Önderlerimiz – cihan malay / 2015 eylül / 34. Sayı
“Oğlum, ben senin ya zafere kavuşup Müslümanları kurtardığını, yahut da inandığın dâvâda şehid olduğunu işitmek istiyorum!”(Annesi)
Tarihte kimi insanlar vardır ki; “yaşatmak için yaşamak” uğruna kendilerini Allah yolunda “kurban” ederler. Onlar aslında tüm insanlığın huzur ve mutluluğu için zalimin karşısına çıkar ve yaptıkları zulümlere dur demek ve durdurmak için kendi canlarını “kurban” ederler.
Bu insan ve insanların yanında bazen az bazen çok kişi kümelenir ancak maalesef zorluk karşısında adeta onu yanlızlığa mahkum ederler. Onların davalarına inancı tam olduğundan davalarından bir an olsun geri durmazlar.
Kendi canlarını davaları uğruna “kurban” vermeyi göze almış bu yiğit insanlar, tarihe adlarını altın harflerle yazıp unutulmayanlar arasında yerlerini aldılar.
Aslında İslam’ın ilk dönemlerinden günümüze baktığımızda İslam davasında şöyle bir gerçeğe şahit oluruz: “İSLAM; KURBAN OLMAK VE KURBAN VERMEK “ demektir.
Ne mutlu “kurban” olanlara.
İşte Abdullah b. Zübeyir (radıallahuanh) de İslam’a kurban olanlardan sadece biri…
Hayatı (622 – 692)
Medine’ye hicretten 20 ay veya birinci senede muhacirlerden “İlk önce dünyaya gelen çocuk” olan Abdullah b. Zübeyir’in annesi de babası da sahabedir. Babası Aşere-i Mübeşere’den Zübeyr bin Avvâm (radıallahuanh), annesi Hz. Ebû Bekir (radıallahuanh)’in kızı Esmâ’dır.
Babası onun hakkında; “İnsanların Ebû Bekr-i Sıddîk’a en çok benzeyeni” demiştir.
Hazret-i Ömer (radıallahuanh) zamanında gençlik yıllarına giren Abdullah (radıallahuanh) , H.14 (M. 638) senesinde on iki yaşlarında iken babası ile Yermük savaşına katıldı.
Yine dört sene sonra H.18 (M. 639) de babası ile birlikte Amr b. As (radıallahuanh)’ın komutanlığında Mısır’ın fethine katıldı.
H.29(M. 649) senesinde Afrika’da Abdullah bin Sa’d ile Tunus harbine katıldı. Bu savaşta 120.000 kişilik Bizans ordusuna karşılık, müslümanların sayısı 20.000 kişiydi. Abdullah b. Zübeyir(radıallahuanh) bu savaşta birkaç mücahid arkadaşı ile Bizans ordusu kumandanı Roma asilzadesi Gregor’u öldürdü. Gregor’un öldürülmesinden sonra düşman kuvvetleri bozularak Müslümanların zafer kazanmasında büyük rol oynadı.
Abdullah Afrikıyye’nin Fethini
Anlatıyor
Abdullah bin Zübeyr, Afrikıyye’nin fethinden döndükten sonra Hz.Osman’ın huzûruna gidip ona fethin nasıl gerçekleştiğini anlattı. Hazret-i Osman mescidde kalkıp, cemaate şöyle hitâb etti:
“Ey mü’minler! Allah-u Teâlâ Afrikıyye’nin fethini nasîb ve müyesser eyledi. İşte bu Abdullah bin Zübeyr’dir. Şimdi size Afrikıyye’nin fethini anlatacaktır.Bunun üzerine Abdullah bin Zübeyr, minberin yanında olduğu yerden ayağa kalkıp, cemâ’ate, Afrikıyye’nin fethinin nasıl gerçekleştiğini anlatmaya başladı:
“Ey mü’minler! Kalblerimizi birleştiren, birbirimizi sevdiren ve ni’metleri aslâ inkâr olunamayan, Allah-u Teâlâ’ya, bildirdiği şekilde hamdolsun. Yine Allah-u Teâlâ’ya hamdolsun ki, Muhammed aleyhisselâmı seçip, vahyini Ona emânet etti. Kur’ân-ı kerîmi gönderdi…
Ey insanlar! Allah-u Teâlâ size merhamet eylesin! Biz, bildiğiniz ve anlattığım bu maksatla cihâda çıkmıştık. Emîr-el-mü’minîn’in tavsiyelerine ve emîrlerine titizlik ile uyan bir vâli ile beraber idik. Sabah-akşam o da bizimle beraber yürüyor, öğle vaktinde bizimle konaklıyordu. Geceleyin yola devam edip, kurak yerlerde durmadan acele geçiyor, bereketli ve bolluk yerlerde oldukça fazla kalıyorduk.
