Allah’tan Hakkıyla Korkmak

Müminlere Nidalar – Muhammed Sadık Türkmen / 2019 Aralık / 85. Sayı

Bismillahirrahmanirrahim  

Hamd âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e, onun ailesine ve ashabına olsun.

“Ey iman edenler! Allah’tan gereği gibi korkun ve ancak Müslüman olarak can verin.” (Al-i İmran, 102)

Halk arasında sebep sonuç ilişkisini bildiren çok güzel bir söz vardır: “Su testisi suyolunda kırılır.” İnsanoğlunun genel si’reti bu şekilde olmuştur. Yapılan ameller onu yapan kişi üzerinde veya toplum üzerinde büyük tesir bırakmıştır. Bu sebepten dolayı her amelin bir neticesi olacağı muhakkaktır.

İnsan eşyayı kendi ilmi nisbetinde ele alır ve bilgisi nisbetinde değerlendirir. Küçük bir çocuk için dünya belki de gözlerinin görebildiği bir yer ile sınırlıdır. Yetişkin bir kişi için ise ufuk elde ettiği ilim nisbetinde genişler. Her şeye rağmen insana ilimden çok az bir şey verildiği için yaratılmış şeylerin çok az bir kısmını dahi saymaktan acizdir. Ancak insan bu acizliğine rağmen cüz’i ilminde dahi sahip olduğu bazı bilgiler karşısında dehşet içine düşebilir, o bilgileri özümseyene kadar bocalayabilir.

Bütün insanlar ve cinler toplanıp Allah’tan isteklerini talep etseler bu ancak Allah’ın mülkünden birinizin iğnesini denize daldırıp çıkarması kadar eksiltilebilir” hadisi şerifi tüm insanların ancak isteklerinin kendi atmosferleri ile sınırlı olduğunu gösterir. Zira insan Allah azze ve celle’nin samimi kullarına nasıl bir mükâfat hazırladığını idrak etmekten acizdir. Bu konuda akıllı bir müminin yapacağı en güzel hareket, mükâfatı, onu verecek olan Allah azze ve celle’ye havale etmek olacaktır.

İnsan yapısındaki acelecilikten dolayı kâinatta var olan ve hacimce insandan büyük olan varlıkların yüklenmekten kaçındıkları emaneti yüklenmiştir. “Biz emaneti göklere, yer küreye ve dağlara teklif ettik, ama onlar bunu yüklenmek istemediler, ondan korktular ve onu insan yüklendi. Kuşkusuz insan çok zalim, çok bilgisizdir.” (Ahzab, 72)

Bu durum bize Âdem aleyhisselâm’dan beri dünya serüveni yaşayan insanın gözü kapalı pek çok imtihanlara dalacağını, pek çok badirelerden geçeceğini göstermektedir. Acaba bunca aceleciliğine, zulmüne ve bilgisizliğine rağmen insan takva yolunu bulup onda ilerleyebilecek mi?

Özellikle Yüce Allah’ın emanetini yüklenmekten kaçınan dağlar ile ilgili Kur’an’da verilen misal bu konuda insanın ne kadar zor bir imtihana muhatap olduğunu göstermektedir. Bu misal emanetin ağırlığını, yeryüzünde Allah azze ve celle’nin halifesi olma, onun kanunlarını tatbik etme ve tam manasıyla Allah azze ve celle’ye boyun eğme konusunda oldukça büyük bir sorumluluğu bizlere hatırlatmaktadır: “Şayet biz bu Kur’an’ı bir dağın üzerine indirmiş olsaydık, onu Allah korkusundan titremiş ve paramparça olmuş görürdün. İşte bu misalleri insanlar düşünsünler diye veriyoruz.” (Haşr, 21)

Tüm bunların yanında yakinen inandığımız bir gerçek vardır. O da Allahu Teâlâ’nın insanı boşuna yaratmadığı ve tüm kusurlarına rağmen onu yeryüzüne halife yaptığıdır. Bu halife her ne kadar her ferdi Allah azze ve celle’den tam korkmasa da Allah azze ve celle’den gerçekten korkan fertleri de içinde barındırmakta, takva noktasında orta yolu tutan ve günahlarla birlikte bazı salih amelleri işleyen fertleri de bünyesinde bulundurmaktadır. Hatta deruhte etmekle (üstlenmekle) mükellef olduğu hilafet vazifesinden haberdar olan inkârcılar da Allah azze ve celle’nin yeryüzündeki halifesi olmak ile sorumlu tutulmuştur. 

İnsanın bu dünyadaki en büyük davası; bu hilafeti yerine getirmek ve Allah azze ve celle’nin insan için seçtiği İslam’ı hem kendi hayatına hem de başkalarının hayatına hâkim kılmak, şu dünyadan ayrılırken tevhid inancı üzerine ayrılmaya gayret sarfetmektir. Çünkü bu ayette Yüce Allah’ın “Ancak Müslümanlar olarak can verin” derken yüz kısma ayırdığı, yüzde birini bu dünyada kullandığı, doksan dokuzunu kendi katında sakladığı rahmetini tecelli ettireceği umulmaktadır.

