Kapak Dosya – Hakan Sarıküçük / 2014 Aralık / 25. Sayı
Hamd; Kadının şeref, haysiyet ve vakarını koruyarak ona meşru olan her türlü hakkı tanıyan, haklarını koruyarak insanlık yaşamını düzenleyen görevleri kadına yükleyen Allah’a, salât ve selâm ise; cahiliye toplumunda kadına insanlık dışı muamele tarzı uygulayacak derecede kadının insan olup olmadığını tartışanları, hak ve hakikate yönelten ve kadının da İslam toplumunun bir parçası olduğunu her fırsatta ümmetine bildiren Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in üzerine olsun. Allah’ın affı ve mağfireti de; Kadının hayattaki konumunu hiçbir izaha ihtiyaç bırakmayacak şekilde en iyi tebliğ eden Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in gösterdiği yoldan yürüyen ve ona tabi olan müminlerin üzerine olsun
İslâm’da kadının konumu İslâm’dan uzak olduğu zaman ki konumuyla karşılaştırılmadıkça açıklanamaz. Dolayısıyla karşımıza iki kadın portresi çıkar.
1- İslam’a tabi olmuş, saygının ve hürmetin zirvesine oturmuş kadın,
2- İslâm’dan uzak, alınıp satılabilen bir ticaret eşyası kabul edilen kadın.
İşte böyle bir karşılaştırma direk olarak Müslüman bir kadının bu büyük dinle övünmesini gerektirir. Yine de meselenin daha derinlemesine incelenmesi Allahu Teâlâ’nın kadına olan lütfunun ne kadar da büyük olduğunu gözler önüne serecektir.
Cahiliyenin evveli ve ahirini tüm boyutlarıyla misallendirmek umulur ki kadına bakış açısının cahiliye sistemlerinde hiçbir zaman değişmediğini ve hiç bir zaman da değişmeyeceğini net bir şekilde izaha kavuşturacaktır. Bu sebeple konumuzu iki kısımda inceleyeceğiz.
1- Eski medeniyetlerde kadın
2- Çağımızda İslâm dışı toplumlarda kadın.
1- Eski Medeniyetlerde Kadın
a- Eski Mısır’da Kadın
Bu medeniyet dünyanın en eski medeniyetlerindendir. Araştırmacılara göre yüksek ve ilerlemiş bir medeniyettir. Tabi ki bu derece de ilerlemiş bir medeniyetten beklenen de kadının bu medeniyette önemli bir yerinin ve değerinin olmasıdır. Acaba bu böyle mi olmuştur? Üzülerek söyleyelim ki maalesef durum hiç te beklediğimiz şekilde olmamıştır.
Kadının saraylardaki ve krallar yanındaki halinden başlayacak olursak, bazen kral’ı kız kardeşiyle, bazen kızıyla evlenmiş halde görürüz. Kral akrabasıyla münasebette bulunduğu gibi kendisine hediye olarak sunulan çok sayıdaki kızlarla ve harp esirleriyle de birlikte olurdu. Diğer erkeklerde kral’ın yolu üzere idiler.
Kız kardeşlerle evlenme âdeti soylu insanlara da intikal etmişti. Tarihçilerin itirafları bu konuda çok manidardır: “Eski ve yeni hiçbir halk Nil vadisinde oturan halk kadar kadının değerini düşürmemiştir.”
Bu medeniyette cinsi konular çok müstehcen bir şekilde tıpkı şu anki çağdaş cahiliye de olduğu gibi anlatılırdı.
Bazı tören ve kutlamalarda cinsi yönden kadından yararlanma da sakınca görmezlerdi. (Günümüzde Noel adını verdikleri gece kutlamalarında kadınlı erkekli fuhuş partilerinde ve meydanlarda sabaha kadar yapıldığı gibi.)
Gençlerin evlilik öncesi genç kızlarla ilişkisi serbest ve isteğe bağlıydı. (Tıpkı günümüzde “bekârlığa veda partisi” diye adlandırdıkları gecelerde olduğu gibi.)
O medeniyette din adına her türlü günah işlenirdi. Din adamları bunu mübarek sayarlardı.