Afrikıyye’ye varıncaya kadar, Rabbimizin ihsân buyurduğu en güzel hal üzere yolumuza devam ettik. Nihâyet at kişnemelerini, deve böğürtülerini düşmanlarımızın duyacağı bir yere konduk. Birkaç gün orada ikâmet ettik. Bu sırada, atlarımızı istirahata bıraktık. Silâhlarımızı harbe hazırladık. Sonra Afrikıyyelileri İslâma da’vet ettik. Fakat onlar Müslüman olmaya yanaşmadılar. Bunun üzerine, sulh ve zillet içinde kalmaları için onlardan cizye istedik. Bu teklîfimize ise hiç yanaşmadılar.
Onların karşısında on üç gece bekledik. Bu arada, elçilerimiz gidip geldi. Nihâyet teklîflerimizi kabûl etmeyeceklerine iyice kanâat getirince, komutanımız kalkıp, Allah-u Teâlâ’ya hamd ve senâ etti. Sonra cihâdın fazîletini anlattı. Sabredip Allah için cihâd edenlerin kavuşacakları sevâbdan bahsetti. Sonra hep birden düşman üzerine hücûm edip, savaşa başladık.
Düşmanla karşılaştığımız ilk gün pek şiddetli bir muhârebe oldu. İki taraf da çok çetin savaştı. Düşmandan pek çok kimse öldüğü gibi, bizden de pek çok kimse şehîd düştü. O gece, her iki taraf da savaş meydanında geceledi.
Biz Müslümanların bulunduğu yerden, Kur’ân-ı kerîm okuyanların sesleri yükseliyordu. Düşman ise, içki içerek ve eğlence içinde geceyi geçirdi. Sabah olunca, biz önceki günkü gibi yerlerimizi aldık ve düşman üzerine hücûm ettik.
Allah-u Teâlâ bize sabır, yardım ve zafer ihsân etti. İkinci gün akşama doğru Allah-u Teâlâ bize Afrikıyye’yi fethetmek nasîb eyledi. Pek çok ganîmet elde ettik.
Ey Allahın kulları! Verdiği ni’metlerden dolayı ve düşmanlarımıza indirdiği azâbdan dolayı, Allah-u Teâlâ’ya hamdederiz.”
Emeviler Dönemi ve Hilafet İlanı
Abdullah bin Zübeyr, Yezid’e1 biat etmeyen Hz. Hüseyin’in Kerbela’da aile efradı ile birlikte öldürülmesi ve Yezid b. Muaviye’ye biat konusu umuma arzedildiği zaman bazı sahabeler gibi tepki gösteriyor “dini ifsad eden, masiyet işleyen» birine itaat edilemeyeceğini belirtiyordu.
Bundan dolayı Mekke ve Medine’den halkın onu desteklemesi sonucu “Emirü’l-müminin” unvanıyla “hilafetini”duyurdu. Kendisine Mekke, Medine ve Hicaz halkı tarafından biat edildi.
Daha sonra hilafet alanını Arabistan’ın güneyi, Irak, Suriye’nin büyük kısmı, Mısır’ın bir kısmı olmak üzere genişletti.
