Astronomi Biliminde Bir Dünya Bilgini: Ali Kuşçu (1403-1474)

İslam Dünyasındaki Kaşifler – Cihan Malay / 2019 Mart / 76. Sayı

Asıl adı Alâuddin Ali b. Muhammed olan Ali Kuşçu’nun nerede ve hangi tarihte doğduğuna dair kaynaklar kesin bir bilgi vermemekle birlikte Semerkand veya yakınlarında ve 1403 yılında doğduğu tahmin edilmektedir.

Kendisine ‘Kuşçu’ lakabının verilmesi, babasının ilim ve bilime önem veren ve yönetici kişiliği yanında bilimsel çalışmalara öncülük etmeye gayret eden Timur Devleti hükümdarlarından Uluğ Bey’in[1] doğancı başısı olması veya Uluğ Bey’in doğanını av esnasında kendisine emanet etmesinden dolayı olduğu söylenmiştir. 

Babasının bu görevinden dolayı saray ve çevresinde yetişme imkânı bulan Kuşçu, Uluğ Bey’in bilime merakından çokça istifade etmiştir. Bir astronomi bilgini olan Uluğ Bey ve onun yanında yer alan Gıyaseddin Cemşid ve Bursalı Kadızâde Rûmî(ö.1440) gibi bölgedeki zamanın önde gelen bilim adamlarından matematik ve astronomi dersleri aldı. Bunun yanında dini ilimlerde de eğitimler alarak ilmi birikimini arttırdı.

Uluğ Bey’in özel ilgisine mazhar olan Kuşçu, genç yaşta bölge dışındaki diğer ilim adamlarından da istifade etmek adına Kirman’a gitti. İlk eseri olan “Risale fi Hall-ü Eşgal el-Kamer (Ayın Halleri)” adlı risalesini Uluğ Bey’e takdim etmiştir. Ali Kuşçu, Semerkant ve Kirman’da eğitimini tamamladıktan sonra Kadızâde Rûmî’ye yardımcı olmuştur. 

Uluğ Bey, kendinden önceki bazı rasathanelerde hazırlanan eski astronomi tablolarında (zîcler) bulunan hataları düzeltmek maksadıyla, Semerkant’ta yeni bir gözlemevi açma girişiminde bulundu. Gözlem evinin (rasathane) sorumlusu olarak önce Gıyaseddin Cemşid’i daha sonra Kadızâde Rûmî’yi seçti. Ancak her iki bilim insanına da rasathanenin tamamlanması nasip olmadı. Ardından Uluğ Bey tarafından Ali Kuşçu, Semerkant Rasathanesi’nin sorumluluğuna getirildi. Yıllar önce başlatılan gözlemevinin tamamlanması ona nasip oldu. (1437) Bu zice “Zîc-i Gürgânî” adı verildi. 

Semerkand Gözlemevi[2], gerek İslâm dünyası gerekse de İslâm dünyası dışındaki astronomi alanında birçok araştırmacıya bu alanda önderlik etti.

Müslümanların astronomi alanındaki bu büyük başarıları hakkında Lübnanlı tarihçi Corci Zeydan şu sözleri söyler: “İslâm astronomi âlimleri bu ilimde o derece büyük bir iktidar ve mehâret sahibi olmuş idiler ki o devirde bütün cihanın üstadı kesilmişlerdi. Cihanın her neresinde olursa olsun en müşkil meseleler İslâm astronomi âlimlerine müracaatla hal olunurdu. Avrupa hükümdarları astronomide müşkil bir meseleye düştükçe kendilerine daha yakın olan yalnız Endülüs’e değil Şark-İslâm memleketlerine dahi hususi memurlar göndererek o müşkil meseleleri İslâm âlimlerine hallettirirlerdi.”

Uluğ Bey’in, 1449 yılında oğlu Abdüllatif tarafından öldürülmesinden sonra başlayan taht kavgaları Semerkant’taki ilmî çalışma ortamını tamamen yok etmiştir. Bu durum karşısında Ali Kuşçu, hacca gitme niyetiyle Semerkand’ı terk etme kararı alır.

