmuş Reisoğlu Hacı Hâfız Ahmed Efendi’dir. İlköğrenimini tamamladıktan sonra 1898’de babası tarafından Heybeliada’daki Mekteb-i Fünûn-ı Bahriyye-i Şâhâne’ye kaydedildi. Başarılı eğitim hayatı sebebiyle kurmay sınıfına ayrıldı. 29 Ekim 1905’te kurmay üsteğmen rütbesiyle Mesudiye zırhlısı seyir subay yardımcılığına tayin edildi. Ardından Bahriye Erkân-ı Harp Reisliğinde görevlendirildi. 27 Nisan 1901’de yüzbaşı oldu. 13 Haziran 1914’te istifa ederek ordudan ayrıldı.

Ali Şükrü Bey, öğrencilik yıllarından itibaren Osmanlı Devleti’nin çöküş sebeplerinden biri olarak donanmanın zayıflığını görmüş ve bazı arkadaşlarıyla birlikte bu eksikliğin giderilmesi gerektiğine inanmıştı. II. Meşrutiyet döneminde donanmanın güçlendirilmesi amacıyla 19 Temmuz 1909’da kurulan Donanma-yı Osmânî Muâvenet-i Milliyye Cemiyeti’nin kuruluş çalışmalarında yer aldı. Cemiyetin yönetim kurulunda en aktif üyelerden biri oldu. ‘Donanma Mecmuası’nın yayımlanmasına önemli katkısının yanı sıra ülke düzeyinde gerçekleştirilen irşad ve yardım kampanyalarında görev aldı. Toplanan yardımlarla satın alınacak gemi ve askerî mühimmat işlemlerinde donanma adına askerî uzman sıfatıyla görevlendirildi. 1911 ile 1918 arasında 4 gemi ve Çanakkale cephesinde kullanılan mayınları Almanya’dan alarak donanmaya kazandırdı. İtalya’nın Osmanlı aleyhindeki iddialarına Liverpool Times gazetesinde yazdığı makalelerle cevap vererek İngiliz kamuoyundaki yanlış ve maksatlı algılarla mücadele etti.

Genç yaşından itibaren fikir ve neşriyat hayatının içinde yer alan Ali Şükrü Bey, İstanbul’da kendi adıyla anılan bir matbaa kurdu. İlk yayını kurmay teğmenliği sırasında (25 yaşında) 1909’da yayımladığı ‘Pusula Hatası ve Tashihi’ adlı eserdir.

Daha sonra ‘İdman Mecmuası’nı çıkardı. Bu dergide dikkat çeken en önemli yazısı ‘Keşşaf Yoldaşlığı’ adlı izcilik hakkındaki makalesidir. 1 Nisan 1919’da ilk sayısı çıkan ‘Gündoğdu Mecmuası’ doğrudan sahipliğini ve mesul müdürlüğünü onun yaptığı, Ali Şükrü Matbaası’nda basılan süreli yayın olup 29 Mayıs 1919 tarihli 9. sayısı ile yayın hayatına son verdi. Bunların dışında eğitim ve sosyoloji konularında İngilizceden yaptığı bazı tercümeleri bulunmaktadır.

İstanbul ve Anadolu üzerindeki İşgallerin giderek yaygınlaşması üzerine Esad Paşa’nın önderliğinde resmî, yarı resmî, özel birçok kurum ve kuruluş temsilcilerinin katılımıyla 29 Kasım 1918’de İstanbul’da ilk toplantısı gerçekleştirilen Millî Kongre Cemiyeti’nin faaliyetlerine katıldığı gibi bu tarihten itibaren cemiyetin başlattığı işgal karşıtı çalışmaların içinde yer aldı. Kurduğu matbaayı, direniş amaçlı yayınların basılmasında kullandı.

