Biz Hacdan Ne Anlarız?

 Kapak Dosya – M. Ali Mücahid / 2014 Ekim / 23. Sayı

Dikkat çekici bir başlık ile sayın okuyucumu bu sayfaya çekmek istedim. Bilindiği gibi Hacca gidenlere “Hacı” denir. Ancak ülkemizde istismar aracı olarak kullanılır, “ben üstelik hacca da gittim” diye. Dalga geçme unsuru olarak ta kullanılır. “Hacııı” diye. Ve birde hacca gidip nasiplenmemiş kimselerin yaptığı hatalardan dolayı yerilen insana karşı kızgınlık sözcüğü ile “Birde hacca gitmiş” sözü ile. Ancak dinimiz bize haccın önemini farklı bir değerde sunar. Halbuki; Hac ibadeti tüm Müslümanların, yediden yetmişe güç yetirebilenlerin biran önce gitmeleri elzem olan, şiarların yakinen yaşandığı kutsal bir mekanda cereyan eder.

Hac Neden Bu Kadar Önemlidir?

ÇÜNKÜ; Hac; insanların kirlenmiş kalplerine bir format, tembelleşmiş zihinlerine bir silkeleniş… Yıpranmış şuurlarına bir diriliktir. İnsanı zinde tutar. Hayatın tuzaklarına, nefsinin bitmez tükenmez heva ve heveslerine karşı müminin bu ibadet vesilesiyle kendini savunma, koruma melekesini kuvvetlendirir.

Bir asker için acemi birlik ile usta birlik ne ise, ne kadar gerekli ise,  güç yetirebilen her bir mümin için umre ve hac o mesabededir. O kadar gereklidir. Müslüman’ın maneviyatı için umre bir acemi birlik, hac ise usta birlik karargahıdır. Bütün mesele; bu tabloyu algılayabilecek çerçeveden bakabilme kabiliyeti, bu beceriyi gösterebilecek bir şuuru, yakalayabilecek bir bilinci ve oraya gitme çabasını gösterebilmektir. Ve bu yazdıklarımı nasıl ki askere gitmeyen, acemi birliği ve usta birliği sadece kulaktan duyma dinleyip te idrakinde yaşayamazsa tadamazsa, balın faydalarını bilip te hiç bal yemeyenin idraki gibi. Hacca gitmeyenler bu örnekleri mübalağa görebilirler. Ancak gitmiş olanlar yazılanları daha iyi anlayabilirler düşüncesindeyim. Rabbim gitmeyenlere gitmeyi, gidenlere de tekrarını nasip etsin.

Haccın Hikmetleri

“İnsanlara haccı ilan et. Gerek yaya olarak ve gerekse uzak yolları aşacak yorgun develer üzerinde sana gelsinler.”  (Hac; 27)

Kuşkusuz yüce Allah’ın vaadi Hz. İbrahim’in yaşadığı günlerde gerçekleşmişti. Bugün de yarın da böyle olacaktır. İnsanlar gruplar halinde bu dokunulmaz eve yönelecekler, onun çevresinde dönmeye koşacaklar. Zengin olan, binek bulabilen, ona, binerek gelir. Değişik araçlara binip oraya koşarlar. Fakirler, yoksullar da ayaklarıyla gelirler. Binlerce yıldan beri Hz. İbrahim’in -selâm üzerine olsun- insanlara duyurduğu Allah’ın davetine koşmak üzere binlerce insan uzak yerlerden akın ederler buralara.

Bir ibadet mevsimidir hac. Orada ruhlar arınır. Allah’ın dokunulmaz evinin çevresinde Allah’a yakınlığı hisseder. Parlak ve güzel hayaller gibi canlanan hatıralar bu evin çevresinde uçuşur, mü’minler kendinden geçer, huzura kavuşurlar.

Önce, ciğerparesi İsmail’i ve annesini bu evin yanına bırakıp ürperen, sızlayan kalbi ile Rabb’ine yönelen Allah’ın dostu İbrahim’i -selâm üzerine olsun canlandırır hayalinde.