Bunun üstüne Yezid, 10.000 kişilik Suriyelilerden oluşan bir orduyu Müslim bin Ukbe El-Murri komutasında Mekke ve Medine üstüne bir ordu gönderdi. Bu ordu ile Abdullah bin Zübeyr’i ordusu Medine’nin kuzeydoğusunda bulunan El-Harre’de muharebeye giriştiler. HARRE OLAYI olarak bilinen bu savaş kısa ve çok kanlı oldu. Medineli bazı sahabeler bu muharebede öldürüldü.
Sonunda Medineliler yenilip şehirlerine çekildiler. Yezid’in gönderdiği ordu Medine›ye girip şehir ahalisine zulmettiler ve üç gün şehri yağmaladılar.
Suriye ordusu komutanı Müslim bin Ukbe al-Murri bu arada hastalanıp öldü. Onun yerine ordusunun başına Hüseyin bin Numeir es Sakuni, Mekke şehrini kuşatma altına aldı. Üç ay kadar süren bu kuşatma sırasında şehri çevreleyen tepelerden mancınıklar kullanarak şehre büyük taşlar atmaya başladılar;Kabe’ye bile zarar verdiler ve Kabe’nin örtüsünü yaktılar. Tam bu sırada Yezid’in ölüm haberi gelince de Emevi askeri kuvvetleri kuşatmayı kaldırarak Şam’a dönmek durumunda kaldı.
I. Yezid’ten sonra tahta geçen II. Muaviye sadece 40 gün hükümdarlık yaptıktan sonra hükümdarlık yapmayacağını söyleyerek bu işten feragat etti.
II. Muaviye’den sonra Emeviler hükümdarlığı Mervan›ın soyuyla devam etmiştir. Başa geçen I. Mervan hüküm sürdüğü kısa dönemde (684-685) Mısır ve Suriye›yi hakimiyeti altına aldı.
Abdullah b. Zübeyir(radıallahuanh)’ı destekleyen Hariciler’in de bu dönemde, Abdullah b. Zübeyir (radıallahuanh)’ın hakimiyetinden ayrılarak Basra’da isyan çıkarmaları ile birlikte, Abdullah’ın hakimiyeti Hicaz bölgesine sıkıştı.
Şehadeti
685 senesinde tahta geçen Abdülmelik bin Mervan ile Abdullah(radıallahuanh) arasında 7 yıl süren mücadelenin ardından Abdülmelik, Haccac bin Yusuf es-Sakafi’yi 22000 kişilik bir orduyla Mekke üzerine gönderdi. (Ocak 692) Haccac, 5000 kişilik destek gücünü de alarak 7000 kişilik orduyla Mekke’ye saldırdı. Hac ayları geldiği için İslam ülkesinin her tarafından Mekke’ye hacı adayları gelmeye başladı. Haccac Müslümanları Mekke’ye sokmadığı için, o sene Müslümanlar hac yapamadı. Hac mevsiminde Kâbe’yi mancınıklarla taşa tutturdu. Kuşatma uzayınca Abdullah b. Zübeyr ve taraftarları yiyecek sıkıntısıyla karşılaştı. Bunun üzerine Haccac, teslim olanlara eman vereceğini söyledi. Taraftarlarından çoğu onu yalnız bıraktı. Azalan ordusu ile mücadeleye devam etti.
Haccac, kurdurduğu mancılıklarla Mekke’yi ateş ve taş yağmuruna tuttu. Atılan ateşlerden biri Kâbe’ye isabet etti ve Kâbe yanmaya başladı. Bu sırada Cenab-ı Hak tarafından yağan yağmur ateşi söndürdü. Bu olayı gören Haccacın askerleri Kur’anın “Fil Suresini” hatırlayıp muhasaradan vazgeçmek istediler idiyse de Haccac buna musade etmedi.
Bir ara Abdullah, annesinin yanına uğradı. Annesi: “Savaşa devam et; ya şehid olursun, ya zafer kazanırsın. Ben de acın olursa sabreder, zaferin olursa sevinirim” diye dua etti.
