Batı Neden “Demokrasi” İhraç Ediyor?

Gündem-Analiz – Muhammed Eyüp / 2023 Eylül / 130. Sayı

Bugün demokrasi, ABD öncülüğündeki Batı’nın en büyük ihraç metaı halini almıştır. Bu durum sürekli meşrulaştırılmaya çalışılmakta, dünya toplumlarının “demokratikleşmesi” gerektiği ve demokrasinin en büyük ihtiyaç olduğu düşüncesi sürekli olarak gündem edilmektedir.

Her konuda kendi maslahatını bir numaraya koyan, kendi çıkarları için tüm dünyayı ateşe vermekten çekinmeyen Batı, bu demokrasi vurgusunu da elbette dünyanın hayrına yapmamaktadır. Şüphesiz Batı’nın bir inanç ve değerler sistemi olarak demokrasiyi reklam etmesinde, hatta dünya toplumlarına dayatmasında bencil kaygılar ve hakimiyet arzusu yatmaktadır.

Mağluplar galiplerin yaşam tarzını benimser. İnsanlık tarihi boyunca galip ile mağlup arasındaki ilişki bu şekilde olagelmiştir. Bir grubu, bir kesimi, bir ülkeyi mağlup edenler, bu insanlara kendi değerlerini, düşüncelerini, hayat biçimlerini dayatma fırsatını elde eder. Bu arzuda birtakım psikolojik ve sosyolojik etken rol oynamaktadır. Ancak en temelde insanın hakimiyet ve güç arayışı yatmaktadır. Galip, örnek alınan, kendisine benzenen, gücü elinde tutandır.

Güç genellikle iki ana eksen üzerinden hayat bulur. Parasal güç ve siyasi güç. Tarih boyunca gücün bu iki eksenini elde etmek için şiddetli mücadeleler verilmiştir. Örneğin Fransız İhtilali’ne giden sürecin temel etkenlerinden biri de ciddi bir parasal güç elde eden burjuva sınıfının, kral ve kilise kurumlarının elinde tuttuğu siyasi güçten payının olmayışıdır. Burjuva, paraya sahip olduğu halde elinde siyasi bir güç bulunmayışından rahatsızlık duymuş, bu durum diğer siyasi ve sosyal taleplerle birleşince, bir burjuva devriminin yaşanması kaçınılmaz hale gelmiştir. Burjuvanın siyasi öfkesi, Diderot’nun söylediği gibi “son kral son rahibin bağırsaklarıyla boğulmadıkça” son bulmamıştır. Kralın ve kilisenin otoritesinin yıkılmasıyla halk kitlelerinin baskıdan azade kılındığı iddia edilir. Ancak değişen şey yalnızca otoritenin sıfatıdır. Kral ve kilise yerini burjuvaya bırakmış, baskı sürmüş, halkların değişim umudu karşılıksız kalmıştır. Demokratik düzenin özü de bu burjuva devriminden izler taşır.

Demokratik küresel düzenin sahiplerinin demokrasiyi yayma arzusu da Fransız İhtilali’nin alevini körükleyen burjuvanın arzularına benzer. Demokratik düzenin tüm dünyaya dahil olması, düzen sahiplerinin dünyadan istedikleri gibi istifade edebilmesini sağlar.

19’uncu yüzyılla beraber Avrupa’da ve Amerika’da hükümranlığını tesis eden küresel düzen, bu hakimiyeti küresel satha yayabilmek için sayısız savaş vermiştir. Birinci Dünya Savaşı’nın patlak vermesinde bu durumun büyük payı vardır. Söz konusu savaşta, başta imparatorluklar olmak üzere, geçmiş yüzyıllardan kalan ne kadar düzen ve anlayış varsa tasfiye edilmiş, toprakları da küresel düzen tarafından parsellenmiştir. Bu bölgelerde daha sonra “demokratik” olan birçok devlet kurulmuştur. Görünüşte demokratik olmamakla beraber küresel düzenin arzularını yerine getirmek için çalışan -Suudi Arabistan gibi- devletler de yine hızla demokratikleştirilmiştir.

Batı’nın “demokrasi ve insan hakları götürme” söyleminin altında yatan ana kaygı da budur. Küresel düzenin arzuları dışına çıkan, üzerinde uzlaşılan zulüm statükosunu bozan yahut payına düşenden fazlasını isteyenler, Batı’nın askeri gücüyle terbiye edilir. Yıllardır İslam coğrafyasında görmekte olduğumuz katliamlar bunun bir neticesidir.