“İlim himâye edildiği yere göç eder” sözünün gereği olarak Semerkand’ı terk ettikten sonra Akkoyunlu Devleti Hükümdarı Uzun Hasan, bu bilim insanına sahip çıkar. Böylece ailesiyle birlikte Akkoyunlu saltanatının merkezi Tebriz’e yerleşir. (1469)

Her ilim adamı gibi Ali Kuşçu da burada ilmi faaliyetlerini sürdürmeye devam eder. Bu durum Uzun Hasan ile Osmanlı Devleti Hükümdarı Sultan II. Mehmed (Fatih) arasında çıkan anlaşmazlık zamanına kadar sürer. Uzun Hasan, Fatih Sultan Mehmed ile aralarındaki anlaşmazlığın çözümü için Ali Kuşçu’yu elçilik sıfatıyla Osmanlı başkenti İstanbul’a gönderir. İstanbul’da büyük bir ilgi ve kalabalık bir topluluğun kendisini karşılaması onu etkiler. Bu büyük bilim insanının yaptıklarından haberdar ve ilim ve bilimin öneminin her daim farkında olan Fatih, diplomatik görüşmenin ardından kendisine İstanbul’da kalması teklifinde bulunur. Ali Kuşçu, Uzun Hasan adına yapmakta olduğu elçilik görevini tamamlamak şartıyla bu teklifi kabul ettiğini bildirir.

Tebriz’e dönen Kuşçu, sözünün gereği olarak ailesiyle birlikte İstanbul’a gitmek üzere yeni bir yolculuğa çıkar. Bu onun ilim yolundaki son yolculuğu olacaktır. (1472)

İlim ve bilim insanlarına gerekli hürmeti her daim gözeten Fatih[3], Ali Kuşçu içinde aynı ihtimamı göstermiştir. Osmanlı topraklarına girdikten sonra özel bir heyet tarafından karşılanmış, yolculuğunun rahat geçebilmesi için olanaklar hazırlamış ve İstanbul’a yaklaştığında bir büyük ilim adamı olan hocası Hocazâde Muslihuddin Mustafa’yı (ö.1488) onu karşılamak için göndermiştir.

Tebriz’de görüştüğü Alâeddin Ali et-Tûsî, ona Hocazâde’nin ilmini şöyle tanıtır: “İnsanın malûmatı onun ki yanında hiç kalır.”Daha Tebriz’de iken Hocazâde’nin şöhretini duyan Ali Kuşçu, İstanbul’a geldikten sonra Fatih Sultan Mehmed’in huzuruna çıkmış ve padişah kendisine Hocazâde’yi nasıl bulduğunu sormuş, o da “Acem’de ve Rum’da benzeri yok” demiştir. Fatih Sultan Mehmed “Arap’ta da benzeri yoktur” diyerek sözünü tamamlamıştır. 

Hocazâde’yi çok takdir eden Ali Kuşçu, kızlarından birini onun oğluyla, torunu Kutbuddin Mehmed’i de onun kızıyla evlendirmiştir. Bu son evlilikten meşhur Osmanlı matematikçisi Mîrim Çelebi (ö.1525) dünyaya gelmiştir.

Onun İstanbul’a gelişi ve öncesinde İstanbul’da bulunan bilim adamlarının etkisiyle, İstanbul bilimin merkezi haline gelir. Fatih, ilim ve bilim adamlarının bir merkez olarak İstanbul’da toplanması konusunda ciddi gayretlerde bulunmuştur.  

Kendisiyle birlikte gelen ve sonrasında yetiştirdiği talebeleri, Ali Kuşçu’nun Osmanlı’da bilim alanında ne büyük katkıya sahip olduğunun göstergesidir. Onun Semerkand’da bilimin öncülerinden sayılan Kadızâde Rûmî’nin talebesi Fethullah Şirvanî’yi de davet etmesi bu durumun bir örneğidir. Talebeleri arasında en önde gelenlerden biri “Molla Câmî” diye tanınan Nureddin Abdurrahman’dır.