Kadın yüzünü ve dudaklarını kırmızılaştırır, tırnaklarını boyardı. Bazen tamamen çıplak bazen de dizle göbek arasını örtmüş bir halde yürürdü.
Mülk edinme hakkı, miras bırakma, mirasçı olma, evlilikte söz sahibi olma gibi hakları asla yoktu.
b- Babil Medeniyetinde Kadın
Bu medeniyette ziraatte, sanayide, mühendislikte, tıpta, yazıda, edebiyatta Mısır medeniyetinden etkilenmiş ve bu alanların hepsinde Mısır medeniyetinden birçok şeyler aktarmıştı. Fakat özellikle astronomide, tıpta, lügatte ve kanunda üstünlük sağlamışlardı. Fakat bu medeniyette bakın kadın nasıl bir haldeydi? Tarihçi Heredot kadının durumunu şöyle anlatır:
“Bazen kadınlar her yöne ayrılan geçitlerden geçer, sonra garipler kendilerinin beğendiği kadını seçmek için oralara uğrarlardı. Eğer kadın bu oturulacak yerlerden birine oturursa birisi odasına gelip ona bir altın veya gümüş parçası atana kadar evine dönmez ve mabedin dışında onunla yatardı. Verilen parça ne kadar küçük olursa olsun kadın onu reddedemezdi. Kanun bunu yasaklıyordu. Kendisine ilk gümüş atanın arkasından yürürdü. Hiçbir şekilde onu reddedemezdi. Kadın güzel olursa hemen evine geri dönebilirdi. Fakat çirkinler, acizliklerinden (beğenilmediklerinden) dolayı kanunun üzerlerine gerekli kıldığı şeyi ( zina etme vazifesini) yerine getiremediklerinden dolayı uzun zaman boyunca zuhre heykelinin yanında kalırlardı. Onlardan 3-4 sene bekleyenler olurdu. Bunun yanında genelevler, kadınların çalıştığı şarap içilen hanlar, eğlence mekânları (barlar, Pavyonlar!) vardı…”
O zamanlar kadının bir eşya gibi kullanıldığını da şöyle anlatır: “Kimin evlenme yaşında kızı olursa onu her sene erkeklerin toplandığı yere getirir. Kızları getiren birbiri ardına bu kızları satar, en önce en güzelini satar, parasını alır, sonra ikinci güzeli satardı.”
Boşanma sadece erkeğin hakkıydı. Kadın, kocasına: “sen kocam değilsin” derse boğularak öldürülürdü. Hammurabi kanununun açıkladığı gibi “kadın görevlerini yerine getirmez, evde durmaz, ev işlerini ihmal eder, çocukların bakımını hafife alırsa suya atılarak öldürülmesi gerekir”di.
Eğer kadın, kocasına çeyiz ve mehir ödemezse erkek ona köle muamelesi yapardı. Koca karısını az yemek vermekle öldürürdü. Tarihçi Heredot şöyle der: “Babilliler darda kaldıklarında yemekleri fazla tükenmesin diye karılarını boşarlardı.”
c- Asur Medeniyetinde Kadın
Kadın için zina (fahişelik) tabii, evli olmayan kadınların zaruri işlerinden sayılırdı. Ve bunu düzenleyen kanunlar çıkarılmıştı.
Çocuğunu düşürmek idamla yargılanan suçlardandı. Kadınlar çocuğunu düşürünce intihar ederlerdi.
Kadın babasının evinde yaşardı. Kocada onu istediği zaman ziyaret ederdi.
Tarihin kaydetmiş olduğu bilgilere göre bu medeniyetin krallarından olup, üç bin kişiyi yakmakla övünen böyle bir zihniyetten kadınlarına değer vermesi beklenebilir mi?
d- Eski Hint Medeniyetinde Kadın
Kadının koca seçme hakkı yoktu.
Kadını, Tanrı’nın hizmetçisi veya mabedin hizmetçisi kabul ederlerdi. Bunlar da açıktan ahlâksızlığa ve fesada çağırırlardı. Onlardan Brahmanlar1 faydalanırdı. Bu kadınlara aldıkları ücretin bir kısmını din adamlarına ödemeleri şart koşulurdu.