Anadolu da düşman işgaline karşı direniş hareketleri bu dönemde (1918) kurulan farklı cemiyetlerin çalışmaları neticesinde başlamıştır. Bu cemiyetler Anadolu halkının direniş şuurunu artıracak irşat ve manevi çalışmalar yapmanın yanında düşman işgaline karşı direnecek yerel milis kuvvetlerin hazırlığını da yürütüyorlardı. İşte adına Kuvayı milliye dediğimiz ‘düşmana karşı silahlı direniş hareketleri’ bu dönemde teşekkül etmeye başlamıştır. Bunlar birbirinden bağımsız fakat aynı amaç doğrultusunda çalışan yerel silahlı kuvvetlerdi. Bu yerel halk kuvvetlerinin bir kısmının başında veya içinde Osmanlı subay ve askerleri de vardı.

Bu arada şunu hatırlamakta fayda var; resmi tarih söyleminde olduğu gibi Anadolu’da ki düşman işgaline karşı direniş hareketi Atatürk’ün 19 Mayıs 1919 da Samsun’a çıkmasıyla başlamamıştır. Bilakis Anadolu da işgale karşı direniş çabaları başladığında henüz M. Kamal Paşa tarih sahnesinde yoktur. Mustafa Kamal paşa, padişah Vahidettin tarafından 3. Ordu komutanlığı müfettişliğine 16 Mayıs 1919 da henüz yeni atanmıştır. Hâlbuki Anadolu da düşmana karşı direniş hareketleri çoktan başlamış hatta 19 Aralık 1918 de Fransızlara karşı Hatay- Dörtyol’da düşmana karşı ilk kurşun Kuvayı milliye tarafından sıkılmıştır bile.

Aynı şekilde, Anadolu da başlayacak askeri direnişin daha bilinçli daha güçlü ve tek çatı altında organize edilebilmesi için yapılan Erzurum kongresi ise Merkezi İstanbul’da bulunan iki cemiyet/dernek tarafından organize edilmiştir. Bu dernekler/cemiyetler Vilâyât-ı Şarkiyye Müdâfaa-i Hukūk-ı Milliyye Cemiyeti’nin Erzurum şubesiyle, Trabzon Muhâfaza-i Hukuk Cemiyetidir. Bu kongreye Vilâyât-ı Şarkiyye Kongresi de denir. Ayrı ayrı kurulmuş olan cemiyetleri birleştirmek ve ortak bir mücadele planı hazırlamak amacıyla Erzurumlular’ın 30 Mayıs 1919’da Trabzonlular’a başvurmasından sonra Erzurum’da bir kongre yapılması kararlaştırıldı.  23 Temmuz’da kongrenin gerçekleştirmesi için Erzurum’da toplanıldı. Düşman işgalinden kurtulma yolunda atılan tüm bu adımların içinde M. Kamal paşa yoktur. Fakat böyle bir kongrenin yapılacağını duyan M. Kemal paşa bu kongreye ısrarla katılmak ister. Bu sırada Erzurum’a gelen Trabzonlu bazı delegelerle/temsilcilerle Erzurumlu delegeler arasında Mustafa Kamal’in kongreye katılıp katılmaması konusunda anlaşmazlık çıkar. Daha sonraları Ali Şükrü Bey’in de üyesi olduğu Trabzon Muhâfaza-i Hukuk Cemiyeti’nin temsilcileri Mustafa Kamal’in kongreye alınmasına şiddetle karşı çıkarlar.

Bunun sebebi Trabzonlu bazı delegeler, M. Kamal’ın muhteris bir kimse olduğu ve Millî Mücadele’yi kendi istediği doğrultuya çekebileceğini iddia etmeleriydi. Ancak Kâzım Karabekir Paşa araya girerek tarafları yatıştırıp ikna etti. Erzurum merkez kazasından iki delege istifa ettirildi ve böylece Mustafa Kamal ile Rauf Bey’in kongreye katılmaları sağlandı. (TDV, Erzurum Kongresi Maddesi) Yani Mustafa Kamal Paşa kurtuluş savaşının en önemli dönüm noktası olan Erzurum kongresini planlayıp organize eden kişi değildir. Aksine Kazım Karabekir Paşa’nın araya girmesi ve ricası üzerine ancak bu kongreye katılabilmiştir.