İstanbul’a gelmeden önce astronomi konusunda “Risâle der İlm-i Hey’e (Astronomi Risalesi)” ve matematik-cebir konusunda “Risâle der İlm-i Hisâb” adlarında iki Farsça risâle kaleme almıştır. İkinci eserini İstanbul’a gelirken biraz genişleterek ve düzeltmelerde bulunarak Arapça kaleme almıştır. Esere Fatih’in ismine nispetle “el-Muhammediyye fi’l-hisab” adını vererek Şubat 1474 tarihinde Fatih Sultan Mehmed’e sunmuştur. Daha sonra Risâle der İlm-i Hey’e adlı birinci eserini genişleterek Arapça’ya çevirmiş ve bunu da 11 Ağustos 1473 Çarşamba günü Akkoyunlu Hükümdarı Uzun Hasan ile yapılan Otlukbeli Meydan Savaşı’nın kazanıldığı gün tamamlamıştır. Bu savaşa katılan Ali Kuşçu, savaşın kazanılması hatırasına “el-Fethiyye”ismini verdiği eseri aynı gün Fatih Sultan Mehmed’e sunmuştur. Kazanılan zafer sonrası İstanbul’a dönüldüğünde, Ali Kuşçu’ya Fatih Sultan Mehmed tarafından Ayasofya Müderrisliği görevi verilmiştir. Ayrıca kendi husûsi kütüphanesinin müdürlük görevini de ona verdi.

Ayasofya müderrisliğinde, ilerleyen yaşına rağmen astronomi, matematik ve diğer fennî dersler veren Ali Kuşçu, Osmanlı medreselerinde ders programlarının düzenlenmesinde Molla Hüsrev ile birlikte büyük katkı sağlamıştır.

Fatih Sultan Mehmed, onun anlattıklarını önemseyerek genç hocası Sinan’dan Ali Kuşçu’nun derslerine katılmasını ister. Hocası Sinan’da Fatih’in saray kütüphanesi katibi ilim sahibi bir kimse olan talebesi Molla Lütfi’den bu görevi yapmasını istemiş, öğrendiklerini de kendisine bildirmesini söylemiştir. Böylelikle Hoca Sinan bu alanda kendisini geliştirmiş ve meşhur Osmanlı matematikçisi Mirim Çelebi’yi yetiştirmiştir.

Ali Kuşçu’nun astronomi ve matematik üzerine yazmış olduğu eserlerinin medreselerde ders kitabı olarak okutulduğunu Kâtip Çelebi şöyle haber vermektedir: “Meşhur âlim Ali Kuşçu tarafından Fâtih Sultân Mehmed adına te’lîf edilen ‘el-Muhammediye’ ve ‘Fethiyye’ ile yine hey’etten Mahmud bin Ömer Çagmini’nin el-Mülahhas adlı eseriyle bunun KadızâdeRûmî tarafından yazılmış şerhi 15. ve 16. asırlarda medreselerimizde tedris edilmiştir.” 

Fatih Camii minaresi üzerine bir güneş saati çizelgesi yapması ve diğer çalışmaları, başta Kopernik olmak üzere Avrupa matematik ve astronomi çalışmalarına çok ciddi olarak etki etmiştir.

Vefatı

Ömrünün son birkaç yılını İstanbul’da geçiren hem Osmanlı hem de diğer toplumlara ilim ve bilim alanında katkıları görmezden gelinemeyecek kadar büyük bir kimse olan Ali Kuşçu, son görevi Ayasosya müderrisliğine başladıktan bir yıl sonra 16 Aralık 1474 yılında vefat etmiş ve Eyüp Sultan Câmii civarında bulunan hâzireye defnedilmiştir.

 Ali Kuşçu’nun vefât gün ve ayı, torunu Mirim Çelebi’nin Farsça kaleme aldığı bir kıtasından tespit olunmuştur: “İlim yol göstericisi Mevlâna Ali Kuşçu, Cennet ravzası tarafına gittiği zaman hicri 879 senesi idi. Şaban’ın ilk haftasının yedinci cumartesi günü gitti.”