Bazı kadınların mabedde günde iki kere şarkı söylemek, dans etmek gibi resmi görevleri vardı. Bu dansları şehveti artıracak şekilde icra ediyorlardı.
Sekiz çeşit evliliği mubah kılmışlardı. Bunlardan beşi şöyledir:
1- Çalma (kapma) yoluyla evlilik
2- Sevgiyle evlilik
3- Satın alma yoluyla evlilik
4- Ana babanın isteğiyle küçük yaşta evlilik
5- Aynı tabakadan birçok kadınla evlilik
Kadın erkeğin karşısında daima ikinci sınıftı. Efsanelerinde şöyle anlatılır: “ Yaratıcı, kadını yaratacağı zaman baktı ki, yarattığı madde erkek yaratması sebebiyle bitmiş, bu yaratmadan arta kalan kalıntı ve artıklarla da kadını yarattı.”
Kadın durumu ne olursa olsun asla kocasına acı vermemeli, kocası tüm iyilik ve faziletlerden uzak olsa bile kocasına asi olan kadının sonu bir sonraki yaratılışında(reankarnasyon) ruhu bir alt sınıftan birine veya hayvan cesedine girer diye inanılırdı.
Kadın kocasına “Ey efendim, ey Tanrım” şeklinde seslenir ve arkasından uzak bir mesafeden yürürdü.
Kadına, öğrenim yasaktı. Sadece okuma öğrenme hakkına, yüksek tabaka kadınları sahip oluyordu. Kadında asıl olan erkeğin şehvet duygusunu okşamaktı. Nitekim zaruri gördükleri büyük nesle! ancak bu yolla ulaşılabilirlerdi. Kadının öğrenim görmesinin erkeğe karşı şehveti azalttığı görüşünde idiler.
Hiçbir sebeple kadın kocasından boşanamaz, ancak erkek onu boşamadan, kadınlardan istediği kadarıyla evlenmek hakkına sahipti.
Kadının görevlerinden birisi de kocası ölünce kendisini kocasının yakıldığı yerde yakması idi. Eğer adam birden fazla evliyse, hepsinin o ateşte yanması gerekiyordu. Bu âdete “suti” deniliyordu. Bunun ebedi evlilik bağına delâlet ettiğini söylüyorlardı.
e- Japon ve Çin Medeniyetinde Kadın
Çin medeniyeti diğerlerine nazaran kuvvetli bir ahlâk üzere kurulu olan şiir, işlemecilik ve kiremit sanatında ilerlemiş bir medeniyetti. Birçok âdeti 1949 yılındaki komünist ihtilale kadar değişmeyen sosyal bir sistemdi.
Sosyal düzen zaruri sebepler bulunduğunda erkeğin karısını satmasını uygun görürdü.
Kızın evleneceği kişiyi zifaftan önce görmesine müsamaha gösterilmezdi.
Çoğu kere zaruret olmaksızın kadınlar cariye gibi satılıyordu.
Nikah sözleşmesi sanki bir kulluk ve kölelik anlaşmasıydı. Evliliği kabul eden sanki hürriyetini ve canını satmış kabul ediliyordu.
Kadın kocasının yemeğine ortak olamıyordu. Tek başına yiyor, yemek sırasında yine o hizmet ediyordu. Kocasından kalan yemeği yiyordu.
Çoğu kere kadın kocasının hoşnutluğunu kazanmak için kadınlar bulup ona sunuyordu.
Japon medeniyetinin Çin medeniyetine nazaran bazı farklılıkları ise şöyleydi.
Zina âleminde kocalarıyla yarışırlar, “çok güzelsin” sözüne iffetlerini verirlerdi.
Geyşa denilen Japon fahişeleri için zinaya ruhsat verilmişti. Onların bu işi öğrendikleri özel okulları vardı. Bazı babalar buradan mezun olup devletten izinli zina yapsınlar diye kızlarını bu okullara utanmadan veriyorlardı.
f- Fars Medeniyetinde Kadın
Bu medeniyette siyasete ve harbe önem veren bir medeniyetti. Sebepsiz bir şekilde kralın bir insanı öldürebilme yetkisi vardı. Kralın her sözü kanundu. Elle istimna sopayla cezalandırılırdı. Kadın olsun erkek olsun, livata ve zina işleminin cezası ölümdü. İffet üzerine bu sert cezalara rağmen kadının değeri bakalım nasıldı?
