Gündem Analiz – Muhammed Eyüp / 2024 Eylül / 142. Sayı
Güneydoğu Asya’daki İslam beldelerinden Bangladeş, geçtiğimiz haftalarda geniş kapsamlı protesto gösterilerine sahne olmuş, nihayetinde ülkedeki mevcut iktidar devrilmiş ve ülkeyi 15 yıldır yöneten Hasina ülke dışına kaçmak durumunda kalmıştır.
Bangladeş, 150 milyonu aşkın nüfusuyla dünyanın en kalabalık İslam beldelerinden biridir. Buna karşın bölgenin geçmişi ve bugünü maalesef biz Müslümanlarca tam olarak bilinmemektedir. Birçok Müslüman maalesef yaşanan son olayları da ulusal gazete ve televizyonların aktardığı kadarıyla öğrenebilmiştir. Buradaki yayınların üçüncü, hatta dördüncü elden yayınlar olduğunu söylemekte fayda vardır. Yani Bangladeş’teki kaynaklar küresel ajanslara, küresel ajanslar yerel ajanslara ve bu ajanslar da ulusal gazete ve televizyonlara bu haberleri aktarmaktadır. Bu tıpkı daha önce birçok kişinin çiğneyip tükürdüğü lokmalarla beslenmeye çalışmaya benzer ki böyle bir davranış bir Müslümana yakışmamaktadır. Gerek Allah azze ve celle’nin ayetlerinde gerekse Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in hadislerinde Müslümanların doğruyu araştırması, hakkı öğrenmesi, yaşananlardan gafil olmaması defaatle hatırlatılmaktadır. Bu durumda Müslümanlara hakkı bilmek düşer. Söz konusu olan 150 milyonu aşkın Müslümanın yaşadığı bir bölge olduğunda bu sorumluluk daha da büyümektedir.
Bölgenin Geçmişi
Bangladeş, İslam aleminde sömürgeci emperyalist küfür güçlerinin zulmüne uğrayan onlarca İslam beldesinden biridir. Bangladeş, 1700’lerde İngilizlerce işgal edilen Hint Altkıtası’nın doğu ucunda bulunmaktadır ve ilk işgal edilen bölgelerden biri olmuştur. Zaman içerisinde bölgede İngilizlerin etkisi yayılmış, zulüm ve cürümler devam etmiştir. Müslümanlar gerek güç gerekse zihniyet olarak İslam’ın özünden koparılarak sömürülmeye müsait kitleler haline getirilmek istenmiştir. Bu sömürgeci faaliyetler Bangladeş Müslümanlarının ciddi sosyal problemler yaşamasına yol açmıştır.
Bölgedeki emperyal faaliyetler İngilizlerin Hint Altkıtası’ndan çekildiği 1900’lerin ortalarında da son bulmamıştır. 1947 yılında İngilizler bölgeye bağımsızlığını verdikten sonra iki devlet doğmuştur: Pakistan ve Hindistan. Müslüman Bangladeş her ne kadar Pakistan’ın bir parçası olsa da bölgedeki Müslümanları daha fazla parçalamak için emperyal faaliyetler devam etmiştir. Bu süreçte şu da unutulmamalıdır ki İngilizler Hint Altkıtası’nı yaklaşık 300 yıl boyunca boş boş bekleyerek sömürmemiştir. Bilakis burada kendi işgallerini devam ettirecek olan yüzlerce Batılı zihniyette insan yetiştirmişlerdir. 1947’de İngilizler bölgeden çekilirken bu bölgeyi kendi zihniyetlerince yetişmiş insanlara bırakmışlardır. Pakistan ve Hindistan’ın yönetim kadroları, orduları, aydın kesimleri, yazarları ve kanaat önderleri hep bu sömürgeci zihniyetin yetiştirdiği ve çoğu Batı’da eğitim gören insanlardan oluşmuştur. Hint Altkıtası’ndaki İslami medrese geleneğinden gelen, zihni ve fikri hür Müslümanlar ise güçsüz bırakılmış, yönetim kadrolarından uzaklaştırılmış ve bir kenara itilmiştir.