Konumuza dönecek olursak İzmir’in Yunan ordusu tarafından işgalinden (15 Mayıs 1919) sonra İstanbul’da düzenlenen Sultanahmet mitinginin hazırlanmasına katkı sağlayan Ali Şükrü Bey, bu tarihten itibaren mücadelenin artık İstanbul’dan değil Anadolu’dan yürütülmesi gerektiğine karar vererek bir grup arkadaşıyla birlikte Trabzon’a hareket etti.

Bu dönemde İkinci kongresini yaparak silahlı mücadeleye karar veren Trabzon Muhâfaza-i Hukūk-ı Milliyye Cemiyeti’nin faaliyetlerine iştirak etti. Çok istemesine rağmen Erzurum Kongresi’ne delege olarak katılması mümkün olmadı. 16 Mart 1920’de İstanbul’un İngilizlerce resmen işgalinin ardından olağan üstü yetkilerle toplanan Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne katılmak üzere Ali Şükrü Bey Ankara’ya geçti. Yakın arkadaşı Mehmed Âkif Ersoy Bey’le meclisin 1920’deki açılışına katıldı. Birinci Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin en aktif üyelerinden biri olarak dikkat çekmeye başladı. Dışişleri, İrşad, Anayasa, Millî Savunma, Millî Eğitim ve iç tüzük komisyonlarında görev aldı. Millî Mücadele’nin en kritik aşaması olan Eskişehir-Kütahya muharebeleri sırasında Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin Kayseri’ye taşınması gündeme geldiğinde Kayseri’ye gidip ulu camide Anadolu’daki mukaddes cihatla ilgili bir konuşma yaptı. Bunun metni 24 Eylül 1921 tarihli Sebîlürreşâd dergisinde yayımlandı. Bu uzun ve önemli konuşmada birinci Dünya Savaşı’nın başlangıcından Mondros Mütarekesi’ne kadar gelen dünya ve Osmanlı siyasetinin genel bir değerlendirmesini yaptı.

Tarihçi Mahmut Goloğlu’nun taassup derecesinde dindar, ahlâklı, vatanperver ve idealist biri olarak tanımladığı Ali Şükrü Bey’in meclisin açılışından beş gün sonra 28 Nisan 1920’de verdiği ilk kanun teklifi “İçkinin üretilmesi ve tüketilmesinin yasaklanması” teklifiydi. Mecliste büyük tartışmalar sebep olan bu kanun teklifi Ali Şükrü Bey ve arkadaşlarının dirayeti duruşlarıyla 14 Eylül 1920 tarihinde Men‘-i Müskirat adıyla kabul edilerek yasalaştı.

Meclis-i Meb‘ûsan’ın İngiliz kuvvetlerince basılması tecrübesinden hareketle 29 Nisan 1920 tarihinde meclis başkanlığına verdiği, meclisin güvenliğinin sağlanması için millî muhafız müfrezesi teşkili önergesi de kabul edildi, böylece Türkiye Büyük Millet Meclisi Muhafız Müfrezesi kuruldu.

Ali Şükrü Bey’in M. Kamal Paşa ve Grubuna Karşı Muhalif Olduğu Hususlar

Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılışından Teşkîlât-ı Esâsiyye Kanunu’nun kabul edildiği 21 Mart 1921 tarihine kadar geçen süre içinde meclis içinde önemli görüş ayrılıkları ve gruplaşmalar meydana geldi. Ali Şükrü Bey, bu gruplaşmada Mustafa Kemal Paşa’nın başkanlığını yaptığı ve birinci grup diye anılan Müdâfaa-i Hukuk Grubu’na muhalif cephede yer aldı. İkinci grup diye bilinen, başkanlığını Erzurum milletvekili Hüseyin Avni Ulaş Bey’in yaptığı grubun sözcülüğünü üstlendi.

Başkumandanlık Meselesi

Özellikle Başkumandanlık Kanunu’nun M. Kamal Paşa’ya verdiği bazı olağan üstü yetkilerin meclisin egemenliğine aykırılık oluşturacağı konusundaki şiddetli tartışmalar sırasında kendi grubu adına Ali Şükrü Bey sert ifadeler içeren konuşmalar yaptı.