Kadının kuvvet yoluyla alınmasını kötülerin yapacağı iş olarak görürler, bir kadın zorla alınırsa kişinin onun intikamını alması asla caiz değildi. Çünkü hikmet, zorla alınan kadının unutulmasını gerektirirdi.
Kanun çok çocukluluk için cariye edinmeye izin veriyordu. Toplumun ileri gelenleri ve zenginleri cariyeleri olmadan harbe çıkmıyordu. Kral ve emirlerin sarayları cariyelerle doluydu. Öyle ki kralın sarayında senenin günlerinin adedince kadın bulunuyordu. Çünkü kral çok güzel kadın olmadıkça bir kadınla iki kere birlikte olmazdı.
Kadının özel günlerinde uzlet kadına farzdı. Hiçbir yere çıkmaz, kimseye görünmez, kimseye bakmaz, kimseyle yiyemez, oturamazdı.
Evli kadının bir erkeği görmesi yasaklanırdı. Bu babası ve kardeşi olsa bile yakın akrabasından kimseyi görmesine izin verilmezdi.
Cariyelerin misafire eş olarak faydalanması için sunulduğu olurdu.
g- Eski Yunan Medeniyetinde Kadın
Yunan medeniyetinde kadının konumu şu şekildedir.
Kadın örtü bilmezdi. Bu dönemde evlilik satın alma şeklinde oluyordu.
Dini-büyük bayramlar kadın-erkek ilişkisi için büyük bir fırsattı.
Kanun erkeklerin kadın dostlarla bağlantısına izin veriyordu. İnsanlar bundan utanma duymuyorlardı. Evli kadın kocasını kadın dostlar edinmesinden dolayı kınamazdı.
Genelevlerde çalışmak revaç bulan bir meslekti. Bugün olduğu gibi, o zaman da devlet onu iktisadi gelirler arasında büyük bir gelir getiren müessese olarak addediyordu.
Zina mesleğinin dereceleri vardı. En yükseği refikat tabakası, sonraki tabaka çalgıcılar, son tabaka ise pornal tabakası idi.
Kısır adam akrabasından birisini karısıyla yatırma hakkına sahipti. Çocuk olunca koca bunu kendisinin sayıyor, kadın kısırsa boşanması gerekiyordu.
h- Roma Medeniyetinde Kadın
İlk döneminde kadın tüm medeni haklardan mahrumdu. Alış-veriş ve mülk edinme hakkı kocaya aitti. Karısının mihri bile onun malıydı.
Kocası öldüğünde kadına mal miras kalmazdı. Fakat kadın ölürse her şey kocaya kalırdı.
Genel özelliğiyle kadın bir eşyanın alınıp satıldığı gibi alınıp satılan zelil ve değersiz bir mahlûktu.
Epikur dönemi dediğimiz dönemde kadın kız veya sakat çocuk doğurursa kocasının onu öldürme hakkı vardı. Kadının herhangi bir söz hakkı yoktu.
Babanın çocuklarını özellikle de kızlarını sebepsiz bir şekilde satma hakkı vardı. Babadan sonra bu hak yaşça en büyük oğula geçerdi.
Fahişelerin vesikaları vardı. Genelevde ucuz fiyatla mukavele vardı. Bu tür kadınların dışında o zaman ki tarihçilerden birinin ifadesiyle gençlerin kendileriyle mabedde buluştukları “sayıları yıldızlardan az olmayan” daha niceleri de vardı.
Erkekler arasında livatanın yaygın olması sebebiyle kızlar kendilerine geçici kocalar buluyorlar ve bundan dolayı da kınanmıyorlardı.
Evli kadınlar arasında geniş ölçüde zina yaygındı. Kadınlar evli oldukları halde birçok âşıkları vardı. O zamanın örfüne göre kendisine sevgili edinen karısına kızan koca medeni olmayan- gerici sayılırdı.
i- Yahudi Medeniyetinde Kadın
Esasen Yahudilikte geçerli değerlerin ve hayat anlayışının Tevrat’tan kaynaklanması gerekiyordu. Fakat Yahudiler onu tahrif ettiler. Neticede kadının durumu diğer bahsettiğimiz sistemlerden hiç farklılık arzetmeden devam etti.