Bir gün sonra İbn Zübeyr “Makam” denilen yerde iki rekat namaz kıldıktan sonra yeniden harbe girdi. Mancınıktan atılan bir taşla yaralandı. Kanlar içinde kıvranırken Abdülmelik İbn Mervan’ın adamları üzerine atılarak onu şehid ettiler. Şehid ettikten sonra da başını kestiler. (1 Ekim 692)
9 yıl süren halifeliği şehadetiyle sona erdi. Haccac, şehid edildikten sonra Abdullah’ın kesik başını Mekke’de günlerce teşhir etmiştir.
Abdullah b. Zübeyr, sahabenin tefsir, hadis ve fıkıh âlimlerindendir. Küçük yaşından beri cennetle müjdelenen babasının yanında cihada katılan Abdullah b. Zübeyr, kahramanlık ve cesaretiyle birlikte ibadete düşkünlüğü ile bilinirdi.
Resulullah(sallallahu aleyhi ve sellem)’a Habeşistan hükümdarı Necâşi’nin hediye ettiği
‘harbe’ (kısa mızrak), Resulullah(sallallahu aleyhi ve sellem)’ın vefatından sonra dört halifeye daha sonra Abdullah b. Zübeyr’in eline geçti. Abdullah, bu ‘harbe’yi (kısa mızrak) her zaman komutan âsâsı gibi yanında taşır, namaz kılarken sütre olarak önüne koyardı. Şehid oluncaya kadar onu yanından ayırmadı.
Şehadetten 10 Gün Önce Muharebe Sırasında Anneden Oğluna Nasihat
Bir ara âmâ olan annesini ziyaret edip, duasını almak kasdı ile annesinin huzuruna giren Abdullah, helâllaşmak istediği annesi ile şöyle bir diyalog geçer:
“Oğlum, ben senin ya zafere kavuşup Müslümanları kurtardığını yahut da inandığın dâvâda şehid olduğunu işitmek istiyorum! Sen hak yolunda şehid olmalısın yahut da dâvânı zafere ulaştırıncaya kadar devam etmelisin. Huzur-u İlâhi de bir mücahid annesi olmakla iftihar etmeliyim…”
Abdulah annesine söz vererek Mekke civarındaki karargâhına döndüğü sırada ordusunun dağıldığını, Zübeyr adındaki bir oğlundan başka kimsenin kalmadığını gördü…
Tekrar validesinin yanına gelen Abdullah bin Zübeyr, şöyle konuştu :
“Anneciğim! Ordum dağıldı, yanımda sebat edip kalanların da bir saatlik dayanma kuvveti kaldı. Bununla beraber düşmana teslim olursam, istediğim kadar dünyalık verilecek ve serbest bırakılacağım. Bu hususta reyin (görüşün) nedir?”
Hz. Ebu Bekir’in kızı Esmâ (radıallahuanha) bu sözler karşısında oğluna şöyle dedi:
“Oğlum, senin için düşünülecek tek nokta vardır:’Sen Hakta mısın bâtılda mısın?’ Mühim olan budur! Hakka hizmet ettiğine inanıyorsan, tereddüt ve vesveseleri bir tarafa iterek bütün himmetinle (gayretinle) yoluna devam et.
Eğer şimdiye kadar olan mücadelende dünyayı kasdetmiş isen, senden fena bir evlâd, benden de bedbaht bir anne yok demektir. O takdirde hem kendini, hem de seninle çarpışan bunca şehidleri heder etmişsin (boşa öldürtmüşsün) demektir. “
Hz.Esmâ (radıallahuanha), daha sonra şöyle dedi:
“Eğer arkadaşların çekildiği için sana da dâvâdan vazgeçip teslim olma fikri geliyorsa, şunu iyi bil ki, Ebu Bekir’in kızı böyle düşünen bir Müslüman gencin annesi olmakla utanır, bir mücahide de bu fikri yakıştırmaz…”
Abdullah bin Zübeyr:
“Anneciğim, beni yakaladıktan sonra müsle(kulak, burun kesmek) yapacaklar.”demesi üzerine Hz. Esmâ, oğluna şu tarihi nasihatları verdi:
“Evlâdım, kesilen koyun asılmakla, soyulmakla ızdırap duymaz. İzzetle mücadele ederek mâruz kalacağın kılıç darbesi, zilletle yaşamak için mâruz kalacağın bir kamçı darbesinden daha hayırlıdır. Sakın ölümden korkup da sana zillet verecek bir şekle razı olma!”