Nihayetinde 1971 yılında Bangladeş, Hindistan başta olmak üzere dış ülkelerin de desteği ve Pakistan’ın Batı zihniyetli yöneticilerinin gaflet ve ihanetleri sebebiyle Pakistan’dan koparılmıştır. Ülke “bağımsızlığını” ilan etse de kurulan rejimin ne İslam ne de Müslümanlarla bir ilgisi vardır. Esasen sözde “bağımsız” Bangladeş özde küresel küfür sistemine göbekten bağlı bir diğer “ulus devlet” haline getirilmiştir. Bu sürecin başını, İslam aleminde kurulan diğer rejimlerden aşina olduğumuz şekilde “ulu önder” ilan edilen bir diğer isim, Muciburrahman çekmiştir. Bangladeş’i seküler, liberal ve İslam’ın özünden kopuk bir ülke haline getirmek için elinden geleni yapmıştır.
Kendisi birkaç yıl sonra öldürülse de açtığı şerli yol devam etmiş, Bangladeş’te İslam’dan uzak, seküler, hatta İslam’a ve Allah azze ve celle’ye savaş açan kesimler yetişmiştir. Temellerini 300 senelik İngiliz küfür işgali döneminden alan bu Allah düşmanları, Bangladeş’in önemli mevkilerine yerleşerek, 150 milyonluk bir devi adeta komaya sokmuştur. Tıpkı İslam alemindeki diğer beldeler gibi. Bugün benzer süreçler sebebiyle İslam alemindeki birçok dev belde, küfrün karanlığında adeta koma halindedir. 110 milyonluk Mısır, 85 milyonluk Türkiye, 250 milyonluk Pakistan gibi.
Bölgede Yaşanan Son Gelişmeler
Yaşanan son olaylar esasında İslami bir temele sahip olmasa da Bangladeş halkının bu koma halinden çıkma iradesini yansıtmaktadır. Zira halklar, İslami şuura sahip olmasalar dahi, rejimlerin içerisinde bulundukları durumun kendileri açısından nasıl büyük şerlere sebep olduğunun farkındadır. Müslüman halklara deli gömleği giydiren bu rejimler, iktisadi krizlerden ahlaki problemlere kadar yaşanan tüm sosyal sorunların bir numaralı müsebbibidir. Keşke halklarımız bilselerdi ki bu yaşadıkları sorunlar küfrün karanlığına hapsolmanın bir neticesidir.
Bangladeş’te yaşanan eylemler, Hasina hükümetinin memur alımlarında rejim bağlantılı kişilere kontenjanların büyük kısmını ayırma girişimi sonucu patlak vermiştir. Oldukça büyük imkân ve fırsatlara sahip olan Bangladeş’te halkın büyük kısmı yoksullukla boğuştuğu için memurluk insanların ender çıkış kapılarından biridir. Oysa mevcut rejimler ve onların kan emici dostlarının tasfiye edilmiş olsaydı, Bangladeş’in zenginlikleri değil 150 milyon, 350 milyon insana dahi yeterdi. Ancak maalesef doyuramadıklarımız muhtaçlar değildir, doyuramadıklarımız doymak bilmeyen zalim idarecilerdir.
Bu durumun bir neticesi olarak Bangladeş’te öğrencilerin başı çektiği yüz binlerce eylemci sokaklara dökülmüş, rejime bağlı emniyet güçleri ve Hasina’nın partisinin milisleriyle çatışmaya girmiştir. Yaşanan olaylar neticesinde yüzlerce insan can verirken Hasina sonunda Bangladeş ordusunun da baskısıyla istifa ederek ülkeden kaçmıştır. Bu noktada şu unutulmamalıdır: Bangladeş ordusu hakkın ve halkın sesi değildir ve asla olamaz. Onlar bilakis statükonun sesidir. Statükonun hayatta kalması ve dengelerin korunması için bir tağutu tasfiye etmiş, diğer bir tağutu koltuğa oturtmuşlardır. Zira Hasina’nın ardından başbakanlık koltuğuna oturan kişi, adeta “Bangladeşli George Soros” gibi olan, Batı’nın sevdiği, Amerikan başkanlarının madalya taktığı, Nobel Barış Ödülü verdikleri Muhammed Yunus’tur.
Bangladeş’te yaşananlar bölgesel ve küresel dengeler göz önüne alınmadan da değerlendirilemez. Zira Bangladeş ABD, Hindistan ve Çin arasındaki güç rekabetinin bir oyun sahasıdır. Devrilen Hasina Hindistan’a oldukça yakın bir isimdi, başa gelen Yunus ise ABD ile yakın ilişkileri olan bir isimdir. Bu doğrultuda bölgesel ve küresel güç rekabeti, şüphesiz yaşanan olayları ve değişimi tetiklemiştir. Ancak halkın bir aktör olarak öne çıkması ve bedel ödemesi de şüphesiz değişimde büyük bir paya sahiptir. Bu nedenle olup bitenler yalnızca “dış güçlerin hesaplaşması” olarak okunamaz.