Rauf Orbay, Ali Şükrü Bey’in ve muhalefetin bu konudaki görüşünü şöyle özetlemektedir: “Mustafa Kemal Paşa, meclis reisi dolayısıyla devlet reisi durumunda bulunurken bir de başkumandanlık yetkileriyle techiz edilirse başımıza diktatör kesilecektir. Ordunun kumandanları, erkân-ı harbiye-i umumiye Reisi vardır. Mustafa Kemal de devlet reisi olarak bunların amiri sayılır. Bir de başkumandanlık diye ayrı ve olağanüstü yetki ile kendisini sorumsuz, mutlak amir vaziyetine sokamayız.”4

Bu düşüncelerinden dolayı Trabzon Mebusu Ali Şükrü Bey, başkumandanlık kanununun uzatılmasına taraftar değildi. Bu konuda Meclis gizli oturumunda yaptığı konuşmada Mustafa Kemal Paşa’nın yetkisini Meclis’e devretmesini istemiştir.5

İstiklal Mahkemeleri Meselesi

Ali Şükrü Bey’in muhalefet ettiği konulardan bir diğeri de İstiklâl mahkemelerinin faaliyetleriydi. 22 Eylül 1920 tarihli İstiklâl mahkemelerinin kurulması görüşmesinde bu mahkemelerin sadece savaş suçlarına yönelik çalışmasını, bunun dışındaki konularda yargı faaliyetlerinde bulunmasının yanlış olacağını beyan etti. Bu şartla kurulan istiklal mahkemelerinin daha sonra bir şekilde yetkileri genişletildi. İstiklal mahkemelerinin kararlarını eleştiren Ali Şükrü Bey, tek şahitle insanların asılmasının yanlış olduğunu söylemiş ve bu konuda Adliye Vekili Refik Şevket Bey ile atışmıştır.6

Yürütme Makamının Hukuka Aykırı İşler Yapması Meselesi

8 Haziran 1922’de yapılan görüşmelerde birinci grup ile ikinci grup arasında yine sert tartışmalar yaşandı. Bu görüşmelerde Ali Şükrü Bey yürütmenin hukuka aykırı uygulamalar yaptığını beyan ederek çok sert itirazlarda bulundu.

Hilafet Meselesi

Ali Şükrü Bey’in mecliste M. Kamal Paşa’ya dolaysıyla birinci gruba muhalefet ettiği diğer bir hususta hilafet meselesiydi. 25 Kasım 1922’de Meclis’te yaptığı konuşmada: “Din kuvveti ve İslamiyet’e dayanan teşkilat-ı esasiyemiz tek sarsılmaz gücümüzdür. Müslümanız, halifeye her suretle bağlıyız, merbutuz.” diyerek saltanatın kaldırılmış olmasına rağmen hilafet hususunda siyasi tercihini ortaya koymuştur. Bu sözler üzerine Meclis’te gürültüler yaşanmış, karşılıklı atışmalar olmuştur.7

Dindarlığı ile tanınan Ali Şükrü Bey, matbaası aracılığıyla din adamlarının bu husustaki görüşlerinin topluma duyurulmasında önemli rol oynamıştır. Örneğin, Said Nursi’nin Mustafa Kemal Paşa’ya karşı yayınladığı “Hübbab” isimli bildiriyi basmı?t?r.ştır.8

Ayrıca Afyon Mebusu İsmail Şükrü Bey’in hükümetin halifeye değil aksine halifenin hükümete emir vermesi gerektiği beyan eden ‘Hilafet-i İslamiye ve Türkiye Büyük Millet Meclisi’ isimli tebliğini de Ocak 1923’te basmıştır.9

Lozan Konferansı

Ali Şükrü Bey’in Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde muhalif tavrıyla öne çıktığı diğer bir tartışma konusu da Lozan’dı. Lozan Konferansı’nın 3 Şubat 1923’te kesintiye uğraması üzerine Ankara’ya dönen Türk heyeti başkanı İsmet Paşa’nın gelişmeler hakkında 26 Şubat 1923 tarihinde düzenlenen gizli celsede Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne bilgi vermesi üzerine bu hususta da günlerce süren tartışmalar yapıldı. Bu tartışmaların temelini, özellikle ikinci grup temsilcilerince öngörülen Lozan’da Mîsâk-ı Millî’den tâviz verildiği iddiaları oluşturmaktaydı. Şubat ayı boyunca devam eden görüşmeler mart ayına da sarktı. Görüşmeler oldukça hararetli geçiyor, her gün gece yarılarına kadar devam ediyordu. Hatta Trabzon Mebusu Hafız Mehmet Bey tarafından hükümet istifaya bile çağrıldı.10