“Ey Rabb’imiz, ben ailemin bir bölümünü senin dokunulmaz evinin, (Kâ’be’nin) yanı başındaki bitkisiz, kıraç bir vadiye yerleştirdim. Ey Rabb’imiz, bunu namazı kılsınlar diye böyle yaptım. Buna göre insanlardan bir bölümünün gönüllerinde onlara karşı özlem uyandır ve onlara rızık olarak çeşitli meyvalar bağışla, umulur ki, sana şükrederler. (İbrahim Suresi; 37)

Hacer canlanır bu sefer hayalinde… Hem kendisi hem de süt emen yavrusu için bu kavurucu sıcağın altında bu evin çevresinde su aramaya çıkıyor. Susuzluktan bitkin düşmüş bir halde safa ile merve arasında koşup duruyor. Dayanacak hâli kalmamış ama yavrusunun çaresizliği karşısında yerinde duramıyor yine su aramaya koşuyor. Yedinci turun sonunda artık bütün ümidi kırılmıştır. Ama bir de bakıyor ki, çaresiz yavrucağın ayaklarının altından su fışkırıyor… Zemzem… Ümitsizlik ve kuraklık çölünde rahmet kaynağı…

Yine İbrahim’in -selâm üzerine olsun- hayali canlanıyor… Bir rüya görmüş İbrahim. Ciğerparesini kurban etmekte tereddüt etmiyor. İşte bu mü’mince itaat tavrı ile o erişilmez ufka yükseliyor.

Bu sefer Hz. İbrahim ve İsmail’in -selâm üzerlerine olsun- hayalleri birlikte canlanıyor. Birlikte evin temellerini yükseltiyorlar. Allah’a yönelik bir yakarış ve bir ürperti içindedirler.

Bu hayaller ve anılar bu şekilde peşpeşe sıralanıp gidiyor. Sonra Abdülmuttalib’in hayali canlanıyor… Şayet Allah kendisine on tane erkek çocuk bağışlayacak olursa onuncusunu kurban etmeye söz verir. Bu onuncu çocuk Abdullah’tır. Abdülmuttalip verdiği söze bağlı bir insandır. Kavmi de ona oğlu yerine fidye olarak bir hayvanı kurban etmesini önerir. Abdülmuttalip Kâ’be’nin çevresinde kura çekiyor, her seferinde kura Abdullah’a çıkıyor, fidye artıyor. Ta ki, onuncu çekilişte fidye sayısı yüz deveye ulaşana kadar. Bu öteden beri uygulanan diyetin miktarıdır. Böylece fidyesi kabul olunur, develer kurban edilir. Abdullah kurtulur. Yeryüzünde yüce Allah’ın en üstün kulu, Allah’ın peygamberi Muhammed’i sallallahu aleyhi ve sellem Amine’nin rahmine bırakmak için kurtulur, sonra ölür. Sanki yüce Allah onu sırf bu biricik, onurlu ve büyük amacı gerçekleştirsin diye kurban edilmekten kurtarmıştır.

Sonra hayaller ve anılar peşpeşe sıralanıp gidiyor. Allah’ın peygamberi Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem çocukluğunu, gençliğini, bu yerde, bu evin çevresinde geçiyor. Mübarek elleriyle karataşı (Hacarülesved) yerine koyuyor. Böylece kabileler arasında çıkmak üzere olan büyük bir fitneyi önlüyor. Namaz kılması… Kâ’be’nin çevresinde dönmesi… İnsanlara hitap etmesi… İbadet için bir köşeye çekilmesi canlanıyor. Zihinde canlıymış gibi adım atması, Hz. Peygamberin vicdanda olduğu gibi somutlaşması anılar dönemine dalmış hacıyı alıp engin ufuklara yükseltiyor. Onun saygıdeğer arkadaşlarının adımları, hayalleri bu yerlerde, bu evin çevresinde uçuşup duruyor. Kulaklar işitecek gibi oluyor seslerini. Nerdeyse gözle görülecekler.

İşte, dokunulmaz evin, kutsal Kâ’be’nin kuruluş hikâyesi.. Ve işte bu evin dayandığı temel… Yüce Allah bu evi tevhid temeline dayalı olarak kurmasını ve şirkten arındırmasını emretmiştir dostu İbrahim’e. İnsanları Allah’ın adını anmak -düzmece tanrıların adını değil- onun rızık olarak bahşettiği çeşitli hayvanlardan dolayı şükretmek için bu evi ziyaret etmeye çağırmasını emretmiştir. İnsanlar gelsinler Allah’ın rızık olarak bahşettiği hayvanlardan yesinler, Allah adına -başkasının adına değil- fakirleri doyursunlar diye. Burası dokunulmaz evdir. Allah’ın koyduğu dokunulmaz prensiplerdendir. Bunun yanında kanın dokunulmazlığı, antlaşma ve sözleşmelerin saygınlığı barış ve güvenliğin korunması da gözetilmesi gereken hususlardır.