Mal gibi kabul edilip alındı, satıldı. Kocasına boyun eğerdi. Bekârlık suçtu. 20 yaşından sonra evlilik mecburdu.
Fahişelerin sayısı çoktu. Fakat kanun yabancı fahişelerle ilişkiyi men ediyordu.
Satılan kadınlarla evlilik yaygın idi. Kocasının malı sayılan kadına kocası dilediğini yapardı.
j- Hristiyanlıkta Kadın
Evlilik öncesi gayri meşru ilişkiler hiçbir zaman olmadığı kadar yaygındı.
Kadınları gasp etmek yaygın idi.
Hıristiyan dünyasının genelinde gayri meşru çocuklar yaygındı.
Bazı hacca giden kadınlar yol paralarını yolları üzerindeki şehirlerde kendilerini satarak kazanıyorlardı.
Haçlı seferleri esnasında ordunun gittiği her yere bir de fahişe ordusu gidiyordu. Papaz Agustin şöyle diyor: “Bu fahişeler arkadan gönderilmezse yer yerinden oynardı.”
Kilise, evliliği zikredeceğimiz şekilde haram kılan kanunlar koydu.
i- Evlilerden birinin daha önce bir evliliği varsa,
ii- Evlilerden birisi daha önce hiç evlenmemeyi nezretmişse,
iii- Eğer ikisinden biri vaftizlenmemişse
iv- Evlenecekler arasında 4. Dereceden (yani 4 nesil müşterek dede bulunmamalı) akrabalık olmamalı.
Kadın İngiltere parlamentosunda temsil edilmezdi. Kadına seçme ve seçilme hakkını 1900’lü yıllarda verdiler. (Bundan iki yüz yıl öncesine kadar kadının insan olup olmadığını tartışıp durdular.)
Erkek ile kadının yapılacağı iş aynı olsa dahi kadın olmak alınacak ücretin eksik olmasını gerektirirdi.
k- İslamiyet’ten önce Arap Yarımadasında Kadın
Arap kabilelerin bazılarında kız çocuklar diri diri gömülürdü. İbn Habib’in kaydından anlaşıldığına göre, Araplar yoksulluk korkusu ile kızlarına bu zulmü yaparken, zengin olduğu halde Zühre b. Kilab, peş peşe üç erkek çocuğu öldüğü için, sonra doğan kızını diri diri toprağa gömmüştü. Temim kabilesinden olan Kays b, Asım’ın, sekiz kızını, Kebire Ebi Süfyan’ın, dört kızını ve bazılarının da kızlarının birini öldürdüğü rivayet edilmektedir.
Cahiliye döneminde mal olarak algılanan cariyelerin, çarşı, pazar ve panayırlarda eşya gibi satılmaları yanında, kadın esir ticareti ile uğraşan tacirlerin bulunduğu da nakledilmektedir.
Cahiliye devrinde bazı babaların, fuhuşa düşebileceği korkusu veya evde kalıp evlenememe endişesi yüzünden kız çocuğu babası olmanın bir utanç kaynağı olduğu rivayetlerden anlaşılmaktadır. Toplumda erkekten daha az işe yarayan kadın, esir düştüğü zaman da ailesini bir takım problemlere sokardı.
Cahiliye devrinde, muayyen gününde kadınla aynı yatakta yatmayan, aynı evde oturmayan ve bir kaptan yiyip içmeyenlerin bulunması yanında kadını uğursuz sayanların olması, Urve b. El-Verd’in hanımını şarap karşılığında rehin bırakması, hanımına kızan Sahr b. Amr’ın onu idam etmesi, kız doğuran bir kadını kocasının bu nedenle terk edebilmesi ve kocası ölen bir kadının bir yıl yas tutması ile ilgili rivayetlerden, o dönemde kadın haklarının olmadığı, varsa da çok ihmal edildiği anlaşılmaktadır.