Abdullah, annesinin sözlerine olduğu gibi itaat edip şehid oluncaya kadar mücadele edeceğine söz vererek, vedalaşmak üzere âmâ annesini kucaklarken sırtındaki zırhın dikenlerine elleri dokunan Esma: “Bu ne hal?… Bu senin istediğini isteyenin hali değil” diye çıkıştı.
Abdullah ise:
“Bugün benim son günümdür. Sana metanet-i kalb vermek için giymiştim bu zırhı” dediğinde “Hayır, böylesi şey bana metanet vermez.” diye itiraz etmesi üzerine, onu da çıkararak, o gün şehid oluncaya kadar Haccac askerlerine karşı savaştı,fakat teslim olmadı.”
Bir gün Hz. Esma’nın yanına gelen Haccac: “Abdullah’ı nasıl mağlup ettim, gördünüz mü?” diye, istihzayollu (alaylı) bir sual sorması üzerine Hz. Esmâ :
“Hayır, vallahi mağlup olan o değil, sensin. Sen onun dünyasını kaybettirdin, o da senin âhiretini. Ben Resülüllah’dan Sakîf kabilesinden iki şerir (çok kötü) adamın çıkacağını işitmiştim. Yalancı olanın Muhtar-ı Sakafi olduğunu gördük. Müfsid (fesatçı) olanın da sen olduğundan artık şüphem kalmadı” dedi.
Hariciler İle Tartışması
Bir gün hak yoldan ayrılan hâricîlerden bir grup, Abdullah bin Zübeyr hazretlerinin huzûruna giderek dediler ki:“Senin görüşünü öğrenmek için geldik. Eğer doğru, ya’nî bizim gibi düşünüyorsan, seninle birlikte oluruz. Yoksa, seni bu i’tikâdınıbırakmaya da’vet ederiz.”
Sonra da şöyle sordular: “Şeyhayn, ya’nî Hz.Ebû Bekir ve Hz. Ömer hakkında ne dersin?
Abdullah bin Zübeyr:”Onlar hakkında sâdece hayır söylerim.”
Hâricîler bunun üzerine, “Peki Osman hakkında ne diyorsun?” diye sordular. Sonra da Hz. Osman’ın şânına lâyık olmayan ithâmlarda bulundular.Daha sonra babası Zübeyr ve Talha hakkında da ileri geri konuştular.
Onların bu konuşmaları üzerine, Abdullah bin Zübeyr dedi ki: “Sizin o büyükler hakkında böyle konuşmanız,aslâ doğru değildir.Çünkü Allah-u Teâlâ,Mûsâ aleyhisselâm ile kardeşi Hârûn’u, en azılı kâfirlerden olup ilâhlık dâvâsında bulunan Fir’avn’agönderirken, gâyet yumuşak konuşmalarını emretti.”
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’ta bir hadiste şöyle buyurmaktadır: “Ölmüş kimselere sövmek veya dil uzatmak sûretiyle dirilere eziyet etmeyiniz!”
Bunun için Resûlullah efendimiz, İkrime bin Ebî Cehil’e eziyet vermemek, onu üzmemek için babası Ebû Cehil’e sövmeyi, la’net etmeyi yasaklamıştır. Hâlbuki, Ebû Cehil, Allah-u Teâlânın ve Resûlünün düşmanı idi. Hicretten önce, Resûlullah efendimize buğz ve düşmanlık etmiş, hicretten sonra da savaşta bulunmuştu.