Ümmetin Yıllık Büyük Kongresidir

Hac, dünyanın dört bir yanından gelen müslümanların katıldığı bir kongredir. Hacıların gördüğü birçok yararlı şeyler vardır. Hac bir ticaret ve ibadet mevsimidir. Kişi Ka’be’nin avlusunda kendini ahiret ufkunda, avlunun dışında ise dünyalık ticaret atmosferinde en yalın hissettiği iki manzarayı görür. Toplanma ve tanışma kongresidir. Dünya ve ahiretin buluştuğu, aynı şekilde inanca ilişkin uzak-yakın anıların buluştuğu bir farzdır.

 Ataları İbrahim’in döneminden bu yana zamanın derinliklerine kök salmış asıllarını bulurlar bu kongrede.

“Allah sizi gerek daha önceki kutsal kitaplarda, gerekse elinizdeki Kur’anda ‘müslüman’ olarak adlandırdı. (Hac Suresi; 78)

Orada topluca bağlandıkları ekseni bulurlar. Müslüman olmanın ayrıcalığını, güzelliğini görürler. Hep birlikte yöneldikleri, topluca buluştukları şu kıbledir eksenleri… Altında toplandıkları sancaklarını bulurlar. Tek ve değişmez inanç sancağıdır bu. Irk, renk ve ülke farklılıkları bu sancağın altında kaybolur gider. Bir zaman için farkında olmadıkları gerçek güçlerini bulurlar. Milyonların kenetlenmesinden, birleşmesinden kaynaşmasından doğan güçtür bu. Şayet bu milyonlar tek ve değişmez sancağın inanç ve tevhid sancağının altında toplanacak olurlarsa hiçbir kuvvet karşılarına dikilemez.

Hac, bir tanışma, danışma, hareket çizgilerini uyuşturma, güçleri birleştirme, mal, bilgi ve deneyim alışverişinde bulunma kongresidir. Bu kongrede, Allah’ın gölgesi altında, onun evinin yakınında, uzak-yakın itaatlerin, eski-yeni anıların gölgesinde, en uygun yerde, en uygun atmosferde ve en uygun zamanda o günkü birlik ve beraberlik halindeki İslâm aleminin toplumsal hayatı için birtakım düzenlemeler yapılır.

Yüce Allah “Gelsinler de çeşitli yararlarını gözleri ile görsünler” buyuruyor. Buna göre her kuşak kendi şartları, ihtiyaçları, deneyimleri ve hayatın zorlukları doğrultusunda yarar sağlar. Bunlar yüce Allah’ın müslümanlara haccı farz kıldığı ve Hz. İbrahim’e -selâm üzerine olsun- insanları bu evi ziyaret etmeye çağırmasını emrettiği gün irade ettiği bazı hususlardır.(Fizilal-i Kur’an; Hac s.)