En sert tartışmalar 5 Mart tarihli celsede meydana geldi. Bu görüşmede Ali Şükrü Bey, “Musul meselesinin bir yıl sonraya ertelenmesinin Mısır ve Girit gibi kaybedilmesi anlamına geleceğini, Ege adalarının Yunanistan’a bırakılması halinde Anadolu’nun denizden savunulamaz duruma geleceğini vurguladıktan sonra ülkenin kaderinin İsmet Paşa liderliğindeki Lozan Heyeti’ne emanet edilemeyeceğini belirtti ve konuşmasını, “Mehmetçiğin süngüsüyle kazanılan bu muazzam zafer, Lozan’da heba edilmiştir. Bu murahhasa heyetinin barış meseleleri üzerinde sözleri olamaz efendiler! Artık bunların vazifeleri bitmiştir” sözleriyle tamamladı.

Görüşmelerin son günü olan 6 Mart 1923 günü gizli celsede Mustafa Kemal Paşa kürsüye geldi ve muhaliflere sert bir şekilde cevap verdi. Arkasından da Ali Şükrü Bey’in müdahale etmesi sonucunda Meclis bir anda birbirine girmiş ve Mustafa Kemal Paşa eli cebindeki silahında olmak üzere Ali Şükrü Bey’in üzerine yürümüştü. Meclis’teki bu kavga ortamını oturumu yöneten Ali Fuat Bey şöyle anlatmaktadır:

“Mustafa Kemal Paşa Meclis’te konuşurken hava oldukça gergindi. O konuşuyor, sözü kesiliyor, o cevaplıyordu. Paşa sözlerini tamamladıktan sonra Ali Şükrü Bey ‘Ben de söyleyeceğim’ demesi üzerine Gazi Paşa hiddetli bir tavırla; ‘Bir haftadır söylüyorsunuz, memleketi zarardide ediyorsunuz, maksadınız nedir?’ dedi ve kürsüden inerek, elleri cebinde olduğu halde, asabi bir şekilde Ali Şükrü Bey’in üzerine yürüdü. Bu arada herkes Meclis’in ortasında birbirine bağırmakta olan mebusların etrafında toplanmıştı. Ali Şükrü Bey ‘Kimseyi ithama hakkınız yoktur!’ diye bağırıyor ve Sinop Mebusu Hakkı Hami Bey de ‘Meclis’te emniyet yok mudur?’ feryadını basıyordu…

Müzakereler çok ehemmiyetli ve ciddi bir hal almıştı. Müdahalelerim artık tesirini göstermiyordu… Riyaset (başkanlık) kürsüsünün önünde birinci ve ikinci grup azalarından çok sinirlenmiş olanlar karşı karşıya gelmiş ve adeta iki muhasım cephe teşkil etmişler, birbirlerini itham ve tehdit ediyorlardı. Bu halin biraz daha devamı müessif hadiselere sebep olacaktı. Hatta birbiri aleyhine tabanca ve saire istimaline (kullanılmasına) kadar varacaktı. İntizamı iade maksadıyla Meclis emniyet memurlarını çağıramazdım. Çünkü müzakereler gizliydi… Ne yapabilirdim? Derhal riyaset çanını her iki tarafın ortasına attım ve şaşkınlıktan istifade edip müzakereleri tatile muvaffak oldum…”11

M. Kamal Paşanın Kız Gibi Meclis Oluşturma Arzusu!

M. Kamal Paşa, Ali Şükrü Bey ve diğer muhalifler sebebiyle mecliste yapmak istediği icraatları süratle devreye sokamıyordu. Ciddi bir muhalefet ve engelleme ile karşılaşıyordu. Muhaliflerin amansız direnişinden usanmıştı. Artık bu meclisten gelecek adına ümitvar değildi.