Vefatının ardından adına Edirne’de bir mahalle, mescid ve medrese kurulduğu kaynaklarda haber verilmektedir.

Ankara Mamak Belediyesi tarafından adına “Ali Kuşçu Gök Bilim Merkezi” kurulmuştur.

Eserleri

Matematik ve Astronomi Alanında

el-Risâlet el-muhammediyye fî el-hisâb. ‘Risale der ilm el-hisâb’ın genişletilmiş şeklidir. Eserin önemi, Osmanlı medreselerinde orta seviyeli matematik ders kitabı olarak okutulmasından kaynaklanmaktadır. Sultan Fatih’e ithaf edilen eser bir eserdir. (1472) 

‘el-Muhammediyye’, Katip Çelebi tarafından “Ahsen el-hediyye” adıyla mukaddimesinin sonuna kadar şerhedilmiştir. 

Risale der ilm-i hisâb. el-Muhammediyye’nin esasını teşkil eder. 

Risâle der ilm-i Hey’e. Özet bir astronomi ders kitabıdır. Dünya kütüphanelerinde seksenin üzerinde nüshasının olması, eserin yaygın bir şekilde kullanıldığını gösterir. Eser üzerine yazılan Muslihiddin Lârî’nin şerhi, Osmanlı medreselerinde yaygın olarak kullanılmıştır. 

el-Fethiyye fî ilm el-hey’e. Osmanlı astronomi öğretiminde orta-seviyeli ders kitabı olarak okutulmuştur.

Konuyla ilgili şu eserleri de vardır: “Risâle fî asl el-hâric yumkin fî el-sufliyyeyn”“Şerh alâ el-tuhfe el-şâhiyye fî el-hey’e”, “Şerh-i Zic-i Uluğ Bey”, “Risâle fî Halli Eşkâli Mu‘addili’l-Kamer li’l-Mesîr (Fâide fî Eşkâli ‘Utârid)”,“Evâil-i Telvih”, “Meserretü’l-Kulûb fî Defi’l-Kurûb“.

Dil Alanında

Şerh el-risâle el-vazi’yye. Dünya ve Türkiye yazma kütüphanelerinde binlerce nüshası mevcuttur. 

el-İfsâh. İbn Hâcib’in Arap dilinin cümle yapısı konusunda kaleme aldığı “el-Kâfiye fî el-nahv” adlı eserinin şerhidir. Eser hacimli olup günümüze ona yakın nüshası gelmiştir 

el-Unkûd el-zevâhir fî nazm el-cevâhir. Arapça kelime yapısı (ilm-i sarf) konusunda kaleme aldığı bir eserdir. Oldukça hacimli olan eser, sahasında rağbet görmüştür. Zamanımıza yüzlerce nüshası gelen bir eserdir. 

Şerh el-şâfiye. İbn Hâcib’in ilm-i sarf sahasında kaleme aldığı eserin şerhidir. Hacimli olan eserin bazı nüshaları günümüze gelmiştir. 

Ali Kuşçu’nun bunlardan başka Osmanlı ilim geleneğinde meşhur olan ve üzerlerine pek çok şerh ve haşiyenin kaleme alındığı dil ve edebiyat sahasında irili ufaklı onlarca risalesi vardır. Bunlardan bazıları şunlardır: “Risâle fî Beyâni Vad‘i’l-Mufredât, Fâ’ide li-Tahkîki Lâmi’t-Ta‘rîf, Risâle mâ Ene Kultu, Risâle fî’l-Hamd.”

Kelam Alanında

eş-Şerhu’l-Cedîd ‘ale’t-Tecrîd. Nasiruddin Tûsî’nin “el-Tecrîd fî ilm el-kelâm” adlı kelâm eserine yazdığı şerhtir. “Şerh-i Cedîd” diye bilinmiş, Ali Kuşçu da Şârih-i Cedîd” diye şöhret bulmuştur. Eserin zamanımıza gelen yüzlerce yazma nüshası vardır.