Kâbe ve çevresi için kullanılan “harem” tâbiri, bölgedeki bütün ilişkilerin Allah’ın emir ve yasaklarına saygı esasına göre düzenlendiğini, başta insan olmak üzere ağaç ve bitki örtüsünden hayvanlara kadar bölgedeki bütün varlıkların İlâhî koruma altına alındığını ifade eder. Tavaf kişiye, her şeyin bir başka şey etrafında belli bir düzen içinde döndüğü ve insanın da bu kozmik düzenin bir parçasını teşkil ettiği şuurunu verir. Sa’y, Müslümanın sırf Allah istediği için katıldığı bir yürüyüştür; Müslüman bu sâyede kendisi gibi aynı yola girmiş, aynı niyet ve duyguları taşıyanlarla beraber koşmanın ne demek olduğunu farkeder. Sa’y sırasında “hervele” denilen çalımlı ve hızlı yürüyüş, niyet ve duygu bütünlüğü ile kaynaşmış ümmet ruhunun azametini yansıtır. Arafat’ta diğer mü’minlerle bir arada bulunan, kıyafetiyle artık bu dünyayı terk ettiğini gösteren mü’min, haşir ve hesaba çekiliş sahnesini temsilî bir şekilde yaşayarak sorumluluğun ve hesaba çekilmenin idrâkine varır. Arafat’ta Rabbine yönelen insan, daha bu dünyada, hiçbir yardımcının bulunmadığı şartlarda O’nun huzurunda durmanın mânâsını, makam, servet ve ilim gibi üstünlüklerin gerçek değerinin hesaba çekileceği zaman ortaya çıkacağını anlar; üstünlüğün sadece takvada olmasının ne demek olduğunu kavrar. Hac esnâsında çeşitli münâsebetlerle yapılan duâlar, sadece Allah’a teslim olmanın ve bunu söz ve davranışlarla yaşamanın özlü bir ifâdesidir. Özellikle telbiye çok anlamlıdır: “Buyur Allah’ım, buyur! Dâvetini duydum, Sana yöneldim, kapına geldim. Hamd Sanadır; nimet Senin, mülk Senindir. Şerîkin/ortağın yok Allah’ım!” Nihâyet orada kesilen kurban, mü’minin sırf Allah istediği için malından vazgeçebildiğini belirtmesi, kendi İsmail’ini, yani en sevdiği şeyi ve bizzat kendini dahi Allah yolunda kurban edebileceğini fiiliyle göstermesi açısından mânidardır.

Hac esnâsında hiçbir şeye zarar vermemek esas olduğundan insanın çevresiyle ilişkisinde son derece dikkatli davranması gerektiği ortaya çıkar. Bu husustaki titizliğin ölçüsü, Kur’ân-ı Kerim’deki yasaklardan ve bu yasakların çiğnenmesi halinde verilecek cezaları bildiren âyetlerin açık üslûbundan anlaşılmaktadır. Özellikle bitki ve hayvan türünden canlılara karşı gösterilmesi gereken hassâsiyet, kişiye başka zamanlarda kazanamayacağı ölçüde bir duyarlılık sağlar. Bunun yanında öfkelenmemek, kimseyi incitmemek ve güler yüzlü olmak gibi ahlâkî davranışlar da haccı gereği gibi yerine getirenlerin elde edecekleri mânevî kazançlar arasında yer alır. Sonuç olarak hac esnâsında Müslüman daha önce teorik olarak haberdar olduğu, fakat lâyıkı ile yaşayamadığı bir dizi imanî ve ahlâkî özellikler kazanır. Hac mü’minin kendi kendisinin farkına varma sürecidir.

Hacdan dönen mü’min, İslâm’ın ilk muhâtapları olan ve hayatlarını ona vakfeden asr-ı saâdet Müslümanlarının yaşadığı yerleri gezerek, Peygamber’i kitaplardaki bilgilerle tarihî bir şahsiyet olarak tanımanın ötesinde sanki onu bizzat görerek imanını ve ikrarını tazelemiştir. Rasûl-i Ekrem’in yaşadığı yerleri ve kabrini ziyaret etmiş, tebliğ vazifesini başarıyla yerine getirdiği mekânlarda peygamberliğine bir daha şehâdet etmiştir. Aynı zamanda dünyada mevcut çok çeşitli ırkları, bunların konuştuğu dilleri gözlemiş, ancak bu farklılıkların, sadece insanların birbirlerini tanıyarak iletişim kurabilmeleri için Allah tarafından birer alâmet olarak yaratıldığının şuuruna varmıştır. Bunun yanında insanlar arasındaki bu farklılıkların birlik ve beraberliği engellemediğini, mevcut farklılıklarla birlikte Allah’a teslim olmanın her türlü vahdetin esasını oluşturduğunu fark etmiştir. Böylece dünyasının sınırları genişlemiş, coğrafî bilgileri nazarî boyutlarını aşmış, yer küresinin muhtelif bölgelerinde yaşayan yüz binlerce insanla bir arada bulunmuş, en olumsuz şartlarda bile insanların birbirine müsâmaha göstermesinin ne demek olduğunu bizzat tecrübe ederek anlamıştır.