Bangladeş Olayları, Müslümanların Pozisyonu ve Sonuç
Son olarak, yaşanan olaylarda Bangladeş Müslümanlarının durumuna temas etmek icap eder. Bangladeş’te çok sayıda İslami cemaat aktif durumdadır ki bu cemaatler 15 yıllık Hasina döneminde büyük baskı altına alınmış, liderleri hapsedilmiş ve katledilmiştir. Bu doğrultuda Müslüman cemaatler de Hasina’nın devrildiği olaylarda yer almıştır. Kaldı ki birçok İslami cemaat, örneğin Cemaat-i İslami ve Hifazat-i İslam, İslami taleplerle yıllardır Hasina rejimine karşı eylemler gerçekleştirmekteydiler. Sokaklarda can vererek bedel ödemekteydiler.
İslami cemaatler değişimin kendilerinin maslahatına olacağı kanaatini taşımaktadır ki şüphesiz bu doğrudur. Hasina’nın devrilmesindeki payları ve etkileri sebebiyle İslami yapılar yeni dönemde güç kazanacaktır. Ayrıca üzerlerindeki baskılar da en azından belirli bir süre için hafifleyecektir. Zaten Hasina’nın devrilmesinin ardından, yıllardır zindanlarda işkence gören birçok Müslüman da serbest kalmıştır.
Ancak Müslümanların yeni dönem hususunda rehavete kapılmaması, tağutlardan ve onların temsilcilerinden beklenti içerisine girmemesi, kendi güç alanlarını oluşturarak yalnızca kendi güçlerine ve Allah azze ve celle’nin yardımına bel bağlaması gerekir. Aksi takdirde gelecek olan yeni dönem de geçmiş dönemden farksız olacaktır. Kimse Müslümanlara istediklerini veremez, Müslümanların istediklerini kendi kendilerine alma ve kimseden hiçbir şey beklemeye ihtiyaç duymama pozisyonuna ulaşmaları gerekir. Elbette ittifaklar kurulabilir fakat bu ittifaklar her iki tarafın da benzer güçlerde olduğu durumlarda anlam ifade eder. Bir tarafın (Müslümanların) diğer tarafa (gayri İslami güçlere) büyük ölçüde bel bağladığı ve aralarında çok fazla güç farkı olduğu hallerde, maalesef bir bağımlılık ortaya çıkacaktır.
Benzer şekilde Müslümanlar küfür rejimlerinden geriye kalan enkazları da devralmamalıdır. Zira küfür rejimleri kendilerini koruma konusunda oldukça mahirdir. Çeşitli hükümet değişiklikleri durumunda rejimlerin değişmemesi için, bu rejimlerin hamisi olan güçler, bilhassa ordular, sert refleksler gösterir. Örneğin, rejimleri değiştirme potansiyeli olan tarafların güç kazandığını gördüklerinde, bunları geçici süreliğine iktidara getirme gibi bir adım izleyebilirler. Böylece rejimi değiştirmeyi amaçlayan güçler ya iktidara gelip dejenere olurlar yahut iktidara getirilip rehavete sürüklenir ve ordu tarafından yeniden devrilirler. Bu açıdan Müslümanlar, emperyalist güçlerin tesis ettiği küfür rejimleriyle uzlaşma veya onları içeriden değiştirme gibi bir tavır içerisinde değil, tamamen temiz ve küfrün gölgesi düşmemiş İslami düzenler kurma gayesi içerisinde olmalıdır.
Bangladeş’te yeni dönemin ne getireceği bölgedeki Müslümanların tavrına bağlıdır. Şayet Müslümanlar sembolik tavırlarla yetinir, değişim için bedel ödemekten kaçınır, rejimle ve yeni hükümetle uzlaşmaya çalışır, değişimin gereklerini yerine getirmezse, maalesef geçmiş yıllarda yaşananlar tekrar edecektir. Ancak Müslümanlar Allah yolunda bir araya gelir, gerçekçi davranır, İslami ilkelerden taviz vermez ve Allah yolunda cihad şuurunu benimserlerse Allah azze ve celle’nin kaderi karşılarına dünyevi ve uhrevi olarak hayal dahi edemeyecekleri zaferleri çıkaracaktır.