Hepsi bir tarafa, azılı bir müşrik olması günâh olarak ona kâfi idi. Kâfir olduğu hâlde, la’netlenmesine izin verilmemesi; babama, arkadaşı Hazret-i Talha’ya ve diğer Eshâba söylediğiniz sözlerden vazgeçmeniz için yeterli bir sebeptir.
(Bu ma’kûl sözlere verecek cevap bulamayan Hâricîler yanından ayrıldılar.)
Hâricîler, ertesi gün tekrar geldiler. Abdullah bin Zübeyr gelip, yüksekçe bir yere oturdu.
Allah-u Teâlâ’ya hamd ve Resûlüne salât ve selâm getirdi. Sonra Hazret-i Ebû Bekir ve Hazret-i Ömer’den çok güzel bahsetti. Hazret-i Osman’ın hilâfetiyle ilgili olarak da şunları söyledi:
“Hazret-i Osman bin Affân’ın durumunu bugün benden daha iyi bilen hiç kimse yoktur. Hakem bin Âs’ı Resûlullah efendimizin mübârek izinleri ile Medîne-i münevvereye kabûl etmiştir. Yaptığı işlerde faydalar var idi.
Daha sonra Abdullah bin Zübeyr, Mısırlıların ele geçirip getirdiği, içinde ba’zı kimselerin öldürülmesi emredilen mektubu,onun yazmadığını belirtip şöyle dedi: “Bunu Hz. Osman yazmadı. Dilerseniz, onun yazdığına dâir delîlinizi getiriniz, delîliniz yoksa ben size onun yazmadığına yemîn edeyim...
Hz. Osman, Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer gibi mü’minlerin emîridir.Ben onu sevenin dostu, ona düşman olanın düşmanıyım. Babam (Zübeyir) ve arkadaşı Hz.Talha, Resûlullah efendimizin iki sahâbîsidir.
Hz.Talha’nın Uhud muhârebesinde parmağı kopunca, Resûlullah efendimiz; (Parmağı Talha’dan önce Cennet’e girdi)ve(Talha, Cennet’e girmesine vesîle olacak bir iş yaptı)buyurdu…
Babam Zübeyr bin Avvâm’a gelince, O Resûlullah efendimizin havârîsidir. Resûlullah efendimiz onu bu sıfatla zikretmişler, Talha ile beraber Cennetlik olduğunu bildirmişlerdir. Nitekim Allah-u Teâlâ Kur’ân-ı kerîmde meâlen şöyle buyurdu: “Sana, ağaç altında ellerini uzatarak söz verenlerden Allah-u Teâlâ râzı oldu. Hepsini sevdi.” (Feth: 18)
Ayrıca, onların, Allah Teâla’nın ve Resulü’nün gazabına uğradıklarına dâir bir haber bize ulaşmadı.”dedi.
————————-
1. İçki içen ilk halife olması dolayısıyla “el-humûr” (sarhoş) lakabıyla anılan Yezîd kendi döneminde gerçekleşen ve etkileri günümüze kadar gelen Kerbelâ Vak‘ası, Harre Savaşı ve Mekke kuşatması gibi icraatları yüzünden müslümanların hâfızasında İslâm tarihinin en kötü isimlerinden biri olarak yer etmiştir.
2. Emevîlere sadâkatinden dolayı kendisine “Küleyb (Köpek Yavrusu)”, uygulamalarındaki acımasız tavırlarından dolayı da “Zâlim” sıfatıyla verilmiştir. Onun zalimliğine Kufe’de yaptığı şu hutbede söyledikleri de şahitlik eder: “ … Karşımda; kesim ve devşirme zamanı gelmiş olgun başlar görüyorum, kanlara bulanacak sarık ve sakallara bakıyorum…
Ey Irak halkı! Sözüme inanın, doğru yolda yürüyün! Size aşağılanma tadını tattırırım, derinizi yüzerim, sizi odun gibi keserim, ben dediğimi yaparım!…”