İslâm âlimlerinin biyografileri incelendiğinde onların hac seyahati esnâsında diğer birçok âlimle tanıştığı, bu vesile ile çeşitli fikir ve eserlerden haberdar olduğu, birçoğunun ilmî hayatında gelişmeler meydana geldiği görülür. Kitap basımının ve iletişim imkânlarının çoğaldığı günümüzde de hac seyahatinin bu ilmî fonksiyonu, önemini korumaktadır. Kur’ân-ı Kerim’de İslâmiyet’in bütün dinlere gâlip gelmesi amacıyla insanlığa gönderildiği ifade edilmektedir. Hemen bütün ırklara mensup olan, fizyonomileri, psikolojik yetenekleri, sosyal konumları ve coğrafî bölgeleri farklı bulunan birçok insanın katıldığı hac ibâdeti günlerinde Mekke ve Medine’yi dolduran kalabalıkları seyretmek, bu sâyede birlik içinde çokluğun ve çokluk içinde birliğin tecellîlerine muttalî olmak, gerçekten İslâm’ın azamet ve mükemmelliyetini müşâhede etme sonucunu doğurmaktadır.

Hac sırasında dünyanın her tarafından Kâbe’ye gelen Müslümanlar, aralarında önceden yapılmış herhangi bir anlaşma olmaksızın aynı fiilleri aynı şekilde gerçekleştirirler. Böylece Müslümanlar, birbirlerinden habersiz olarak aynı ideallere yönelik bir gayret içinde bulunduklarını farkederler; bu arada kendileri dışında milyonlarca insanın aynı amacı paylaştığının bilincine ulaşırlar. Hac, dünyanın neresinde yaşarlarsa yaşasınlar, bütün Müslümanların aynı değerlere sahip oldukları ve bu değerlerin kendileri için ortak bir zemin oluşturduğu gerçeğini ortaya koyar. Hacca giden Müslüman bir âilenin ferdi, bir köyün, bir kasabanın veya bir şehrin sakini olarak ülkesinden ayrılır, bir ümmetin ferdi olarak memleketine döner.

Hac ibâdeti, birçok karar, fiil, terk ve düşünceden oluşmakta, bunların da Müslümanların ferdî, sosyal, siyasî ve kültürel hayatlarında önemli tesirleri, faydaları ve sonuçları bulunmaktadır.

Haccın, bu ibâdeti yapan kişiye sağladığı maddî ve mânevî faydaları, hacca niyetten itibaren ibâdeti adım adım tâkip ederek, her davranışın mânâ ve mâhiyetini tahlil ederek ortaya koymak mümkündür.

Fânîliğin koyu karanlıklarından ebediyetin aklığına çıkaran ihrâmı ile, İslâm dini üzerinde yaşanacağının taahhüdü olan telbiyesi ile, mahşerî ve büyük muhâkemeyi andıran vakfesi ile, kulluk imzası olan kurbanı ile, bütün kötülükleri ve kaynaklarını kınamak olan şeytan taşlaması ile İslâm dışı düşünce ve duyguları koparıp atmak olan saç kesmesi ile ve din gerçeği etrafında pervâneleşmeyi remzeden tavâfı ile hac, ancak yapıldığı ve yaşandığı zaman kavranabilecek bir ibâdettir. Ruhları yücelten, melekleştiren ve Allah’ın rızâsına erdiren bir ibâdettir.

Hac, dünya müslümanlarının yaşadığı her bucağından yolları Mekke’ye çıkaran İslâm turizmini yaygınlaştıran, mecbûrileştiren ve böylece mü’minleri evrenselleştiren bir ibâdettir. Hac, mü’minleri, özellikle 14 asır evvelîne bağlayan, nûrânî bir köprüdür. Hac, şanlı Peygamberimiz’in doğduğu, büyüdüğü, Kur’an âyetlerinin nâzil olduğu, İslâm’a dâvetin başladığı, çile ve ıstırapların çekildiği mukaddes topraklarda, İslâm inkılâbının nasıl gerçekleştiğini, her bucağı binlerce kudsî hâtıraya müze olmuş mekânları tanıtarak anlatan bir ibâdettir. Hac, İslâm dinine bağlanarak yaşayabilmenin köklü bir iman, sönmeyen bir aşk, sarsılmaz bir azim, tükenmez bir ferâgatla olabileceğini, Ebû Leheblerin, Ebû Cehillerin her devirde bulunabileceğini ve onlara karşı malı, canı ve cânânı fedâ ederek mücâdele vermenin lüzumunu öğreten bir ibâdettir.