Hâşiye ‘ale’t-Telvîh. Ali Kuşçu’nun bu eser yanında kelam sahasında kaleme aldığı pek çok risâlesi mevcuttur.

Diğer Eserleri

el-Tezkire fî âlât el-ruhâniyye. Mekanik âletler hakkındadır. Bu eserlerden başka, Ali Kuşçu’nun ilimler tasnifi, Ayasofya tarihi vb. konularda pek çok eseri

mevcuttur. Bu eserlerden bazılarının nüshaları zamanımıza gelmiş, bazıları ise kayıptır.

Kânûnnâme-i Çin ve Hata. Uluğ Bey tarafından sık sık Çin’e gönderilen elçilik heyetlerinden birine iştirak etmiş, yolculuğu esnasında gördüğü yerleri kaydettiği eseri. 

————————-

KAYNAKLAR

Aydın, Cengiz. TDV İslâm Ansiklopedisi “Ali Kuşçu” maddesi.

Fazlıoğlu, İhsan. “Ali Kuşçu”, Yaşamları ve Yapıtlarıyla Osmanlılar Ansiklopedisi, c. I, İstanbul 1999, s. 216-219.

Aydüz, Salim. “Sultanların Bilim Adamı: Ali Kuşçu”, Yedi Kıta Dergisi, Haziran 2012, s.63-69.

Kankal, Ahmet. “Ali Kuşçu”, Ankara Üniversitesi Dil-Tarih Fakültesi Dergisi,  Cilt 36, Sayı 1-2 (1993), s.103-104.

Yıldız, Musa. “Bir Dilci Olarak Ali Kuşçu ve Risâle fî’l-İsti‘âre’si”, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 2002, s.10-14.

Ali Kuşçu, http://www.akat.org


[1] Bilge hükümdar Uluğ Bey, 22 Mart 1394 yılında Azerbaycan’ın Sultaniyye şehrinde doğdu. Babası Timur’un küçük oğlu Şahruh’dur. Sarayda dini ilimler, ardından mantık, matematik ve astronomi eğitimi gördü. 1409 yılında kendisine Semerkant merkezli Maveraünnehir bölgesinin yönetimi verildi. Henüz 16 yaşında devlet yönetimine geçen Uluğ Bey, bu görevi 38 yıl sürdürdü. Döneminde Maveraünnehir bölgesi bir ilim ve bilim merkezi haline geldi. Oğlu Abdüllatif tarafından Ekim 1449 yılında öldürüldü.

[2] Semerkant rasathanesi ve Uluğ Bey’in çalışmalarının kopyaları bugün Gülhane Parkı’nda bulunan İslâm Bilim ve Teknoloji Tarihi Müzesi’nde sergilenmektedir.

[3] Sultan II. Mehmet (Fatih), Manisa’da bulunduğu şehzadelik döneminden itibaren ilim sahiplerine hürmet göstermiş, ilmin çeşitli dallarında onlardan dersler almış, ilmi çalışmalarını desteklemiş ve onlara güzel hediyeler vermiştir. Bu dönemde Avrupa’dan da önemli bilginler Manisa’ya gelmiştir. Sultan II. Mehmet’in tahta geçtiği Edirne’deki sarayında ve daha sonra İstanbul’un fethiyle birlikte Topkapı Sarayı’nda da Müslüman ve gayrimüslim ilim adamı bulunmuştur.

Molla Güranî, Molla Hayrettin, Molla Hüsrev, Hocazâde, Hızır Bey Çelebi, Molla Zeyrek, Molla Lütfi, Fahreddin-i Acemi gibi devrin önemli âlimleri Sultan II. Mehmet’in yetişmesinde büyük katkı sağlamışlardır.  

Nihat Sami Banarlı, “Fatih’in Zafer Sırları” adlı eserinde şöyle der: “Öyle hocalar elinde yetişen herhangi bir Osmanlı şehzadesinin esasen bir fatih olmaması kolay değildi.” (Mehmet Işık, Sultan II. Mehmet’in İlim Severliği Üzerine Bir Değerlendirme)