Tam da bu sıralar dönemin gazetecilerinden İsmail Habip Sevük, M. Kamal’le bir röportaj için Çankaya’ya çıkmıştı. Mustafa Kamal burada amacının ‘Kız gibi meclis yapmak’ olduğunu belirtmişti. Bunun üzerine gazeteci İsmail Habip, ‘Demek meclis feshediliyor?’ deyince M. Kamal ile aralarında şu konuşma geçmişti; ‘Nereden biliyorsun?’ der gibi yüzüme baktı. (Ben karşılık olarak) ‘Kız gibi bir Meclis yapalım buyurdunuz da.’ (dedim).

O sözü ağzından kaçırdığına pişman olmuş gibi görünen bir tavırla dedi ki: “Hayır, Meclis fesh olunmuyor, olunamaz. Yalnız kendi kendine tecdid-i intihaba (seçim yenilenmesine) karar verecek!’ ve arkasından tembih etti: ‘Şimdilik bunu kimseye söylemeyeceksin ha!”12

İdam Fetvasını Eliyle İmzaladı (!)

1923’te TBMM’de ‘Zabıt Kâtipliği’ yapan Mahir İz, anılarında Ali Şükrü Bey’in başta hilafetin kaldırılması olmak üzere pek çok konuda “Halk Fırkası” grubuna şiddetle muhalefet ettiği için dikkatleri üzerine çektiğini belirtir. Ali Şükrü Bey’e göre İslam âlemi tekmil ruhuyla, vicdaniyle makam-ı hilafete bağlıydı ve bu kuvveti ihmal etmek adeta bir hiyanet-i vataniye idi. İşte İngilizler öteden beri bu büyük kuvveti parçalamak istiyorlardı.

Hilafetin kaldırılmasına ilişkin teklifin aleyhinde ateşli bir konuşma yapan Ali Şükrü Bey’i belinden tutan Başbakan Rauf Bey, “Şükrü! Yeter, yeter! Şükrü, artık söz alma” demişti. Şükrü Bey ise ‘Rauf! Ben bu işin fedaisiyim, anladın mı!” diyerek karşılık vermişti.

Mahir İz, şöyle devam ediyordu: ‘O sırada ben, Zabıt Müdürü Zeki Bey’e ‘Ali Şükrü bey bu gece idam fetvasını kendi eliyle imza etti‘ dedim. Nitekim o sözüm de çıktı. 13 14

1. Tekçe: Çağdaş Türkiye Tarihi, 3. Cilt, Pars Tuğlacı.

2. Derin Tarih 03 Ocak 2017) (Tekçe: Çağdaş Türkiye Tarihi, 3. Cilt, Pars Tuğlacı

3. Günaydın, 4 Aralık 1977

4. Kandemir, Feridun (1965), (Hatıra ve Söylemedikleri ile Rauf Orbay, İstanbul: Yakın Tarihimiz Yay.

5. TBMM, Gizli Celse Zabıtları, 3/320

6. TBMM, GCZ, 27/440-441

7. TBMM, GCZ, 25/82

8. Kandemir, Feridun (1964), M. Mücadelenin Başlangıcında M. Kemal Arkadaşları ve Karşısındakiler, İstanbul: Yakın Tarihimiz Yay.

9. Çelikalay, İsmail (1993), Hilafet-i İslamiye ve Türkiye Büyük Millet Meclisi, İstanbul Bedir

10. Ali Fuat Cebesoy’un Siyasi Hatıratı, İstanbul: Vatan Neşriyat

11. TBMM, GCZ, 4/176, (Cebesoy, Ali Fuat (1957), A.F Cebesoy’un S. H. İst.Vatan Neşr

12. Atatürk İçin – Cilt 1. İsmail Habip Sevük. S.274

13. https://www.yenisafak.com/yazidizileri/ataturk-muhalifini-bogarak-oldurduler-352623

14. http://www.canmehmet.com/sevr-iddiasi-italyan-ingiliz-entrikasi-musulu-cozer-m-kemal-pasa-ve-ali-sukru-tartismaktadir-9.html