Hac, İslâm dininin fiiliyatta en güçsüz devrini yaşarken bile en parlak istikbâle aday olduğunu, cihad neşesini mü’min rûhuna sindirerek anlatan bir ibâdettir. Çünkü hac bizâtihî cihaddır. Maddî meşakkati ve mâlî ferâgat iihtivâ eden haccın ihlâslı mü’minler için fazîletli bir cihad olduğunu Peygamberimiz müjdeliyor.

Hac, çağlar üstü İslâm inkılâbının insanlık câmiasına hediye ettiği en büyük eşitlik ve birlik kurumudur. Zira hac, dünya mü’minleri arasında cihanşümul bir râbıta/bağ tesis eden; ırk, renk, dil ve coğrafya farklarını potasında eriterek mü’minleri eşitlik çizgisinde birleştiren ve müslümanlar için inanç, gâye ve mekân birliğini gerçekleştiren bir ibâdettir. Mü’minlerin zencisi ile beyazını, Faslısı ile Almanını, Afganlısı ile İngilizini ve Türkü ile Acemini ruhlarını arındırarak ihramlar içerisinde birleştiren, kaynaştıran ve seviştiren hac müessesesinde sıradan insanların tasavvur bile edemeyeceği gerçek insanlık ve eşitliğin hakikat olduğunu görebilir.

Hac, müslümanların yaşadığı ülkeler arasında siyasî ve iktisadî birliğin gerçekleştirilmesine ve kültür birliğinin sağlanmasına ortam hazırlayacak mûcizevî bir kurumdur. Hiç şüphsiz hac vesîlesi ile her yıl mukaddes belde Mekke’yi müslümanların yaşadığı ülkeler arası fabrikasyon araç ve gereçlerin teşhir edilip el değiştirebileceği bir fuar, İslâm toplumlarının kaderiyle ilgili kararların alınabileceği siyasî bir merkez, dinî ilimlerin ve tecrübî bilimlerin müzâkere edilebileceği bir ilim şehri haline getiremeyen mü’minler, İlâhî rızâya erdirecek bir hac yapamazlar. Zira belirtilen faydaların sağlanılması haccı farz kılan Allah’ın gösterdiği hedeftir: “(İnsanlar hacca gelsinler de) kendileri için (çeşit çeşit) faydaları görsünler ve Allah’ın kendilerine rızık olarak verdiği hayvanlar üzerine belli günlerde onları kurban ederken Allah’ı zikredip ansınlar…” Bilinen sayılı günlerde Allah’ın zikredilerek hac görevlerinin îfâ edilmesinden önce mü’minlerin kendi menfaatlerine tanık olmaları gereğinin bildirilmiş olması, gerçek haccın ancak bu şekilde gerçekleştirilebileceğine İlâhî bir işarettir.

Mukaddes hac toplantısının dünya uluslarının dikkatle izlediği bir ibâdet ve dünyanın siyasî ve iktisadî yapısına etki edebilecek dinî bir sosyal kurum olamayışı, Müslümanların yaşadığı ülkelerin emperyalist kültürler ile kuşatılmış olmaları sebebiyle haccı değerlendirememelerinden kaynaklanmaktadır.

Müslümanlar için ulvî bir ibâdet, canlı bir sevgi ve eşitlik panayırı, bir tarih şuuru ve zevki, sosyal ve iktisadî bir kongre ve bir cihad olan hac, İslâm dininin tam on dört asırdır aralıksız devam eden ve kıyâmet gününe kadar da devam edecek olan bir mûcizesidir. Bu mûcizeye kafa ve gönül gözü ile tanık olmak, tarihî hâtıraların sînesinde yaşayarak alacağımız güçle hayatımıza atılım gücü ve aşkı kazandırmak için farz olan hacca gitmeyi her müslüman planlamalı, gerçek anlamda hac yapma imkânları için duâ ve gayret etmelidir. (Kur’an Kavramları, Ahmet Kalkan c.4)

————————————

1- Bk. 2/Bakara, 158, 196-200; 3/Âl-i İmrân, 96-97; 5/Mâide, 95-96; 22/Hacc, 26-29, 33-34

2- 49/Hucurât, 13

3- 48/Fetih, 28

4- Tahsin Görgün, TDV İslâm Ansiklopedisi, T.D.V. Y. c. 14, s. 397-399

5- 22/Hacc, 28

6- A. Rıza Demircan, İslâm Nizamı, Eymen Y. 1/42-45