Batı’nın demokrasi ihraç etme kaygısının bir diğer sebebi ise küreselleş(tiril)en dünyanın, düzenin sahipleri için bir pazar olmasını kolaylaştırmaktır. “Demokratikleşmek” bir anlamda da “küreselleşmek”, yani küresel düzenin, pazarın, borsanın, faiz ve israf düzeninin parçası haline gelmektir. Demokratikleştirilen devletlerin halkları lüks tüketime, Batılı kültüre ve yaşam tarzına, Batılı düşünceye alışkın hale getirilerek kendi özünden koparılır. Bugün dünya ülkelerinin tek tipleşmesi, dünyanın küresel bir köy haline gelmesi, kültür ve geleneklerin ortadan kalkması da bu durumun bir eseridir. Batı’nın demokrasi götürdüğü beldeler küresel pazarın alanı haline gelmektedir. Burada kurulan kukla demokratik rejimlere faizle milyarlarca dolarlık krediler verilmekte, yerli üreticiler felç edilerek lüks tüketime dönük ithal mallar ülkelere doldurulmaktadır. Gıda ve ilaç sanayii üzerinden milyarlarca dolarlık yeni pazarlar kurulmaktadır. Bu pazarlar, binlerce milyar dolarlık banka, ilaç ve gıda firmaları için yeni alanlardır. Yani küresel düzen, dünya üzerinde pazar haline getirmediği hiçbir alan kalmamasını arzulamaktadır.

Sözde insan haklarını ve özgürlüğü yansıttığı iddia edilen bu demokratik düzenin sahipleri, kendi düzenleri hükümferma olmadığı zaman kaos yaşanacağını, dünyanın çökeceğini, sorunların patlak vereceğini iddia ederek korku yaymaktadır. Düzenin çarkları olan kesimler, ister devasa isterse küçücük çarklar olsunlar, aynı korkunun propagandasını yaparak güçlerini korumaya çalışırlar. İnsanları ve beldeleri sömüren düzenlerini yıkacak düşünce ve inançları karalar, kötü gösterir, bunlar aleyhine propaganda yaparlar…

İşte günümüzde de birçokları İslam’ın ve şeriatın gerilemekte, çökmekte olduğunu, toplumların bunları terk ettiğini iddia etmektedir. Oysa vicdanlı bir gözlemci, dış şartları ve gerekçeleri hesaba katmadan hiçbir değerlendirme yapmaya girişmemelidir. Bugün dünyanın neredeyse her evine giren, neredeyse her okulun müfredatını tanzim eden, medya vasıtasıyla sürekli olarak yayınlar yapan küresel sistem, ilk ve en temel tehdit olarak İslam’ı görmekte, ona saldırmaktadır. Bir düşünün: İslam’a ve şeriata her gün medya, okullar, üniversiteler, araştırma kuruluşları, düzenin şirketleri, askeri güçleri ve bilumum vasıtaları saldırılar düzenlemektedir. Buna rağmen İslam dünyada en hızlı yayılan dindir. İslam şeriatı bir kurtuluş umudu vadeden, kurtuluş için yol haritaları sunan, küresel zulüm düzenini tehdit eden yegane inanç biçimidir. İslam’ın kendisine sürekli bir gelecek çizebilen sağlam inanç ve fikir köklerine sahip olması, her çağ ve her dönemde yeniden doğuyor olması, akıl sahipleri için yeter.

Bugün İslam, Batı’nın dayattığı kapitalizm düzenine, bu kapitalist düzenin uzantıları olan ve sureti haktan görünen kuklalara meydan okuyan inancın adıdır. Büyük Sahra’dan Altay Dağları’na dek küresel düzenin güçlerine karşı direncin sloganıdır. Sadece Müslümanların değil, 8 milyarlık dünyanın kurtuluşu için gerçekçi bir pratik ortaya koymaktadır.

Batı’nın ihraç ettiği demokrasi, küresel rant düzeninin karanlık siyasi anlayışının adıdır. ABD ve İngiltere öncülüğündeki Batılı güçler demokrasiyi küresel zulüm, talan, ifsad ve rant düzeninin bekası için yaymaya, ayakta tutmaya çalışmaktadır. Ancak tüm gayretlerine rağmen zulüm düzeni payidar kalmayacaktır.

“Doğrusu Firavun, o yerde büyüklendi, halkını birtakım gruplara böldü. Onlardan bir grubu zayıf düşürerek oğullarını boğazlıyor, kızlarını da sağ bırakıyordu. Çünkü o bozgunculardan idi.

Biz de istiyorduk ki o yerde zayıf düşürülenlere ihsanda bulunalım, onları önderler yapalım, onları (ötekilerin yerine) mirasçılar kılalım. Ve ayrıca onlara o yerde kudret (ve hâkimiyet) verelim, Firavun’a, (veziri) Hâmân ve askerlerine de korkmakta oldukları şeyi (başlarına getirmek suretiyle) gösterelim.” (Kasas, 4-6)