AYET İLE İLGİLİ BAZI GÖRÜŞLER:

İmam Taberi bu ayet-i kerîmenin şu manaya geldiğini belirtmiştir: “Ey Allah’ı ve Peygamber’ni tasdik edenler topluluğu! Emirlerine itaat etmek, yasaklarından kaçınmak suretiyle Allah’tan gerçekten korkun ve onu gözetin. Bu durum Allah’a itaat edilip isyandan kaçınmak, nimetlerine şükredip inkâr edilmemesi, zikredilip unutulmaması ile olur. Ey Allah’a ve Rasûlüne iman edenler! Ancak Rabb’inize teslim olarak, taat ile ona boyun eğerek uluhuyeti ve ibadeti ona has kılarak can verin.” (Aynı ayetin tefsiri)

Bu ayeti kerimenin Teğabun suresinde geçen “o halde gücünüzün yettiği kadar Allah’tan korkun” ayeti kerimesi ile nesh edilip edilmediği konusu âlimler arasında görüş ayrılığına yol açmıştır.

İbn Kesir bu konuyu tefsirinde şu şekilde belirtmiştir: “Said b. Cubeyr, Ebu Aliyye, Rabi b. Enes, Katade, Mukatil b. Hayyan, Zeyd b. Eslem, Es-Suddi ve başka âlimler rahimehullah bu ayetin “o halde gücünüzün yettiği kadar Allah’tan korkun” ayeti ile nesh edildiğini söylediler.

Ali b. Ebi Talha radıyallahu anh dedi ki: “Allah’tan hakkıyla korkun” ayeti ile alakalı olarak İbn Abbas radıyallahu anh şöyle dedi: “Bu ayet nesh edilmedi. Ancak ‘hakkı ile korkun’dan kast edilen, insanların Allah azze ve celle yolunda gerçek manada cihad etmesi, Allah azze ve celle hakkında hiçbir kınayıcının kınamasından korkmaması, kendileri, babaları ve evlatları aleyhine dahi olsa adaleti ayakta tutmalarıdır.”

İmam Kurtubi rahimehullah şöyle dedi: Müfessirler dedi ki: Bu ayet-i kerîme inince sahabiler; “Ey Allah’ın Rasûlü! Buna kim güç yetirebilir?” dediler. Bu ayet onlara ağır gelmişti. Bunun üzerine Allah azze ve celle “o halde gücünüzün yettiği kadar Allah’tan korkun” ayetini indirerek bu ayeti nesh etti. Bu görüş Katade, Er-Rebi ve İbn Zeyd’den rivayet edilmiştir.

Mukatil şöyle dedi: “Al-i İmran’da bu ayetten başka nesh edilen ayet yoktur.” İmam Kurtubi bu görüşleri söyledikten sonra kendisinin de desteklediği bir diğer görüşü nakletti: “O halde gücünüzün yettiği kadar Allah’tan korkun” ayetinin bir önceki ayeti açıklar mahiyette olduğu görüşü de vardır. O zaman ayet şu manaya gelir: “Gücünüz yettiği kadar Allah’tan hakkıyla korkun.” Bu görüş daha isabetlidir. Çünkü nesh iki ayetin arasının bulunmaması halinde olur. Burada iki ayetin arası bulunduğuna göre nesh edilmemesi daha evladır.”

AYET-İ KERÎMEDEN ÇIKARILACAK BAZI HİKMETLER:

1- Her Müslüman Allahu Teâlâ’nın sorumlu tuttuğu kulluk görevlerinden yapması gereken amelleri iyi bilmeli ve onlara sımsıkı sarılmalıdır. Asıl olan Müslümanın Allah azze ve celle’yi gereği gibi tanıması ve bu tanıma neticesinde ondan hakkıyla korkmasıdır. Eğer buna güç yetiremiyorsa gücü yettiğince takvaya sarılmalıdır. Zira Allahu Teâlâ hiçbir nefse kaldıramayacağı yükü yüklemez.

2- Takva, kulun günahlara karşı bir kalkanı mesabesindedir. O halde takvayı kuşanmak için büyük bir gayret sarf etmek gerekir. Kul takvayı elde etmek için ne kadar gayret sarf ederse Allahu Teâlâ’ya yakınlığı o derece artar. Ayet-i kerîmede şöyle buyrulmuştur: “Ey Âdemoğulları! Sizin için, avret yerlerinizi örtecek bir elbise ile giyip süsleneceğiniz bir elbise indirdik. Bir de takva elbisesi ki bu daha hayırlıdır. İşte bu Allah’ın delillerindendir. Umulur ki düşünüp öğüt alırlar.” (Araf, 26)

3- Müslüman olarak ölmek iman ehlinin en büyük temennisidir. Zira ameller sonlarına bakarak değerlendirilir. Nice salih ameller işleyen kişilerin son anı hüsranla biter, nice isyankâr kullar son anda tevbe yoluna yönelir. Takva ve imanın kalpte olduğu, kalbi de Rahmanın istediği yöne çevirebileceği şuurunda olarak sürekli ama sürekli “Ey kalpleri evirip çeviren Allah’ım! Kalbimi dinin üzerine sabit kıl.” diye dua etmeliyiz. Bu peygamberlerin ve salih kulların adetlerindendir.

4- Kul ne kadar amel işlerse işlesin asla amellerine güvenmemesi gerekir. Asıl güvenilmesi gereken Allahu Teâlâ’dır. Kulun yaptığı ameller kendi nazarında ne kadar büyük olursa olsun Allah azze ve celle’nin azametini hakkıyla takdir etmesi asla mümkün değildir. Kul amellerini Allah azze ve celle’nin rahmetini celbettirecek bazı vesileler olarak görmelidir. Cabir b. Abdullah radıyallahu anhuma dedi ki: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i şöyle derken işittim; “Ben dahi Allah’ın rahmeti olmaksızın sizden kimseyi ameli cennete girdiremez, ateşden de koruyamaz.[1]


[1]. Müslim, 2817