Cahiliye de evliliğin kendine özgü özelliği vardı. Urve b. ez-Zübeyr’in haber verdiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in hanımı Aişe radıyallahu anha şunları söylemiştir: “Cahiliye döneminde dört çeşit nikâh vardı. Bunlardan birincisi halkın bugünkü nikâhıdır. Şöyle ki evlenmek isteyen bir adam diğer bir adama velisi bulunduğu kızı istemek üzere dünürlük yapardı. Anlaştıkları takdirde kızın velisi mehri tayin eder, sonra dünürlük yapan yani evlenmek isteyen kimse o kızla nikâhlanırdı. “
“Diğer bir nikâh şekli de şu idi. Adam karısına hayızdan temizlendiği zaman “falan kimseye bir haber gönder de ondan (seninle) cinsî münasebette bulunmasını iste” derdi. Sonra kocası o kadını bırakır ve kadının kendisiyle cinsî münasebette bulunduğu o erkekten aldığı gebelik iyice belirinceye kadar asla onunla cinsi münasebette bulunmazdı. Kadının gebeliğinin o adamdan olduğu iyice belli olunca artık kocası isterse onunla cinsî münasebette bulunurdu ve evliliğini sürdürürdü. Bunu kişi sadece çocuğun soylu olmasını istediği için yapardı ve bu tür nikâha ‘istibda nikâhı’ adı verilirdi.
Bir başka nikâh şeklî de şuydu; On kadar erkek bir araya toplanır ve hepsi de bir kadının yanına girip onunla cinsî münasebette bulunurlardı. Kadın gebe kalıp çocuğunu doğurunca bir süre geçtikten sonra onlara haber gönderir ve hepsini yanına çağırırdı. (Buna da müşterek nikâh veya muzamede nikâhı denilirdi. )
Onlardan hiçbirisi onun davetine uymaktan kaçınamazdı. Hepsi de onun önünde toplanırdı. Kadın onlara hitaben; aramızda olan işimizi biliyorsunuz. Ben bir çocuk dünyaya getirdim” der ve “bu çocuk senindir ey falanca!” diyerek onlardan hoşuna giden birini ismiyle çağırır ve çocuğu ona ilhak ederdi.
Dördüncü bir nikâh şekli de şu idi; pek çok kimse toplanarak bir kadının yanına girerdi. Kadın kendisine gelen kimselerin hiç birinden kaçınmazdı. Bu kadınlar fahişe kadınlardı. Kendilerine gelmek isteyen kişilere bir alâmet olması için kapılarının üzerlerine bayraklar dikerlerdi. Kadın hamile olup da çocuğunu doğurunca daha önce kendisiyle cinsî münasebette bulunan erkeklerin hepsi onun yanında toplanırlardı. Kadın da onlar için çocuğun şekil ve şemâline bakarak babasını tespit edebilen mütehassıslar çağırırdı. Onlar da kadının çocuğunu çocuğun babası olduğuna kanaat getirdikleri kimseye verirlerdi, o kimse de çocuğu kendisine ilhak ederdi. Artık o çocuk o kimsenin oğlu diye çağırılırdı. Çocuk da bundan çekinmezdi. (Bu nikâha da biğa nikâhı denilirdi.) Allah, Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’i gönderince bugünkü Müslümanlar’ın nikâhı Câhiliyye dönemi halkının bütün nikâhlarını kaldırdı.(2)
Davûdî’nin beyanına göre Câhiliyye döneminde üç nikâh çeşidi daha vardı;
1- Gizli dostlar, metreslerle sürdürülen evlilik hayatıdır. Câhiliyye halkı gizlice yapılan zinalarda bir sakınca görmediklerinden bu tür evlilik hayatını meşru sayarlardı. Allah “Gizli dost da tutmamaları şartıyla”(3)âyet-i kerîmesinde Arapların bu gizli ve iğrenç âdetlerinin olduğunu ve bunun da Allah tarafından bilindiğini belirtmiştir.
2- Bir kimsenin bir kadınla bir ay veya bir sene gibi muayyen bir süre devam etmek üzere evlenmesidir. Bu da ‘mut’a nikâhı’ olarak adlandırılırdı. Mut’a nikâhında velilerin onayına gerek görülmezdi. Mut’a nikâhında kadın kendi aile bireylerinden oluşan akrabalarıyla birlikte yaşadığı toplumunda kalırdı. Kocasına bir mızrakla, bir çadır verirdi. Bu suretle erkek karısının kabilesinde bulundukça o kabilenin bir ferdi gibi sayılır, evlilik sürdüğü müddetçe erkek bu kabileyle hareket ederdi. Kadın mut’a nikâhına son vermek istediği zaman çadırın kapısını daha önce bulunduğu yönün tersine çevirirdi. Kocası bunu görünce kendi kabilesine dönerdi. Bu evlilikten doğan çocuklar kadına ait olur ve falanca kadının çocukları diye anılırlardı.
3- İki kişinin karılarını karşılıklı değişmeleri neticesinde meydana gelen evlilik. Buna da ‘bedel nikâhı’ adı verilirdi.
Bu nikâhların dışında aşağıda anlattığımız nikâh şekilleri de vardı:
i- Siğar Nikâhı: Bazı erkekler başlık ve mehir vermemek için kızlarını, kız kardeşlerini ve kardeşlerinin kızlarını yani vasisi oldukları kadınları mübadele etmek ‘değiştirmek’ suretiyle alırlardı.
ii- Analıkla Evlenmek: Ölen kişinin başka kadından olan en büyük oğlu analığını yani üvey annesini mehirsiz olarak alabilirdi. Bunun için de babası ölür ölmez abasını yani ceketini kadının üzerine atar ve bu suretle başlık vermeye gerek kalmaksızın o kadının nikâhlı eşi olurdu. Böylece isterlerse kadını başkasıyla evlendirir ve bu yolla mehirin kendilerine verilmesini şart koşarlardı. Bazen bu gibi kadınları ölünceye kadar evlendirmedikleri olurdu. Hatta ölenin oğlu küçük ise çocuğun üvey annesini, çocuk büyüyünceye kadar bekletir, problemin çözümünü ona bırakırdı… Fakat kadın kocası ölür ölmez, çabuk davranarak kendi kabilesine sığınırsa, bu esaretten kurtulurdu. Üvey oğlu daha çabuk davranarak kadının üzerine elbisesini atmayı başarırsa artık kadın nikâhlanmış olurdu. Bu şekildeki nikâha‘makt nikâhı’ denilirdi. Allah Nisâ Sûresi’nde “Geçmişte olanlar bir yana, babalarınızın evlendikleri kadınlarla evlenmeyin; çünkü bu bir hayâsızlıktır, iğrenç bir şeydir ve kötü bir yoldur. ”(4) diyerek, bu çirkin âdeti yasakladı.
iii- Tarihçi Strabon bu evliliklerden başka, o dönemlerde bir başka tür evlilik geleneğinin bulunduğundan bahsetmektedir. Bu âdete göre ailenin servetinin parçalanmaması için yalnız büyük erkek kardeş yani ağabey evlenir, diğer erkek kardeşler evlenmezlerdi. Fakat bunlar da resmen büyük kardeşin eşi olan kadınla yani yengesiyle serbestçe ilişkide bulunmak hakkına sahiptiler. Böylece aynı kadını bütün kardeşler eş gibi rahatlıkla kullanıyorlardı.
İki kız kardeşle evliliği mubah görürlerdi.
Boşanmada çok aşırı davranıyorlardı. Karılarını boşayıp tekrar tekrar geri alıyorlardı.
2- Çağımızda İslam Dışı Toplumlarda Kadın
Şimdi toplumumuza bir bakınız. Bazı kişilerin yaşadığı cinsellik ve gayri meşru hayat ve gayri meşru ilişkiler nasıl da cahiliye dönemindeki kadın ve erkeklerin ilişkilerine benziyor?
Cahiliye toplumunun diğer bireyleri gibi bugünde kadınlar tüm yaşamlarını “dünya hayatı” ve “bu hayatın süsleri” üzerine kurmuşlardır. Dünya hayatının insanlara sunduğu menfaatlerden daha fazlasıyla yararlanabilmek, devamlı olarak yaşam standartlarını yükseltecek imkânlar elde edebilmek, toplum nazarında iyi bir itibar elde edebilmek, sahip olduklarıyla çevrelerinin hayranlığını ve övgüsünü kazanabilmek ve kendilerini her zaman bir takım insanlara beğendirebilmek bu kimselerin önde gelen ideallerindendir. Kocasının sevgisiyle ve kendisini sadece ona güzel gösterme ile yetinmeyen bazı kadınlar arzu ve maksatlarına ulaşabilmek için her türlü yolu mubah görmüşler ve bu maksatla helal-haram sınırı gözetmeksizin hareket etmişlerdir.
Bugün de cahiliye ahlâkına sahip kimi kadınlar gösterdikleri karakter, ortaya koydukları tavırlar ve benimsedikleri ahlâk anlayışı ile kendileri hakkındaki bu sabit bakış açısının yanlış olmadığını ortaya koymaktadırlar. İslam’ın kadına verdiği değeri bilmemeleri bir yana maalesef ulaşmak istedikleri cahiliye arzularının da kendilerini hangi noktaya ulaştıracağının farkında değillerdir. Veya bu gibi kimseler tam manasıyla bunun bilincinde olan hayvansal bir içgüdüyle hareket eden, şehvet ve arzularına düşkün din düşmanlarının ve onların yardımcılarının oyunlarından ibarettir. Onlar eski cahiliye yaşamına dönmek maksadıyla yırtınıp duran zavallı mahlûklardır.
Meydanlara çıkıp İslam’a ve şeriata küfreden, İslam’ın kendilerine verdiği önemi akledemeyen bu zavallılar bedenlerini diledikleri gibi kullanmada hür olduklarını! bağıra bağıra hiç utanmadan ve Allah’tan korkmadan söyleyebilmektedirler. Maalesef bugünün cahiliyesi eski cahiliyeyi sollamış ve tam gaz helâke doğru bir yola koyulmuştur.
Eski cahiliyede şehvet ve arzularına düşkün kadın sömürücülerinin uyguladıkları plan ve taktikler bugün ne acıdır ki cahiliye yaşamını vazgeçilmez bir hayat nizamı kabul eden ve bunu şuur altına yerleşmiş bir hakikat kabul eden kadınlar tarafından bizzat uygulanagelmiştir.
Görüldüğü gibi, tarihin çeşitli dönemlerinde kadınlar hakkında farklı şekillerde ortaya çıkan yanlış bir bakış açısı hâkim olmuştur. Mesela ortaçağda, rönesansa kadar batıda kadının insan olup olmadığı tartışmalı iken, İslam toplumlarında cennet çoktan anaların (yani kadınların) ayaklarının altına serilmişti bile… Bırakın kadın hakkını koruma altına almış olmasını, Anne karnındaki bebeğin dahi bireysel hakkını İslam korumaya almıştır. 120. günden sonra İslam hukukuna binaen konuşamayan şikâyet edemeyen kendini savunamayan bebeğin hakkını gözetir.
Oysa gerçekte kadın olsun erkek olsun mümin olan kimseler, keskin bir akla, derin bir kavrayış yeteneğine, güçlü bir kişiliğe sahip olabilen, üstün bir ahlâk sergileyebilen kimselerdir. Allah’ın Kuran’da örnek vermiş olduğu Hz. Meryem ve Firavun’un hanımı kadınların en güzel örneklerindendir. Ancak kimi kadınların din ahlâkından uzak bir hayatı benimseyerek cahiliye kurallarına göre yaşamaları, kendilerinin bu üstün yönlerinin körelmesine neden olmaktadır.Allah’ın Kuran’da bildirdiği Müslüman kadın karakteri yaşanmadığı takdirde, ortaya çıkacak olan her kişilik kesin olarak çarpıklıklarla ve yanlışlıklarla dolu olacaktır.
“Kim bir kötülük işlerse, kendi mislinden başkasıyla ceza görmez; kim de -erkek olsun, dişi olsun- bir mü’min olarak salih bir amelde bulunursa, işte onlar, içinde hesapsız olarak rızıklandırılmak üzere cennete girerler.”(5)
Selam ve Dua ile…
————————————-
1. Toplumun en tepesindeki kutsal rahipler
2. Sünen-i EbûDâvûd Tercüme ve Şerhi 9. Cilt, s. 18
3. Nisâ:25
4. Nisa:22
5. Mümin Suresi: 40